Benim adım Muhammed
Alnıma yazılıdır bu şehrin kaderi.
Kudüs çocuksu bir düştür benim için.
Atalarımdan bana kalan bir masal,
rüyalarımda büyüttüğüm kutsal bir söylencedir.
Yılların hatıraları bendedir,
Ölümse ölüm, selametse selamet.
İnsan onurunun talan edildiği
canlı yayınlardan tanırsınız beni.
Dünyanın en kadim şehirlerinden birinde doğdum.
Dünyanın en sorunlu coğrafyasının çocuğuyum ben.
Peygamberlerin ebedî istirahatgâhıdır bu şehir,
onların bıraktığı kutlu nefesi solur ciğerlerim.
Nice krallar, melikler ve sultanlar
bu şehri ele geçirmek için uğraştılar.
Şanlı komutanlar ne büyük ordular oluşturdular
Ah… güzel şehir
Ufkundan ne de rikkatli görünür sokakların
Bir sır kaç farklı şekle bürünür
ve nasıl soyunur olanca gücüyle muhatabını görünce?
Güneşin kavruk sıcağının,
taşları, toprağı ve kerpiç duvarları
huzursuz ettiği bir öğle vaktinde
ahüzar edip dururken
sır, en koyu elbisesini giyerek
ulvi bir kalpte gitmektedir
baştan aşağı dost olanın hanesine
Kudüs, huzuru da gördü, savaşı da.
Bu şehrin tarihinde yaşanmış ne varsa
hepsini omzumda bir yük olarak değil,
alnımda bir işaret,
aklımda bir bilinç nüvesi
ve kalbimde bir özlem olarak taşıyorum.
Benim adım Muhammed
Annemin ağıtlarından
beste yapıyor zalimler ihtiraslarına,
kadınların feryatlarını
zulmün sofrasına meze olarak sunuyorlar.
Bu şehir ilk kıble
Filistinli bir çocuk olarak
benim ilk oyun parkımdır bu mabet.
Emeklemeden yürüdüm,
ayağa kalkmam gerektiğinin farkındaydım çünkü.
Sapanlardan yaptım ilk oyuncağımı,
avuçlarıma sığmaz taşlar.
Ben Filistinli çocuk,
ölüm arkadaşımdır
Şehit olmuş ağabeyimden sonra
annemin avuçlarındaki duası,
mabedin yeni adağıyım.
İlk adımlarım bu şehrin tozlarına bulanmıştır,
ilk seslerimde
kutlu peygamberlerin hecesi dökülür dilimden.
Kudüs’ün göğü hep mi böyle gridir?
Hep mi bombaların izi vardır bulutlarında?
Değil elbette.
Kudüs’ün emzirdiği bir çocuğum.
İlk ninnilerim şehrin üstüne yağan bombalardan oluşuyordu.
Beşiğim patlamalarla sallandı.
Korkmamayı erken öğrendim ben.
Benim adım Muhammed
Amcam dün düştü toprağa,
babam İsrail zindanlarında çürümeye bırakıldı.
Sokakta oynarken bir arkadaşım gözlerini kaybetti
İsrail’in hava saldırısında.
Belki unutacaksınız adımı,
ölen kardeşlerimi gömeceksiniz
hafızalarınızın derinliklerine.
Doğu’nun en sevgili sultanını unutmaz
bu şehrin mazlumları.
Taşlarında Osmanlı’nın hürmeti vardır hâlâ.
Son bahtiyar günlerini yaşamıştır vaktinde.
Huzur yıllarını özler durur şimdi.
Tarih kitaplarında bir sayı olarak geçecek ölümlerimiz.
Lütfen bana bakın,
son kez bakın yüzüme.
Hatıra kalsın gülümsemem size.
Ben Filistinli çocuk; nöbetteyim...
Bu zulme, bu kötülüğe ve işkenceye karşı
gülümsemekteyim.
Zalimlerin bu şehre olan öfkeleri dinmedi.
Kinleri bana değil,
göğsümde taşıdığım tarihe.
Beni öldürseler de silinmeyecek öfkeleri
Bu şehir, insanlığın kabuk tutmayan yarasıdır.
Yaralı bir kalbi,
içli bir gülümseme iyi edebilir ancak.
Dünyanın soğumuş vicdanıyla
alay etmenin yoludur gülümsemek.
Gülümsemek düşüp düşüp kalkmanın,
yenilmemenin ilacıdır.
Benim adım Muhammed
insanlığa, inanca ve vicdana güzel geleceği vadeden.
Hem tarihim hem de tarihin varisiyim.
Yüzümdeki gülümseme Kudüs kadar eski,
Mescid-i Aksa kadar derin ve içlidir.
Bir yerin ruhu tarihinde gizlidir.
Şehrin mabetlerinde,
kadim sokaklarında başlar tarih.
İnsanlık kadar eskidir bu topraklarda hayat.
Kudüs, dinlerin, peygamberlerin,
sultanların ana yurdudur.
Kulluğu da gördü secdelere eğilmiş başlarda,
kibirden şehri tutuşturmuş öfkeli yüreklere de
tanıklık etti.
Bir taç gibi göğsünde taşıdığı mabetleri de oldu,
sürgünlerin ve ölümlerin ağılı ağıtlarını da dinledi.
Kudüs, peygamberlerin hatıraları ile yoğrulmuş
şerefli bir kenttir.
İbrahim Aleyhisselam’ın evlat sevincidir;
kundakta İsmail’in kokusunu içine çektiğinde,
ciğerlerine dolan babalık sürurudur.
Dağlarında, ovalarında ve çöllerinde
Davut Peygamber’in güzel sesi yankılanır hâlâ.
Zalim Calut’un ordusuna karşı demirden bir kale,
mazlum insanların yanında
Zebur’dan merhameti çağıran içli ayetlerin sesidir.
Davut Aleyhisselam’ın başkentidir;
hem peygamberliğinin hem de sultanlığının yurdudur.
Mabetlerinde Süleyman Peygamber’in nefesi vardır,
ordusunun ayak sesleri duyulur dağlardan.
Kuş sesidir dallardan dökülen;
kendi lisanıyla Allah’ı zikreder.
Süleyman Peygamber’e nazire yapar
cümle mahlukat hâllerince.
Kendinden hızlı gelen tahtını görünce,
Belkıs’ın güzel gözlerinde büyüyen şaşkınlık ifadesidir
bu şehir.
Bu şehir, Zekeriya Aleyhisselam’ın alın izini
saklar secdelerde.
Onun da sevinçleri renklendirmiştir mabedin duvarlarını.
Hakk’a teslim olmanın güzelliği,
bu şehrin bahçelerinde gül olmuştur.
Bülbülünü beklemektedir.
Kudüs, İmran’a Meryem adında bir müjdedir.
Ve Meryem, bir anne, masumiyetin validesidir.
İffet, gönlünde beyaz bir mendildir;
ilahi saflığın sularında yıkanmış ve arınmış.
Beşiğinde konuşan
İsa Aleyhisselam’ın kelimelerini taşırım göğsümde.
Zeytin Dağı’nın eteklerinde onun gölgesiyim.
Nebi Aleyhisselam’ın ayak izleriyim;
miraca yükselen Kutlu Yolcu’nun ilk basamağıyım.
Peygamber Efendimizin sevgisiyle heyecanla çarpan
Muallak Kayası’dır göğsüm.
Dudaklarından dökülen kutlu bir sestir adım:
İlk secdeyim,
Müslümanların ilk yönelişiyim.
Mekke’nin gölgesi, Medine’nin kardeşiyim.
Gün gelir,
gökyüzünde güvercinler kanat çırpar özgürlüğüne.
Bir Ömer girer kapısından,
barışa ve hoşgörüye havalanır bu şehir kanat kanat.
Zulmün pençelerini kıran bir Selahattin olur
eğilir secdeye,
tevazu ve şükür dökülür dilinden.
redfer
İlyas Kaplan
Kayıt Tarihi : 12.12.2025 10:21:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!