Filizin Kesik o ses yine kulaklarında …''E kızım eeee''..
Kadın yalpalayarak ayağa kalktı. Pencereye doğru yürüdü..Kimbilir Nevvale onu bulup evine getirmese kapısını açmasa beklide ölmüştü...
Otuz beş yaşında daha..
Oysa ruhu öyle yorgun ve bitkindiki..
Saçları darmadağın koyu kahverengi kısa lüleler omuzlarında..Kimbilir kaç haftadır hiç tarak görmemişti..
Çocuk yuvasında geçen bir çocukluk ve sonrası..İçkiyle başlayan ardından bu kahrolası madde..
Alp dağlarının eteklerinde ufacık bir köy karlarla kaplı kırmızı kiremitli çatıları..
Bu sabah yine kuru ayazla birlikte minik kar kristalleri,havada döne, döne ufak kırmızı kiremitli evlerin bacalarının üzerine inerken Anna adında mutsuz bir kadın yaşardı buralarda.
Çünkü bebeği olmuyordu... Biliyormusunuz minikler, hiç bir kar kristali diğerinin aynı değildir.
Hepsi başka şekilde ve güzellikte.. İsviçrenin soğuk günlerinden biri, kışı epey çetin geçer. Buraların, karla kaplı güzelim dağlarında,kuşlar ötüşmez olur o zaman.
Mor minik çiçekler saklar başlarını karların en altlarına.
Anna yine hüzünlü ve mahsun köyün kıyısına kurulan pazarda satmak için yaptığı kurabilyeleri götürürken,''Ahhhh ne olurdu'' dedi. Benimde minik bir çocuğum olsaydı, ona bu çilek marmelatlı kurabiyelerden yapardım,o kadar çok yapardımki sanırım yemekten bıkardı''..
Eski tabirle doğacıların, yani doğaya yaratma gücü yada olduğu gibi halk olma gücü yaftalıyanlan bazı kişilerin, sözleri beni hep üzmüştür... Söz birliği etmişcesine, kafayı Peygamberimizin neden çok evlendiğine takmışlar... Buda bir kenara, kendinden küçük büluğ çağında bir kızı alması onların inançsızlığına ayrı bir kuvvet katıyor... Bir geçmişe dönüş yapalım ne dersiniz...
Önce bir iyice okumayı anlamayı öneriyorum.. Peygamberin hayatını ve onun yaşayış biçimini.. Fakat bazen bin kitap okusanda elinde en akademik seviyede diplomalar olsada Yüce Allah'ın ve onun bu sevimli asil Peygamberini sevmek ve hakkıyla tanımak herkese nasip olamıyor... Görmek istediğini görüyor insan, yada duymak istediğini duyuyor... Kafa soru işaretleri dolu, ne dersen cevap hazır nakarat halinde inandığına sadık son derece...
Peygamberimiz HZ Muhammed S.A.V yirmi beş yaşında kırk yaşında dul ve iki çocuklu bir hanımla, Hatice Anne’mizle evlenip yirmi beş senesini yani gençliğini bu asil hanımla yaşadı. Hatice annemizin ben artık yaşlandım, sana cariye alalım sözlerine ve sokaklarda yarı çıplak gezen cahiliye devri kızı ve kadınına rağmen, yaşlı eşi ölene kadar ona sadık kalmıştır... Kaç kişi bunu yapardı? şu yada bu devirde merak ediyorum....
''Kalayciiiiiii'',Arnavut kaldırımlı taşlı sokağın başında kalaycı göründümmü,elim sende,kör ebe ve çocuklara yapacağım oyun tuzak planları bende biter...
Başlar kalaycıyla o garip aşinalığımız ara, ara, olduğu gibi...
Elin çocuğu sinema sever, gezme sever, yıllar öncesindenmi gelir ne bendeki gariplik, emekçi insanlara olan sevgi yakınlık ve merhamet..Kara yüzlü soluk gri şapkalı kalaycı amcanın peşindeyim yine.
''Emmi''.''Heeeee''..''Bende yanın sıra geliyimmi''..? Adamcağız yan gözüyle beni süzer delimi ne gibilerinden..Bir delilik emaresini görmeyince dudağını büker hayretle..
''Neydecenki gız, oyunmu oynuyorum''..Oyun oynamak bazen rutinleşirdi gözümde hiç bir heyecanı kalmazdı..
Merak yine merak.. Öğrenme isteği öte yandan ezgin insanlara duyduğum o garip aşınalık..Kalaycıdan azar yiyip kovalanmamak için nazikçe gülümser.
Yozgat nere, Çanakkale nere.?. Kara Yakuplar köyünden ince bıyıklı bir delikanlı Hasan..
O gün erden kalktı. Anacığı inekleri sağmış elinde süt kovası ahırdan çıkıyordu usulca..İhtiyar kadın başını kaldırdı.. Hasan bahçe duvarının kıyısına ilişmiş elleri yüzünde düşünüyordu. Onu böyle düşünceli hiç görmemişti.. ''Ne olduki kuzum'' dedi nedir kaygın.?. Delikanlı önüne bakarak mırıldandı...''Savaşa gideceğim ana'' Emine ananın ciğeri yandı..
Fakat ses etmedi gitme diyemedi..Hasan söylendi''Halil emminin Ali'yle aşağı köyden dört delikanlı daha katılacak bize. Köylü kadın ferasetli olur. Anladıda anlamamazlığa vurdu bu gidişin dönüşü belkide hiç olmayacaktı..
Anadolu'da delikanlı kalmadı demişti muhtar Mustafa emmi cuma günü köy meydanında..Dalıp gittiği yerden oğlunun sesi kendine getirdi.''Ana biliyonmu kaç gecedir uyku dünek yok bana'' Emine kadın başını kaldırdı karşı dağların çorak tepelerinde hala kar vardı..İçini çekti ahhh Hasanım sen daha ufaksın diyecekti demedi.. Her evden bir seçilmiş gerekti dört yavrusunun içinde onunda gözdesi Hasan'ıydı..Ne zaman gideceksiniz kuzum dedi sadece..''Yarın sabah destur ver bana gideyim ölürsem şehit kalırsam gazi olurum anam..Bağrını açtı kuzusuna yanık kadın sarıldılar kokladı kuzusunu..Hayret sanki doğduğu gün gibi süt kokuyordu Hasanı..Emine anayı bir durgunluk sarmıştı o gün.. Kızını akşam üstü köy bakkalına gönderdi.. ''Git iki avuç kına koysun Hacıbekir keseye alda gel'' diye.. Kızın elinde ortası delikli kuruş topladı şalvarını gitti bakkala..Akşam kardığı kınaya az şekerde kattı yavuz tutsun diye anası..Heybesini hazırlayan oğluna seslendi...Hasann kuzummm de gel hele...Delikanlı seğirtti toprak basık geniş salona..''He anam de hele ne var.'' Gözlerindeki yaşları içine akıttı oğlu görmesin diye...''Kınalıyacağım seni kuzum''...Delikanlı avucunu açtı gayriihtiyari..''Yok'' dedi ''eyle değil kuzum, başına yakacağım kınayı''.
'Niyeki ana''? ''Onuda bilme hele''
Sosyal paylaşım sitelerinden birinde tanıştılar Naciye ile Hasan.. Kastamonu nere, Antalya nere..
.İşte o gün o meşum gün.
Yağmursuz duru bir sonbahar günü..Hasan binip geldi şehirler arası bir otobüse sabah erkenden.
İlk görüşüydü Antalya''yı, nemli ve sıcaktı kendi memleketine göre..
Evde özürlü kız kardeşi, dul ve sinir hastası annesi Sebahat, onun oto yıkamacılığından getirdiği bir kaç kuruşa muhtaçlar..
Facede resminin kenarında iş yeri sahibi yazısı, birde kızıla çalan sarı saçları çekmişti Naciye''yiyse Hasanın...Oldum olası değişik tiplerden hoşlanırdı.Zengin babanın kumral vasat kızı.
Zengin kişi kutsalmıdır kimilerince ne.? .
Ya yaaa ya kariyer para çok yaşa..
Gelelim fakir fukaraya garip gurabaya, ortada kalıp kötü denen ve o tür yola düşen kadınların çoğu fakir, yahut fakir kızıdır, arada namusunu koruyup aç sefil sürünen istisnalarda zamanla ruh sağlığında ille bir arıza taşır,,,
Zengin bilmem kimin kızını kimse harcayamaz... Hiç kimse dahası rahatsız bile edemez, erkekse etsin gebertircesine döverler, belki sekelli yaşar...
Ahhh para ah boşuna dememiş Napolyon Amca, para, para, diye garip guraba gece vardiyalı iş dönüşü ya soyulur, yada bıçaklanır... Arabası olan otomobille uçar gider, oğlanı gasp etmiş birileri deyince atma kardeş der gibi bakar,inanası gelmez oda haklı arabadan inmezki hiç karanlık sokaklarda, bilsin neredeyse küfre varacak olan fakirlik afetinin bulaşıcı bir hastalık gibi arsız olduğunu...Fakir olanda eğer dayanabilirse diğer ramazana yetişir ölmezse akşamları sıcak bir çorba içer iftar çadırında... Artık kimse kimseye pek birşey vermez....
Sırtlanın günahını günahsızlıklarımın.
Sırtlanın günahını yitik düşlerimin.
Sokak lambalarının sessizliğinde umutlarımın.
Gecelerim gündüz gündüzlerim geceyken ben
Nede çok hesap vereceğiniz işler ettiniz siz.
Yiğitler şehri toprağımdan Sivas'tan daha çıkmamıştık...Sene taş çatlasa bin dokuz yüz altmış sekiz..Ve ben en fazla altı veya 7 yaşlarındayım..
Yıllar geçti hala tam manasıyla anlamış değilim. . Neden insanın çok istediği bir şey asla gerçekleşemez? Ama o yaşlarda düşünemiyorum. Her düğün oluşunda gelin hamamına götürülüyorum.
İnkar etmiyorum, güzel ama götürülmesem daha iyi. Bu seferde ben gelin olmak istiyorum. Sebep gelinin ipekli sabahlığına, kınalı ellerine, ve pırıl pırıl parlayan bileziklerine vurulmam...
Hamamda tam orta yerde yemek tepsileri börekler, etli yaprak sarmaları, şunlar bunlar,gören kim tüm bunları? Benim aklım gelinde. Zavallı kızı gözümle taciz ediyorum. Kıskanç ve komik iki küçük elâgöz, ayaklarına bakıyorum, beyaz iki nazlı güvercin sanki. Parmakları kırmızı kınalı. Gözüm gümüş nalınlarına takılıyor ister istemez.
Topukları, her yeri gümüş işlemeli. Yanlarında ufacık gümüş toplar sallanıyor, önüme eğilip kendi ayağıma bol gelen, tahta hamam takunyalarına nefretle bakıyorum, İçim sızlıyor, Kendimi küçük sönük ve zavallı hissediyorum. Babaannemin ilgisi, teyzelerimin özellikle beni sevebilmek için getirdiği bastonlu çikolata.Aman Allahım yoksa hep sevilmek isteyen, bir kızın her an ön planda olmak isteği mi?
Şunuda isterim bunuda ve hatta kitaplarım basılsın da istiyorum dedi Şukufe.
Bunu dediği anda geviş getiren keçi nefisliler duyup harekete geçti..Yooo Keçilerin önüne bakışına bakmayın boynuzlarıyla nice taifeleri arızalamışlardır.. Ah be Şukufe sen o ara dua gücü bilmez kimseyide tepetaklak edemez saf gönlünle iyice tepetakla olurdun be..O hüzün dolu yıllarda İlmi yok fukaranın nazarlanma konusunda mastır yapmamıştı daha..
O ara .keçiler çözmüştü işi mala mülke maaşa ota tezeğe her şeye odaklanıp yok etme yani odaklanma yiyip bitirme hasetlik ve fitne meslekleriydi zaten öteden beriye.. Şimdi konuları Şukufenin aklı yazdıkları cebindeki üç otuz paraydı.oysa ALLAH demiyormuyduki ben onlara herşeyi versem yine haset ederler..İşte bunların sadece gözlerini bu toprak doyurur.
Keçi nefisliler almıştı bilgiyi şimdi ona odaklanmışlardı onlar börtü böcek diye zırvalasalarda onlar sivrileceklerdi.. Şukufe ise hayır..Onlar toslaşacak yiyecek süslenecek inmi enmi her ne naneyse onlar olacaktı.
Üç günlük hırlaştıkları evrene göre miskal tanesi olan bu cüce gezegende toslaşıp duruyorlardı..
Sayın Belgin Sönmez, yazılarını yıllardır okuduğum ve beğendiğim şair ve yazardır. Şiir, sanat ve gönül sayfasına; Sevgi saygı ve başarı dileklerimi bırakıyorum.