Adam çarığını ters bağladı epey yol yürümüştü örselenen topuklarından kan sızmaya başlamıştı artık.
.On adımdır kendini izleyen iki küçük siyah gözü fark etmemişti..O bir kara karıncaydı..Öyle merakla adamı inceliyordu garip.. Onun bu biçare haliyle hala yürümeye uğraşmasına şaşırmıştı duraksız nefes nefese.. Hele bir bak beni adem, cılız bir ses meraklı Adam döndü ufacık bir karınca..Şaşaladı ne dersin ey biçare karınca izliyorum seni dedi karınca ..?
Şurdan beri on adımdır bakıyorum hala sürürsün yılgın ayaklarını menzile gideceğini bilmeden ..
Güldü adam üstelik bu çölden çıkmam için daha ne kadar gideceğimi bilmeden değilmi..
Karınca güldü bu ayaklarla bu kurumuş çatlak dudaklarla bu sıska bedenle sen bu çölü geçemezsinki..
Karınca biraz durumsadı benim dikkatimi çeken hala gözlerindeki ışık ve sendeki azim pes etmemek.
Tarlaya bahçeye yürüyerek gitmek kucağında çocukla zordur. bir anne için..
Birde altı yaşında minik oğlu Emir zeytin hasatı bitene kadar annesine yoldaş kardeşine bakıcı olur..
Kocası arada pazarcılık eder kahvede pişti oynarken Hacer isyan etmeye kalktığında sadace çocuklar üzülüyordu şamatadan..
Denenmişi deneme derdi kaynanası bırak git ..Çözüm odaklı konuşuyor gibi görünen ihtiyar kadın gelininin gidecek bir kapısı olmadığını bilmiyormuydu aslında.
Kumar masasından kalkmayan kocası Erdal lafa gelince üst seviyeden konuşurdu boş sürahi partalcı..
Zeytin toplanacak makina yokmuydu nerede kalmıştı o tırnaklı demirle zeytin toplama ama bunlarda yarıcı tutup onada zeytinin yarısını vermek refah yoktuki..
İsimsiz kalmış adı hayallerimde. Bir kadin geçerdi kapidan Sene belki 75 belki 76 Daha ölüm sirenleri adını çağırmadan. Bir kadin geçerdi kapıdan. İzmirin arka sokaklarindan birinde. Şiir yazan rahmetli Füsun teyzenin kira evinde. Yaşım belki 13 belkide 14 unuttum Ben o zamandanda duygulu o zamanda farkındalıklı. Adsız kadin kumral eli cebinde gencecik saçı küt kesim ve başı hep önünde.. Babam devlet demir yoluna işe giderken. Annem hasari küçük oğlan kardeşlerimle uğraşırken. Mahallenin yaşlı eke kadinlari kapilarin önünde toplanti yaparken duydum ki eşinden kacip gelmis ailesine.. Bir aksam üzeri daha onu görmedim ve diğer aksam üzerleri de. Adsız kadın adsız olarak kaldi hayallerimde.. Çalıştığı iş yerinin kapısının önünde vurduğu kocasının çabuk yayıldı izmirin eski adı kizil çullu yeni adi sempatik olsun diye Şirinyer konulan bir semtinin arka sokaklarinda.. Bir kadin geçerdi kapıdan başı önünde gencecik düşünceli..
ALLAH haksiz yere canı giden bütün masum kadınlara ve benim hayallerimde masum yüzü kalan adsiz ablamada rahmet etsin..Saygiyla kadın gibi kadinlara..Bende dahil bütün fedakar fevakar annelere...
Dişi ve erkek sinekler sarmış.
Çocukluk düşlerimde yediğim horoz şekerlerini
Mor çiçekler topladığım bu şehrin katilleri
Bedeninin şeytansı arzularına köle olmuş
Bir yığın çürük çarık bez parçaları
Büyük, gizemli okyanuslarda mutsuz bir prens yaşarmış. Kral oğlunun bu haline çok üzülürmüş ama elden ne gelir? Denizin diplerinde, koskoca kırmızı mercandan saraylarda, inciden göz göz odalarında tüm saray halkı, mutluluk içinde yaşarken tek dalgın, yüzü gülmeyen ortalarda mutsuz mutsuz dolaşan Prensmiş.
Denizin üzerinde, karada ve denizler altında yaşama gücü vermiş Yaratıcı onlara.. Tüm okyanuslar onların olduğu gibi, üzerlerindeki adalarında sahibiymişler. Kral ve Kraliçe, her türlü zenginlik içinde yaşarlarken, onları üzen bir tanecik oğullarının hiç bir kızı sevmemesi ve beğenmemesiymiş. Su altı kızları, prense ne kadar naz poz yaptılarsa da delikanlı hiç birine bakmamış. Hatta çeşitli balık sesleri çıkartıp, boyunlarındaki deniz kabuklarını şıkırdatarak oynamışlar ama bu sadece prensi kızdırmaya yaramış. Sonunda adalarda ve denizlerde halk prensin rüyalarında gördüğü bir kıza aşık olduğuna hükmetmişler. Zavallı çocuğu çıldırdı sanmışlar. Prensse sabahtan uyanıyor, biraz ızgara balık yiyor adalarda avlanmaya gidiyormuş. Sık sık balık ve deniz ürünleri yediği için hem akıllı hemde sağlıklıymış.
Bir gün okyanusta çok büyük bir fırtına kopmuş. Kral ve Kraliçe tüm halkını toplayıp hemen süzülerek okyanusun en derinliklerine inmişler. Amaçları fırtına geçene kadar gizlenmekmiş. Saraylarında yemiş içmiş, mısırlar patlatmış eğlenmiş gülmüşler. Nasıl olsa onlar için bir zorluk yokmuş. Çünkü deniz altında ve üstünde yaşayacak güçleri varmış.
Büyük deprem yaşadınızmı hiç..?
İzmirde büyüdüm ben Sivas’lı olmakla birlikte..
Denize ağzını aç bakalım derdi oniki onüç yaşlarındaydım yeni gelmiştik annem İzmir’e..
Nedense her konak sahile gittikçe işte deniz ne varsa ahanda İzmir derdi..!!
Anadolu’dan gelenler bilir.
Onların orta halli olanlarının yegane zevki Konak meydanda turlamak köşede İzmir boyozunun eşlik ettiği sıcak çay içmektir denize karşı..
Bugün de yine gün akşama dönmüştü.
Zülküf Amca,berber dükkanını kapatmak için kapıya çıktı, fakat elini cebine attığında anahtarı yerinde bulamadı. Demek anahtar yine o ahmak çırağı Cemil’de kalmıştı. Kaç kere cebime bırak demişti ya anlayan kim? ’Adam da kafa yok ki kafa...’ diye mırıldandı. Geçende arkadaşlarla Tırsak Selim’in lastikçi dükkanında menemen yapacak olmuşlardı da, bu salak çırak dört yumurta yerine sekiz yumurta, iki ekmek yerine beş ekmek alıp getirmemiş miydi? ’ Allah bir adamın aklını alacağına canını alsın...’ diye homudanarak elini cebindeki cep telefonuna uzattı.
Telefon uzunca bir süre çaldıktan sonra, Cemil’in sesinden önce genç kızların kıkırdama sesleri geldi. Zülküf Amca ’ Tövbe tövbe...’ dedi. ’ Hesaba kitaba aklı ermiyor ama çapkınlıktan da geri kalmıyor...’ Cemil ’ Evdeyim’ dedi ama, yalan olduğu ortadaydı. Zülküf Amca ’ Ne cehennemde olursan ol, ben iki dakika sonra çıkıyorum, hemen gel dükkanı kapatıp! ’ dedi. Yavaş yavaş Bilal’in kahvesine doğru yürüdü. eklem romatizması her yanını sardığı için, mecbur olmasa hiç yürümeyecekti... Öylesine diz ağrısından bizardı ama eve gitmeden kahveye muhakkak uğrardı. Çoğu çocukluk arkadaşlarıydı zaten. Bu mahallede doğmuş, burada evlenmiş şimdide baba yadigarı o köhne evde ömrünü tamamlamayı düşünüyordu. Aslında hiç bir şeyi kafaya takmazdı, zaten takacak olsa çoktan mahallede bir kaç kişiyi, hele o salak çırağı Cemil’i çoktan gırtlaklaması gerekirdi. Adını soranlara şakayla: ’ Derdi yok’ derdi... Kaygısız adamdı zaten öteden beri...
Parası olmıyanın gölge ınsan olduğunu anlıyalı hani olduda belkide ben inanmak istemedim..
Dişim fena ağrıyor..Bir öğle vakti yola çıktım yani bu diş dolarmı dolmazmı bilmemde yolda iyice sıkıldım bunu düşünüp..
Zaten dişlerimin çoğu dolgu veya kancalı..Tabiki özel hastaneye gitmek sadece muayene gir çık bin tl ..Bende aklımca kafayı çalıştırdım ve devlet hastanesine yollandım...
Büyük şehir İzmir kalabalık sıra falan derken saat dörtlere geldi...
İçerde canından bezmiş bir bayan doktor gözlüklerinin terini siliyor..Ben hemen gelip gösterdiği koltuğa kuruldum azı dişimi gösterip çürük falan diye mırıldandım.
.Üstüme abanıp iyice dişime odaklandı ,birazda kilolu ,vakit te geç olmuş epey de yorulmuş..
Ezgi Nur haşarımı haşarı şirinmi şirin küçük bir kızdı..Minik kızın annesi Özge börek yaparken onada küçücük hamur parçaları veriyor Ezginur'da bebeğine minik, minik, çörekcikler yapıyordu..
Bir gün annesi ona bir köylü kıyafetli bebek satın aldı ahh işe ne olduysa ondan sonra oldu..
O sabah minik kız yeni okula başlıyacağı için annesi onu erkenden uyuttu..Ezginur gece bir ara uyanıp çevresine bakınca minik köylü kızı bebeğinin odanın ortasında hamur açtığını görünce çok şaşırdı.. Diğer yanda küçücük bir oklavaya sardığı minik yufkayı yerdeki odun ateşinin üzerindeki sacda çeviriyor iki işi birden yapıyordu..
Ezginur yataktan fırlayıp bağırdı ''Aaaaa ne yapıyorsun sen, evi batıracaksın annem görmesin''..Köylü kızı bebek homurdandı ''Görmüyonmu gıııı, sana yufka yapıyom ammada nankörsün ha''..
Köşedeki küçük mavi süpermen titreyerek yerinden kalktı ''Biliyormusun'' dedi köylü kızı bebeğe yaklaşıp. ''Beni Ezginur'a dün annesi hediye aldı, böyle hiç şey görmedim kızlar süpermenle oynarmı hiç''? ..Barbie ufak evinden çıkıp köylü kızı bebeğe yaklaşarak durduk yerde dudak büktü ''Nafile uğraşma yaranmaya çalışma Ezginur beni seviyor, istediğin kadar yufka yapıp yedirmeye çalış her şey boğazmı,hem ben daha güzelim senden''..
Yetmiş beşli yıllarda bir ağustos sabahı yola çıktığında elinde bir bavul bile yoktu Anadolunun bir köyünden..
Kıraç topraklarını, kışın karla kaplanan, yazın rüzgarda ufak hışırtılarla sallanan uzun kavak ağaçlarını soğuğunu başkada hiç bir şeyini hatırlamayacaktı gün gelecek doğduğu toprakların..
Ha birde anacığının o ufak sevimli yüzü usunda o kadar..Anadolunun böyle ufak hayvancılıkla geçinen köylerinde koyunu ineği yetersiz olana daha bir vurgulu yaşatırdı fakirliğin zorluğunu yaşam çilesi.
Sayın Belgin Sönmez, yazılarını yıllardır okuduğum ve beğendiğim şair ve yazardır. Şiir, sanat ve gönül sayfasına; Sevgi saygı ve başarı dileklerimi bırakıyorum.