Bir kapı vardı. Hiç açılmayacağını bilmeme rağmen, parmak uçlarımı dokundurduğumda oluşan o hafif titreme ile yaşıyordum. O kapı, aslında kapı değil, geçişsiz bir anıttı. Karşısında saatlerce duruşum bir mimari eylemdi; duvarları sabırdan, tavanı unutulmuş nefeslerden örülü bir yapı inşa ediyordum. Gelen giden yoktu, sadece kapının ahşabına sinen yitik zamanın kokusu vardı. Ben bekledikçe kapı daha da sağlamlaşıyor, daha da anlam kazanıyordu. Oysa beklediğim şeyin gelmekle ilgisi yoktu, sadece o kapının önünde kendim olma ihtimaliydi. Ve bir gün, kapıyı değil, o mimariyi terk ettim. Çünkü anladım ki, beklemek bir fiil değil, bir iç mekândı.
Uykuların kaçar geceleri
Bir türlü sabah olmayı bilmez
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar, ne yastık
Girmez pencerelerden beklediğin aydınlık
Devamını Oku
Bir türlü sabah olmayı bilmez
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar, ne yastık
Girmez pencerelerden beklediğin aydınlık



