Güneş, yorgun argın Ege' ye el ederken, akşamın alacasında Çanakkale' ye gelmiştik. Her iki yaka da savaş yorgunuydu. Bir iki gemi vardı. Gülcemal, biraz uzakta demir attı. Denetim, yazışmalar...
Payitaht İstanbul uzaktan, hafif bir sisin ardına gizlenmişcesine gözüküyordu. Sultanahmet Camisi, Ayasofya, daha öteleri; oraya buraya serpiştirilmiş kimi savaş gemilerinin silüeti? Haydarpaşa istasyonu, bir karartı gibi gözlere yansıyordu. Gülcemal vapuru Sarayburnu' nun önlerine gelmişti ki, yüreklerimiz kıpır kıpır etmeye başlamıştı. Elbette ki öyle olurdu, dünyanın bir ucundan, tüm umutların tükendiği bir yerden, İstanbul'a merhaba diyebilmek büyük bir olaydı. Memlekete kavuşmak, yanıp tutuşulan bir sevgiliye ulaşmak gibi bir şeydi.
Gözlerime hala inanamıyordum. Bir düşte miydim, hayal mi görüyordum? Bu, aslında yeniden yaşama dönmekti. Çin Hindi' nde biz, artık her şeyin sona erdiğine inanmıştık. Geriye dönebileceğimizi düşlerimizden bile atmıştık. İstanbul'a merhaba mı, akıl dışı bir olaydı bizim için. Galata Rıhtımı' na indiğimde, hala kendimi bir boşlukta hissediyordum. Gözlerimi sağa sola çeviriyorum, İstanbul da benim gibi yorgundu. Çünkü o, 'işgal İstanbul' uydu.
Bir seni yakamadım, beni yaktığın gibi
Çölde su, mahpusta gün, oruçta ekmek gibi bekledim seni
Sense araya korkular koydun.
Yasaklar koydun...
Bitmez tükenmez engeller koydun
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta