KÖKLERİMİZ
DEDERASÛL DEDE’DEN
DEDESİL ve DEDEBAĞI’NA
2. Bölüm
*
Karaağaç Baba, Germiyanlara karşı kazandığı zaferin sonunda Dederasûl Dede ve obasını konuk eder. “Dederasûl Bey, bana çok büyük bir iyilik yaptınız, dileyin benden ne dilerseniz,” der. Dederasûl Dede de “Konar göçerliği bırakıp obama bir yurt arıyorum. Başkaca bir dileğim yoktur beyim,” diye yanıtlar.
KÖKLERİMİZ
DEDERASÛL DEDE’DEN
DEDESİL ve DEDEBAĞI’NA
3. Bölüm
*
XV yüzyılda (1478’de) yaklaşık 181 olan Dederasûl köyü nüfusu geniş ovanın verdiği nimetlerle birçok köy ve kasabadan, başka illerden gelen göçlerle ve konar göçerlerin zorla yerleşik hayata geçirilmesiyle nüfusu hızla artmış 1522’de 267 ve 1568’de 825’e ulaşmıştır. Acıpayam ovasının en kalabalık ilk beş yerleşim yerlerinden biri olmuştur. “Dederasûl” adı söyleniş aşınmasına uğrayarak Dedesi ve Dedesil’e dönüşmüştür.
KÖKLERİMİZ
DEDERASÛL DEDE’DEN
DEDESİL ve DEDEBAĞI’NA
4. Bölüm (Son)
*
Gelelim tekrar köyümüzün tarihi bilgilerine. Selçuklular döneminde Konya vilayetine bağlı olan Hamit Ovası (Yeşil Sahra) Beylikler döneminde Isparta sancağına bağlanmışır. Burdur’un sancak olmasıyla Burdur’a ve daha sonra 1888’de Denizli’ye bağlanmıştır.
Hani Denizli yılı olacaktın
Bolluk, bereket sunacaktın
Caddeleri, alanları
Gördüğümüz her yeri
Donatmıştık yirmi yirmi.
*
KÖY ENSTİTÜLERİ
*
Ülkemiz I. Dünya ve Kurtuluş Savaşı’nın yaralarını saramamış, Cumhuriyet Devrimleri Anadolu köylerine erişememişti. Okuma yazma oranı (%5) çok düşüktü. Halkın büyük çoğunluğu (%80) köylerde yaşıyordu. Yoksulluk içinde karasaban ve bir çift öküzle geçimini sağlamaya çalışıyordu.
*
Mustafa Necati, değerli bir kuva-yi milliyeci, öğretmen ve avukattı. Milli Eğitim Bakanı olunca karanlıkta kalmış Anadolu’nun nasıl aydınlığa çıkarılması gerektiğine kafa yormuş, Harf Devrimi ve Millet Mekteplerinin açılması ile aydınlanma ışığını yakmıştı. Ölümünde Atatürk’ün gözyaşlarını tutamadığı eğitim ülküsü taşıyan, hizmetleri iz bırakan bir bakandı.
*
Bıçak gibi yüzleri kesmede ayaz
Mor dağların benzi kar bembeyaz
Tam ortasındayız kara kışın
Boğuk boğuk inler gecede rüzgâr
Der, “Bahara daha çok var!”
MADEN MEHMET MERAKI
(1. Bölüm)
*
Öğretmen okulunda okuduğum yıllarda, yaz tatilinde evde mandolin çalıyordum. Bu sırada komşu köyden babamın bir arkadaşı konuk olarak bize geldi. Beni mandolin çalarken görünce hışımla ve sitemle babama dönerek:
—Bu nedir hoca efendi? Senin gibi dini bütün imamın evinde böyle çalgı, çengi! dedi.
Babam işi şakaya getirerek:
MADEN MEHMET VE ARZUHALCİLİK
SON BÖLÜM
Önceden Acıpayam’a bağlı Karaman nahiyesi olan Çameli 1950 yılında ilçe olmuştur. Mehmet Maden bu ilçeye göçmüş ve arzuhalcilik yapmaya başlamıştır. Gençliğinde eğitmenlik yaptığı Çameli yöresini iyi tanımaktadır. Mahkemesini kaybedenlerin davalarını yeniden ele alarak mahkemeyi kazanması ününe ün katmıştır.
“Maden Mehmet’in yazdığı dilekçe hem yere gider, hem göğe gider” sözü dillerde bir deyim olmuştur. Denizli’nin en uzak, yoksul ve dağlık bölgesi olan Çameli’de Mehmet Maden sevgisi ve saygısından birçok aile “Maden” soyadını almıştır.
MEHMET MADEN ve BİR YOL ÖYKÜSÜ
5. Bölüm
Bizim köyün ovası çok geniştir. Bu geniş ovanın ortasından cetvelle çizilmiş gibi bir yol Bedirbey Köyü’ünde başlayıp 10 km kadar dümdüz Halkevi’ne kadar uzanır. Bu yolun köyün içindeki kalan bölümü günümüzde “Mehmet Maden Bulvarı” olarak bilinir. Yol üzerinde şimdi yok olmuş bir köprüye de “Maden Köprüsü” denilirdi.
İlçeye ulaşımı kolaylaştıracak bu yolun önemini ve zorunluluğunu bilen; yolu açmayı kafasına koyan Mehmet Maden düşüncesini bir gün önce sofrasında bulunan ihtiyar heyetinden bile saklamıştır. İhtiyar heyeti dağılınca kapıda bekleyen, İzmir’e 9 Eylül 1922 günü ilk giren süvari birliğinde sancaktar olan köy bekçisi Ramazan Çavuş’u (Doydaş) çağırmış.
MEHMET FAİK ASAL ACIPAYAM’DA
4. Bölüm
*
Büyük Balkan göçüyle, Mehmet Faik ve Ümmügül Sabiha İstanbul’a ayak basar basmaz kafakağıdı (kimliği) olmayan Ümmügül’ü İstanbul nüfusuna kaydettirip sade bir düğünle evlenmişlerdi.
*
Onların dünya evine girdikleri günlerde İstanbul, Balkan bozgunu ve ardından Bâb-ı Âli Baskını ile çalkalanmaktaydı. Toplumsal ve siyasi karışıklık doruk noktasındaydı. Devletin çatırdadığı ve Dünya’nın büyük bir belanın eşiğine geldiğini hisseden Mehmet Faik İstanbul’da daha fazla kalmak istemedi. Baharı pembe pembe badem çiçekleriyle süslenen, ekinler göverince yeşil bir denizi andıran memleketi Acıpayam burnunda tütüyordu. Ümmügül’ün ailesini İstanbul’da bırakarak Acıpayam’a döndüler. Faik Bey’in sekiz yıl süren sıla hasreti sona ermişti.
iyi akşamlar dayıcım.şuan erkanı internet cafede zorla tutuyorum bu mesajı yazmak içinn. şiirlerin gene çok güzel kalemine ve o güzel yüreğine sağlık. sağlıcakla kalın saygı ve selamlarla....şiirlerin devamını merakla bekliyoruz..
Çocukluğumda hep Kerem ile Aslı Tahir ile Zühre
Ferhat ile şirin bu efsanleri dinleyip büyüdüm ve sanırım bu yüreğimdeki aşkı ölümsüz kıldı....