Bazen - aslında bu bazenler sık sıktır-
cümleleriniz miş’li geçmiş zamana takılır.
O zaman işte, anılar gelir gözünüzün önüne. Kesik, kesik...
Kavak’ta mesela; balık yemişsinizdir.
Rakı içip, sohbetin koyu renginden dem almışsınızdır.
İlk defa orada kalbinizin kapılarını açmışsınızdır.
Dem aldığınız anılar, sarhoşluğunuzun ilk adımı olur.
Bir kere düştüyse kaleminizin mürekkebi geçmiş hayallere,
devamı da gelir o anların.
Film şeridi oluşturmaya başlar o kesik kesik zamanlar.
Bir gece onunla boğazı seyre dalmışlığınız aklınıza gelir.
Kadeh tokuşturuşunuz birbirinize ve birlikteliğinize.
Gözlerinizin alev aldığı anlar hızla düşerken anıların tozlu defterinden,
sükutun hiç bu kadar baştan çıkarıcı olduğunu düşünmediğiniz aklınıza gelir.
Bedeniniz ürperir.
Kaybettiğiniz halde miş’li geçmişte yapılan yürek yüreğe vuruşmadan,
ikinizin de galip çıktığınızı yazmıştır oysa bütün kitaplar.
Zamanı şaşırıp; tükettiklerinizle varolan,
var ettiklerinizle yok olanlara ağlarsınız birden.
Geçmişin hesabı şimdiki zamanda ödenirmiş,
geçte olsa anlarsınız.
Kalbin en kötü hastalığıdır geçmişi hatırlıyor olmak.
Kalbiniz bir kez sevince, bir daha kolay olmuyor unutmak.
Aşkın acısını hem geçmişte yaşamışsınızdır,
hem de şimdide.
Belki gelecek bile yer alır bu acı dolu sahnede...
Hatırladığınız kadar insan olduğunuzu bilirsiniz.
O ise hatırlamadığı kadar düşer,
hem gözünüzden hem de gönlünüzden.
Yaşanmamış saymak onu ne kadar küçültmüşse,
yaşanmış saydığınız kadar yücelirsiniz sizde...
Bilirsiniz mürekkebi kuruyunca dinecektir acınız.
Ve yine bilirsiniz ki, önemli olan bir daha onu yazmamaktır...
Kayıt Tarihi : 20.1.2007 23:44:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!