Aşure 1 Şiiri - Bayram Kaya

Bayram Kaya
2927

ŞİİR


15

TAKİPÇİ

Aşure 1

Kimi sözde aydınlar TV’de tartışıyorlardı. Daldan dala... Bildikleri alanda az çok soruyorlar. Bunu, belli kriter süzgeçlere göre değerleyip anlayabiliyorsunuz. Örneğin siz, sorunların tartışılmasındaki ana konutların toplumsal alanla mı ilgili, siyasetle alanla mı ilgili; halk alanla mı ilgili, halk kültürü ile mi ilgili; olup olmadığını; kategorize edip filtreliyorsunuz. Oysa sözde kimi aydınlar, bunun hiç bilincinde olmayıp, tam bir kara kucak tavırla alelade sormaktalar!

İki laflarından biri, “sapla samanı karıştırıyorsunuz” demek oluyor. Bu çok doğru bir söz de, bu söz; söyleyeni, sapla samanı karıştırıyor olmaktan ne yazık ki muaf kılmıyor. Bu kez de kendi sorularımızın, sapla samanı karıştırır olup olmadığını, kendimiz filtre edebilirsek ne ala. Ama bu filtre çok kez mümkün olamaya bilmektedir.

Bir kere, bu kimi aydınlar; toplum, halk, siyaset gibi konuları biliyor görünürken farkın, farkında değiller. Benim, toplumdaki çoğu aydınlar, günü karartırlar ve bir cahiliye dönemi yaratırlar, dediğim husus, tamda buradan sirayet eder. Zaten, cahillik de; gelişmeci farkları ortadan kaldırarak, cahilliğin kendine güvenini ortaya çıkarır bir zübüklüktür. Ve ortamı karartır.

“Bunun kararını kim verecek? ”, “Siz, böyle deme hakkını, nereden buluyorsunuz? ”, “Her şey suhulet içinde tartışılabilmeli! ” vs. demeleri, en demokratik olma gerekçeleridir! Aydın oluşlarının, ziyasını adeta fışkırtırmışçasına bu soruları sorarlar! ”Efendim bunun kararını kim verecek? Siz, böyle deme hakkını, nereden buluyorsunuz? ” Gibisinden bunların, çok demokratik vecizleri vardır!

Siz eylemlerinizin hem kendiniz üzerinde, hem çevreniz üzerinde ve toplumunuz üzerinde yansıyan etkilerini, yani sorumsuzluklarınızı, nasıl görmezden gelirsiniz? Her davranışın girişme bir davranışla sonuçlanacağını, her insanın paylaşamadığı öznellikleri olduğunu, zorunluluk kişi-kişi girişmesi olmayan kişi keyfilikli öznelliklerin, çatışan bir yansımaya gideceğini, nasıl bilmezden gelirsiniz? Gerek kişi keyfilikli tutumları, gerekten de toplumsal olan tutumları, bir halk alanın hoşgörüsüymüş gibi nasıl telakki edersiniz? Toplumların hoş görüsü olur mu? Kuralsızlık ve ehliyetsizlikler hoşgörüyü zorlarlar.

Bir kere bu sözler, sarf ettiğiniz karşı tarafı bağladığı, gibi sizi de bağlar. Karşı taraf bunun, yani (öznelliklerin inançların) kararını veremediği gibi, siz de bunun (öznel inanmaların) kararını, kendiniz dışındaki ve de inançlarınız dışındaki, bir var oluş alanı için veremezsiniz? İnsanlar, toplumların içindedir ama kişiler inançların içinde, hele hele de aynı inançların içinde değildirler. Üstelik inançlar da toplumun içinde değildirler. Bu iyice görülmeli. “Böyle deme hakkını siz nereden buluyorsunuz” denmesini, karşı taraf diyemediği gibi, siz de diyemezsiniz! Bu hat bildirmekten çok iletişimi kesmektir.
Bu kabil tartışma argümanlarının mihenk kriteri toplumsallık ölçütüdür. Yani argümanın nesnesi toplumsal mı, değil mi? Arkadaş kamu kurum ve kuruluşlarında bu olmaz dediğinizde, inancın toplumsal nesnel bir ilişkileniş olmadığından, deme hakkınız vardır. Bunu der olmanızdaki nesnellik, sizin, toplumsal ilişkilenme ve düzenlenmesinin bir üretme sektörleşmesi olduğunu biliyor olmanızdır. Karşı taraf, toplumun bir üretim ilişkisi olduğu gerçeğini görememiştir.

Ve inancın da, zorunlu bir üretim ilişkisi gerçeği ve nesnesi olmadığını görememiş olmasıdır. Bireyler toplumda bir inançları olduğu için bir inançlarını yaşaması için var değildirler. Birey toplumda bireysel formasyon edinip, üretim ilişkileşmesi yükümlülüğüne katıldığı için, yani birey olduğu için vardır. Bunların formasyon biçimleşmesi için vardır. Hizmetlerin alımı için vardır. Diğer vergi gibi yükümlerin girişmesi için vardır. Söz gelimi bu sayılanların hemen hemen hiç biri halk alanda (özel keyfilikli yaşam alanında) yoktur. Topum kişisel öznellikli ve inanmalı yaşam ve belirme alanı değildir. Aydın da, işte bunun farkında değildir. O halde ne olacak! İnanç bir insan hakkıdır ama toplumsal haklar içinde değildir. Bu insan hakkınız halk alanın özel yaşantılaşması içindedir. İşte saplı samanlı karıştırır olmaların temelindeki perdeleşme budur.

Bir politikacıya, güzel güzel sorular sorulurken, birden konuyu türbana getirilip; “efendim türbanlılar ne olacak? ” denir! Tabi politikacı da eveleyip geveledikten sonra; “yine de başörtüsü başka, türban başka “diyerek işi siyasi boyut olaraktan mahkûm eder. Ve işin içinde sıyrılmaya çalışır. Bu kez de karşı taraf; “ efendim bunun kararını kim verecek” diyerekten bir soru sorma becerikliliği hüneri gösterir! Aslında neyi neye göre soracağı, sorumluluğunu bilememeliğini, çuvallamasıdır. Böyle olduğu içinde bu basın mensubu deha örneği cengâverler, sözgelimi bir kapitalistin kazanma hırsı dayanaklarını; “Efendim halk bunu tercih ediyor halk bu programları izliyor diyerekten ussal perdeleme yaparlar.

Programların bir toplumsal yanının da olacağını, görmezden gelip, kapitalist öznelci kazancı toplumun temel ilişkisinin kendisi sayar, çıkarlar. Oysa kapitalistin kazancı da toplumun eğitimci kalite kazancı da, ikisi de; farklı gözetilecek bir iç içe bir kulvarlar girişmesidir. Ne toplumsal ilişkiler, dudak boyası satışının tamda özeğindedir. Ne de toplum kapitalistin toplumsal güçle ürettiriyor olmasının dışındadır. İşte bu cengâverlerimiz(!) böylesi tekrarcı tekrardan, bir deha örneği, daha ortaya koymaktadırlar!

Gerçi normal bir başörtüsünün, gerek halk içinde, gerek toplumsal yapıda, bir ajite ve provoke eder durumu ve kötü bir bek raundu olmamakla, türbandan ayrılır. Bu hakkı da, teslim etmekte lazımdır. Çünkü türban otorite olmanın, üniforması ve talepleş ilmesidir. Oysa sıradan bir başörtüsünün ne böyle bir savı, ne de karşı tutumla (haysiyet konusu olmadıkça) ısrarı vardır. Ama bunu böyle dile getirmekte bir bilmezlik boş söz tartışmasıdır. Bu konuda, yetke ve otorite ve demokrasi konulu yazılarıma bakılabilir.

Soru, soran açısından bu ne kadar cahilce ise, cevaplayan açısından da, o kadar cahilcedir. Toplumsal alanlarımız, birinin soyutça; “ bu bir insan hakkıdır (!) ” deyip, diğer birinin de; “baş üstüne” dediği bir alan değildir. Bu tür toplumlar, ne tam bir toplumdur, nede bu bilincin eğilimleşmesi olgunluğu içindedirler. Sömürünün ayyuka olduğu, toplum kırmalı ve toplum yansımalı sosyal birliklerdir. Sosyal birlikler; çağdaş, güncel toplumlar öncesi, adımların yaşandığı, bir geri düzlem aşamasıdır. Oysa toplumsal bir alanın işleyişine, engel olmayacak ve geçmişten günümüze, toplumsal belleğin kötü anılarını çağrıştırmasına ve fitneye neden olmayacak, ajite etmeyen tarzlar taşınır nötr tutumdurlar. Yine ayrı bir öznel talebi koşullamayan, farklı kişisellikler, kamu alanında sürekli hizmet alıp verebilir.

Sürecek

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 30.6.2010 16:41:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Mücella Pakdemir
    Mücella Pakdemir

    Benim bir şiirimde geçer şu mısra. ' Kaç mumluk ışık verdin, sana kim dedi aydın'. Kendisini toplumun üzerinde gören, halkı küçümseyen, akademik bir tek çalışması bile yokken, yargı ve ölçü hakkını kendinde gören aydınların hali ortada. Kendilerini tekrar gözden geçirmeleri gerekir. Aydın kelimesine layık olup olmadıklarını sorgulamaları gerekir ki, bana göre hakkaniyetli davranmasını bilen, ön yargısız, donanımlı ve elle tutulur hizmet ve keşifleri olan çok az bir kesim hariç, hepsi vatan tarlasından ayıklanması gereken ayrıkotlarıdır. Türban lafını kendileri üretip, başını örten inançlı kadınlar üzerinde baskı aracı olarak kullananlar da aydın geçinenler. Başını bağlayan çene altından düğüm atacakmış, saçının ön kısmı görünecekmiş, o zaman başörtüsü statüsüne giriyormuş. Saçının tümünü kapatırsa ve şöyle böyle bağlanırsa türban oluyormuş. Evet kim veriyor bunun kararını ve ne hakla. Bu uğurda kaydırılan yığınla hayat var, yapılan çağ dışı zulümler var. Bikini giyme hakkı varsa, başını istediği gibi kapatma hakkı da vardır. Kapattığı şekil nasıl olursa olsun sen böyle bağlıyorsun demek ki şucusun, bucusun diye fişlemek antidemokratik, faşist zihniyetli emperyalistlerin işidir. Hiçbir zulüm sonsuz değildir ve yaptığı kötülük hiçbir zalimin yanına kalmamıştır. İşin ucunun halkın Allah'a olan inancını yoketmeye yönelik olduğu da apaçık ortadadır.
    Karşısındakilari cahil diye suçlayan zavallı aydınlar bilsinler ki, onlar hakettikleri saygı ve emek neticesi makamlarında değiller. Türk milletini yok etmeye, asimile etmeye, islamiyeti ortadan kaldırmaya, vatanımızı parça parça etmeye kararlı şer güçlerin destekleri ile oradalar. İşte aidiyata dair en güzel örnek. Ağızları aynı, davranışları aynı, fikirleri aynı, fakat halktan kopuk zalimler, hangi cemaatin mensubudurlar. Açıklamasalar da sapır sapır dökülecekler ve yaptıklarının hesabını verecekler.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Bayram Kaya