İnsan bazen kendini o kadar çok sorguluyor ki sonrasında ''ulan nasıl bi hayat yaşıyorum ben? '' sorusuyla karşı karşıya kalıyor. Soru biraz zor. Aslında soru kolay ama cevabı zor. Birine sarılmak istiyorsun ya da aradığın numarada ki telefonun ucunda duyduğun sese sarılmak istiyorsun ama kapılar bir-bir yüzüne kapanıyor. Sonra '' ulan ne çok yalnızım'' diyosun.Yakısıyosun bi sigara ve düşünmeye başlıyorsun.
-Kim için yaşıyorum? Kendim için mi? Kendime ne faydam olacak? Herşeyiyle sahte bi hayatı kendim için nereye kadar yaşayabilirim? Yalnızım işte. Kim var yanımda? Kimin omzunda gözyaşım? Hiç kimsenin! Kafam güzel ama yaşadığım bu hayat kafam kadar etmiyor. E napalım o zaman? Göğe mi bakalım? -
Du bakalım.. Bu düşünceleri atlatırsak göğe de bakarız duruma göre toprağa da.
Ne zaman yere uzanıp gökyüzünü izlesem,bedenimin tebeşirle gravür çizimi alınmak isteniyordu.
Ve otopsi raporu için ölmem gerekmiyordu.
-Sigara?
+Olur,içerim. / Kibritim var teşekkür ederim.
-İyi misin?
+O iyi mi?
-Biraz kendini düşünmelisin.
+Kendimi onsuz düşünemiyorum.
O ân kalbimin sızısını ne dindirirdi bilmiyorum, belki oracıkta ölmek belki de ölene dek direnmek…
Korkaklığımdan direndim aslında, kim bilir ölmeyi beceremediğimden belki de!
Ve fakat sebebi her ne idiyse orada, nefes aldıkça acımaya devam ediyor hâlâ içimde bir yerlerim.
***
Ben ağladığını görsem bir çocuğun; büyük konuşmaksa büyük konuşmak olsun adı, hâşa huzurdan Tanrı’ya inat, öleceğimi bilsem başucunda beklerdim…
Ben yürürken herhangi bir yere, bir yerde ağlayan çocuk görsem; utanırdım ağlarken karşında!
Peri perdelerinin arkasına saklanıp gözyaşlarımı elimin tersiyle ittim. Kahkahalarını gözlerimin içine atan iblislere el uzattım. Çünkü ellerim kanlıydı ve benim bir yerlerim sızlıyordu. Kahkahalarını acılarıma bulayıp avaz-avaz güldüler.
Tek başıma kurduğum içki soframa; bıçaklı meyvesiz meyve tabakları gönderiyorlar. Bu hoş ikramı kabul edip tabağı dolu göndermek adına bi miktar kan akıtıp geri gönderiyorum. Yan masadan attıkları kahkahalar kulaklarımı kanatıyor. Sek içtiğim rakıma kanlı buzlar atıp masama konuk oluyorlar sonrasında. Gözyaşlarıma kahkahalarından bulaşan tükürükler karışıyor. Oturduğum sandalyeye çıkartıp alkış tutuyorlar. Kahkahalarına tempo tutturup oynatıyorlar. Boğazıma ellerini dolayıp altımdaki sandalyeyi alıyorlar. Kahkahaları gittikçe iğrençleşiyor ve ben ilk defa bi iblisin ellerine tutunmaya çalışıyorum.
"Mektup" diyorum, "yazışsaydık keşke, sevişeceğimize yazışsaydık."
"Keşke" dedim kendi kendime, "Keşke birazdan öleceğimizi bilsek de ölmeden önce sevdiğimiz bütün kadınlara birer çiçek verebilsek."
Anlatacak,ağlayacak o kadar çok şeyim varken susmak zorunda kalmam benim içime kapanık olmamdan değil, sizin anlamayacak olmanızdan kaynaklanıyor.
Hani kürt bi ana kürtçe ağıtlar yakar ya avaz-avaz? Kürtçe bilmeyen biri o ananın acı çektiğini görür ama anlamaz ya? Öyle işte.. Acı çektiğimi görüyorsunuz ama anlamıyorsunuz. O yüzden herşey tam olarak eksik.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!