Bir ilkyaz günü, yine aklımı başımdan aldın, İstanbul. Yine yüreğimi çaldın; beni düşlerin, büyülerin içine attın. Her şeye karşın İstanbul’sun, yine...
Uğruna ne çok kan dökülmüştür. Çok çok eski çağlardan günümüze kadar, savaşların, kardeş kavgalarının ve entirikanın içinden çıkıp gelen bir kenttir, İstanbul.
Aşk kentidir. Büyünün ve görkemin her bir yana sindiği bir kenttir İstanbul. Bir rüya kentidir ve geçmişi çok eskilere dayanır. Yedi bin yıl kadar öncesine uzanır. İmparatorluklara başkentlik etmiştir...
Kent, saldırılara, isyanlara, depremlere, yangınlara maruz kalmıştır; yağmaya maruz kalmıştır da yine dünya uluslarının gözbebeğidir.
Şairler, yazarlardır en çok İstanbul’un büyüsüne kapılan. Edebiyatımıza şöyle bir baktığımızda, İstanbul’un şiirlerde, öykülerde, romanlarda, denemelerde, bir oya işler gibi betimlendiğini; bir sarrafın elinden çıkmışçasına işlendiğini görürüz.
Aslında, şairler yalnızca İstanbul’a övgüler düzmemiş, aynı zamanda İstanbul’un doğasından gelen ruhunu da dizeleştirmiştir, yüzyıllar boyunca. İstanbul’un bir büyüsü vardır.
Mesela, çoğu yabancıdan duymuşsunuzdur. İstanbul’u ilk gördüklerinde, hemen büyülendiklerini söyler. Tanımlayamadıkları gizemli bir atmosferi anlatmaya başlarlar sorulduğunda.
yoğurursun
bütün nimetlerin hamurunu.
Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı
Karun etmek hürriyetiyle hürsün!
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta