Bu seçimde seçmenlerin çoğu son ana kadar kime oy vereceğini bilmiyordu. Ama kime oy vermeyeceğini biliyordu.
Her seçimde, en çok demokrasiden dem vurulur. Çünkü insanların en çok özlem duyduğu şey olmuştur demokrasi.
Yazılı insanlık tarihinin son 3500 yılının sadece 27 yılı savaşsız yaşanmıştır. Sürekli ateş altında olan insanlık için bu 27 yıl ancak bir soluklanma dönemidir.
Hepimiz biliyoruz ki ülkemizde, sıkıyönetim, ohal bölgeleri, kitlesel katliamlar, darbeler, baskılar hiç eksik olmamıştır.
Osmanlı döneminden, modernleşme dediğimiz Cumhuriyet dönemine de aynı baskılar aynen devam etmiş, kulluk ve kölelik nüans farkları ile devam etmiştir.
Seçilen yol kapitalizm olduktan sonra bu kaçınılmazdır. Çünkü kapitalizm sömürüsünü baskısız, şiddetsiz sürdüremez. Kapitalizm için barı, sukunet, balığın karaya çıkması gibidir.
Gelişmemiş bir kapitalist ülke olarak ülkemiz, kötü politikalar ve borçlanma sonucu, emperyalizmin jandarması konumuna düşmüştür. Bugün dünyanın en saldırgan ülkesi olan ABD her istediğini uygulatabilmektedir. Ülkemiz şavaşa göre örgütlenmiştir.
Savaş şiddetin örgütlenip sistematikleşmesiyle ve karşısındakini yoketmek ya da kendi iradesini zorla kabul ettirmek için kurumsallaşmasıyla gelişir. Yani şiddet organize olduğunda, sistemleştiğinde, ordulaştığında ve devlet olmaya yöneldiğinde savaşa dönüşür. Savaş iktidar ilişkileriyle doğrudan bağlantılıdır.
Militarist şiddet, bireysel şiddetten farklıdır. Başkaları adına, insanlık adına hareket eder. Bu nedenle, yasalar dahilinde işler. Devletin hukukuna ve yasalara dayanan kurumsallaşmış şiddet, militarizm olarak tanımlanır.
Bu örgütlenme ile, faili meçhul cinayetlerin sonu gelmez oldu.
Milliyetçilik yeni devletin gelişmesi için tek yol olarak görüldü. Kitleleri devlet adına istediği gibi yönlendirmenin en kolay yolu ‘’devleti iç ve dış düşmanlardan korumak’’ adına, ve her zaman savaşa
hazır durumda bulundurmanın tek yolu oldu milliyetçilik.
Artık milliyetçilik, modern Türkiye’nin yeni savaş ideolojisi oldu.
‘’Gayri Müslimler, Kürtler, Araplar ne mutlu Türküm demek zorunda kalmasınlar demek bölücülük oldu. Kendini Türk kabul eden, kendinden soyunmayı, geçmişini unutmayı, edindiği kültürü terk etmeyi, ismini değiştirmeyi, dilini unutmayı başarabilen herkes Türk olabilir. Cumhuriyet vatandaşı olan herkes Türk olmak zorundadır. Türkiye’de Türk doğulmasa bile Türk olunur.’’
İşte bu durumda girilen seçimlerde, toplumun gelişmesinden çok, partilerin çıkarları ön plana geldi.
Yeni bir gelişme olarak, zaten kendi kontrollerinde olmayan bir geminin, hangi rotada ilerleyeceği pek de umurlarında değil.
Bu ortamda, AKP ihtiyatlı bir politika izlerken (iyi niyetinden değil ama, batı tarafından tedirginlikle izlenen bir parti olma konumundan dolayı) CHP kayıtsız şartsız ABD destekçisi oldu.
AKP orduya karşı (şiddetin ve baskının odağı olarak) ‘’demokrasiyi savunarak’’ Türkiye’de ilk defa, ‘’Devlet memurları parlamentoya bağlıdır. Generaller de devlet memurudur’’ sözleriyle hiyerarşi de doğru olanı savunmuştur. CHP ise, orduyu kendi zırhı olarak görmüş ve kitlelere öyle göstermek istemiştir.
En ala milliyetçiliği savunmaya başlamıştır. Halkçılığı milliyetçiliği ile sınırlı kalmıştır. Halka yabancı bir parti olarak kalmıştır.
Yani her yönüyle ezilen bu toplumun en hassas noktalarında, halkın çıkarlarına ters davranmıştır.
Adı halkçı olmakla beraber hiç halka güvenememiştir.
AKP temsilcileri ise; Halkın anlamadığı dilden, tek millet, tek bayrak, tek ümmet derken en köklü gericiliği savunsa bile, halkın anladığı dilden, ‘’ biz herkesin hükümeti olacağız’’ demektedir.
Tayip Erdoğan'ın seçim öncesi söylediği en doğru söz ise; ''Deniz Baykal'ın CHP'si AKP'nin çok gerisine düşmüştür sözü'' Bu söz AKP'ye çok oy kazandırdı.
Doğal olarak milliyetçilere oy verilecekse, zaten MHP vardır. CHP’ye neden gerek duyulsun?
MHP’ denenmiştir AKP’den kötü puan almıştır, neden ona oy verilsin?
OY verilmeyecek ilk iki parti seçmenlerin beynine böyle kazınmıştır.
Geriye AKP ve bağımsızlar kalmıştır. AKP’yi kazandıran kendi başarısı değil, muhalefetin başarısızlığıdır.
Bağımsızlar, çin seddi gibi duran, bütün seçim yasalarına rağmen Ufuk Uras’ın deyimiyle Adeta ‘’Tünel kazarak’’ meclise girmişlerdir. Bu da büyük bir başarıdır.
Bu arada belirmekte fayda görüyorum. Ufuk Uras Partisinin adayı olarak çıkmış olsaydı bu oyu alamazdı. Solun sekter ve sosyalist partilerin kendi arasındaki uzlaşmaz tutumundan dolayı halktan oy almaları mümkün değildir. Bağımsızlar (..) yüksek oranda oy almayı başarmışlarsa bu seçim öncesi yayılan ‘’kendi aralarındaki ittifak’’ söylentilerine borçludurlar. Umarım gelecek seçimlere ders almış olarak girerler.
Kayıt Tarihi : 8.8.2007 02:48:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!