Zaman Tamircisinin Tezgâhında
Sokağın en sessiz yerinde pirinç bir zil taşıyan dar bir dükkân
kapısından içeri girdim
yağ ve bekleyiş kokuyordu
camın arkasında üst üste dizilmiş saatler
kimisinin kolu kırık
kimisinin camı buğulu
kimisinin içinden kuş sesi değil
yutkunamayan bir iç çekiş çıkıyordu.
Tezgâhın ardında ince parmaklı bir kadın
gözlerinde gündüzleri küçülten bir büyüteç
sesine takılmış titrek bir sabır.
“Ne tamir edelim” dedi
avucuma topladığım ufak parçaları gösterdim
kopmuş bir akrep
yorulmuş bir yelkovan
yolunu şaşırmış iki saniye
ve araya sıkışmış bir kalp atımı.
Cebinden küçük kavanozlar çıkardı
etiketlerinde yazıyordu
ertelenen sarılmalar
yarıda bırakılmış şarkılar
gözü yolda kalan akşamüstleri.
Kavanozları açtı
içindeki ince cümleleri penseyle düzeltti
bazısını zımparaladı
bazısını sadece dinledi
dinlemek de bir aletmiş
adını o an öğrendim.
“Zaman bozulmaz” dedi
“bozulan biz oluruz
saniyeye sığmaya çalışırken nefesi unutmak
dakikayı beklerken gözü kırpmamak
saatin camını silmeden geleceğe bakmak
işte bütün bunlar çarklara kum kaçırır.”
Tezgâhın üstünde tel gibi bir sessizlik
ben de konuşmadım
konuşmayınca bazen kelimeler yerini buluyor.
İlk olarak çocukluğumun pazartesi sabahını istedi
okul yolundaki taşlara ayağımı nasıl bastığımı anlattım
taşların hafızası varmış meğer
dizlerimdeki kabuklar hâlâ çalışıyormuş.
Sonra bir Eylül akşamı istedi
pervazda bekleyen sarı yaprakları gösterdim
düşmeyi erteleyen o ince sabır
çarkların dişlerine tam uymuş
Eylülün sesi tezgâhta kısık bir gülüşe döndü.
“Akreple yelkovanı barıştıralım önce” dedi
“ikisi de aynı merkezden doğar
biri aceleyi sever
öteki derinliği
ikisini de dinlemeyen kalp
ya koşarak kaybeder ya durarak.”
İnce bir iğneyle aralarına iplik gibi bir nefes geçirdi
ipliğin adı sükûtmüş
düğüm yerini gösterdi
düğüm tam göğsümün ortasına denk geldi.
Duvarlarda başkasının saatleri tik tak
her tik bir göze değiyor
her tak bir omza.
Kulağımı en küçük cebe koydu
“burada kayıp bir dakika var” dedi
“köprü vazifesi görür
geçemezsen geri dönersin
geçersen geriye dönmen gerekmez.”
Kayıp dakikanın sesini dinledim
ince bir ırmak gibi akıyordu
ırmak kendini taşımayı biliyor
yeter ki biz su olmaktan vazgeçmeyelim.
Camı çatlamış bir cep saatinin içine gökyüzü yerleştirdi
“mavi cam en sağlamıdır” dedi
“kırılmaz demiyorum
kırılırsa da içine sızan ışık yolu gösterir.”
Bir kum saatini yan çevirdi
kum akmayı bıraktı
“zamanı çevirmek mümkün değil” dedi
“ama kendini çevirmek mümkün
kumun yönünü değil
kumun içinden geçeni dönüştür.”
Tezgâhın altında küçük bir çekmece
çekmeceyi açtı
içinden kıvrılmış bir isim çıktı
adımın ilk hali
annemin ilk çağırışı
babamın üstüme eğilen gölgesi
bir de kendime söz verişim.
İsmi avucuma koydu
“bunu sol cebine tak
sağ cebin borçlarla ağrır
sol cebin hatırlamakla iyileşir.”
Dışarıda rüzgâr bir perdeyi kıpırdattı
dükkânın zili minik bir kuş gibi ötüyor
yolda iki insan birbirine yol verdi
o an şehir bir milim iyileşti
benim saatimin kalbi de aynı anda hızlandı
hızlanmak bazen panik değildir
bazen sevincin yürüyüşüdür.
Ödeme zamanı geldi
“Ne kadar borcum” dedim
“Önce bir yokla” dedi
“kendine kızgınlığın azaldı mı
erteleme alışkanlığın yoruldu mu
yaran konuşmayı öğreniyor mu
bunlar oluyorsa borcun yok.”
Avucumun içini dinledim
derimin altında ince bir şükür yürüyordu.
Saatimi bana uzattı
kordonu yeni bir cümle
kadranı yeni bir yüz
tam ortasında küçük bir işaret
isim vermemiş
“Adını sen koy” dedi
ben baktım
akşamla sabahın birbirini tanıdığı ince çizgide
aklıma tek bir kelime geldi.
Dükkândan çıktım
sokağın taşları yavaşladı
adımlarım bana yetişti
gökyüzü başımı örtmeden önce bir süre beni bekledi
beklemek bazen merhamettir.
Yeni saatimi bileğime taktım
tık demedi
tak da demedi
bir müzik gibi usul usul yürüdü.
Sorarsan şimdi kaç
cevap rakam değil
cevap şu:
Tam bende.
Eve dönerken köşe başında bir çocuk zili çaldı
zil uzaklarda bir vapuru uyandırdı
vapurun dumanı bulutlara mektup yazdı
ben mektubu okumadım
okumadan da anladım
çünkü bazı mesajlar göze değil
adımın içinden geçerek kalbe ulaşır.
Kapımı açtım
salona girmeden önce içimdeki sandığı yokladım
sandığın kapağı bu kez gıcırdamadı
içinden çıkarıp masaya bıraktım
bir avuç sus payı
bir avuç affediş
bir iki damla sabır
ve usul bir sevinç.
Hepsini karıştırdım
bir fincan ılıklık oldu
içtim
boğazımdan geçen her yudum
paslanan dişlileri temizledi.
Gece oldu
pencereyi kapatmadım
gecenin içeri girmesine izin verdim
karanlık da ışığın akrabası
ikisini bir araya getirince ev tamamlanıyor.
Bileğimi kulağıma götürdüm
saatimi dinledim
tık değil
tak değil
kalbimin telaşa kapılmayan karşılığı.
Zaman tamircisinin verdiği notu açtım
kağıtta bir cümle
ne fazla ne eksik
şöyle yazıyordu:
Kendine yetiştiğinde saatini kurmana gerek kalmaz.
Cümleyi katlayıp cebe koydum
cebimin içi artık bir bahçe
toprağında usul usul yeşeren bir kelime var
adını sorarsan söyleyeyim
adı şimdi değil
adı ben.
Kayıt Tarihi : 24.8.2025 19:39:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!