Dökülmelerinden geçtiğim nehirlerin sunağından akar sözlerim
Damla damla “sen” diyemeyişlerimle denizlerinde vurgun yerim
“kahretsin” deyişlerimle boğulduğum sularda
Olta ucunda balık olmaktı dileğim
Tanrılar dağının eteklerinde savrulan hayaletim
Yeni bahar güneşinde
Bilemezsin köy şairlerinin
Yinelenen aşkını
Sulara kapılmışçasına coşkun
Bereket toplarken buğday tanesi
Birbirine doğru uçan iki kuş vardı sazlıklardan
Kördüler besbelli
Ayazdan sesleri yitmiş, telekleri tel teldi
Arada telefon tellerine takılıp dinlenirlerdi
Süzülmeler hep cesaretten
Hep o mesnetsiz ama 'gerçek' arzudandı
Aydan sabahlarda kör aynalar
Sırından sızıyor yorgun damarlar
Şafak çözen sızıntılar gamsız
Azım çokum, “bir” derler ki
“Ben” varım...
Hislerini paçavra eder
Delilik hali yedi yirmi dört.
Külahta bin türlü Mevlut şekeri
Düş tahtından düşürür
Bir beter hastalık insanı
Fransızca öğrenmediğine yanarsın
Saltanatındayken tüm dillerin
Ölüm o kadar da kötü olamaz diyorum
Çıkışın tükendiği
Nefesin lüzumsuz geldiği şu kocaman daraltan boşlukta
Sebeplerin ve sonuçların gereksiz matematiğinde boğulmadan
Hatırlamıyorum
Ne zaman düştüm?
Ne zaman öğrendim
Kırıklarımı toplayamadan doğrulmayı?
Seni de ürkütüyor mu gerçeğin?
Ele avuca sığmaz, hayretlik ruhunun enerjisi ışırken.
Bir ileri bir düş, bu hayat dediğin.
Her şey bir adımla başlar diye çıktığın yollar var ya hani…
Akıbet, bu kadar yakın ve bir o kadar da uzakken.
Tam ortasındayım
Muhatabı, silahı görünmeyen
Kansız savaşın.
.
.
Israrla takip ediyorum şiirlerini. Siteye şiir eklemediği gün kendi kendime neden eklemediki sinirlendiğim nadir şairlerden biri. Güzel yazıyor.. Alıştıktan sonra tarzına bırakamıyorsunuz... Tebrikler Yasemin Hanım...