O an ki herkesin ilk doğumu.
Madde, enerji, uzay ve zaman…
Var olduğu günden beri…
Dünyanın şekillenmesi bizden önceydi.
İlk yaşam belirtileri…
Dağları, ovaları, nehirleri, okyanusları…
Hayal ettikten sonra sona doğru…
Saniye saniye adımlarımız zamana karşı yürüdü.
Krallıklar, hükümdarları doğurmadan çok önce…
Dünyada demokrasi yokken,
Dünyada yalnızca onlar mı vardı?
Hemen sonra, ilk basitler kendine geldi;
Hayvanlar, bitkiler ve bizler…
Bizden önce baskındı dinozorlar,
Biz ise onlardan daha küçüktük,
Tıpkı hayallerimiz gibi…
Çünkü henüz uzay keşfedilmedi.
Hâlâ medeniyet inşa ederek,
Birbirimizi yok etmedik.
Başkalarının yok oluş kaderi,
Bizim varoluş kaderimizdi.
Buna bir şeyin etkisi dedik.
Ya da kaderdi.
İki kardeş yolunu ayırdı…
Biri, ilk günkü gibi sade ve basit kaldı.
Diğeri ise gökyüzüne baktı.
Bir süre sonra, kendini uzayda buldu!
Daha önceden mi öğretilmişti?
Yoksa yeni mi keşfetmişti?
Bildiğimiz tek şey vardı:
Sadece ilerliyordu…
Kendisine benzemeyenleri köle ederek.
Ateşi kontrol ettiler.
Göç ettiler bilmedikleri diyarlara.
İlkellikten bugüne geldiler.
Kan dökerek ilerlediler.
Yok ederek kendilerini gösterdiler.
En büyük aşka ulaşmak için…
Başladı en büyük göç!
Kuzeye, güneye, doğuya ve batıya gittiler.
Kendilerini mi arıyorlardı, yoksa…
Başkalarını mı arıyorlardı?
Yoksa kendilerini yaratana mı yönelmişlerdi?
Bilemiyoruz.
Yerleştik ve keşfettik.
Evcilleştirdik ve evcilleştik.
Suyun etrafına bereketli sığınaklar yaptık.
Köyler, kasabalar, şehirler kurduk.
Bazılarımızı özel kıldık.
Onlara inandık ve onları takip ettik.
Anlaşmak için duygularımızı somutlaştırdık.
Birkaç kişiden, bir sürü kişi olduk.
Adına “medeniyet” dedik.
Adına “imparatorluk” dedik.
Kardeşlerimizi…
Hem yok ettik, hem kendimize köle yaptık.
Güçlü olan belirliyordu artık:
Kimin köle, kimin sahip olduğunu.
Şimdi soruyoruz kendimize:
Yavaş yavaş tükeniyor muyduk?
Küçük güçlünün yerini…
Büyük güçler aldı.
Uyduruklarımıza o kadar inandık ki…
İnanmayanları öldürdük.
Yetişkinler için masallar uydurduk.
Ki bu masallar masum masallar değildi.
Kanlı masallardı.
Yeniden düzenledik.
Çok kez öldük.
Hep yeniden doğduk.
Ruhlarımızı bir yerlere işledik!
En çok da arzumuzu, sevgimizi.
Kardeşlerimizi keşfettik.
Bu keşif onları sömürmekti.
Çünkü biz tükendik!
Onlardan yeni şeyler öğrendik!
Öğrendiklerimizi sattık.
Sattıklarımız bizi aydınlattı.
Aydınlık doğurdu.
Bebeğimizin adı: Makine!
Eli kanlı masallardan sonra…
Milyonlarca insanımızı tükettik.
O da yetmedi,
Başka milyonlarca insanımızı…
Toprağa gömdük.
Onlar topraktan tekrar yeşermedi.
Ne yeryüzü başka renkti!
Ne gökyüzü kendi rengindeydi!
Ne okyanuslar hatırladığımız renkteydi!
Her yer kırmızıydı, tıpkı kan gibi.
Bu kırmızı rengin ardından…
Gecemizi aydınlatan masala gittik.
Aramızdaki duvarları yıktık.
Yeni şeyleri yeniden keşfettik.
Birbirimizden habersiz.
Bir süre sonra,
Her şeyi öğrendik ama!
Birbirimizi unuttuk.
Son zamanlara bakın!
Her şeyden sonra…
Herkesten sonra…
Çok sonra…
Sonunda ölüyoruz.
Hem de hatırlanmayan bir sonla…
Kendimizde kayboluyoruz.
Tıpkı insan gibi değil mi?
Doğdu, yaşadı, soldu, öldü…
ve yok oldu.
Son!
Kayıt Tarihi : 10.10.2025 14:11:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!