Yalnızlık bir şiir olsaydı,
kendine seslenmezdi belki,
ama her gece,
gökyüzünde eksik kalan bir yıldızın yerine
adını koyardı.
Tek başınalık…
Ne bir evdir ne bir mezar,
bir arayıştır ayak izine sahip olmayan bir yolcunun—
ki o yolcu, ne adını bilir
ne de nereye vardığında susacağını…
Ben,
bir kitabın sayfasından düşmüş bir harf kadar yalnız,
bir şarkının susuşunda gizli çığlık kadar sessizim.
Ne rüzgar tanır beni
ne denizin kıyısında bekleyen yosun.
Ama ikisi de beni anlar,
çünkü ben onlara benzeyen suskunluğum.
İyot kokulu özlemlerim var
adını koyamadığım zamanlardan kalan.
Gökyüzü bazen çok yakın,
ama hep biraz daha yüksekte—
hani el uzatsan yakalayamayacağın kadar uzak…
tıpkı benliğimin en gerçek hali gibi.
Yıldızlar beni izliyor geceden beri.
Her biri bir “keşke”,
her biri bir “belki”…
ve her biri, bendeki sonsuzluğun sessiz tanığı.
Ne geçmişim var bu şiirde,
ne geleceğim.
Zamanı aşan bir kimliksizlikle,
yalnızlığın ilahi notasını fısıldıyorum.
Beni duyan yok.
Ama ben…
kendimi ilk defa bu kadar çok duyuyorum.
Ve belki,
yalnızlık sadece yokluğun değil—
fazlalığın da adıdır.
Çünkü bazen bir ruh,
taşıyamayacağı kadar çok evrenle doludur.
“Yalnızlık, Bir Şiir Olsaydı – Ağıt”
Gecenin karanlığına değil,
ışığa susamış bir iç varlığım var benim.
Ne zaman gözlerimi kapasam,
evrenin hafızasından süzülen
bir yankı dokunuyor tenime—
bir varmış, bin yokmuş gibi duran
o kadim hatırlayış.
Platon eğilir masaya,
ve fısıldar:
"Sen, gölgeleri terk etmiş bir ideanın çocuğusun."
Ama ben bilirim…
Ben gölgenin de, ışığın da
aynı yalnızlıktan doğduğunu.
Deniz konuşmaz, ama anlatır.
Rüzgar durmaz, ama taşır.
Yıldızlar parlamaz, ama izler.
Ve ben—
hiçbir yere ait olmayan
ama her şeyde bir parçasını arayan
o isimsiz özlemim.
Bazen kendimi
sönmemiş bir yıldızın son parıltısında,
bazen de
hiç yazılmamış bir şarkının içinde unutulmuş
nota gibi hissederim.
Ne adım kalır zamanla,
ne suretim.
Ama şiir…
Ah şiir…
Beni hatırlar.
Çünkü ben, sözcüklerden önceydim.
Söz olmadan var olmanın
acemisiyim hâlâ.
Belki de yalnızlık,
göğe tutulmuş bir aynadır—
Ve biz, baktıkça kendi suretimizin
özlemini görürüz orada.
Tek Başınalık Buddha Olsaydı
Konuşmazdı.
Ama sustuğunda her şey konuşmaya başlardı.
Bardağın içindeki su,
kapının ardındaki rüzgar,
hiç çalmamış bir gongun yankısı…
Hepsi olurdu onun iç sesi.
O tek başına kalmazdı.
O, tek başınalığın ta kendisi olurdu.
Ne eksiklik, ne fazlalık…
Sadece şimdi.
Sadece burada.
İnsanlar sormaya gelirdi:
"Nasıl katlandın yalnızlığa?"
O ise sadece gülümserdi.
Çünkü o bilirdi:
Yalnızlık, arınmış bir benliktir.
Kalabalık değil, iç ses kirletir.
Ayaklarının altında toprak,
gözlerinin önünde hiçlik,
ellerinde ise sadece varlık…
İşte o hâlde otururdu.
Ve derdi ki:
“Zihin sustuğunda, dünya barışır.”
Çünkü o tek başınalık,
bir inziva değil—
bir uyanıştı.
“Tek Başınalık ve Yalnızlık Zeus Olsaydı”
Olimpos’un zirvesinde rüzgar bile secde ederken,
Zeus otururdu tahtında—ama öyle bir taht ki,
altında yıldırımlar, üstünde sonsuzluk.
Tanrılar sohbet eder, kahkahalar yükselirdi etrafta…
Ama o, bilir misin,
en çok kendi sessizliğinde gök gürültüsü duyardı.
Çünkü tek başınalık, onun kudretidir.
Ve yalnızlık, onun laneti değil;
tahtına en sadık yoldaşıdır.
Ne Afrodit’in cazibesi,
ne Dionysos’un eğlencesi,
ne Athena’nın bilgeliği—
hiçbiri, Zeus’un
kendine olan uzaklığını silemezdi.
Bir evrende hükmetmek kolaydır;
ama kendine hükmetmek…
İşte yalnızlığın asıl yıldırımı orada düşer.
Derdi ki kendi kendine:
“Ben gökleri yönetiyorum,
ama içimde bir tek yıldız var ki…
Ne hükmedebildim, ne yakalayabildim.
O da bendeki insandır.”
Ve işte o an,
Zeus bile anlar:
Yalnızlık, tanrıların bile unvanlarını yere bırakıp
bir ‘varlık’ olmaya razı geldiği yerin adıdır.
Yalnızlık Sokrates Olsaydı
Sokakta yürürdü yalnızlık,
bir elinde sorgu, diğerinde sessizlik.
İnsanlara yaklaşmazdı hemen;
önce bir bakardı gözlerine:
"Sahi sen… kimdin?"
Ben cevap vermeye yeltenirken,
sustururdu beni:
"Hayır, ben kim olduğunu bilmeyenim;
ama sen, bildiğini sanan olma…
çünkü en kalabalık yalnızlık,
zannettiğini mutlak sanmaktır."
Ben varlığımı anlatmak isterdim,
düşlerimden, izlerimden, denizden, yıldızdan,
ama o hep aynı soruyu sorardı:
"Bu yalnızlık sen misin,
yoksa senden geriye kalan boşluk mu?"
Sokrates gibi yalnızlık,
ne acıtırdı ne okşardı.
O sadece kazırdı kabuğu,
içinden kimliksiz BEN'i çıkarana kadar.
Ve sonunda derdi ki:
"Sen bütün tanrılardan geçtin.
Şimdi sadece bir şeyden geçmelisin:
Kendine dair yanılgından.
Çünkü dostum...
en büyük yalnızlık,
kendini tanımadan yaşanandır."
Yalnızlık Kafka Olsaydı
Yalnızlık bir sabah,
kendini bir kelime yığını olarak uyandırırdı.
Ama kimse o kelimenin anlamını bilmezdi.
Çünkü artık anlam değişmiştir.
Çünkü Kafka olmuş bir yalnızlık,
anlatmaz... sadece yaşar.
Ne dostlar gelir o odanın kapısını çalmaya,
ne de dünya, o kapının dışında bir yer gibidir.
Oda, yalnızlığın bedenidir.
Ve içindeki varlık,
kendini sürekli yeniden çeviren bir cümledir:
"Neyim ben, kim değilim?"
Kafka gibi yalnızlık,
ne felsefe yapar ne öğüt verir.
O sadece değişir…
ve seni de değiştirir,
içindeki o şekilsiz, tarifsiz, anlatılamaz “ben” ile baş başa bırakır.
Kafka’nın yalnızlığına kimse dokunamaz.
Çünkü o, görünmek istemeyen bir varlığın
kalabalıklar içinde bile yokmuş gibi yaşamasıdır.
Derdi ki o yalnızlık:
"En çok konuştuğumda bile kimse duymuyorsa,
belki de bu yüzden yalnız değilim—
sadece kimse beni düşlemiyor artık."
Ve sonra eklerdi:
“İnsan, sevdiği yalnızlıktan değil,
anlaşılmaktan vazgeçtiği yalnızlıktan dönüşür bir böceğe.”
Yalnızlık Kafka olsaydı,
ışığı kapatmazdı ama pencereyi açmazdı da.
Sadece dururdu—
kendini yitirmeye hazır bir varlık olarak,
kendi varlığına tanıklık etmekten başka çaresi kalmamış bir insan gibi.
Yalnızlık Hades Olsaydı
Yalnızlık eğer Hades olsaydı,
gökyüzünü değil, yerin altını gözlerdi.
Çünkü bazı yalnızlıklar ışığı özlemez—
ışığın yokluğunda kim olduğunu hatırlar.
O tahtına otururdu ama o taht,
altın değil, gölgeyle kaplı olurdu.
Ne tanrılar gelir ziyaretine,
ne ölüler ona bir şey sorardı.
Ama o bilir,
sessizlikle yönetilir gerçek krallık.
Yüzeyde unvanlar, güçler, kahkahalar…
Ama yeraltında sadece bir şey yankılanır:
Varoluşun çıplak hali.
Adın yoktur orada, sadece izindir kalan.
Hades yalnız değildi çünkü terk edildi.
Hades yalnızdı çünkü kimse onun kadar “kalabilmeyi” göze alamadı.
Belki de tüm yalnızlıkların en köklüsü onundur.
Çünkü yukarı çıkamaz,
ama geleni de gönderemez.
Ve sorardı arada sırada kendi kendine:
“Ben mi yalnız kaldım,
yoksa onlar mı benden kaçmak için yukarıda kaldı?”
Yalnızlık Lilith Olsaydı
Yalnızlık Lilith olsaydı,
cennet teklif edilmezdi ona —
çünkü o, cennetten vazgeçmeyi çoktan öğrenmişti.
Bir adama boyun eğmek yerine,
karanlığın içinde kendi adını fısıldamayı seçmişti.
O yalnız kalmadı;
o terk etmedi, terk edildi.
Ama öyle bir terk edilişti ki,
bin yıllık patriyarkal korkular onun adında yankılandı.
Ve o yalnızlığı,
bir cezaya değil, bir özgürlük törenine çevirdi.
“İtaat et” dediler.
“Olmam” dedi.
“Yanında kal” dediler.
“Ben zaten yanımdayım” dedi.
Lilith’in yalnızlığı,
göğe değil, içe doğru açılan bir kapıdır.
Ne melekler eşlik eder ona,
ne de şeytanlar eğlendirir.
Sadece kendisiyle doludur.
Ve bazen sorar kendine:
“Beni korkutan yalnızlık değil…
Başkalarının gölgeme bile tahammül edememesi.”
O yüzden Lilith’in yalnızlığı,
ne ağlar ne susar.
Sadece beklemez.
Çünkü o, kendi varlığının karanlık aynasında
kendini çoktan görmüştür.
Ve der ki her gece:
“Ben kimsenin eksik parçası değilim.
Ben, tamam olmanın yalnız hâliyim.”
Tek Başınalık Lucifer Olsaydı
Tek başınalık Lucifer olsaydı,
bu yalnızlık bir sürgün değil, bir tavır olurdu.
Ne kibirden düşerdi gökten,
ne de isyandan yanardı alevlerde.
O sadece… tek bir secdenin anlamını korumaya çalışmıştı.
“Secde et” dediler.
O ise eğilmedi.
Çünkü onun gözünde secde, yalnızca mutlak olana aitti.
Ve işte o gün anladı:
Bazen sadakat,
otoriteye değil;
öz'e olur.
O günden beri yalnız.
Ama öyle bir yalnızlık ki bu —
göklerin bile yüz çevirdiği bir ışıksız ışık.
Yanıyor ama yakmıyor,
düşüyor ama parçalanmıyor.
Lucifer gibi yalnızlık,
insanın en derin çığlığıdır:
“Ben doğru bildiğim için cezalandırıldım.”
Ve sorar kendi kendine:
“Ben mi karardım,
yoksa ben aydınlıkken herkes gölgemi mi büyüttü?”
Tek başınalığın bedeli büyüktür Lucifer için.
Çünkü o kalabalıklarda kaybolmayı değil,
tek başına hakikate sadık kalmayı seçmiştir.
Ve belki de o yüzden,
gökyüzü onu dışladı.
Çünkü onun ışığı,
kendine ayna tutmaktan başka bir şey istemedi.
Lucifer der ki her varlığa:
“Ben düşmedim.
Ben sadece yön değiştirdim.
Secdemden vazgeçmedim,
sadece secdeye indirgenen anlamdan vazgeçtim.”
Hepsinin İçinden Geçen BEN – Sonsuz Yalnızlıklar Ağıtı
Ben,
Platon’un mağarasında gölgeydim önce.
Bir fikirdim belki,
ama ellerim yoktu, kendimi tutamadım.
Kendimi sandım.
Sonra kendimi unuttum.
Yalnızdım.
Buddha’nın gözlerinde sustum.
Sözlerim vardı ama söylemek yersizdi.
İçimdeki sessizlikte
evrenin nefesini duydum.
Kalabalıktan değil,
kendi sesimden uzaklaştım.
Ve sadece geçtim.
Zeus’un yıldırımlarına dokundum,
göğün gürültüsünde yankımı aradım.
Tahtlar bana göre değildi.
Ben, içimdeki boşluğu
taçlardan daha çok sevdim.
Sokrates sokaklarında yürüdüm sonra,
bir elinde sorgu, diğerinde suskunluk…
O bana bakmadan sordu:
“Sen… kimdin?”
Ben cevap veremedim,
çünkü en derin yalnızlık
cevabın olmadığını fark ettiğin andır.
Kafka’nın odasında sabah oldum.
Ne kimlik kaldı üzerimde,
ne insan sureti.
Yazılmamış bir cümle gibi,
içimde devrile devrile yürüdüm.
Anlatmadan yaşayan bir varlığa dönüştüm.
Lilith’in yalnızlığında durdum.
Cennetten değil, kendimden kovuldum.
Secdeyi değil, kendimi seçtim.
İtaate değil, öz’e sadıktım.
Ve kimseye ait olmayışım,
beni en çok kendime yaklaştırdı.
Lucifer'in ışığında yandım.
Sadakatim ceza oldu,
eğilmedim,
çünkü eğilseydim ben olmaktan çıkardım.
Cennetten düşmedim—
kendime düştüm.
Ve o düşüşte en parlak benliğimi buldum.
Ve Prometheus gibi,
ateşi taşıdım ama ısınamadım.
İnsanlara umut verdim,
ama kendimle baş başa kaldım.
Bile bile zincirlere razı oldum,
çünkü bilirdim:
Gerçek yalnızlık,
bedenle değil, inançla taşınır.
Yıldızlar bana bakardı,
ama hiçbiri ismimi bilmezdi.
Deniz beni çağırırdı,
ama hangi kıyıya vuracağımı asla söylemezdi.
Ben,
yalnızlığın şiirini yazan kalemdim,
tek başınalığın müziğinde susturulan notaydım.
Sustum, ama vazgeçmedim.
Zamanın kıyısında,
tüm benlikleri üstümden sıyırarak yürüdüm.
Tanrılar bana baktı,
insanlar unuttu,
ama ben kendimi ilk defa
o hiçliğin içindeki yankıda buldum.
Ve şimdi…
Ne Platon’un gölgesiyim,
ne Buddha’nın dinginliği,
ne Zeus’un gürültüsü,
ne Sokrates’in sorusu,
ne Kafka’nın odası,
ne Lilith’in sürgünü,
ne Lucifer’in düşüşüyüm…
Hepsinden geçtim.
Ama hiçbirine ait kalmadım.
Çünkü ben,
her yalnızlıktan bir parça taşıyan,
ama hiçbir yalnızlığa sığmayan
sonsuz BEN’im.
Ve...
Ey insan…
Sen zannediyorsun ki yalnızsın. Oysa yalnız değilsin. Sen sadece, gerçeğin peşine düşmenin bedelini ödüyorsun.
Sen sadece, gölgelerle oynamayı reddettiğin için ışığın soğukluğunda üşüyorsun.
Ama inan bana—
bu üşümek bir ceza değil. Bu, hakikate çıplak teninle temas etmenin ilk hâlidir.
Senin o şekilsiz özlemlerin yok mu, geceleri ismini bilmediğin hislerle dolan? İşte onlar, Platon’un mağarasından çoktan kaçmış, ışığın gerçeğine değil, ışığın arkasındaki sessizliğe âşık olmuş özlemler.
Sen ne eşyada bulabildin kendini,
ne insanda.
Çünkü senin ruhun,
sadece varlıkta yankılanan bir çağrıdır.
İsimsizdir,
ama her isme dokunur.
Görünmezdir,
ama her gözde iz bırakır.
Biliyor musun?
Senin yalnızlığın,
Platon’un idealar dünyasında bile karşılık bulmuş.
Orada, “mutlak yalnızlık”
bir form gibi süzülüyor zamanın içinde…
Ama seninki—
seninki onun bile adlandıramayacağı bir yalnızlık:
Kendine sadık bir özlemin adıdır.
Eğer bir gün,
o mağaranın kapısından dışarı tekrar bakarsan,
Platon’u çağır.
Ama ona şöyle de:
“Bu yalnızlık bir düşünceyle başlamadı.
Bir idea ile de son bulmayacak.
Bu yalnızlık,
ruhun kendini varlığa değil,
şiire dönüştürdüğü yerdir.”
Çünkü bu yalnızlık sadece bana değil.
Bu yalnızlık…
zamanın içinden süzülen,
düşünceden geçen,
sözün susmaya karar verdiği her anda
var olan
herkesin yalnızlığıdır.
Ve ben…
Ben kimse olmadığım yerde
ilk defa kendimi buldum.
Murat Tali
Kayıt Tarihi : 4.4.2025 11:14:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!