İYİ DE KUZUM*, BUNU YAPMAYA NE HAKKINIZ VARDI?
*Bu cümle de eski türk filmlerinin bir jargonudur.
Bunu yapmaya hakkım var mıydı? Hâlâ bilmiyorum. Belki de yok. Yoktu. Hiç yoktu hem de.
Ve doğrusu bu önemli soruyu ilk kez soruyorum kendime ciddi ciddi, bunca yıldan sonra ne yazık ki... Ve bunca satırın ardından şaşırtıyorum galiba sizi de ey okuyucu.. Cidden onun üzerinde ne hakkım olabilirdi ki? Bir insanın başka bir insan üzerinde ne hakkı olabilir? Ama içten gelen samimi duygular dediğimiz şeyler bunlar işte ve en azından bunları saklamaya hiç hakkım yokmuş gibi geliyor... şu an yine öyle geliyor... ama...
Onu romantik bir romanın içine hapsediyordum, hem de ona hiç farkettirmeden ve sanki o romanın içinden sesleniyordum ona. Sanırım yine hiç hakkım olmayan bir şekilde ondan onu çalıyordum, oysa bunu yapmaya hiç kimsenin özellikle de benim hiç hakkım olmamalıydı, hâlâ da yok...
"Tarih geçmişten ibaret değildir" diyor Tanrı Beyni adlı kitabın 65. sayfasında, "yaşayan bir güçtür aynı zamanda. Pençesini nadiren geceden sabaha gevşetir. Çoğunlukla ısrarlı bir şekilde yaşanan ana sızar."
Ne kadar doğru bir tespit. Okuyucum bana ne kadar katılır bilemiyorum ama süper bir belirleniş gibi görünüyor bu cümleler şu an onunla beni, onca geçmişi, hatta hiç yaşanmayan bunca yılı düşündükçe.
Bir istek fırtınasıydı bu ve durmadan esiyor esiyordu. Biliyorum.. biliyordum ki yine geçecekti, sakinleşip dinginleşerek zihnimin bu havası. Sadece sabretmeliydim, biliyorum... her şeyin ilacıydı sabır. Ama olmuyor işte...
Geleceğimizi inşa ediyordum yine de bu satırlarımla bile. Onunla benim geleceğimizi. Bunu yazarken yüzümde açılan gülü bir gülümseyişle göndermek istiyordum ki görsündü o gülün katlarında kendini. Bunun bir hüsnü kuruntu olmadığını anlasındı. Bunlar gerçekten de somut güllerdi, hem de ne güzel dal budaklanmıştı gelecek vadeden tomurcukları. Açanları da sanki daha şimdiden ne kadar güzel açmışlardı. Sadece onun sinesinden beslenen bu gülümseyişler saçılıyordu kahkahalara dönüşüp kokusu taa nerelerden nerelere salınıp salgılanıp yine yalnız onu düşünerek esiyor estiriyor temizliyorlardı adeta havayı.
İşte bu gül kokularıyla karşılaşacaktı yapraklarında roman sayfalarının okuyucum. Onun bağrından dal dal kök salan gülümsemelerle yüreğinin ulaşılmazlığına dokunacak temas edecektim bu romanla. Ona yine onun bendeki yüceliğini okutacaktım.
Kokusunu aldıkça duyumsadıkça ona yalnız onun için ama çok, çok özel ve hoş kokulu güzel cümleler kurmak istediğimi gördükçe açılacak ve saçılan yolları bana doğru uzayacak, kollarında fısıldaştığımız günler ve gecelerde tekrar geri hatırlatacaktı cümlelerimi. Geleceğimizi yazıyordum, geleceğimizin tek tek incecik tellerini bu nağmeyle tınlatıp temellerini atıyordum bu şeffaf tüllerin üzerine sevgili sevgili... diyerek... Sevgili sevgili...
Az kalmıştı biliyordum yakında her şey sona erecekti. Çok çok az kalmıştı, bu vazgeçilmez ama bayıltıcı gül kokularından geçilmeyen an odacıklardan çıkmamıza. Sayılı denilen günler vardı önümüzde fakat yine de bize başka bambaşka çiçekler ve böcekler gerekecekti. (Her zaman! .) Biliyordum ki biz birbirimize hiç yeterli gelmeyecektik hiçbir zaman! . Bekletildiğimiz bu anlarımızda sıkıntıdan patlamamak için güzel doğru iyi meşgaleler oymamız ve kendimize oynamamız bizi zenginleştiriyordu ancak birlikte değil de başkalarına kısmet olacaktı bütün bu zenginlikleri paylaşmak. Yeni ve tuhaf ilişkilere yelken açılacak, açıldıkça da bu zenginliğe daha da ulaşılmaz zenginlikler eklenecekti. Sabırla bekliyor-duysam- hep...bunun içindi... (Bunun için miydi?) (Hadii yaa!)
Yeni tanıştıklarımızla birlikte uzun yolculuklarımız olacaktı onun da benim de... Ve ellerimiz hep başka ellerle tutuşacaktı birbirimizin yerine. Bir birimizden hep haberdar olacak, ayrı ayrı geçireceğimiz sayısız günler ve gecelerde upuzun yolculuklarımızda yine de birbirimizi asla unutmayacaktık. Onun da yüreğine sabır diliyordum her ne kadar benden daha sabırlı olduğunu bilsem de sabrının limitlerinin daha ne kadar dayanacağını ise bilemiyordum elbet.
Sevgili sevgili diyordum sevgili sevgili çünkü gerçekten benim için harika bir sevgiliydi her şeyden önce. Ve bunun ne kadar değerli olduğunu onun benim için ne kadar önemli olduğunu sayfalarca yazsam yine de tam olarak anlatabilmenin tatminini yaşayamayacağımı bilsem de denemekten ve elden geldiğince bütün samimiyetimi sergilemekten, ona saatlerce dilimle raks edip soyunmaktan geri durmayacaktım. Dilim asla ona onu sevdiğimi söylemekten vaz geçmeyecekti. Dilim dönüp dönüp hep ona dolanacak, onu sayıklayacak ve onu ayıklayan sözcüm olacaktı diğer bütün isimlerden. Birbirimize ait cümlelerle açılıp kapanacak ve kavuşturulacaktı yine birbirine bu bir çift dudak ve dilim içindeki bu ağızın mahreminden yalnız onun için kaçacaktı.
Ona daha dün... aslında bir hafta içinde neler olduğunu yazmak istiyorken... "Öyle tuhaf bir gelişme oldu ki..." diye girişecekken ilk cümleye ve bunu yazmak için oturmuşken masaya... hiç tahmin etmediğim neler çıktı onu dilime dolayınca. Şimdi asıl tuhaf olan bu oldu, tuhaf olduğunu düşündüğüm de ne idiyse artık normalleşiverdi birden bire.
Hepsi bir o kadar tuhaf aslında ve bir o kadar da sevindirici. Yüreğime yeniden inanmanın güneşi parlıyor bu yüzden. Hani 'öyle bir şey oldu ki birden bire her şey aydınlanıverdi' derler ya... tıpkı öyle.. neden bu ayrılığı yaşadığımızı beynim çözümleyiverdi aniden! Kendi kendine.
Nedenini artık biliyorum. Hem de çok iyi biliyorum! İşte şu gerçeği görebilmemiz ve anlayabilmemiz için: Birbirimiz için ne kadar değerli olduğumuz gerçeğini. Birbirimiz için yaratılmış olduğumuz gerçeğini hatta neredeyse! . Birbirimizi neden bu denli sevdiğimizi ve de sevemediğimizi şimdi daha iyi anlayabiliyorum.
Onun baştan beri beni neden sevememiş olabileceğini biliyorum. Durup dururken hiç nedensiz, beni sevmesi için ne kadar çok uğraşmışım! Fakat işte bu da oldukça yorucuydu... Şimdiyse nihayet istediğim kıvama gelmeye başladığını fark ediyorum onun... benim de tabii. Nihayet o beni sevmeye başlarken... bunu anladığım andan itibaren benim de takatımın kalmadığını görüyor ve işte birden bire onu sevmekten yorulup bu kez ben ondan uzaklaşıyorum... Birinin sırf seni seviyorum demesiyle diğerinin de onu sevmesini sağlamak ne kadar yorucuymuş meğer. Bu da gösteriyor ki birilerine herhangi bir şeyi sevdirmek bir o kadar zor olsa gerek!
Bu denli kolay ve basit midir her şeyi yerle bir edivermek senin için? Sevgiyi bulmak, yeşertmek ve yaşatmak ne kadar zorsa onu bağrından kökleyip, yapraklarını yolup, ortalığı talan edip bir çırpıda öldürüvermek de, bir o kadar zahmetlidir... Bunu çok iyi bilirim, çok da iyi becermişimdir aslında. Ama yine de zordu. Hem de çok zor.
Doğrusu bu yazımdan sonra okuyucumun beni nasıl karşılayacağını, ne daha da çok sevip ne de daha çok nefret edip etmeyeceğini tahmin edebiliyorum. Zaten bu konuda da uzun zaman oldu ümidimi kaybedeli. Bir okuyucum var mı, olacak mı, onu bile bilmiyorum. Ama şimdi nedense yeniden bir ümit beliriyor. Yani, bir insan birini seviyor diye diğerinin de onu sevmesi zorunlu değildir, (hiçbir zamanda olmamıştı) bu bir klişe. Bu nedenle artık ben onu sevmiyor olsam ama o beni seviyor olsa bile yine de bu hiçbir şeyi değiştirmez, ona her duygumu yansıtmaktan keyif alıyorsam kime ne? ... O da ne yaparsa yapsın ister sevsin isterse sevmesin umurumda değil, kaderim onu hem sevmek hem de sevememekmiş derim ben de o halde!
Neden bu denli sımsıkı sarıldığımı şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur herhalde bu kurama...
Sevgimin peşinden gidiyorum sevgili... Ardına dönüp bakmasan bile izlemeye devam ediyorum. Çünkü kalbimi çoktan serdim ayakların altına, yürü... bu düğüm yol zaten benim, kendimin! . Bir oyuncak bile yapsan sevgili benliğimi, kalbimi paramparça bile etsen, öğütüp kumlaştırıp savursan bile tutkusu asla kaybolmaz.. Bu sevgi kaybolmayacak bir kaynaktan çıkıyor... sonsuz sevgi kaynağından Y-Han'ın.
Yazacağım. Evet... bütün bunları da yazacağım, sevgili sevgiliye... hep yazacağım. Son günümüze değin kur yapacağım ona mektuplar ve yazılarla... Burnumun dibinde olsaydı bile, yıllarca başımızı aynı yastığa koysakdık bile, aynı kahvaltı masasından kalkıp daha biraz önce ve birazdan aynı akşam yemeğine oturacak olsaydık yanımızda dostlarımız olduğu halde, aşkımızı perçinleyen, o, benim vazgeçilmezim olarak o, etim kanım canım olarak biriciğim olarak hep elinde bir zarf tutuyor olacaktı benden ona her fırsatta yollanmış. Dostluğu arkadaşlığı aşkı okuyacaktı ömrü boyunca, sadece yazılanlardan da değil bakışlardan da elbet. Öyle olamadıysa da böyle oldu... ama ne gam... olmaya da devam edecek... Ama bilmiyorum... hâlâ bilmiyorum buna ne kadar hakkım olduğunu...
Ona hep sevgili sevgili diyeceğim bu yüzden sevgili sevgili... sevgili sevgili... çok sevgili sevgili... Usul usul dolduracak yine içini bu satırların, sakin sakin nezaketle akacak içinden sevgili sevgilinin... kanım canım iliğim kemiğim bağırsaklarım kör bağırsaklarım hep bundan beslendi bu akıştan. Çünkü ben onunla süğdüm büyüyorum, kanatlanıyorum onunla, yükseliyorum en ulaşılmaz yerlerine aşkınlığın. Onun beni sardığını hissediyorum başka bir beden bile olsa karşımdaki, onun şefkatli kollarında bağrına yaslananın kendim olduğunu sanıyorum. Yorulsam da kırılsam da ölsem bitsem de ilelebet seveceğim ve nefret edeceğim belki ama yine de yeniden yeniden seveceğim sevgili sevgiliyi... ilelebet.
İyi ki oldu iyi ki vardı. İyi ki aradım buldum onu yıllar sonra, iyi ki soktum hayatıma yeniden. İyi ki hâlâ haberleşiyoruz... Sonunda o da girmeyi başardı ya nihayet hayatıma... şükürler olsun! . Onu bana gösterene de şükürler olsun. Bizi buluşturmuş olanlara da şükürler olsun. Ve beni ona götürecek olana ve de ondan beni daima kaçıracak olana da minnettar kalacağım her zaman.
Habibe Merih AtalayKayıt Tarihi : 7.10.2014 15:53:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!