Y-Han - 07 - Şiiri - Habibe Merih Atalay

Habibe Merih Atalay
524

ŞİİR


9

TAKİPÇİ

Y-Han - 07 -

SYNTHESIZER

Çok sessizlik kavramıma geçiş sürecinden sonra ona dair yeterince bilgim yok. Çok tanıdığım söylenemez yani. Haritanın orta uzaklıktaki bir yerinde yaşadığını bilmemin dışında sadece zihinsel bir yaratma çabasıyla sahiciliğini kurguladığım tasarım bir kişilik ile nereye kadar ilerlenebilirse artık oraya kadar sürebilir bu yolculuğum -muz-; lügatten seçilmiş bir takım kelimeleştirilişlerle bir hayalin canlandırılmaya çalışılması, onu gerçeğe dönüştürmek, gerçeğe dönmesini - gerçekliğine kavuşmasını - beklemek aklı alabildiğince zorlamak ve yormak zevklice bir uğraşı aslında.

O ne de olsa tamamen değil kısmen -yabancı- soyut biri. Bir yabancıyı tanıyabilmenin, tanıyıp tanımlayabilmenin yolu onunla yakın ilişkişkiye girmek, birebir yaşamayı gerektirir. Bu yakınlaşma olamıyorsa bir hata var demektir bu yazılımda.

Bir kandırmacanın içindesin HMA! Kendini aldatıyorsun. Artık daha gerçekçi olmalısın. Bu kişiden ne istiyor ne bekliyorsun? Bu riskli bir oyun, gerçekten. Kumar oynuyorsun resmen, kumar!

Haklısın. Bu nedenle masaya yatırmalıyım şimdi bu duygumu. Neden ve niçin diye sormalıyım.

Bir bağlantısı olmalı. Öyle değil mi? Size de öyle gelmiyor mu ordan bakınca? İş ya da eş her neyse, ama her halükarda bağlı olduğu bir şeyler olduğu belli öyle değil mi? Zamana bırakıyor, zamanı gelince diyor ve zaman çok önemli diye belirtiyor hep. Ne bekliyor? Neyi bekliyor yani? Hoşlandığı bir şey var bende -tamam- ama tam olarak açıklamıyor. Açık vermiyor tümüyle gizemli biri.

-Evet, gizem!

Gizem perdesine saklanıyor. Eğer gizem varsa ne var demektir yanı sıra? Gizlenecek bir şeyler! İşte o gizi çözemedikçe peşindeyim, gizi çözdüğüm an, her şey açığa çıktığı an... belki de artık... cezbediciliğinin uçup gitmesinden korkuyor... ya da korkuyorum... A, ben korkmuyorum.

Bence her şey tadında kalmalı. Bir lezzet varsa eğer bir ölçülülük içerisinde var. Gizem elbette tahrik edici bir lezzet, ancak onun da bir sınırı var, bir yere kadar cezbedebilir bir yerden sonra manasızlaşırlar. Gizemler çözüldükçe sürükleyiciliği artar. Bir dizinin ömrünü uzatan şey merak olduğu kadar bilinenlerdir de. Her bir bölümde merakımızın bir kısmının doyuma ulaştırılması gerekir en azından. Tamamen aç bırakılamaz yani izleyici. Ara ara ona merakını giderici çözümcükler sunmak, iştahını her daim diri tutar. Her şeyi gizlerseniz de kaybedersiniz izileyicinizi birden bire açık ederseniz de.

Seyircinize bildireceğiniz ama karakterlerin birbirinden sakladıkları bilgiler, seyircinize her şeyi algılattırıp karakterleri uyutacağınız noktalar olmalıdır bir dizide. Olayın takipçileri onlardır ne de olsa. Eğer sizi takip etmelerini istiyorsanız yani gereken gizem malzemesini bolca kullanmalısınız evet ama sürekli olarak arkanıza da dönüp bakmalısınız acaba hâlâ peşinizdeler mi? Yok niyetiniz gözden kaybolmak ve unutulup gitmekse, sırra kadem basın gaza gitsin!

Karakterlerin birbirleriyle körebe ya da saklambaç oynadıklarını, birinin bir diğerini nasıl avladığını, diğerinin ötekini nasıl atlattığını ve eninde sonunda işlerin nasıl bu raddeye gelebildiğini izleriz, izler ve zamanın nasıl geçiverdiğini fark etmeyiz, unutmuşuzdur kendimizi o takipte.

Gizemler çözülmezden önce yaratılmalıdırlar ama her şekilde. Eğer gizli bir delikten bakan izleyiciye gizem yaratamıyorsan, yarattığın gizemi nasıl yarattığını da sonuçta gösteremiyorsan onu kaybetmişsin demektir. İzleyici gözetleyen orada olmaz, o delikten bakmaz ise çabanız işe yaramayacaktır. Onu o deliğe sürükleyen motivasyonu ona vermediğiniz zaman siz kaybedersiniz.

Yani artık ya bu kanalı değiştirip başka bir kanala geçelim der insanlar ya da başka bir dizi seçelim kendimize. Ya da gizi bildirsin artık yazarımız! Bu böyle olmaz.

O beni hiç merak ediyor mu? Neyimi merak ediyor? Neyimi merak etsin? Bunu bile bilmiyoruz. Ama bunu biz keşfedeceğiz! Birlikte! Dediğim gibi her şey tamamen gizem perdesinin ardında. Geldik oturduk salona, sahnedeki bordo kadife perdeye dikmişiz gözümüzü ha açıldı ha açılacak diye bekliyoruz. Ama bir türlü açılmak bilmiyor. Ay yazık, her halde biri hastalandı, gösteri iptal oldu falan diye düşünüyoruz yanımızdakilerle mırıldaşıyoruz ve bir uğultu kaplıyor salonu giderek. Ancak bir işitiyoruz ki maden ocağı patlamış ve işçi cesetleri çıkıyor ortaya... ve sanat perde kapatmış! Meğerse! İşe bakın!

Ya da bir roman duruyor vitrinde, cezbedişli bir kapak tasarlanmış ve sanki 'bahar poz vermiş de sizi bekliyor' öylesine tahrik kâr, ama sanki ele geçmeyen asla içini keşfedemeyeceğin milyon dolarlık bir hazine sandığı o merette, madenin altında kala kalmış bir göçük gibi durup duruyor karşımızda.

Bu da 'seni tanımak beni tanımak aslı' tezine yardımcı olmuyor. Onu ele geçirip açamadıkça, içindeki zenginliği göremedikçe, nedenlerini niçinlerini keşfedemedikçe gizeminin, yıkıntıya neden olacak olanın tam manasıyla bütün içeriğini okuyamadıkça ve tanıyamadıkça karakterini, açılıp saçılarak baharın verdiği poza dahil olamıyor, içine giremiyoruz. İkimizde kilitlenip kalıyoruz ayrı ayrı sandıklara bütün cazibemizle ve sanki Soma'dayız... başucumuzda başı bağlı su testileri...

Biliyorum ki hakkında ne öğrenirsem öğreneyim -bir katil olduğunu bile öğrensem - bak o zaman iş değişir tabii! - bu şekilde bile olsa aramızda o bilginin gereğince bir ilişki kurulmaya başlanacaktır. Katil ile dedektif mesela ya da hırsız ile polis gibi. Hasta ve doktor, kadın ve erkek, sadistle mazoşist, gibi karşılıklı ikili ilişiklerle açılan yarık kapanır nihayet ve yürütülür hayat, geçilir o geçit vermeyen sırat köprüleri bile. Karı koca, ana oğul, baba kız, aşık maşuk vs. Ama biliyoruz ki bunların hiçbirisi de benim yazar olarak ne yazmam gerektiğine verilmiş yanıtlar olmayacaktır.

Yazar olarak diyorum evet... bir yazarım... bu bir gerçek. Bir gün birilerinin dikkatini çekeceğime de inanıyorum. Çok ünlü biri olacağıma da, bu işten çok kazançlı çıkacağıma da inanıyor ve güveniyorum kendime yazar olarak. Tek dert bir ustamın olmayışı. Hay allah! Ve şimdi sanki henüz ortada sanat diye bir kelime bile yokken oturmuş o kelimeyi icat etmeye çalışıyormuşum gibi harfleri sokup sokuşturup bir şeyler çıkartıyorum ne i-düğü belirsiz bir şeyler geveliyorum ağzımda... o ilkel mağara kadını Lucy* gibi heceliyorum... saaaa... nnnn.... aaaa... tttt.... Oldu mu?

*Lucy, 1974 yılında Fransız Maurice Taieb ile Amerikalı paleontolog Donald Johanson’un ekibinin Doğu Afrika’da Etyopya’nın Hadar bölgesinde bulunan yaklaşık dört milyon yıl yaşındaki 105 cm boyundaki Australopithecus afarensis fosili. İsmi bulunuşunu kutlamak için bulunduğu akşam verilen yemekte Beatles grubunun bir müzik parçasında adı geçen kızdan esinlenilmiştir. Çünkü buluntu yetişkin yaşta ölmüş bir dişinin hemen hemen eksiksiz iskelet kemiklerinin fosiliydi.

Sanatı keşfettim işte! Oldu mu? Nasıl? Müthiş değil mi!

Başka türlü nasıl olabilirdi ki? Elbette müthiş olmak zorundaydı. Onun bana ihtiyacı yok ama benim ona ihtiyacım var! İşte bütün mesele bu!

Ama gerçekte kimin kime ihtiyacı var? Benim mi ona, onun mu bana?

Sanki başından beri benim ona ihtiyacım varmış gibi hareket ettim. Oysa onun bana ihtiyacı olduğunu hiç düşünmemiştim. Nerden bilebilirdim ki? Kim tahmin eder, edebilirdi? Eğer öyle olduğunu düşünseydim, onun benden kaçtığı gibi ben de ondan kaçınmaz mıydım? Bir yakınlık gösterdik, amaan, hemen bir şeyler istemeye başladı, defetmeliyim şimdi şunu başımdan, demez miydim? dizide o kötü kadın gibi. Iı!

Burada söylenmemiş konuşulmamış bir nokta daha var. O da ben de aslında birbirimize ihtiyacımız yokmuş gibi duruyoruz. Uzaktan uzağa el sallayıp merhabalaşıp, birbirimizsiz de gayet rahat yaşabildiğimizin gösterişindeyiz. Bunca yıl sürdü gayette başarılıydık bu oyunda birbirimize hiç ihtiyacımız yok oyununda virtüöziteye vardırdık oyunculuğumuzu. Ama kimse bunun için bize ödül veremeyecek ne yazık ki çünkü kimse çağrılmadı bu açılış Galasına!

Ve işte gün geliyor ve de ne yazık ki iş işten geçmiş oluyor o anda, bir birimize ne kadar da çok ihtiyacımız olduğu çıkıveriyor ortaya. Sonuçta benim anladığım gibi onun da bunu anlamasına vardığını göreceğiz bu işin. Ne kadar uzun sürerse karakterin gerçekleri anlaması o denli uzun soluklu oluyor demektir diziler de.

Bugün bunları masaya yatırmak, bir gün bir birimizi yatağa atmanın da ön çalışmaları gibi oldu sanki... öyle algılıyorum...

Onun da beklediği gün o gün anlaşılan. Ama onun bunları düşünüp düşünmediğini hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Çünkü o kendi düşüncelerine ulaşmamızı istemiyor. O düşüncelerini de o gizemli kadife bordo perdenin ardında tutmakta kararlı. O yüzden onun odasının perdeleri daima kapalı. O gerçekliğini de benim hayal gücüme dayandırıyor zaten. Bir gün çekip indireceğim ama o kalın perdelerini cart diye! Gün ışığını bütün şiddetiyle onun o en karanlık zindanlarına ve dehlizlerine değin salacağım! Vampirse eriyip gidecek artık değilse de onun ondaki ruh emicisini söküp atacağım yüreğinden sonsuza değin! Ve onu özgürleştireceğim kendim için. Salt kendim için evet! Bu kadar bencilim artık.

Bunları düşünmek bile... Benim, bendeki konuşan zihnimin bütün Vampirlerini kızdırıyor Y-Han! Fena halde hem de! Bak kanım çekiliyor yine.

Buraya her şeyi itiraf etmeden –yazmadan– duramıyorum. Hiçbir duygumu saklayamıyorum. İşte, her şeyin benim hayal ürünüm olduğuna beni inandırışı o vakit sona erecek. Hayır, her şey tamamen benim hayal ürünüm değildi! Çünkü bir hayal ürünü olduğunu sanmamı istediği hayali hiç de hayal etmediğim şeyler istiyor benden. Sapkın cinsel fantaziler kurduruyor ve görseller istiyor sanki bahar poz verecek de onu bekleyecek! Vay vay vay! Centilmene bak!

Tabii o bir hayal ya nasıl olsa hayaller her şeyi isteyebilir! Öyle ya! Ama ben inatla, onun cesur yürekli sağlam yapılı tavizsiz kişiliği ve güçlü erkekliği üzerinde duruyorum, romatik romantik. Onu öyle görmek ve hissetmek ve onu öyle sonsuza değin sevmek istiyorum, pembe pembe. O da inatla bu hayali kırıp parçalayan bir başka hayal olarak yansıyor zihnimden kara kara öyle değil de böyle diyerek reddediyor onun da kendi hayalleri olduğunu sezdiriyor. Hayalin kendi hayalleri olması güldürüyor beni bu arada. Bir hayalin bile kendi hayalleri olabileceğini doğrusu hiç düşünmemiştim. Ah şu Atkı! Yine atkı yine atkı!

Bu kez de onun hayalindeki gibi davranıyorum. Bir hayalin hayalindeki benim davranışım nasıl olabilirse artık! Seksüel kıpı da bunu izlemek çok kolaydır. Memelerimi kırpıp kırpıp gözüne batırıyorum, kroplama diyor bana bu kez de, kendini kroplamadan gönder! Göster daha doğrusu, yanıma fazla yaklaşmadan ama!

Ne o benim hayal ettiğim gibi ne ben onun hayalindeki gibiyiz. Ne de birbirimize ihtiyacımız var bu anlamda. Burdan çıkan kesin sonuçta şimdiki durumu analiz edince şu oluyor: birbirimize ihtiyacımız hayallerimizin de ötesinde. Kronik bir hayalci olarak söylüyorum, hiçbir gerçeğim hayallerimin gücüne erişemedi henüz. Hiç hayal edemediğimiz bir ötesi var hayallerimizin. Onun bendeki hayali ile ondaki benim hayalim, yani hayallerimiz bir anlamda hayaletlerimiz bizim hiç hayal edemeyeceğimiz bir aşkınlıktalar ve gerçeğin anaanası çeke çeke uyandırıyor sağır duyumu.

İşte aramızda böyle bir gerçeklik var. Var ki ben onu şimdiye kadar hiç hayal edemedim. Hep kendi arzu ettiğim şekle büründürmeye koşulluydu aklım. Oysa benim arzu ettiklerim değildir büründürülmesi gereken onun da arzu ettikleri, edebildiklerini keşfetmeliydim.

Gerçekten ne arzu ediyordu bunca yıl? Ve onları gerçekleştirebilmiş hissediyor muydu kendini? Yeterince tatmin olmuş muydu, etmiş miydi, edebilmiş miydi mesela kendini arzuları söz konu olunca?

Sanmıyorum. Hayır. Kendini arzu ettiklerini başarmış hissetmiyor bence. Ama bence bu gerçeği de asla bilemeyeceğiz.

Karakter kendini açmadığı sürece kendine temas edilemez, izleyici de dolayısıyla karakteri oluşturan bütün gerçeğe dokunamaz. Roman vitrindedir evet, ama hâlâ enkaz altında zengin bir tasarım olarak duran vitrinde, bu yüzden ona bir türlü erişilemez.

Peki bir yazar karakterin gerçeğine nasıl ulaşabilir bu durumda? Bir itiraf sahnesi için nelerini vermezdi değil mi şu an hma? Onun itiraf etmesini nasıl sağlar usta bir yazar, buna nasıl erişir? Nasıl becerir bunu? Daha önce onu nasıl becerdiyse öyle mi?

Kim kimi becerdi acaba? Bir becerme var mıydı gerçekten? Usta bir yazar -karakterini becermeye çalışmaz bir kere. Usta bir yazar karakterinin kendini yazarına kendiliğinden vermesini sağlar. Onun kendini kilitlediği odalarını kendi arzusuyla tek tek açmasını, kendinde bir seyahate çıkartmasını bekler usta bir yazar. Davet edilmeyi bekler kısacası karakterin yuvalandığı deliğe.

Ve usta bir yazar -karakterini oluştururken- belki de böylesi bir itiraftan sonra yola çıkarak, bu itirafının etrafını yeniden örerek, gerisin geriye kapayarak, bulduğu defineyi mürettebatından sakınan bir korsan gibi tekrar gömerek başka bir dehlize gönderiyor izleyicisinden eserini ve biz onun son diye yazdığı şeyin daha ilk başta yazılmaya başlandığı an olduğunu bilmiyoruzdur. Yani krepini el çabukluğuyla alt üst ediveren usta bir aşçıdır tavasında arkasını önüne çeviriveriyordur ya da bir örümcek olup mağaraya ağını içerden örüyordur eseri tamamlarken kendi de mahkum oluyordur sineklerine.

Olabilir. Ancak burda onun değil hakiki yanı, kısmen -yabancı- soyut yanının dahi bir itirafta bulunduğunu görmüyoruz ne yazık ki. Yoksa eti de sizin kemiği de diyecektim ama yoksa biz mi gözden kaçırdık? Hep bir buluşma anı olacağı iması vardı şimdiye değin yanılıyor muyum? . Ben sadece bunu hatırlıyorum da. Yani bir gün yan yana baş başa gelineceği umudu, fikri vardır ikidir. Ve zaman verilemiyordur, tarih belirtilemiyordur ama yine de olacaktır kesinlikle olacaktır bu buluşma. Bu 11 yıl öncedir de böyle! Yoksa ben mi... yoksa sen mi istemiyordun hma? .

Bir gün gelecek, hiç şüphesiz gelecek 11 yıl içerisinde bir gün, bu buluşma ayarlanacak. Şüphesiz o da tıpkı ilk mezuniyet randevusu gibi yine haritanın gizli bir köşesinde olacak. Kimse şahit olmayacak, bilmeyecek. Sadece yazarı ve karakter bilecekler bunu. Çünkü karakterin özelliği bu, o kendi özelini hiç kimseye açmıyor. Yazar olarak ben de onun özeli sayılırım artık ama bu yine de onun kendi diğer özel alanlarına beni dahil edeceği anlamına gelmiyor. Hayır. İstese de böyle bir şey yapamaz. Bu iki özel alan birbirine asla karıştırılmamalıdır. Bu iki özel alan gibi belki bir üçüncü ve bir dördüncü özel alan daha vardır... olabilir... demek ki bir çok özel alanı olabilir bir karakterin; hele zengince de bir karakterse, neden olmasın? Ama izleyiciyi sürükleyen de işte bu merak değil miydi başından beri. O özel alanların her birinin zaman içerisinde tek tek bildirilmesi gerekiyor izleyiciye. Yazar olarak benim üzerime düşen görev de bunu nezaketle yerine getirmek. Kusursuz bir saygı örneğiyle.

Şimdi buna hiç zaman yok ama bir zaman gelecek ve karakter bana bütün alanlarını deşifre etmemi sağlayacak ipuçlarını verecek elime. Beni şimdilik nereye sığıştıracağını bilemiyor sadece ancak bir karakter kendini en iyi yine yazarının içine sığıştırabilir. Ya da kendi karakterine bir yazar sığıştırabilir bir kahraman. Karakter aslında bir yazar olur, yazar da bir karakter. Oysa onun beni sıkıştırmasına hiç gerek yoktu. Ben zaten onun ta kendisiydim. Başından beri. Benden kaçmayı da kurtulmayı da hayal edemez yani. Bu imkansız. Özel alanlarını saklaması da bensiz davranması da imkansız. Bir buluşma gerçekleşmesine gerek yok yani. Biz ikimiz biriz. O ben ben de o. Nasıl bilmiyorum ama öyle.

Karakterler böyle ortadan bölünüp yeryüzü haritasında değişik noktalara serpiştirilebilir mi? Olabilir... olabilirler. Benim heykaltıraş benimdir o. Bırakalım kendi haline. Ne istiyorsa onu yaşamaya devam etsin. Hiçbir şey bilmesine gerek yok. Bizim de hiçbir şey bilmemize gerek yok. Artık öğreneceğimizi öğrendik nasıl olsa. Ben benlerimim her birini sağa sola serpiştirmişim işte o kadar. Hepsi bu!

Tamam. Tabii ki bu analizin ne kadarı gerçek ne kadarı değil bu da ilerleyen zaman içinde izlenecek. Bir fikir jimnastiği yaptık diyelim şimdilik. Yani olan ve olmayan yanlarıyla bir karakter üzerine nereden nereye geldik. Bu yazı pratiğim açısından yararlı bir çalışma olacaktır kuşkusuz. Bunun da bir kapı aralayacağına güvenim tam. Ama yine de vitrindeki o romana ulaştırmıyor henüz bizi ve vitrine. Bahar pozumuz yerli yerinde bekliyoruz ama ne gelen var ne giden.

Peki şimdi ne yapmalı? O mükemmel bir bütün ve işleyişinde hiçbir hata yok bence. Kendinin bütün benlerini rahat bıraktım. Bıraktım hücreler kendiliğinden toparlanıp bir araya gelsinler. Öyle diyor konuşkan beynim.

-Sistem de tıkır tıkır işlesin. Kendini de onu da diğerlerini de rahat bırak. Gelişim ve yayılım aramızdaki ilişkiyi yavaş yavaş ve ister istemez güzelliğe sevk edecek. Basit bir şekilde kucak aç, sarıl ve sev sadece. Ancak bu şekilde hem sanatsal olarak yaratıcı ve meydan okuyucu hem de aynı zamanda erişilebilir ve popüler eserler üretebiliriz. Böyle ilginç sanatsal etkilerle: rastlantı gibi..

Habibe Merih Atalay
Kayıt Tarihi : 7.10.2014 18:31:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Habibe Merih Atalay