Vermediler Ne Yapayım?
Görev yaptığımız köyler Filyos ırmağına açılan uzun ve yayvan bir vadinin yamaçlarına serpilmişti. İstasyonda yaşlı bir amca, “Oraları tilkinin kuyruk salladığı yerler, yavrum!” diyerek gideceğimiz yerlerdeki zorlu koşulları anlatmak istemişti bizlere.
Yamaçlarda açmalar içinde dağılmış öbek öbek evler, mahalleler uzayıp gidiyordu. Trenden inerek bir buçuk saat yaya yürüyerek köylere ulaşırdık. Bazı günler kamyon kasalarında toz toprak içinde kalırdık.
Bu dağ yamaçlardaki köylerin öğretmenleri yeni mezun, henüz bıyığı terlememiş gençlerdi. Derin bir yurt sevgisi ile dopdolu, idealist ve çalışkan insanlardı.
Benim okulum vadinin tabanındaydı. Cuma günleri burada pazar kurulur, sokaklarda insan kaynardı. Tüm çevre köyler atıyla, eşeğiyle, heybesiyle, torbasıyla pazara gelir, alış-veriş yaparlar, buluşurlardı. Pazar yerinde insan haykırışları, at, eşek, köpek seslerine karışırdı. Çevre köylerdeki öğretmenler de pazara gelir, birlikte dolaşırdık. İki yanı dükkânlarla çevirili sokakta kol kola yürüyerek boy gösterirdik.
Tanışmalarımız sıklaştıkça arkadaşlığımız pekişti. Karşılaştığımız sorunları, dertleri, zorlukları anlatırdık birbirimize. Zaman zaman voleybol maçları düzenler, köylülerin ve öğrencilerin bağrışları, çığlıkları, alkışları eşliğinde sürüp giderdi maçlarımız.
Tuncay ile böyle bir günde tanıştık. Uzun ince boylu, kestane rengine andıran kumral saçları epil epil; gözleri çağla yeşili, ışıl ışıldı. Geniş omuzları, ince beli, uzun bacakları ile çok yakışıklı bir gençti. Biçimli bedeni, buğday tenli yüzü ile bir erkek güzeliydi Tuncay. Maçlarımızın gözdesi ve yıldızı olur; herkes onun oynadığı takımda olmak isterdi. Sokaklarda dolaşırken Tuncay’ı uzun kahverengi paltosuyla, heybetli yürüyüşünü gören köylüler dönüp dönüp bakar, “Ha maşallah!” derlerdi.
Hangi köyde düğün varsa hepimizi davet ederdi köylüler. Düğün evinin bahçesinde masalar kurulur, kadın giysisi giymiş “köçek” denilen orta oyuncusu davul zurna eşliğinde konukları karşılardı. Masaları şenlendirirdi. Takır takır silahlar patlar, şişelerin biri boşalır, ötekisi gelirdi. Yörenin ünlü oyunu “Atlı geliyor atlı/ Altında kilim katlı” diye süren “dıv dıv da dıv dıv” oyununu köy gençleri göbek ve omuz oynatarak, çalkalana çalkalana oynarlardı.
Zaman ilerledikçe türküler, şarkılar başlardı. Yaşlı bir kemancı şarkılarımıza eşlik ederdi. Biz öğretmenlerin de oyunlara ve şarkılara eşlik etmemizi isterler ama biz bu oyunları bilmediğimiz söylerdik. Uzun ısrarlar sonunda Tuncay bir mandolin aldı eline ve yumuldu mandolinin göğsüne.
Müziğin ezgisi dokunaklı, sözleri buruk; hüzün ve özlem doluydu. Çalıp söylerken Tuncay kendinden geçmiş, çağla yeşili gözlerinden bir iki damla dökülmüştü Göğsü inip kalkıyor, bedeni sarsılıyor, alnı burcu burcu terliyordu.
“Demişler oğlan deli mi
Boşa uzatmış elini
Ölmeli öldürmeli mi
Vermediler ne yapayım...”
Onu bu kadar etkileyen şarkıyı ilk kez duyuyordum. Arkadaşım şarkıyı çalıp söylerken acı bir yaşanmışlığın; yüreği yakan bir sevdanın çığlıklarını gözlerinden süzülen yaşlardan anlamamak mümkün değildi.
Şarkıyı bitirince bardakları doldurduk, “Seni anlıyorum,” dercesine sırtını sıvazladım. Benim de toy gençlikte yüreğimin titrediği, başımda kavak yellerinin estiği yıllardı. Tuncay gözyaşlarını elinin tersiyle silerek bana, “Haydi bir zeybek oyna da havamız değişsin Veli!” dedi.
Güngörmüş, yaşlı kemancı bir zeybek çalmaya başladı. Lüks lambaların aydınlattığı orta yerde döne döne, diz vura vura zeybek oynadım. Hiç zeybek oyunu görmeyen köylülerin şaşkın bakışları eşliğinde yerime oturdum. Tuncay bana:
“Sen çok güzel şiir okurmuşsun, bize bir şiir okur musun arkadaşım?” dedi.
Ben nazlanınca “Lütfen!” diye yalvardı. Ben de ezbere bildiğim Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır/ Rüzgarların en ferahlatıcısı sende esiyor...” diye başlayan şiiri okudum.
Şiir bitince bana sarılarak “Yüreklerimiz bir atıyor arkadaşım. Bu şiirle hep seni anacağım” dedi.
Sonraki dertleşmelerimizde İstanbul’da zengin ve belâlı bir ailenin kızına gönlünü kaptırdığını anlattı. Durumu öğrenen kız babası “Ben baldırı çıplak, çulsuz bir öğretmene kız vermem!” diye küplere binmiş.
Kabadayılarıyla Tuncay’ı sokak ortasında dövdürmüş.
Kabadayı başı tabancasını Tuncay’ın alnına dayayıp, “Bak oğlum, gençsin, yüreklisin, senin gibi bir delikanlıyı kıymak istemiyorum. Bir daha buralarda görünme, yazık olur senin gibi bir delikanlıya!” deyip acımış, bırakıp gitmişler.
Annesinin babasının yalvar yakar ısrarıyla Sakarya’ya göçmüşler. Askerlik için atamasını isteyip buraya gelmiş.
Sonra askerlik görevi bitince o Sakarya’ya, ben Denizli’ye atandım. O günden beri sözleri Hasan Turan’a, bestesi Cemil Demirsipahi’ye ait olan Atilla İçli’nin seslendirdiği “Vermediler” şarkısıyla Tuncay arkadaşımı anarım. Gönlümü bu şarkıya ayna yaptım...
Veli Aykar
11Kasım 2025
Kayıt Tarihi : 13.11.2025 11:42:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
sevdiği kıza kavuşamayan iki genç öğretmenin şarkı ve şiirden ne kadar etkilendiğini vurgulayan bir öykü.



Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!