1706 – Johann Pachelbel, German composer... (b. 1653)
1964 – Laura Harring, Mexican-born American actress...
1875 – Georges Bizet's opera Carmen receives its première at the Opéra Comique of Paris...
1924 – The 1400-year-old Islamic caliphate is abolished when Caliph Abdul Mejid II of the Ottoman Empire is deposed... The last remnant of the old regime gives way to the reformed Turkey of Kemal Atatürk...
1938 – Oil is discovered in Saudi Arabia...
1974 – Turkish Airlines Flight 981 crashes at Ermenonville near Paris, France killing all 346 aboard...
rte'nin, İsrail'in Gazze'ye saldırı başlattığı dönemde, kimya sektöründe rakip ülkelerin gümrük vergisi oranlarını yükselterek İsrail'e büyük avantaj sağladığı ortaya çıktı... Plastik hammaddesi polipropilen ithalatı yaptığımız muhtelif ülkeler için gümrük oranlarını yüzde 3'ten yüzde 6,5'a çıkarılırken, İsrail'in sıfır gümrüğüne dokunulmayarak, İsrail kayrılmış, milyonlarca dolarlık alımların bu katillerden yapılması için teşvik sağlanmış olundu...
An article at The Cauldron: A Pagan Forum makes the following claim while speaking of the previously mentioned remark elsewhere in Magick:
At first glance Crowley seems to be advocating an atrocity, the sacrifice of a child, the bugaboo of witchhunters and anti-Semites everywhere. But in fact he is claiming that the historical legend of child sacrifice, used to persecute so many 'witches' and Jews, veils a sexual formula of self-sacrifice. In a secret document of the IX, the 'blood libel' against the Jews - the story that they celebrate covert rituals employing the blood of sacrificed children - is taken as a statement that certain sects of the Hassidim possess this secret. The early Christians were accused of such practices by the Roman establishment, and the Gnostic Catholic Church considers this to be evidence of a continuity of the sexual secret from the Gnostics.
...
However, Patricia 'Deirdre' MacAlpine approached Crowley on the day of the verdict and offered to bear him a child, whom he named Aleister Ataturk.
No.7 - Ce qu'a vu le vent d'Quest (Batı Rüzgârının Gördükleri) : Fa diyez minör tonda, 4/4'lük ölçüde, canlı ve gürültülü (Animé et tumultueux) tempodaki prelüd bu dizinin teknik yönden en ilgincidir... Liszt'in dramatik virtüoz stiline yaraşır arpej çağlayanlarıyla, hızlı tremololu ve yarışan akorlu pasajlarla, üstelik bunların ellerin çapraz çalışıyla olağanüstü bir doğa manzarası yaratır gibidir... Ancak Liszt'in stili sadece kısa motifler şeklinde yansır...
Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Meryem'in İsa aleyhisselâm'a hamile kalışı anlatılırken, 'Biz ona ruhumuzdan nefh ettik (üfledik) ...' (66/12) buyrulduğu için, İsa aleyhisselâm 'Ruhullah' olarak anılır...
İsa 'Ruhullah' yani Allah'ın Ruh'undan, Allah'ın sıfat ve esmasından veya Ruh-u ilâhî'den anlamında... Aslında bu anlamıyla 'Ruhullah' herkeste mevcuttur... Adem aleyhisselâm'ın yaratılmasından söz edilirken Allah meleklerine 'Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secde edin.' (38/72) şeklinde buyurur... Bu anlamda Ruhullah her insanda vardır... Yani Hz. İsa’nın sahip olduğu ruh ile Mehmet'in veya Ali’nin sahip olduğu ruh arasında temelde fark yoktur... Çünkü Ruh Tek'tir ve her yaratılanın hayatiyeti O Tek Ruh'tandır...
Ancak Cenab–ı Hak, bunu, Hz. Meryem’e vasıtasız (babası olmadan) nefha etti (üfledi, yani bilinç boyutundan / meleki boyuttan geleni madde aleminde açığa çıkardı) . Vasıta beşer bir baba değil, bir meleki kuvvetti, ki O Cebrail isimli elçi melekti... Melek, salt bilincin kuvveleriyle varolan anlamındadır... Melekler, Allah'a ait kuvvelerin saf bir biçimde bulunduğu, sadece Allah emri ile hiç bir irade koymaksızın güçlerini kullanmak üzere yaratılmışlardır... Bu sebeple melekler doğrudan katışıksız Allah elçisidir...
Mutasavvıflara göre Cebrail isimiyle yaratılan meleğin hayatiyet kaynağı Ruh-ül Kuds'tür (Kudsi Ruh / Kutsal Ruh) . Ruh-ül Kuds de Evrensel Ruh olan Ruh-u Âzam'dandır... Ruh-u Âzam'da potansiyel olarak bulunan bilincin kuvveleri, hayatiyeti, galaktik yapılarda açığa çıkınca Ruh-ül Kuds ismini alır...
Bunun holografik evren gerçeğine göre de, yıldız sistemlerindeki hayatiyet de galaksidekinin bir mikro örneğidir... Yani yıldız sistemleri de böyle tek bir hayatiyet kaynağından gelir ve O Ruh'un mikro modelidir, yani Ruh-ül Kuds'tür bir anlamda... İşte bizlerde bulunan hayatiyet, yani ruh'un kaynağı da aynıdır... Bu anlamda hepimiz aynı, Tek Ruh'tan hayatiyetimizi aldık...
Ancak bilince ait kuvveleri taşıyan bu hayatiyet / ruh, size veya bana babalarımız vasıtasıyla geldi... Yani sperm hücresiyle... Yani bizdeki beşeriyet anamızdan, melekiyet babamızdandır...
Ruh, sperm hücresinin potansiyelindeki hayatiyettir (Allah sıfat ve esmasından kaynaklanan hayatiyet / bilinç) , ki o da cenin 120. güne eriştiğinde aktive edilir...
Vasıtalı veya vasıtasız olması arasındaki fark da şudur... Melekle gelende hiç bir irade bulunmaz, saf olarak Allah'ın emriyle gelendir... Baba vasıtasıyla gelende ise, durum başkadır... Baba o spermi anneye yollarken bir beşeri düşünce taşıyordu... O spermi kendi beşeri düşüncesiyle yada başka bir ifadeyle birim nefsinden kaynaklanan düşünceyle, tabiatının arzusunu da katarak anneye verdi... Aradaki fark budur düşünceme göre...
Bu fark, İsa aleyhisselâm'ın da tüm beşer gibi yaratılmış bir mahluk ve bizim gibi beşer olduğu gerçeğini değiştirmese de, O'na bazı ayrıcalıklı özellikler vermiştir... Bizlerin babalarından sperm yoluyla gelen ruh (hayatiyet) , babalarımızın bedeninde madde aleminin (süfli boyutların) enerjilerinden ve babanın bilincinin saf olmayışından etkilendi...
İsa aleyhisselâm'ın ki ise bir melek vasıtasıyla doğrudan Allah'tan idi... Bu sebeple madde alemine ait kuvvelerden etkilenmedi, olabildiğince saftı... Bu sebeple Allah sıfat ve esmalarından oluşan hayatiyet / ruh, İsâ aleyhisselâm'da tüm saflığıyla açığa çıktı... Bu sebeple daha beşikteyken konuştu; çamurdan yaptığı kuşa üflediğinde, o suret hayat buldu; amayı ve abraşı şifaya kavuşturdu; ölüyü diriltti... Bu konuyu biraz daha açalım...
Bizlerde babadan ve anadan gelen bir biçimde beşeriyet ağır basarken, İsa'daki beşeriyet (madde aleminin hatırasını taşıyan hayatiyet / bilinç) sadece anasındandı... Bu sebeple O'nun varlığında meleki yan (Ruh-ül Kuds) bizlerdekinden daha ağır basıyordu... Meleki yan ise, bir anlamda bilinç boyutunun özellikleri daha ağır basıyor anlamına gelir... Ya da saf olarak bilincin kuvveleriyle yaşıyor anlamında...
İşte bu sebeple hayalinde oluşturduğu suretlere kolaylıkla hayat verip, madde alemine getirebiliyordu... Saf bilincin kuvveleriyle yaşayan, hikmet aleminde değil de kudret aleminde yaşıyor gibidir... O tıpkı cennet yaşamında olduğu gibi, hayal ettiği surete hayat verebilir... Her birimiz için cennet yaşamı da böyle olacaktır... Çünkü madde beden tabiatının oluşturduğu beşeriyet o boyutta olmayacaktır...
Bu durum İsa için doğuştan olmasına rağmen, eğer herhangi bir kişide beşeri yan, birim nefs ve madde alemine ait bedenin tabiatının baskın özellikleri zayıflar ve meleki yanı kuvvetlenirse, o kişide de tıpkı İsa'nın varlığında ağır basan meleki özellikler ağır basar, yani bilincin kuvveleriyle yaşamaya başlar... Yani ölmeden önce de bu durumu yaşayabilir ehlinin dediğine göre...
Tasavvufta bu duruma, kişiye özel 'İsa'nın inişiyle kopan kıyamet' denir... Başka bir anlatımla, bir kişinin nefsi birimsellikten kurtulup, o kişide beden tabiatının getirdiği baskın özellikler kontrol altına alınırsa, tasavvufi terimle, o kişinin İsa'sı inmiştir...
Eğer seyreden seyreden gizli ikiliğine dair varlık vehmi de tamamen kalkarsa, kıyameti kopmuştur... (İsa bir süre yeryüzünde / bedende yaşar, kıyamet sonra kopar) Yani o kişi beden tabiatının kontrolünde değildir, hattâ sonunda kıyametin kopuşuyla varlık olduğuna dair vehim dahi kalkar ve tamamen mutlak BEN'e ait bilincin kuvveleriyle yaşamaya başlar artık...
Yine tasavvufi olarak kişinin deccalinin çıkması da şudur: Kişi hakikat ilmini aldığında varlığının ilahi kaynağını öğrenir, yani kendindeki ilahi kuvvelerin varlığının farkına varır... Fakat müşahadesi eksiktir... Çünkü enfüsi müşahadesini tamamlamış, ama afâki müşahadesi eksik kalmıştır...
Yani kendindeki ilahi kuvveleri farketmiş, ama diğer yaratılanlarda da varolan bu gerçeği farkedememiştir... Sadece kendinde müşahade edip farkına vardığı bu gerçeği hazmedemez ve kendini seyrettiği alemin rabbı, efendisi zannetmeye başlar... Bu sebeple hiç bir kural tanımaz, hiç bir yükümlülük kabul etmez ve dilediği gibi yaşamaya başlar... Bu yaşam da kişinin beşeri yanını daha da güçlendirir... Yani kişideki madde beden tabiatı ve birim nefs baskısı tamamen kontrolden çıkar ve bu şekilde yaşamaya başlar...
Diğer bir anlamda, kişinin meleki yanı zayıflar ve bilincin kuvveleriyle yaşamdan büsbütün uzaklaşır... Eğer bu haldeyken, Allah'ın lutfu erişir de afâki müşahadesini de tamamlarsa, kurtulur... Tasavvufi anlayışla o kişinin İsa'sı inince deccali ölür...
Yukarıda anlattığımız tasavvufi açıdan nefs deccali konusuydu...
Bir de bildiğimiz anlamda Deccal var biliyorsunuz... Yukarıda anlattığımıza benzer bir durum vardır Deccal'de de...
Deccal, Allah'ın lutfu erişmemiş ve öylece zannı (gerçekle alakası olmayan inanışı) içinde kalmış bir kişi olacak...
Allah hidayet ve lütfunun ona erişmemesindeki en büyük etken ise, Deccal'in körlüğüdür... Deccal'i körleştiren ise, kendisinde doğuştan esma terkibinde ağırlıklı olarak bulunan kudrettir...
Yani kudreti oluşturan isimler Deccal'in terkibi yapısında ağırlıklı olarak bulunduğu için, çok büyük kerametler gösterebilecektir... Fakat bu kerametler, İsa'daki gibi meleki yanın ağır basmasından ve dolayısıyla bilincin kuvveleriyle yaşamasından kaynaklanmaz...
Sadece doğuştan kudreti oluşturan esmaların, yapısında daha ağırlıklı olmasından kaynaklanır... Hepimizin esma (mânâ) terkibi bulunur ve bu terkipte bazı esmalar (mânâlar) daha ağırlıklıdır... Deccal'deki büyük güç ve kudreti bu mânâlar oluşturur, meleki yanın kuvvetli olması değil...
Fakat o, bu gücün kaynağını ilmi yeterli olmadığı için kavrayamaz; çünkü basireti kördür, ki Deccal'in sağ gözü kör olması basireti gör, ilmi yetersiz, kavrayışı eksik anlamındadır... Bunu biraz daha açalım...
Deccal kendindeki kudretin meleki yanın ağır basmasından değil de doğuştan, terkibi yanından geldiğini anlayamaz... İlmi de halini görmeye yetmediği için, bu gücün verdiği üstünlük hissiyle nefsi iyice kabarır ve hakikati görmekten büsbütün perdelenir...
Deccal'in sağ gözünün körlüğü basiretinin körlüğüne de işaret eder, ama ondaki bu basiret körlüğüne sebep de kendindeki bu esma kaynaklı büyük güçtür bir bakıma...
Bu öyle büyük bir güçtür, ki perde olmaktan çıkmıştır... Çünkü perde çekilip ortadan kalkar, ama ondaki bu büyük kudret gerçeği görmesine perde değil bir engeldir... Çünkü bir beşer doğuştan böylesi güçlerle yaşarken kendisiyle ilgili gerçeği görmesi imkânsızdır... Hiç bir arınma süreci yaşamadan bu güçlere kavuşan birine kimse de yardım edemez artık...
İşte bu sebeple, bu üstün gücün oluşturduğu zan, bir gün kalkacak bir perde değil, ebedi bir engeldir, körlüktür... Bu sebeple Deccal kendini rab zannetmeye başlar ve herkesi kendine tapmaya çağırır... Veya kimine ben İsa Mesih'im der, kimine Mehdi'yim der, kimine de İlah olduğunu iddia eder...
Herkesin kafasındaki kutsal kabulüne bir şekilde yerleşmeye çalışır... İlmi yeterli olmayıp bu gerçekleri farkedemeyenler de ona inanır...
Oysa birim nefsi ve tabiatı oldukça ağır basan birinin meleki boyuttan nasibi olmayacağını bilen biri onun kerametlerine de, kutsallık ve ilahlık iddiasına da aldanmaz...
Ayrıca ilmi olan yine bilir, ki bir kişide İsa gibi meleki yanı ağır bassa dahi (Allah'a ait sıfat ve esmayla, yani bilincin kuvveleriyle yaşasa dahi) hiç kimse alemlerin rabbi Allah olamaz, çünkü Allah alemlerden Gani'dir... Alemde her ne var ise, O'nun yarattığı bir mahluktur ancak...
Deccal'i sadece İsa aleyhisselâm'ın öldürecek olmasının sebebi de, yukarıda anlattığımız gibi, O'nun yapısındaki bu ağırlıklı meleki özelliklere bağlı kudrettir... Bilincin kuvvelerinden olan kudret bu kadar saf bir biçimde, yeryüzündeki beşer arasında sadece Meryem oğlu İsa'da açığa çıkmıştır...
Sadece anadan aldığı beşeri özellikler zayıf kaldığı için, O ilahi kuvvelerle yaşamıştır aramızdayken...
O'ndaki kudret, bilinç boyutundan (sıfat boyutundan) kaynaklandığı için, Deccal'den çok daha üstün ve güçlüdür... Bu sebeple Deccal'i de sadece O öldürebilecektir... Enbiyadan bir başkası değil de İsa olmasının sebebi de budur...
Yani İsa'daki beşeriyetin, meleki özelliklerinin yanında zayıf kalmasına bağlı olarak açığa çıkan kudret dolayısıyladır... Keza O'nun semaya refh edilişi ve tekrar madde boyutuna inecek olması da, bu ilahi kuvvelerle yaratılmasından kaynaklanır ehlinin dediğine göre...
İlâhi evrensel senaryoda bu olayla bizlere anlatılan ve idrak etmemiz istenen gerçek de yukarıda anlattıklarımın tümüdür düşünceme göre...
Yoksa hiç bir olay sebepsiz meydana gelmez... Bu sebeple umarım konuyu tam manasıyla idrak edebiliriz... Umarım yeryüzünün en büyük fitnesi olan Deccal'den Allah'ın lutfuyla korunabiliriz... Ve yine umarım nefs deccali çıkanlara Allah ruhundan üfler de (İsa iner de) kurtulur...
Canon alla Duodecima in Contrapunto alla Quinta, temanın değişik bir çeşitlemesiyle girer... Üçleme figürlerinin kullanıldığı ilk ölçünün ardından esas temayı anımsatan karakter ağır basar... Kanon onikinci dereceden girer (duodecima, beşlinin oktavı) .
Canon per Augmentationem in Contrario Motu, ters hareketlerin ve nota değerlerinin büyütülerek kullanıldığı bir parçadır... Alt ses, önceden başlayan üst partiye iki misli değerdeki notalardan oluşmuş bir temayla cevap verir...
Tüm eserin finalinde yer alan dört temalı füg taslağı, ilk baskıda 'Fuga a 3 Soggetti' olarak yer almıştır... Bach burada kullandığı üç yeni temayı önce teker teker işlemiştir... Temalardan sonuncusu bestecinin adıyla başlar... Bu aynı zamanda parçada kromatik yazıyı kullanmayı sağlayacak ve böylece yeni renkleri de beraberinde getirecektir... Ancak bu üç temanın birlikte nasıl işleneceği ve yapının nasıl dört temalı füg şeklini alacağına dair ne yazık ki elimizde hiçbir bilgi yok... Büyük olasılıkla eserin en başındaki temanın ilk şekliyle parçanın sonunda, dördüncü tema olarak fügün içine katılması gerekiyordu...
228 kişi taşıyan uçak saatlerdir aranıyor ama bulunamıyor...
Brezilya'nın Rio de Janeiro jentinden Paris'e gitmek üzere havalanan Airbus A-330 tipi yolcu uçağı önce radardan kayboldu ve kalkışından 3 buçuk saat sonra da bağlantı tamamıyla kesildi...
Paris'e inmesi beklenen uçakla bağlantının, Brezilya'nın kuzeydoğusundaki Fernando de Noronha adası yakınlarında kesildiği bildirildi...
...
Bugüne dek pek çok konser veren 37 yaşındaki Necipoğlu, çok sayıda burs ve ödül sahibi idi...
Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı bölümünde öğretim görevlisi olan Fatma Ceren Necipoğlu, konser vermek için gittiği Brezilya'dan dönüyordu...
Çok sonra, 1891'de yayımlanan bu şarkıda, o çağın süslemeleriyle güneş batımında gül rengi ırmağın sakin ve dinlendirici görüntüsü, yaz aylarında mısır tarlaları üzerinde esen meltem canlandırılır... Massenet ile olan lirik bağlantı da özellikle bitimde, ölümün nostaljik ihtarıyla belirir:
'Beau soir lorsque au soleil...' diye başlayan ve 'Car nous nous en allons / Comme s'en va cette onde / Elle à la mer - nous au tombeau' (Bu dalganın gittiği gibi / Biz de gidiyoruz / O denize - biz ise mezara) sözleriyle sona eren bu şarkıda piyanonun girişinde beliren Mi Majör ve Sol minör karşıtlığı, şiirin havası üzerine bir ön ihtar gibi yansır; aradaki ayrıntıları ise şarkıcı doldurur... Sondan bir önceki artmış akor ise Tombeau (Mezar) sözcüğünü vurgular... Beau Soir şarkısını, piyano eşliğinde kemana, ünlü kemancı Jasha Heifetz uygulamış ve enstrümantal bir kimlik kazandırmıştır...
Prelude II is written entirely in two voices and reminds us of The Inventions... It is divided into two parts by a double bar... The soprano states a motive in sixteenths sustained by a bass of light eighths... This motive is imitated from the second measure on by the bass, while the light eighths go over to the soprano... A chain of progressions follows with mordents which should be played rapidly and lightly without encumbering the passage work... Modulations lead on to the relative major where Bach, with a brief arpeggio, ends the first section... In the second Bach amuses himself with inversions; the soprano takes back the motive in sixteenths, slightly modified... The bass contradicts it in the following measure, inverting the motive... How teasing this inversion is! It surprises the more, since the Fugue which follows is grave and mystical...
In spite of its condensation, this Fugue contains a subject in augmentation and inversion, two stretti, etc., devices generally found in fugues of greater proportions... Its character is inspired by the Magnificats of Pachelbel, precursor of Johann Sebastian and friend of the Bach family... It is Pachelbel who sets the tempo of this Fugue...
3/4'lük ölçüde, canlı ve çabuk (Allegro vivace) tempoda ve altı dakika kadar süren 3.Bölüm (Scherzo) canlı fakat hafif şekilde, yaylıların eşliğindeki üfleme çalgıların belirlediği temayla başlar... Ancak 92 mezür sonra orkestra fortissimo'yla yükselir... Pastoral karakterdeki bir halk dansına benzeyen esrarlı ezgiyi Berlioz, Homeros'un İlyada'sındaki savaşçıların reislerinin mezarı başında yaptıkları cenaze oyununa benzetir... Scherzo'nun Trio bölmesinde üç kornonun duyurduğu neşeli ve basit melodiden sonra üçüncü bölüm (Beethoven'ın ilk büyük senfonik scherzo'su) yine ilk temaya döner ve kısa bir coda ile sonuçlanır...
No.8 - La fille aux cheveux de lin (Lepiska Saçlı Kız) : Si bemol Majör tonda, 3/4'lük ölçüde, çok sakin ve ılımlı anlatımlı (Très calme et doucement expressif) tempodaki parça, 24 Prelüd'ün en tanınmışıdır ve her çalgı için, hattâ orkestra için düzenlemesi yapılmış, ünlü kemancı Heifetz'in yorumuyla geniş kitlelere de ulaşmıştır... Hem içtenlikle doğanın en ince ayrıntısına gösterilen önem yanında, pentatonik sesleri de içeren bu zarif genç kız portresi, Fransız şair Leconte de Lisle'in (1818 -1894) dört İskoç güzelinden söz eden 'İskoç Şarkısı' adlı şiirinden esinlenerek bestelenmiştir... Şiirde söz edilen Melisande'ın kız kardeşi Lepiska Saçlı Kız'ı Debussy 19 yaşında, 1881'de piyano eşliğinde şarkı olarak bestelemiş, 'Kafamda işe yarar her şey burada; siz kendiniz karar verin' sözleriyle hayranlıkla sevdiği Madam Marguerite Vasnier'ye ithaf etmiş, ancak yayımlanmamıştır... Prelüd lirik bir lied formunda, yumuşak legato'lu esnek cümlelerle, çok disiplinli bir armoni ile gerçekleştirilir...
No.9 - La sérénade interrompue (Yarıda Kesilmiş Serenad) : Si bemol minör tonda, 3/8'lik ölçüde, orta canlılıktaki (Modérément animé) tempoda, gitar tınılarını anımsatan şakacı havada, İspanyol ressam Goya'nın sesli bir kapriçyosuna benzer... Debussy'nin İspanyol sevgisini gösteren parça, hafif staccato eşlikte bir şarkı şeklinde, Endülüs renkleriyle, keskin tonalite kontrastlarıyla flamenko ezgilerini de anımsatır ve birden ölmüş gibi kesilir...
neşter
16.06.2009 - 19:38The Beatles - Being For The Benefit Of Mr. K
rené jacobs
16.06.2009 - 19:36SAUL - (Bell, Joshua, Zazzo, René Jacobs & Concerto Köln)
Johann Pachelbel
16.06.2009 - 19:29'The Dead Girl' (2006)
Karen Moncrieff
zodiac
16.06.2009 - 19:27No Reason...
kendime not
16.06.2009 - 19:231706 – Johann Pachelbel, German composer... (b. 1653)
1964 – Laura Harring, Mexican-born American actress...
1875 – Georges Bizet's opera Carmen receives its première at the Opéra Comique of Paris...
1924 – The 1400-year-old Islamic caliphate is abolished when Caliph Abdul Mejid II of the Ottoman Empire is deposed... The last remnant of the old regime gives way to the reformed Turkey of Kemal Atatürk...
1938 – Oil is discovered in Saudi Arabia...
1974 – Turkish Airlines Flight 981 crashes at Ermenonville near Paris, France killing all 346 aboard...
vehmin saltanatı
15.06.2009 - 22:24'Living Hell - Organizm' (2008)
Richard Jefferies
neşter
13.06.2009 - 19:11'Monsieur Verdoux' (1947)
Charles Chaplin
tarihi sözler
08.06.2009 - 20:00'Günün büyük sorunları nutuklar ve çoğunluk kararları ile değil, kan ve demirle çözümlenir.'
Bismarck
chutzpah
07.06.2009 - 18:16'Crash' (1996)
David Cronenberg
rejim
07.06.2009 - 17:50...
rte'nin, İsrail'in Gazze'ye saldırı başlattığı dönemde, kimya sektöründe rakip ülkelerin gümrük vergisi oranlarını yükselterek İsrail'e büyük avantaj sağladığı ortaya çıktı... Plastik hammaddesi polipropilen ithalatı yaptığımız muhtelif ülkeler için gümrük oranlarını yüzde 3'ten yüzde 6,5'a çıkarılırken, İsrail'in sıfır gümrüğüne dokunulmayarak, İsrail kayrılmış, milyonlarca dolarlık alımların bu katillerden yapılması için teşvik sağlanmış olundu...
...
kendime not
07.06.2009 - 17:45- The Warsaw Pact is officially dissolved at a meeting in Prague...
1.7.1991
kendime not
06.06.2009 - 17:48...
An article at The Cauldron: A Pagan Forum makes the following claim while speaking of the previously mentioned remark elsewhere in Magick:
At first glance Crowley seems to be advocating an atrocity, the sacrifice of a child, the bugaboo of witchhunters and anti-Semites everywhere. But in fact he is claiming that the historical legend of child sacrifice, used to persecute so many 'witches' and Jews, veils a sexual formula of self-sacrifice. In a secret document of the IX, the 'blood libel' against the Jews - the story that they celebrate covert rituals employing the blood of sacrificed children - is taken as a statement that certain sects of the Hassidim possess this secret. The early Christians were accused of such practices by the Roman establishment, and the Gnostic Catholic Church considers this to be evidence of a continuity of the sexual secret from the Gnostics.
...
However, Patricia 'Deirdre' MacAlpine approached Crowley on the day of the verdict and offered to bear him a child, whom he named Aleister Ataturk.
...
teknikler ve mistikler
04.06.2009 - 19:21No.7 - Ce qu'a vu le vent d'Quest (Batı Rüzgârının Gördükleri) : Fa diyez minör tonda, 4/4'lük ölçüde, canlı ve gürültülü (Animé et tumultueux) tempodaki prelüd bu dizinin teknik yönden en ilgincidir... Liszt'in dramatik virtüoz stiline yaraşır arpej çağlayanlarıyla, hızlı tremololu ve yarışan akorlu pasajlarla, üstelik bunların ellerin çapraz çalışıyla olağanüstü bir doğa manzarası yaratır gibidir... Ancak Liszt'in stili sadece kısa motifler şeklinde yansır...
kendime not
03.06.2009 - 19:09...
Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. Meryem'in İsa aleyhisselâm'a hamile kalışı anlatılırken, 'Biz ona ruhumuzdan nefh ettik (üfledik) ...' (66/12) buyrulduğu için, İsa aleyhisselâm 'Ruhullah' olarak anılır...
İsa 'Ruhullah' yani Allah'ın Ruh'undan, Allah'ın sıfat ve esmasından veya Ruh-u ilâhî'den anlamında... Aslında bu anlamıyla 'Ruhullah' herkeste mevcuttur... Adem aleyhisselâm'ın yaratılmasından söz edilirken Allah meleklerine 'Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secde edin.' (38/72) şeklinde buyurur... Bu anlamda Ruhullah her insanda vardır... Yani Hz. İsa’nın sahip olduğu ruh ile Mehmet'in veya Ali’nin sahip olduğu ruh arasında temelde fark yoktur... Çünkü Ruh Tek'tir ve her yaratılanın hayatiyeti O Tek Ruh'tandır...
Ancak Cenab–ı Hak, bunu, Hz. Meryem’e vasıtasız (babası olmadan) nefha etti (üfledi, yani bilinç boyutundan / meleki boyuttan geleni madde aleminde açığa çıkardı) . Vasıta beşer bir baba değil, bir meleki kuvvetti, ki O Cebrail isimli elçi melekti... Melek, salt bilincin kuvveleriyle varolan anlamındadır... Melekler, Allah'a ait kuvvelerin saf bir biçimde bulunduğu, sadece Allah emri ile hiç bir irade koymaksızın güçlerini kullanmak üzere yaratılmışlardır... Bu sebeple melekler doğrudan katışıksız Allah elçisidir...
Mutasavvıflara göre Cebrail isimiyle yaratılan meleğin hayatiyet kaynağı Ruh-ül Kuds'tür (Kudsi Ruh / Kutsal Ruh) . Ruh-ül Kuds de Evrensel Ruh olan Ruh-u Âzam'dandır... Ruh-u Âzam'da potansiyel olarak bulunan bilincin kuvveleri, hayatiyeti, galaktik yapılarda açığa çıkınca Ruh-ül Kuds ismini alır...
Bunun holografik evren gerçeğine göre de, yıldız sistemlerindeki hayatiyet de galaksidekinin bir mikro örneğidir... Yani yıldız sistemleri de böyle tek bir hayatiyet kaynağından gelir ve O Ruh'un mikro modelidir, yani Ruh-ül Kuds'tür bir anlamda... İşte bizlerde bulunan hayatiyet, yani ruh'un kaynağı da aynıdır... Bu anlamda hepimiz aynı, Tek Ruh'tan hayatiyetimizi aldık...
Ancak bilince ait kuvveleri taşıyan bu hayatiyet / ruh, size veya bana babalarımız vasıtasıyla geldi... Yani sperm hücresiyle... Yani bizdeki beşeriyet anamızdan, melekiyet babamızdandır...
Ruh, sperm hücresinin potansiyelindeki hayatiyettir (Allah sıfat ve esmasından kaynaklanan hayatiyet / bilinç) , ki o da cenin 120. güne eriştiğinde aktive edilir...
Vasıtalı veya vasıtasız olması arasındaki fark da şudur... Melekle gelende hiç bir irade bulunmaz, saf olarak Allah'ın emriyle gelendir... Baba vasıtasıyla gelende ise, durum başkadır... Baba o spermi anneye yollarken bir beşeri düşünce taşıyordu... O spermi kendi beşeri düşüncesiyle yada başka bir ifadeyle birim nefsinden kaynaklanan düşünceyle, tabiatının arzusunu da katarak anneye verdi... Aradaki fark budur düşünceme göre...
Bu fark, İsa aleyhisselâm'ın da tüm beşer gibi yaratılmış bir mahluk ve bizim gibi beşer olduğu gerçeğini değiştirmese de, O'na bazı ayrıcalıklı özellikler vermiştir... Bizlerin babalarından sperm yoluyla gelen ruh (hayatiyet) , babalarımızın bedeninde madde aleminin (süfli boyutların) enerjilerinden ve babanın bilincinin saf olmayışından etkilendi...
İsa aleyhisselâm'ın ki ise bir melek vasıtasıyla doğrudan Allah'tan idi... Bu sebeple madde alemine ait kuvvelerden etkilenmedi, olabildiğince saftı... Bu sebeple Allah sıfat ve esmalarından oluşan hayatiyet / ruh, İsâ aleyhisselâm'da tüm saflığıyla açığa çıktı... Bu sebeple daha beşikteyken konuştu; çamurdan yaptığı kuşa üflediğinde, o suret hayat buldu; amayı ve abraşı şifaya kavuşturdu; ölüyü diriltti... Bu konuyu biraz daha açalım...
Bizlerde babadan ve anadan gelen bir biçimde beşeriyet ağır basarken, İsa'daki beşeriyet (madde aleminin hatırasını taşıyan hayatiyet / bilinç) sadece anasındandı... Bu sebeple O'nun varlığında meleki yan (Ruh-ül Kuds) bizlerdekinden daha ağır basıyordu... Meleki yan ise, bir anlamda bilinç boyutunun özellikleri daha ağır basıyor anlamına gelir... Ya da saf olarak bilincin kuvveleriyle yaşıyor anlamında...
İşte bu sebeple hayalinde oluşturduğu suretlere kolaylıkla hayat verip, madde alemine getirebiliyordu... Saf bilincin kuvveleriyle yaşayan, hikmet aleminde değil de kudret aleminde yaşıyor gibidir... O tıpkı cennet yaşamında olduğu gibi, hayal ettiği surete hayat verebilir... Her birimiz için cennet yaşamı da böyle olacaktır... Çünkü madde beden tabiatının oluşturduğu beşeriyet o boyutta olmayacaktır...
Bu durum İsa için doğuştan olmasına rağmen, eğer herhangi bir kişide beşeri yan, birim nefs ve madde alemine ait bedenin tabiatının baskın özellikleri zayıflar ve meleki yanı kuvvetlenirse, o kişide de tıpkı İsa'nın varlığında ağır basan meleki özellikler ağır basar, yani bilincin kuvveleriyle yaşamaya başlar... Yani ölmeden önce de bu durumu yaşayabilir ehlinin dediğine göre...
Tasavvufta bu duruma, kişiye özel 'İsa'nın inişiyle kopan kıyamet' denir... Başka bir anlatımla, bir kişinin nefsi birimsellikten kurtulup, o kişide beden tabiatının getirdiği baskın özellikler kontrol altına alınırsa, tasavvufi terimle, o kişinin İsa'sı inmiştir...
Eğer seyreden seyreden gizli ikiliğine dair varlık vehmi de tamamen kalkarsa, kıyameti kopmuştur... (İsa bir süre yeryüzünde / bedende yaşar, kıyamet sonra kopar) Yani o kişi beden tabiatının kontrolünde değildir, hattâ sonunda kıyametin kopuşuyla varlık olduğuna dair vehim dahi kalkar ve tamamen mutlak BEN'e ait bilincin kuvveleriyle yaşamaya başlar artık...
Yine tasavvufi olarak kişinin deccalinin çıkması da şudur: Kişi hakikat ilmini aldığında varlığının ilahi kaynağını öğrenir, yani kendindeki ilahi kuvvelerin varlığının farkına varır... Fakat müşahadesi eksiktir... Çünkü enfüsi müşahadesini tamamlamış, ama afâki müşahadesi eksik kalmıştır...
Yani kendindeki ilahi kuvveleri farketmiş, ama diğer yaratılanlarda da varolan bu gerçeği farkedememiştir... Sadece kendinde müşahade edip farkına vardığı bu gerçeği hazmedemez ve kendini seyrettiği alemin rabbı, efendisi zannetmeye başlar... Bu sebeple hiç bir kural tanımaz, hiç bir yükümlülük kabul etmez ve dilediği gibi yaşamaya başlar... Bu yaşam da kişinin beşeri yanını daha da güçlendirir... Yani kişideki madde beden tabiatı ve birim nefs baskısı tamamen kontrolden çıkar ve bu şekilde yaşamaya başlar...
Diğer bir anlamda, kişinin meleki yanı zayıflar ve bilincin kuvveleriyle yaşamdan büsbütün uzaklaşır... Eğer bu haldeyken, Allah'ın lutfu erişir de afâki müşahadesini de tamamlarsa, kurtulur... Tasavvufi anlayışla o kişinin İsa'sı inince deccali ölür...
Yukarıda anlattığımız tasavvufi açıdan nefs deccali konusuydu...
Bir de bildiğimiz anlamda Deccal var biliyorsunuz... Yukarıda anlattığımıza benzer bir durum vardır Deccal'de de...
Deccal, Allah'ın lutfu erişmemiş ve öylece zannı (gerçekle alakası olmayan inanışı) içinde kalmış bir kişi olacak...
Allah hidayet ve lütfunun ona erişmemesindeki en büyük etken ise, Deccal'in körlüğüdür... Deccal'i körleştiren ise, kendisinde doğuştan esma terkibinde ağırlıklı olarak bulunan kudrettir...
Yani kudreti oluşturan isimler Deccal'in terkibi yapısında ağırlıklı olarak bulunduğu için, çok büyük kerametler gösterebilecektir... Fakat bu kerametler, İsa'daki gibi meleki yanın ağır basmasından ve dolayısıyla bilincin kuvveleriyle yaşamasından kaynaklanmaz...
Sadece doğuştan kudreti oluşturan esmaların, yapısında daha ağırlıklı olmasından kaynaklanır... Hepimizin esma (mânâ) terkibi bulunur ve bu terkipte bazı esmalar (mânâlar) daha ağırlıklıdır... Deccal'deki büyük güç ve kudreti bu mânâlar oluşturur, meleki yanın kuvvetli olması değil...
Fakat o, bu gücün kaynağını ilmi yeterli olmadığı için kavrayamaz; çünkü basireti kördür, ki Deccal'in sağ gözü kör olması basireti gör, ilmi yetersiz, kavrayışı eksik anlamındadır... Bunu biraz daha açalım...
Deccal kendindeki kudretin meleki yanın ağır basmasından değil de doğuştan, terkibi yanından geldiğini anlayamaz... İlmi de halini görmeye yetmediği için, bu gücün verdiği üstünlük hissiyle nefsi iyice kabarır ve hakikati görmekten büsbütün perdelenir...
Deccal'in sağ gözünün körlüğü basiretinin körlüğüne de işaret eder, ama ondaki bu basiret körlüğüne sebep de kendindeki bu esma kaynaklı büyük güçtür bir bakıma...
Bu öyle büyük bir güçtür, ki perde olmaktan çıkmıştır... Çünkü perde çekilip ortadan kalkar, ama ondaki bu büyük kudret gerçeği görmesine perde değil bir engeldir... Çünkü bir beşer doğuştan böylesi güçlerle yaşarken kendisiyle ilgili gerçeği görmesi imkânsızdır... Hiç bir arınma süreci yaşamadan bu güçlere kavuşan birine kimse de yardım edemez artık...
İşte bu sebeple, bu üstün gücün oluşturduğu zan, bir gün kalkacak bir perde değil, ebedi bir engeldir, körlüktür... Bu sebeple Deccal kendini rab zannetmeye başlar ve herkesi kendine tapmaya çağırır... Veya kimine ben İsa Mesih'im der, kimine Mehdi'yim der, kimine de İlah olduğunu iddia eder...
Herkesin kafasındaki kutsal kabulüne bir şekilde yerleşmeye çalışır... İlmi yeterli olmayıp bu gerçekleri farkedemeyenler de ona inanır...
Oysa birim nefsi ve tabiatı oldukça ağır basan birinin meleki boyuttan nasibi olmayacağını bilen biri onun kerametlerine de, kutsallık ve ilahlık iddiasına da aldanmaz...
Ayrıca ilmi olan yine bilir, ki bir kişide İsa gibi meleki yanı ağır bassa dahi (Allah'a ait sıfat ve esmayla, yani bilincin kuvveleriyle yaşasa dahi) hiç kimse alemlerin rabbi Allah olamaz, çünkü Allah alemlerden Gani'dir... Alemde her ne var ise, O'nun yarattığı bir mahluktur ancak...
Deccal'i sadece İsa aleyhisselâm'ın öldürecek olmasının sebebi de, yukarıda anlattığımız gibi, O'nun yapısındaki bu ağırlıklı meleki özelliklere bağlı kudrettir... Bilincin kuvvelerinden olan kudret bu kadar saf bir biçimde, yeryüzündeki beşer arasında sadece Meryem oğlu İsa'da açığa çıkmıştır...
Sadece anadan aldığı beşeri özellikler zayıf kaldığı için, O ilahi kuvvelerle yaşamıştır aramızdayken...
O'ndaki kudret, bilinç boyutundan (sıfat boyutundan) kaynaklandığı için, Deccal'den çok daha üstün ve güçlüdür... Bu sebeple Deccal'i de sadece O öldürebilecektir... Enbiyadan bir başkası değil de İsa olmasının sebebi de budur...
Yani İsa'daki beşeriyetin, meleki özelliklerinin yanında zayıf kalmasına bağlı olarak açığa çıkan kudret dolayısıyladır... Keza O'nun semaya refh edilişi ve tekrar madde boyutuna inecek olması da, bu ilahi kuvvelerle yaratılmasından kaynaklanır ehlinin dediğine göre...
İlâhi evrensel senaryoda bu olayla bizlere anlatılan ve idrak etmemiz istenen gerçek de yukarıda anlattıklarımın tümüdür düşünceme göre...
Yoksa hiç bir olay sebepsiz meydana gelmez... Bu sebeple umarım konuyu tam manasıyla idrak edebiliriz... Umarım yeryüzünün en büyük fitnesi olan Deccal'den Allah'ın lutfuyla korunabiliriz... Ve yine umarım nefs deccali çıkanlara Allah ruhundan üfler de (İsa iner de) kurtulur...
...
büyü
02.06.2009 - 16:55Canon alla Duodecima in Contrapunto alla Quinta, temanın değişik bir çeşitlemesiyle girer... Üçleme figürlerinin kullanıldığı ilk ölçünün ardından esas temayı anımsatan karakter ağır basar... Kanon onikinci dereceden girer (duodecima, beşlinin oktavı) .
Canon per Augmentationem in Contrario Motu, ters hareketlerin ve nota değerlerinin büyütülerek kullanıldığı bir parçadır... Alt ses, önceden başlayan üst partiye iki misli değerdeki notalardan oluşmuş bir temayla cevap verir...
Tüm eserin finalinde yer alan dört temalı füg taslağı, ilk baskıda 'Fuga a 3 Soggetti' olarak yer almıştır... Bach burada kullandığı üç yeni temayı önce teker teker işlemiştir... Temalardan sonuncusu bestecinin adıyla başlar... Bu aynı zamanda parçada kromatik yazıyı kullanmayı sağlayacak ve böylece yeni renkleri de beraberinde getirecektir... Ancak bu üç temanın birlikte nasıl işleneceği ve yapının nasıl dört temalı füg şeklini alacağına dair ne yazık ki elimizde hiçbir bilgi yok... Büyük olasılıkla eserin en başındaki temanın ilk şekliyle parçanın sonunda, dördüncü tema olarak fügün içine katılması gerekiyordu...
kendime not
02.06.2009 - 16:46...
228 kişi taşıyan uçak saatlerdir aranıyor ama bulunamıyor...
Brezilya'nın Rio de Janeiro jentinden Paris'e gitmek üzere havalanan Airbus A-330 tipi yolcu uçağı önce radardan kayboldu ve kalkışından 3 buçuk saat sonra da bağlantı tamamıyla kesildi...
Paris'e inmesi beklenen uçakla bağlantının, Brezilya'nın kuzeydoğusundaki Fernando de Noronha adası yakınlarında kesildiği bildirildi...
...
Bugüne dek pek çok konser veren 37 yaşındaki Necipoğlu, çok sayıda burs ve ödül sahibi idi...
Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı bölümünde öğretim görevlisi olan Fatma Ceren Necipoğlu, konser vermek için gittiği Brezilya'dan dönüyordu...
...
İnfirat
01.06.2009 - 18:44Laß, o Welt, o laß mich sein!
Locket nicht mit Liebesgaben,
Laßt dies Herz alleine haben
Seine Wonne, seine Pein!
Was ich traure, weiß ich nicht,
Es ist unbekanntes Wehe;
Immerdar durch Tränen sehe
Ich der Sonne liebes Licht.
Oft bin ich mir kaum bewußt,
Und die helle Freude zücket
Durch die Schwere, [die]1 mich drücket,
Wonniglich in meiner Brust.
Laß, o Welt, o laß mich sein!
Locket nicht mit Liebesgaben,
Laßt dies Herz alleine haben
Seine Wonne, seine Pein!
henriette
01.06.2009 - 18:33...
Çok sonra, 1891'de yayımlanan bu şarkıda, o çağın süslemeleriyle güneş batımında gül rengi ırmağın sakin ve dinlendirici görüntüsü, yaz aylarında mısır tarlaları üzerinde esen meltem canlandırılır... Massenet ile olan lirik bağlantı da özellikle bitimde, ölümün nostaljik ihtarıyla belirir:
'Beau soir lorsque au soleil...' diye başlayan ve 'Car nous nous en allons / Comme s'en va cette onde / Elle à la mer - nous au tombeau' (Bu dalganın gittiği gibi / Biz de gidiyoruz / O denize - biz ise mezara) sözleriyle sona eren bu şarkıda piyanonun girişinde beliren Mi Majör ve Sol minör karşıtlığı, şiirin havası üzerine bir ön ihtar gibi yansır; aradaki ayrıntıları ise şarkıcı doldurur... Sondan bir önceki artmış akor ise Tombeau (Mezar) sözcüğünü vurgular... Beau Soir şarkısını, piyano eşliğinde kemana, ünlü kemancı Jasha Heifetz uygulamış ve enstrümantal bir kimlik kazandırmıştır...
girye vü zâr
01.06.2009 - 18:32Yasemin Kumral - Ölüm Ayrılık Değil...
well tempered clavier
01.06.2009 - 18:30Prelude and Fugue II in C Minor
Prelude II is written entirely in two voices and reminds us of The Inventions... It is divided into two parts by a double bar... The soprano states a motive in sixteenths sustained by a bass of light eighths... This motive is imitated from the second measure on by the bass, while the light eighths go over to the soprano... A chain of progressions follows with mordents which should be played rapidly and lightly without encumbering the passage work... Modulations lead on to the relative major where Bach, with a brief arpeggio, ends the first section... In the second Bach amuses himself with inversions; the soprano takes back the motive in sixteenths, slightly modified... The bass contradicts it in the following measure, inverting the motive... How teasing this inversion is! It surprises the more, since the Fugue which follows is grave and mystical...
In spite of its condensation, this Fugue contains a subject in augmentation and inversion, two stretti, etc., devices generally found in fugues of greater proportions... Its character is inspired by the Magnificats of Pachelbel, precursor of Johann Sebastian and friend of the Bach family... It is Pachelbel who sets the tempo of this Fugue...
kült film
31.05.2009 - 18:37'Offret' (1986)
Andrei Tarkovsky
lost
31.05.2009 - 18:36...
3/4'lük ölçüde, canlı ve çabuk (Allegro vivace) tempoda ve altı dakika kadar süren 3.Bölüm (Scherzo) canlı fakat hafif şekilde, yaylıların eşliğindeki üfleme çalgıların belirlediği temayla başlar... Ancak 92 mezür sonra orkestra fortissimo'yla yükselir... Pastoral karakterdeki bir halk dansına benzeyen esrarlı ezgiyi Berlioz, Homeros'un İlyada'sındaki savaşçıların reislerinin mezarı başında yaptıkları cenaze oyununa benzetir... Scherzo'nun Trio bölmesinde üç kornonun duyurduğu neşeli ve basit melodiden sonra üçüncü bölüm (Beethoven'ın ilk büyük senfonik scherzo'su) yine ilk temaya döner ve kısa bir coda ile sonuçlanır...
...
kendime not
31.05.2009 - 18:35- Battle of Djerba
9-14.5.1560
teknikler ve mistikler
31.05.2009 - 18:29No.8 - La fille aux cheveux de lin (Lepiska Saçlı Kız) : Si bemol Majör tonda, 3/4'lük ölçüde, çok sakin ve ılımlı anlatımlı (Très calme et doucement expressif) tempodaki parça, 24 Prelüd'ün en tanınmışıdır ve her çalgı için, hattâ orkestra için düzenlemesi yapılmış, ünlü kemancı Heifetz'in yorumuyla geniş kitlelere de ulaşmıştır... Hem içtenlikle doğanın en ince ayrıntısına gösterilen önem yanında, pentatonik sesleri de içeren bu zarif genç kız portresi, Fransız şair Leconte de Lisle'in (1818 -1894) dört İskoç güzelinden söz eden 'İskoç Şarkısı' adlı şiirinden esinlenerek bestelenmiştir... Şiirde söz edilen Melisande'ın kız kardeşi Lepiska Saçlı Kız'ı Debussy 19 yaşında, 1881'de piyano eşliğinde şarkı olarak bestelemiş, 'Kafamda işe yarar her şey burada; siz kendiniz karar verin' sözleriyle hayranlıkla sevdiği Madam Marguerite Vasnier'ye ithaf etmiş, ancak yayımlanmamıştır... Prelüd lirik bir lied formunda, yumuşak legato'lu esnek cümlelerle, çok disiplinli bir armoni ile gerçekleştirilir...
No.9 - La sérénade interrompue (Yarıda Kesilmiş Serenad) : Si bemol minör tonda, 3/8'lik ölçüde, orta canlılıktaki (Modérément animé) tempoda, gitar tınılarını anımsatan şakacı havada, İspanyol ressam Goya'nın sesli bir kapriçyosuna benzer... Debussy'nin İspanyol sevgisini gösteren parça, hafif staccato eşlikte bir şarkı şeklinde, Endülüs renkleriyle, keskin tonalite kontrastlarıyla flamenko ezgilerini de anımsatır ve birden ölmüş gibi kesilir...
Toplam 3989 mesaj bulundu