Fatih Yılmaz Adlı Üyenin Nedir Yazıları - Ant ...

  • cast

    03.09.2010 - 19:01

    'Scenes from a Marriage' (1973)

    Ingmar Bergman

  • neşter

    01.09.2010 - 18:52

    ...

    - İsveç’e gitme sebebinizle başlayalım...

    - 1978 senesinde İsveç’e okumaya gittim... Okuldan sonra lokanta işletmeye başladım... Lokantacılığın yanı sıra, ırk ayrımı gözetmeden İsveç’teki göçmenlerin sorunlarıyla ilgileniyordum... Irkçılığa karşı...

    - İsveç’te ırkçılık yaygın mı?

    - İsveç’in temelinde ırkçılık ve İslâm düşmanlığı vardır... Biz de buna karşı göçmenlerin örgütlenmesi yolunda öncülük etmeye çalıştık...

    - Zihin kontrolüne tâbi tutulmanız bu süreçte mi başladı?

    - Irkçılığa karşı faaliyetlerde önde olmam İsveç devletini rahatsız etti... Bölgenin, 80 bin tirajlı yerel gazetesinden, “Irkçılığı kıran adam” diye benle röportaj yapmaya geldiler... Gazetecilere, “Beni hedef göstermiş olursunuz” diyerek röportaj isteklerini kabul etmedim... Lokanta müşterilerimden bir polis, İsveç devletinin faaliyetlerimden duyduğu rahatsızlığı dile getirdikten sonra “Seni buzun altına götürecekler” dedi...

    - Tehdit etmek için mi gelmiş?

    - Yok, bir dost olarak uyarmaya gelmiş...

    - Dostunuz olan polisin, “Seni buzun altına götürecekler” dediğinde sizin cevabınız ne oldu?

    - Bunun için bir sebeb olmadığını, vergimi verdiğimi, kanun dışı bir şey yapmadığımı söyledim... O da bana, “Bak göreceğiz” dedi...

    - Dediği çıktı!

    - Evet... 29 Nisan 1991 tarihinde, Göteborg şehrinde 3 arkadaşımla bir lokantada yemek yerken, İsveç gizli servisi tarafından gözaltına alındım... Beni Göteborg Polis Merkezi’ne götürdüler... İfadem alınmadan beni hücreye koydular... Tam yatağa uzanacağım, hücrenin bir tarafından “yavru yavru yükseklerden uçarsın kuma kuşu” türküsü, bir taraftan da “analarıyla cinsel ilişki kurmuş Türkler’den ve Yahudîler’den bıktık; hepinizi kudurta kudurta geberteceğiz” şeklinde küfürler içeren yayınlar başladı... Hemen “Allah Allah” diyerek ayağa fırladım... İlk önce kendimle dalga geçtim; delirdim diye... Ama kendimi iyi tanıyorum, psikolojik bir sorunum yok... Yapılan yayınları kulaktan duymuyorum! Bunları düşünürken yayınların yerleri değişti; nokta yayını yapıyorlar... Aklıma lazerin göz ameliyatlarında kullanılması geldi ve dünya için “Eyvah! ” dedim...

    - Niçin?

    - Çünkü lazer, istenilen noktalara, istenilen güç ve oranda hiç hata yapmadan gönderilebiliyor; yani kontrol edilebilir bir enerji parçası... İnsanların beynini lazerle...

    - Sizin zihin kontrolü hakkında daha önce bilginiz var mıydı?

    - Hiçbir bilgim yoktu...

    - O gece yayın sürekli devam etti mi?

    - Belli bir süre sonra uyudum... Sabah kalktığımda, gece gördüğüm rüya için “Bu rüya bana ait değil” dedim... Ve bunların elinde rüyaları kontrol edebilen bir alet olduğunu anladım...

    - Rüyanın size ait olmadığına nasıl kanaat getirdiniz?

    - Dünyada en iyi kimi tanırım; kendimi! Rüya bana ait değildi, bundan emindim... Serbest bırakıldıktan sonra, İsveç emniyetinde görevli olan bir doktor tanıdığıma bunu anlattığımda bana, “Sen kimsin, bunu nasıl çözdün? Evet bizde bu tür aletler var” dedi... Hücrede, ellerinde rüyayı kontrol edebilen alet olduğunu çözdüm ama aklıma ellerinde zihni kontrol edebilen bir alet olduğu gelmedi...

    - Niçin gözaltına alındığınızı söylediler mi?

    - Sabah kahvaltıyı getirenler “bir sıkıntın var mı” diye sordular... Onlara akşam yaşadıklarımı anlatmadım... Sabah 8’de üst kata çıkardılar... İfademi alacak olan polis müfettişi Ake Petterson’u, 1979-80’de okuldan tanıyordum... Ona niçin gözaltına alındığımı sorunca, yanımda çalışan bir işçiyi telefonla tehdit ettiğimi söyledi... Kimseyi tehdit etmediğimi söyleyince bana telesekreter kaydını dinlettirdi... Evet, ses benimdi ama konuşmada anlamını bilmediğim bir kelime kullanıyordum... Petterson’a, “Anlamını bilmediğim kelimeyi nasıl kullanırım” diye sordum... Konuşmayı tekrar dinledi ve “Anlamını bilmediğin kelime yalnızca yazı dilinde ve yazışmalarda kullanılır” dedi ve “Senin hiçbir suçun yok, savcılıkta serbest bırakırlar” diye de ekledi... O zaman anladım ki, bunlar insan sesi taklid etmede çok marifetliler... İfadeden sonra beni tekrar hücreye götürdüler...

    - Savcılığa çıkarmadılar mı?

    - Kendisini tutukevi asistanı olarak tanıtan birisi hücreme gelip, bir ihtiyacımın olup olmadığını sordu... Ben de kendisine, gayet iyi olduğumu, rahatımın yerinde olduğunu söyledim... Çıkarken hücrede bulunan gözaltı kâğıdımı alıp gitti... Böylece o gün savcılığa çıkmam engellenmiş oldu... Ertesi gün de 1 Mayıs; İsveç’de resmî tatil... 1 Mayıs’ta çıkartıldığım nöbetçi mahkeme gözaltı süremi, mahkemenin olacağı 15 Mayıs’a kadar uzattı... O gün beni başka bir hücreye naklettiler...

    - Yeni hücrede yayınlar arttı mı?

    - 24 saat kesintisiz ana dilimde yayın yapıyorlardı...

    - Hep hakaret içerikli mi?

    - Genellikle... En sevdiğim Türkçe müzikleri çalıyorlar; Ankara Polis Radyosunun yayınlarını dinlettiriyorlardı... Benle sohbet etmek istiyorlardı...

    - En sevdiğiniz müzikleri biliyorlardı?

    - Evet.

    - Niçin en sevdiğiniz müzikleri dinlettiriyorlardı?

    - Sebebini söyleyeceğim ama o bahse gelmeden önce anlatacağım başka şeyler var...

    - Buyrun.

    - 30 Nisan akşamı yapılan yayında, Götaland’da silâhla yakalandığımı, tatbikat için Götaland’a götürüleceğimi ve orada öldüreceklerini söylediler... 2 Mayıs akşamı televizyonda 19.20 Götaland haberlerini (İsveç’te akşam ana haber saatinden on dakika önce bölgesel haberler yayınlanır) izlerken, bir muhabir bir parkın içerisindeki ağaçlık yeri göstererek, yabancı bir erkeğe ait cesed bulunduğunu anlatırken tarif ettiği cesed ve cesede ait olan giysiler ve giysilerin markaları tıpatıp bana uyuyordu! 3 Mayıs günü hücreme yaptıkları yayınlarda ırkçı hakaretler ve beni öldürme tehditleri artınca bende radyoyu sonuna kadar açıp işkencecilere sövmeye başladım... Bir anda radyo yayını kesildi ve işkenceciler radyodan, onlara ettiğim küfürleri yayınladılar... Böylece 2 Mayıs’taki televizyon haberinin bunlar tarafından hazırlandığını anladım...

    - Küfürleri sizin sesinizle mi yayınladılar?

    - Evet... İşkenceciler, sesi çıkış noktasında bloke edip konuşan insanın ses tonunun aynısından, konuşmaların içeriklerini kendi istedikleri gibi değiştirerek insanlara aktarabiliyorlardı...

    - İşkenceciler yayın dışında sizi rahatsız etmek için ne yapıyorlardı?

    - Vücudumun çeşitli yerlerine lazer ışını yolluyorlardı... Lazer saldırısına ve yayınlara karşı içimden “Hasbunallahu ve nimel vekil” diyerek nefes alıp veriyordum; bunun çok faydasını gördüm...

    - Sizi öldürmeye yönelik bir teşebbüsleri oldu mu?

    - Bilinen işkence yöntemleri dışında öldürmeye yönelik fiili bir saldırı olmadı... Zaten zihin saldırısı yanında Filistin askısının, falakanın lafı bile olmaz... Beyne falaka çekiyorlar! Lazer saldırısıyla birlikte ellerimin derisi dökülmeye başladı...

    - Vücudunuzda yanma oluyor muydu?

    - Yanma yok ama belimi oynatamıyordum, kamburum çıkmıştı... Beni felç etmek için özellikle omuriliğime saldırıyorlardı; bunu da sonradan örendim... Öldüğüme yönelik televizyondan yaptıkları haberden sonra yayınlarda, “Ailene senin öldüğünü söyledik” dediler ve anne-babamın ağlama seslerini verdiler...

    - Anne-babanızın sesini taklid mi ediyorlardı?

    - Hayır... Anladığım kadarıyla, daha önceden annemle ve babamla yaptığım telefon görüşmelerini kaydetmişler...

    - Verilen yemeklerde bir tuhaflık hissediyor muydunuz?

    - Yok. Yalnız 4 Mayıs akşamı verilen yemeği yedikten sonra rahatsızlandım ve sabaha kadar uyuyamadım... Tahminimce yemeğin içine sinir bozucu ilâçlar koymuşlardı... Sabah olunca, uykusuz hâlde hücrede, içimden “Hasbunallahu ve nimel vekil” diyerek volta atıyordum... Bu esnada bana “senin kilit kelimeni çözdük” dediler... Ben, acaba söylerken dudaklarım mı kımıldadı diye düşünürken onlar, “Yok yok, delirdin o… çocuğu” dediler... Aklımdan geçen düşünceye cevab verdiler! Ben de düşünce yoluyla, “o… çocuğu sizsiniz! Düşüncelerimi konuşma hâline getiriyorsunuz” dedim... Hücredeki cama doğru yürürken aklıma, bunların rüyalarımı da yönlendirdikleri geldi... Ani refleksle yatağı yaktım ve üzerine çıkıp tepinmeye başladım... Hastaneye gitmek için deli numarası yapıyordum...

    - Hastaneye götürdüler mi?

    - Hastaneye götürmeden önce beni küçük bir odaya aldılar ve dışarıdan getirdikleri dazlaklara, beysbol sopalarıyla dövdürdüler... Daha sonrada, ellerim arkadan kelepçeli ve yüzüstü polis piketine yatırılarak Lilhagen Hastanesi’ne götürüldüm... Hastaneye arka kapıdan soktular ve odada iki kişi vardı...

    - Sizi bekliyorlardı...

    - Evet; bir erkek, bir bayan... Erkeğin elinde yarım eldiven vardı... Ensemi ovmaya başladı... Bu sırada polis arabasında olan istihbaratçı, “bunu arabada öldüremedik, burada öldüreceğiz ama kovanları ne yapacağız” dedi... Onlara, “hücreme yaptığınız yayınlar çok güzeldi” dedim... Daha önce hiçbir şekilde onlara yayınlardan bahsetmemiştim... İstihbaratçı, “şimdi yayın var mı” diye sordu... Ben, “evet, var” deyince, yarım eldivenli olan adam sırıttı... Odadaki kadın, elinde beyaz sıvıyı bana uzatarak, “iç” dedi... “İçmem” deyince istihbaratçı silâhını ağzıma sokarak, “içeceksin” dedi... İçmemekte ısrar ettim... Ölümden korkmadığımı söyledim... “O zaman iğne vururuz” dediler... İğneden tiksindiğim için verilen sıvıyı içtim...

    - Sıvıyı içince ne oldu?

    - Kendimden geçmişim... Gece uyandım... Uyandığımda bir sürü aletin bana bağlı olduğunu gördüm... Odanın içinde bulunan kişilere, “siz kimsiniz” diye soracağım ama konuşamıyorum... Konuşma yeteneğimi kaybetmişim... Umursamadım, tekrar uyudum... Sabah uyandığımda odada iki genç vardı... Konuşabiliyordum; “Telefon etmek istiyorum” dedim... Kabul etmediler... Hastanede ne doktor, ne hemşire görmeden beni çıkardılar...

    - Yayın devam ediyor muydu?

    - Aralıksız yayın devam ediyordu...

    - Hastanede kaç gün kaldınız?

    - 2 gün.

    - Gerek hücrede gerek hastanede olsun, yapılan yayınları duyuyor muydunuz yoksa?

    - Duymak yok... Yayınlar, sanki ben düşünüyormuşum şeklindeydi... Yayınlar direk beyne veriliyordu... Hastanede en çok dikkati çeken şey, 2 İranlıydı... Tipleri tam Farslı tipiydi... Bir tanesi bana ismimle hitab edib, “niye yemek yemiyorsun” dedi... Şimdiye kadar beni kimseyle görüştürmeyenler niye İranlılarla görüştürmüşlerdi diye hâlâ düşünüyorum...

    - Niye olduğunu çözemediniz mi?

    - Çözemedim... İsveç istihbaratının elemanları beni hastaneden çıkartıp cezaevine götürürken daha enteresan bir şey oldu... Arabayla giderken kırmızı ışık yandı... O sırada bisiklete binmiş çarşaflı bir kadın arabaya yaklaştı...

    - Bisiklete binmiş çarşaflı bir kadın!

    - Evet. Yüzü seçilebiliyordu... İstihbarat elemanlarıyla bir şey konuşup gitti... Daha sonra bu kadını hapishanede gardiyan olarak gördüm!

    - Niye böyle bir mizansen hazırlama gereği hissetmiş olabilirler?

    - Hem bana hem de daha sonra yaşadıklarımı anlatacağım kişilere, halüsinasyon gördüğüme inandırmak için... Bakınız, bana işkence yapan kadınlardan birisi, İsveç televizyonunun 2. kanalında çocuk programı yapıyordu!

    - Kadınlar da mı giriyordu işkenceye?

    - Evet! Zihin kontrolü ekib işi... Zihin kontrolü yapılacak 1 kişi için 20-25 kişilik ekib gerekiyor... Beni camdan aşağı sarkıttılar... Sonrada “öldün” diyerek tabuta soktular ve bana seyrettirdiler... Camdan sarkıtmadan önce Kur’an-ı Kerîm ve Türk bayrağını getirdiler; üzerlerine işemem için... Kabul etmeyince camdan sarkıttılar... Tüm bunları korkutmak için yapıyorlar... Mevzu tamamen psikolojik... Korkmadınmı, yapılan hakaretlere karşılık verdinmi ve yayınları dinlememeye çalıştınmı zihin kontrolcüler başarılı olamıyorlar... Allah’a inanacaksın ve O’na teslim oldunmu bunlar başarısız olur... Sevdiğim müzikleri yayınlamalarının sebebi de, yayınları dinlememi sağlamak... 15 Mayıs’ta olması gereken mahkeme, beni istedikleri şekle sokamayınca gözaltı süresi uzattılar... 21 Mayıs’ta mahkemeye çıktım...

    - 29 Nisan’da gözaltına alınıyorsunuz ve 21 Mayıs’ta mahkemeye çıkartılıyorsunuz; neredeyse 1 ay gibi uzun bir süre... Sizi hiç arayan soran olmadı mı veya olmamış mı?

    - Beni daha önce uyaran polis dostum, arkadaşlarıma, “öldürecekler, mahkemeye dilekçe verin” demiş... Arkadaşlarım da dilekçeyi vermişler... Dilekçe sebebiyle beni infaz edememişler...

    - Mahkemede neler yaşadınız?

    - Mahkemede de yayın devam etti... Bana kurulan tezgâh orada da sürdü; berat etmem gerekirken şartlı tahliye edildim... Yaşadıklarımı anlattığım arkadaşım Hasan Hüseyin’in yaptığı araştırma sonucu, İsveç’te bu yöntemle Türk, Kürt ve Arab 15 kişiyi delirttiklerini öğrendim...

    - Tahliye olduktan sonra yayın devam etti mi?

    - Etti ve hâlâ ediyor!

    - Türkiye’de de mi?

    - Türkiye’de de... Sizle görüşmeden 2 gün önce Merter’de lazer saldırısına uğradım... Yanımda olan eşim, korkudan 1 saat konuşamadı... Bana gelen bir MİT mensubu, “Evine giren çıkan belli değil, çıkar çevrelerine dikkat et; kendini koru” dedi... Eşim de, “Bu adam tek başına nasıl kendini koruyacak? '

    - Siz ne güne duruyorsunuz...

    - Evet.

    - MİT ve Emniyet yardımcı olmadı mı?

    - Onlardan, “Bıraksın bu işleri” diye haber geliyor...

    - Niçin bu kadar üzerinizde duruyorlar? İsveç’teki doktor gibi sorarsak, siz kimsiniz?

    - İsveç’te bu operasyonu kime yaptıysalar sonuca ulaşmışlar; ben hariç! Serbest kaldıktan sonra yaşadıklarımı İsveç kamuoyuna anlatmaya çalıştım ama olmadı... Beni, “seni buzun altına gönderecekler” diye uyaran emniyetteki dostum, ağlayarak evime geldi... Bana, “Seni oğlum gibi severim. Buradan git, seni öldürecekler” dedi... Ben de Türkiye’ye döndüm...

    - Türkiye’ye döndüğünüzde neler yaşadınız?

    - Türkiye’ye gelmeden önce Bulgaristan’a sağlık kontrolü için gittim... Orada çekilen beyin EGG’sini gören doktor, “Sen nasıl yaşıyorsun, nasıl kalb krizi geçirmedin” diye hayretle sordu... Yaşadıklarımı anlattıktan sonra doktor odadan beni çıkardı, bana yardımcı olan Bulgar arkadaşıma, “Kim bu adam? Anlattıklarının hepsi doğru. Başımıza 2. Mehmet Ali Ağca olmasın” demiş... Türkiye’ye geldiğimde annemin tanıdığı bir beyin cerrahına, Bulgaristan’da çektirdiğim EGG ile gittik... Doktor yanındaki asistanla EGG’ye bakıp, “Ne kadar sağlıklısın” dedi; aynı Kemal Sunal’ın filmi gibiydi! Annemin dediğine göre Türkiye’nin en iyi beyin uzmanı ama hiçbir şeyden haberi yok... Bir de Türkiye’de EGG çektireyim dedim ve Amerikan hastanesine gittim... EGG bölüm şefi Engin Mengü adında bir doktor... Benim EGG’yi çekti... Verdiği raporu onun yanında okuyorum; Bulgar doktorlardan öğrendiklerimle Dr. Mengüye, “Hocam, raporda beyin hasar görmüş gözüküyor... Bu hasar içerden mi yoksa dışarıdan bir müdahaleyle mi olmuş” diye sorunca doktorun eli ayağı titremeye başladı... Dedi ki, “burada bir nörolog Nevzat bey var sen onla görüş” dedi... Annemle Nevzat beyi beklerken, elinde siyah bir çantayla geldi... Anneme, “sen dışarıda kal” dedi... Doktorla ufak bir odaya geçtik... Elindeki çantayı sert bir şekilde masaya vurarak, “Kardeşim bu işin peşini niye bırakmıyorsun, niye uğraşıyorsun? ” dedi... Şaşkınlığım geçtikten sonra, “Beyefendi İsveç’te 1 milyon dolarımı kaybettim, onun peşindeyim” dedim... “2 dakika sonra geliyorum, bekle” dedi ve odadan çıktı... Odada beklerken annem geldi, “Oğlum ne bekliyorsun, muayene bitmiş” dedi... Anneme, vitamin hapı yazdığı bir reçete vermiş ve “Oğlunuz işkence görmüş, onun etkisiyle böyle konuşuyor” demiş... Zaten Bulgarlar, “Türkiye’ye gitme seni rezil ederler” demişti...

    - Haklılar!

    - Hastane maceram daha bitmedi! Aynı hastanede kan tahlili yaptırdım... Sonuçları beklerken, tahlil sonuçlarını değerlendirecek hanım doktora da yaşadıklarımı ve öğrendiklerimi anlatırken bana, “Bunları bilmek için 5 üniversite bitirmek lâzım! ” dedi... Tahlil sonuçlarında, kanımda olması gerekenden 10 kat fazla radyasyon çıktı... Doktor hanım, “Anlattıklarınız doğru çıktı. Siz İnsan Hakları Vakfı’na başvurun” dedi...

    - Gittiniz mi?

    - Gittim ama benle ilgilenmediler...

    - Bilmediklerinden...

    - Biliyorlar... Beni vakıfta psikolojik testten geçirdiler... Test sonuçlarına bakan profesör hanım, “Sen buradaki herkesten daha zekisin. Sende süper zekâ var. Seni şartlandırmış olmasınlar” dedi... Ben, “Zeki insan şartlandırılmaz” deyince, “Lazerin iletişimde kullanıldığını biz biliyoruz ama sen bunu Türkiye’de anlatma, yanlış anlarlar” dedi... Ben de, “Yanlış anlayan anlasın” dedim... Bana kimse sahib çıkmadı...

    - Son olarak, zihin kontrolünü nasıl tanımlarsınız?

    - Zihin kontrolü, “Tıbbî İdam”dır!

    ...

  • zodiac

    31.08.2010 - 19:37

    Remorse...

  • Satranç Dünyası

    31.08.2010 - 19:13

    Keremcem (28.12.1977) 'Eylül'

  • acemi balık

    31.08.2010 - 19:11

    ...

    Özellikle çocuk müziği ile ilgilenen Muammer Sun, 1957 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı'nda öğrenci iken piyano parçaları olarak yazdığı 'Çocuğun Günlüğü' adlı eserini daha sonra, 1966'da ikili orkestra için düzenlemiş ve Atlı Karınca adını vermiştir... Eser bu şekliyle ilk kez 1970 başında Hikmet Şimşek yönetiminde Ankara Radyosu Oda Orkestrası tarafından seslendirilerek banda kaydedilmiştir...

    1. Çocuklar oynuyor
    2. Düşünen kaplumbağa
    3. Kötü hava
    4. Hüzünlü serçe
    5. Deve ile eşek
    6. Küçük öykü
    7. Yaramaz sincap
    8. Sevinçli kuşlar
    9. Yaban atları
    10. Evli evine

    ...

  • Carmen Amaya

    30.08.2010 - 19:48

    Amaya Boulahrouz (March 2010)

  • neşter

    30.08.2010 - 19:47

    ...

    'The Headless Woman' (1947)

    Luis César Amadori

    'A Woman Under the Influence' (1974)

    John Cassavetes

    ...

  • vehmin saltanatı

    30.08.2010 - 18:41

    Elizabeth Banks (10.2.1974)

  • kendime not

    30.08.2010 - 18:36

    ...

    - Galileo Galilei, Neptün'ü keşfeden ilk astronom oldu fakat yanlışlıkla onu bir yıldız olarak tanımladı...

    28.12.1612

    - South Australia and Adelaide are founded...

    28.12.1836

    - ABD'li (Ohio) William E. Semple, sakızın patentini aldı...

    28.12.1869

    - Lumière kardeşler, Paris'te Boulevard des Capucinesdeki Grand Cafede izleyiciden ücret alınan ilk gösterimlerini yaparak dünyanın ilk gerçek sinema gösterisini gerçekleştirmiş oldular...

    28.12.1895

    - Sicilya Messina'da 7,5 büyüklüğünde deprem: 80 bin kişi öldü...

    28.12.1908

    - Kıbrıs Türk toplumu, adada 'Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi'ni kurdu...

    28.12.1967

    - ABD'li ilk tüp bebek Elizabeth Jordan Carr, Norfolk-Virjinya'da dünyaya geldi...

    28.12.1981

    ...

    Ahmet Mithat Efendi (28.12.1912)

    Maurice Ravel (28.12.1937)

    ...

  • sistemi okumak

    29.08.2010 - 19:48

    Tomaso Antonio Vitalli (7.3.1663 – 1745) - Trio Sonatas, op. 1 (Semperconsort, Luigi Cozzolino)

  • Satranç Dünyası

    29.08.2010 - 19:46

    John Dickson Carr (1906 - 1977) 'The Crooked Hinge' (1938)

  • Johann Pachelbel

    29.08.2010 - 19:14

    Louise Brown (10.11.1977) (25.7.1978)

  • vehmin saltanatı

    29.08.2010 - 19:04

    Vivaldi (Kızıl Papaz) (4.3.1678 – 1741) 'Dört Mevsim'

    Nigel Kennedy (28.12.1956)

  • kendime not

    28.08.2010 - 19:33

    ...

    Sky Sport Almanya'nın muhabirlerinden Jessica Kastrop'un (1974) Mainz - Stuttgart maçı öncesi yaşadığı olay kolay kolay kimsenin başına gelmez... Kahramanı söylemeye gerek yok, saha içerisindeki kasaplığıyla tanınan Khalid Boulahrouz (28.12.1981) artık canlı yayınlara da el atmış görünüyor...

    ...

  • neşter

    28.08.2010 - 19:12

    'Severance' (2006)

    Christopher Smith

  • vehmin saltanatı

    25.08.2010 - 18:50

    ...

    'The Wrong Man' (1956)

    Alfred Hitchcock

    'F for Fake' (1973)

    Orson Welles

    ...

  • cast

    25.08.2010 - 18:40

    Sophia Stewart - 'The Third Eye'

  • Sheilla Castro

    24.08.2010 - 19:45

    H. G. Wells - 'Ann Veronica' (1909)

  • persona

    24.08.2010 - 19:37

    Nikola Tesla (1856 - 1943)

  • vehmin saltanatı

    24.08.2010 - 19:05

    ...

    Debussy'nin ünlü Fransız şairi Mallermé'nin aynı adlı şiirinden esinlenerek, 1892'de yazmaya başladığı ve Raymond Bonheure'e ithaf ettiği eser, ilk kez 1894 Aralık ayında Paris'te Société Nationale konserinde seslendirildi... Debussy böylece, 19. yüzyılda Fransa'da doğan ve gelişen bir sanat akımının, empresyonizmin, müzikteki ilk büyük temsilcisi oldu... Ancak eserde, Bir Faunus'ün öğleden sonrası canlandırılmaz... Mallarmé'nin şiirinin uyandırdığı izlenim (impression) , dizeler arasında gizlenen anlam müzikle yansıtılır... Besteci bir olayı anlatmaya çalışmaz; bir yaz havasının ağır ve boğucu sıcağının, Sicilya'daki doğanın etkisinin üzerimizdeki izlenimlerini vermeyi dener ve bu tabloya Faunus ile Nimfe'leri de ekler...

    Mallermé'nin 1875'te yazdığı ve bir yıl sonra da ressam Manet'in resimleriyle yayımlanan şiirin konusu şöyle: Bir Faunus (orman ve kırların cini) öğle sıcağında uyanır, rüyasında gördüğü Nimfe'lerin (su perileri) etkisindedir... Bu etkiyi, çaldığı ezgiyle sürdürmek ister... Ancak anıları gittikçe kendinden uzaklaşmaktadır... Şarabın ve sıcak güneşin verdiği ağırlıkla, onları tekrar görebilmek ümidiyle yine uykuya dalar... Flütün arabesk stilde ve 9/8'lik ölçüde sunduğu, kromatik biçimde inen-çıkan tema ıssız kırların tanrısı Faunus'u simgeler... Yine, genellikle su kenarlarında dolaşan güzel Nimfe'lerin (su perileri) çekici şarkıları ise, sirene benzeyen bir motifle sunulur... Diaghilev'in 1912'de sahneye koyduğu ve yarı çıplak balet Nijinski'nin dans ettiği bale, büyük skandal yaratmış ve eserin daha çok tanınmasını sağlamıştır...

    ...

  • salınım

    21.08.2010 - 19:39

    A Day in the Life...

  • Satranç Dünyası

    20.08.2010 - 19:48

    '977' (2006)

    Nikolay Khomeriki

  • ilham kaynağı olmak

    20.08.2010 - 19:04

    Oğuz Atay (1934, Kastamonu - 1977) 'Topografya'

  • cast

    20.08.2010 - 18:41

    Sophie Stewart (1908 - 1977) 'Mrs. Cabal'

Toplam 3989 mesaj bulundu