-ABD'nin iki tane kullanım ağı var...AKP ile TSK...Bir de benim burada özellikle dikkat çekmek istediğim bir nokta daha var...Hep Amerika'ya saldırıyoruz...Amerika'yı karşımızda görüyoruz...
-İsrail gidiyor...
-Evet...Bu arada gerçek hedefi atlıyoruz...Bunu özellikle milli sol da yapıyor...Yani Erol Manisalı,Mümtaz Soysal,Erol Mütercimler gibi milli solun ağır toplarının beyanlarını,yazılarını dikkatle okursanız,dikkatle dinlerseniz,bakıyorsunuz hep Amerikan emperyalizmi,Amerikan emperyalizmi,Amerikan emperyalizmi...Tamam,doğru...Ortada bir Amerikan emperyalizmi var...Ama Amerikan emperyalizmi bağımsız iradesiyle Amerikan ideallerine mi hizmet ediyor yoksa başka bir şeyin menfaatlerine mi hizmet ediyor? Bu konuya gelindiği zaman milli solun çoğu duruyor...İsrail kasıtlı olarak es geçiliyor...Çünkü verdiğim üç ismi kast etmiyorum ama milli solun büyük kısmı mason veya mason camiasının içinde veya masonluğa antipatik bakmıyorlar...
'...ah,ne olurdu sevdiğimiz ruha eğilerek onda bir aynada olduğu gibi nasıl bir görüntü bıraktığımızı görebilseydik! Başkalarını kendimiz gibi,kendimizden de daha iyi okuyabilseydik! '
-0ne day,when I'm old,I want some lovely young girl to say to me 'Tell me, where in your long life,Mr. Craster, were you most happy? ' And I shall say 'Well, my dear, I never knew the exact place...It was somewhere on the Mediterranean...I was with Victoria Page...' 'What? ' she will say...'Do you mean the famous dancer? ' And I will nod, 'Yes, my dear, I do...But then, she was quite young,comparatively unspoiled...We were, I remember,very much in love...'
Bu fark özellikle politik sonuçları açısından önemlidir: “Totaliter” rejimlerin libidinal yapılarının sapkınca olduğunu düşündüğümüz sürece (totaliter öznenin, Ötekinin jouissance’ının nesnesi-aracı konumunda bulunduğunu düşündüğümüz sürece) “Kant’ın hakikati olarak Sade” ifadesi Kant ahlakının totaliter olma potansiyeli barındırdığı anlamına gelir; oysa Kant ahlakının, tam da özneyi, Öteki’nin jouissance’ının nesnesi-aracı olmayı yüklenmekten menettiğini, başka bir deyişle, öznenin Ödevi olduğunu söylediği şeyin tüm sorumluluğunu yüklenmeye çağırdığını kabul edersek, Kant eşi olmayan bir antitotaliter haline gelir...
Freud’un düşleri analiz yöntemini ortaya koymak için bir örnek olarak kullandığı İrma düşü, aslında sorumluluğa ilişkin (Freud’un, İrma’nın tedavisindeki başarısızlığı karşısında duyduğu sorumluluğa ilişkin) bir düştür, sadece bu olgu bile sorumluluğun Freud’da önemli bir kavram olduğunu göstermeye yeter...
Peki ama bunu nasıl anlamalıyız? Kendi varoluşçu projesinden sorumlu olan Sartrecı öznenin mauvaise foi’sının, başka bir deyişle sonlu insan varoluşuna özgü ontolojik suçluluk duygusu hakkındaki varoluşçu motifin bildik tuzağından ve aynı biçimde, bu tuzağın öbür yüzünden, “suçu Öteki’ne atmaktan” (“Bilinçdışı Öteki’nin söylemi olduğuna göre, onun formasyonlarından sorumlu değilim, o benim aracılığımla konuşan büyük Öteki’dir, ben sadece bir aracım...”) nasıl kaçabiliriz? Lacan’ın kendisine göre bu çıkmazdan kurtulmanın yolu, Kant felsefesini, “İyi’nin ötesi’ne” yönelen ödev duygusuna dayalı psikanalitik etiğin önemli öncellerinden biri olarak görmektir... Standart sözde-Hegelci eleştiriye göre, kategorik buyruğa dayalı evrenselci Kant ahlakı, öznenin içinde bulunduğu ve bize İyi’nin belirli içeriğini veren somut tarihsel konumu hesaba katmaz: Kantçı formalizmden sıyrılmayı başaran, ahlaki yaşamın tarihsel olarak belirlenen tikel Töz’üdür... Ama bu eleştiriye, Kant ahlakının eşsiz gücünün tam da bu formel belirlenimsizlikte yattığı öne sürülerek karşı çıkılabilir: Ahlak yasası bana ödevimin ne olduğunu söylemez, sadece ödevime uygun davranmam gerektiğini söyler, başka bir deyişle, ahlak yasasının kendisinden, içinde bulunduğum özgül durumda uymam gereken somut kuralları çıkarmam mümkün değildir...Bunun anlamı da öznenin, ahlak yasasının soyut buyruğunu bir dizi somut yükümlülüğe “çevirme” sorumluluğunu alması gerektiğidir...Tam da bu anlamda, insanın aklı, Kant’ın Yargı Gücünün Eleştirisi ile bir paralellik kurmaya çeliniyor: Belirli ahlaki yükümlülüğün somut formülasyonu ile, estetik yargı –tikel bir nesneye evrensel bir kategori yüklemek ya da bu nesneyi zaten verili olan evrensel bir belirlenmişliğin altındaymış gibi düşünmek yerine, “benim” bu nesnenin evrensel-zorunlu-bağlayıcı boyutunu keşfettiğim ve böylece bu tikel - olumsal nesneyi (edimi) bir ahlaki Şey derecesine yükselttiğim yargı – aynı yapıdadır...Öyleyse, ödevimizi tanımlayan bir yargıda bulunmakta her zaman bir yüceltme-arınma vardır: Böyle bir yargıda bulunduğumda, “bir nesneyi Şey derecesine yükseltirim” (Lacan’ın yüceltme-arınma tanımı) . Bu paradoksu tam anlamıyla kabullenmek, bizi aynı zamanda “ödevi” bir bahane olarak kullanmayı reddetmeye zorlar: “Bunun zor ve zahmetli olabileceğinin farkındayım, ama ne yapayım, ödevim bu...” Katı ahlakın standart düsturu “kişinin ödevini yerine getirmemesinin özrü yoktur! ” şeklindedir; Kant’ın Du kannst, denn du sollst! (Yapabiliyorsan, yapmalısın!) deyişi bu düsturun yeni bir versiyonunu sunuyormuş gibi görünse de, Kant bu sözünü çok daha tuhaf bir tersinim ile örtük bir şekilde tamamlar: “kişinin ödevini yerine getirmesinin özrü olamaz! ” (10) Ödevi yerine getirmenin özrü olarak ödevden bahsetmek iki yüzlülük olarak görüldüğü için reddedilmelidir; öğrencilerini acımasız bir disipline ve işkenceye maruz bırakan, haşin ve sadist öğretmen örneğini hatırlamamız yeterli olsun... Elbette bu öğretmenin kendisini (ve başkalarını) ikna etmek için kullandığı bahane şöyle olacaktır: “Zavallı çocuklara, böylesine baskı uygulamak benim için de zor, ama ne yapayım, ödevim bu! ” Daha uygun bir örnek olarak, tüm insanoğlunu sevmesine karşın korkunç tasfiye hareketleri ve infazlar gerçekleştiren Stalinist bir politikacıyı verebiliriz; bütün bunları yaparken vicdanı sızlamaktadır, ama elinde olan bir şey yoktur, bunlar onun İnsanlığın İlerlemesi karşısında sahip olduğu ödevdir...
Kalb-i sevdazedeler ah ile daim inler
Bir açık yareye doktor vurulur mu neşter
Aşkının zahm-ı derun-u ezelinden işler
Bir açık yareye doktor vurulur mu neşter...
Sen hep beni mazideki halimle tanırsın
Hala bilirim aşk ile bekler inanırsın
Hep öyle siyah saçlı ve hülyalı sanırsın
Hala bilirim aşk ile bekler inanırsın...
Dün gece bir bezm-i meyde ah edip anmış beni
Varsın öğrensin nasılmış ah edip yad eylemek
Söz bu ya bir başkasından çokca kıskanmış beni
Anlasın neymiş seven bir kalbi berbat eylemek...
Bleeding me
18.01.2008 - 20:09Nideyim sahn-ı çemen seyrini cananım yok
Bir yanımca salınır serv-i hıramanım yok...
bitmeyen bekleyişler
18.01.2008 - 20:03Dağlara çen düşende
Bülbüle gam düşende
Ruhum bedenden oynar
Yadıma sen düşende
Kızıl gül olmayaydı
Sararıp solmayaydı
Bir ayrılık bir ölüm
Hiçbiri olmayaydı...
sadakatsiz/unfaithful
18.01.2008 - 19:59Başındaki tellere
Bak şu esen yellere
Kıymet verip kim bakar
Sen var iken ellere
Kevene bak kevene
Yazık seni sevene
Seni seven divane
Senin nene güvene...
film replikleri
18.01.2008 - 19:51-We seem destined to meet at railway stations...
rejim
18.01.2008 - 19:44...
-ABD'nin iki tane kullanım ağı var...AKP ile TSK...Bir de benim burada özellikle dikkat çekmek istediğim bir nokta daha var...Hep Amerika'ya saldırıyoruz...Amerika'yı karşımızda görüyoruz...
-İsrail gidiyor...
-Evet...Bu arada gerçek hedefi atlıyoruz...Bunu özellikle milli sol da yapıyor...Yani Erol Manisalı,Mümtaz Soysal,Erol Mütercimler gibi milli solun ağır toplarının beyanlarını,yazılarını dikkatle okursanız,dikkatle dinlerseniz,bakıyorsunuz hep Amerikan emperyalizmi,Amerikan emperyalizmi,Amerikan emperyalizmi...Tamam,doğru...Ortada bir Amerikan emperyalizmi var...Ama Amerikan emperyalizmi bağımsız iradesiyle Amerikan ideallerine mi hizmet ediyor yoksa başka bir şeyin menfaatlerine mi hizmet ediyor? Bu konuya gelindiği zaman milli solun çoğu duruyor...İsrail kasıtlı olarak es geçiliyor...Çünkü verdiğim üç ismi kast etmiyorum ama milli solun büyük kısmı mason veya mason camiasının içinde veya masonluğa antipatik bakmıyorlar...
...
aynı düzen farklı zaman
18.01.2008 - 19:44The Goldberg Variations (Glenn Gould - Zenph Re-Performance)
bir sen bir de ben
18.01.2008 - 19:40Beniamino Gigli & Maria Callas - Live in San Remo (1954)
ığdırın al elması
18.01.2008 - 19:35Yasemin Göksu'dan...
hacel obası
18.01.2008 - 19:33Ayşegül'den...
Yazılmamış Mektuplar
11.01.2008 - 21:40'...ah,ne olurdu sevdiğimiz ruha eğilerek onda bir aynada olduğu gibi nasıl bir görüntü bıraktığımızı görebilseydik! Başkalarını kendimiz gibi,kendimizden de daha iyi okuyabilseydik! '
sadakatsiz/unfaithful
11.01.2008 - 21:39Şefkatin bir başka sevgin bir başka
Sadakat sembolü olmuşsun aşka
Destanlar yazdırır cansın aşıka
Sözlere sığmayan şiir gibisin
Te re lel lel le le lel te re lel lel lel li yar
Te re lel lel le le lel te re lel lel lel li yar
Te re lel lel le le lel te re lel lel lel li yar
film replikleri
11.01.2008 - 21:27-0ne day,when I'm old,I want some lovely young girl to say to me 'Tell me, where in your long life,Mr. Craster, were you most happy? ' And I shall say 'Well, my dear, I never knew the exact place...It was somewhere on the Mediterranean...I was with Victoria Page...' 'What? ' she will say...'Do you mean the famous dancer? ' And I will nod, 'Yes, my dear, I do...But then, she was quite young,comparatively unspoiled...We were, I remember,very much in love...'
Tılsım ve Trajedi
11.01.2008 - 21:26'...duydukları kargaşayı duyurmak yüce ruhlara yakışmaz...'
sadakatsiz/unfaithful
11.01.2008 - 21:23Selvinin dalına yaslanmayasın
Yağan yağmurunan ıslanmayasın
El kızı dediğin ezrail dostu
Yalan sözlerine aldanmayasın...
MS(Multipl Skleroz)
11.01.2008 - 21:18Bu fark özellikle politik sonuçları açısından önemlidir: “Totaliter” rejimlerin libidinal yapılarının sapkınca olduğunu düşündüğümüz sürece (totaliter öznenin, Ötekinin jouissance’ının nesnesi-aracı konumunda bulunduğunu düşündüğümüz sürece) “Kant’ın hakikati olarak Sade” ifadesi Kant ahlakının totaliter olma potansiyeli barındırdığı anlamına gelir; oysa Kant ahlakının, tam da özneyi, Öteki’nin jouissance’ının nesnesi-aracı olmayı yüklenmekten menettiğini, başka bir deyişle, öznenin Ödevi olduğunu söylediği şeyin tüm sorumluluğunu yüklenmeye çağırdığını kabul edersek, Kant eşi olmayan bir antitotaliter haline gelir...
Freud’un düşleri analiz yöntemini ortaya koymak için bir örnek olarak kullandığı İrma düşü, aslında sorumluluğa ilişkin (Freud’un, İrma’nın tedavisindeki başarısızlığı karşısında duyduğu sorumluluğa ilişkin) bir düştür, sadece bu olgu bile sorumluluğun Freud’da önemli bir kavram olduğunu göstermeye yeter...
Peki ama bunu nasıl anlamalıyız? Kendi varoluşçu projesinden sorumlu olan Sartrecı öznenin mauvaise foi’sının, başka bir deyişle sonlu insan varoluşuna özgü ontolojik suçluluk duygusu hakkındaki varoluşçu motifin bildik tuzağından ve aynı biçimde, bu tuzağın öbür yüzünden, “suçu Öteki’ne atmaktan” (“Bilinçdışı Öteki’nin söylemi olduğuna göre, onun formasyonlarından sorumlu değilim, o benim aracılığımla konuşan büyük Öteki’dir, ben sadece bir aracım...”) nasıl kaçabiliriz? Lacan’ın kendisine göre bu çıkmazdan kurtulmanın yolu, Kant felsefesini, “İyi’nin ötesi’ne” yönelen ödev duygusuna dayalı psikanalitik etiğin önemli öncellerinden biri olarak görmektir... Standart sözde-Hegelci eleştiriye göre, kategorik buyruğa dayalı evrenselci Kant ahlakı, öznenin içinde bulunduğu ve bize İyi’nin belirli içeriğini veren somut tarihsel konumu hesaba katmaz: Kantçı formalizmden sıyrılmayı başaran, ahlaki yaşamın tarihsel olarak belirlenen tikel Töz’üdür... Ama bu eleştiriye, Kant ahlakının eşsiz gücünün tam da bu formel belirlenimsizlikte yattığı öne sürülerek karşı çıkılabilir: Ahlak yasası bana ödevimin ne olduğunu söylemez, sadece ödevime uygun davranmam gerektiğini söyler, başka bir deyişle, ahlak yasasının kendisinden, içinde bulunduğum özgül durumda uymam gereken somut kuralları çıkarmam mümkün değildir...Bunun anlamı da öznenin, ahlak yasasının soyut buyruğunu bir dizi somut yükümlülüğe “çevirme” sorumluluğunu alması gerektiğidir...Tam da bu anlamda, insanın aklı, Kant’ın Yargı Gücünün Eleştirisi ile bir paralellik kurmaya çeliniyor: Belirli ahlaki yükümlülüğün somut formülasyonu ile, estetik yargı –tikel bir nesneye evrensel bir kategori yüklemek ya da bu nesneyi zaten verili olan evrensel bir belirlenmişliğin altındaymış gibi düşünmek yerine, “benim” bu nesnenin evrensel-zorunlu-bağlayıcı boyutunu keşfettiğim ve böylece bu tikel - olumsal nesneyi (edimi) bir ahlaki Şey derecesine yükselttiğim yargı – aynı yapıdadır...Öyleyse, ödevimizi tanımlayan bir yargıda bulunmakta her zaman bir yüceltme-arınma vardır: Böyle bir yargıda bulunduğumda, “bir nesneyi Şey derecesine yükseltirim” (Lacan’ın yüceltme-arınma tanımı) . Bu paradoksu tam anlamıyla kabullenmek, bizi aynı zamanda “ödevi” bir bahane olarak kullanmayı reddetmeye zorlar: “Bunun zor ve zahmetli olabileceğinin farkındayım, ama ne yapayım, ödevim bu...” Katı ahlakın standart düsturu “kişinin ödevini yerine getirmemesinin özrü yoktur! ” şeklindedir; Kant’ın Du kannst, denn du sollst! (Yapabiliyorsan, yapmalısın!) deyişi bu düsturun yeni bir versiyonunu sunuyormuş gibi görünse de, Kant bu sözünü çok daha tuhaf bir tersinim ile örtük bir şekilde tamamlar: “kişinin ödevini yerine getirmesinin özrü olamaz! ” (10) Ödevi yerine getirmenin özrü olarak ödevden bahsetmek iki yüzlülük olarak görüldüğü için reddedilmelidir; öğrencilerini acımasız bir disipline ve işkenceye maruz bırakan, haşin ve sadist öğretmen örneğini hatırlamamız yeterli olsun... Elbette bu öğretmenin kendisini (ve başkalarını) ikna etmek için kullandığı bahane şöyle olacaktır: “Zavallı çocuklara, böylesine baskı uygulamak benim için de zor, ama ne yapayım, ödevim bu! ” Daha uygun bir örnek olarak, tüm insanoğlunu sevmesine karşın korkunç tasfiye hareketleri ve infazlar gerçekleştiren Stalinist bir politikacıyı verebiliriz; bütün bunları yaparken vicdanı sızlamaktadır, ama elinde olan bir şey yoktur, bunlar onun İnsanlığın İlerlemesi karşısında sahip olduğu ödevdir...
yaLnızLık yakın bana
04.01.2008 - 21:03'Solitude is my natural state...It is the origin of inspiration...'
Sofia Gubaidulina
Bleeding me
04.01.2008 - 21:00Kalb-i sevdazedeler ah ile daim inler
Bir açık yareye doktor vurulur mu neşter
Aşkının zahm-ı derun-u ezelinden işler
Bir açık yareye doktor vurulur mu neşter...
before sunset / gün batmadan
04.01.2008 - 20:59Sen hep beni mazideki halimle tanırsın
Hala bilirim aşk ile bekler inanırsın
Hep öyle siyah saçlı ve hülyalı sanırsın
Hala bilirim aşk ile bekler inanırsın...
bitmeyen bekleyişler
04.01.2008 - 20:57Mani oluyor halimi takrire hicabım
Üzme yetişir üzme firakınla harabım
Mahv oldu sükunum beni terk eyledi habım
Üzme yetişir üzme firakınla harabım...
Herkes sevdiğini öldürür
04.01.2008 - 20:50Dün gece bir bezm-i meyde ah edip anmış beni
Varsın öğrensin nasılmış ah edip yad eylemek
Söz bu ya bir başkasından çokca kıskanmış beni
Anlasın neymiş seven bir kalbi berbat eylemek...
sistemi okumak
04.01.2008 - 20:39Kempff - Beethoven Piano Sonatas (1951-1956)
maziden biri
04.01.2008 - 20:37Brahms Works for Solo Piano (Decca) Julius Katchen
şiirsel
04.01.2008 - 20:34'Under Capricorn' (1949)
Alfred Hitchcock
Yazılmamış Mektuplar
04.01.2008 - 20:32Derman aradım derdime hicranı beğendim...
Toplam 3989 mesaj bulundu