Git ona git benden selam söyle, selam söyle
Aramasın artık hiç beni öyle, beni öyle
Şimdi çok mutluyum
Yanımdaki sevgilimle
Son pişmanlık fayda etmez
Git ona soyle...
Bach wrote down this Prelude in two different notations -in common time and alla breve... The London autograph is alla breve...An example of the most perfect writing for two voices,the Prelude reminds us of the Inventions... Often I am asked by my pupils, 'Which of the two voices should be brought out? ' I answer, 'Both.' Indeed,in this soulful Prelude each note of each voice should be brought out with expression...Here lies the diffuculty for interpreters educated in the manner of the romantic music,where melody prevails...
And now the Fugue...It startles us by its vigor and spirit...Compare the design of the subject with that of Fugue XI, Book I, and see the striking rhythmic similarity...Is it not a dance? Could it not be a passepied,the dance which Mme. de Sevigne describes so beautifully in one of her letters (August 12,1671) ?
We are reminded at this point that the young Bach had heard French instrumental ensembles at the court of the Duke of Braunschweig-Lüneburg,whose wife, Eleonore Desmier d'Olbreuse, was a native of Poitou...
Yes, it is probably a passepied,and as in Fugue XI, Book I, this French dance becomes a robust,vigorously accented Landler,when felt by the Thuringian peasant that Bach was...
Would not one expect Bach to end this prodigious work, The Well-Tempered Clavier,with a dazzling display of his skill in counterpoint? But indeed no...Here is the last Fugue,deceptively carefree and entrancing in its apparent simplicity... Yet underlying all is Bach's consummate artistry...
Çünkü son 500 yılda tanımlanan şekli ile bilgi; 'rasyonel olan'dır... Rasyonalite de kurucu bir unsur olup, 'birey'i tanımlayan ve onu inşa eden yegane 'şey'dir... 'Kurucu rasyonalite'nin kurduğu dünya, emek ve toprağı kapitalleştiren vahşi bir dünyadır... Bu vahşi dünyayı realize eden 'şey' yine aynıdır; rasyonalite üzerinden ifade edilip ona nispetle değerlendirilen bilgi... 'Şey' bu haliyle, hem muharrik unsurdur ve hem de neticedir... İnsanlar bu 'şey'le bireyleştirilip, aklı tahakkümü altına alınıp neticede de bölünmüş bir aklın taşıyıcısı hale getiriliyor... Ve yine bu 'şey'le, uzlaşmaya mecbur ve mahkum edilip 'egemen olan'ın içinde adeta eriyerek varolmaya zorlanıyor ve barbarlığa teslimiyet tabii hale getiriliyor... Bu teslimiyetin ardından nihilizm gelir ki işin bu noktasında Nietzsche'nin varlığı ve moderniteye büyük bir huruç hareketi gerçekleştirenlerin temel referansının Nietzsche olması gayet manidardır...
Bölünmüş aklın taşıyıcısı olan Batı insanının/bireyin, özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonra, akılla arası iyice açılır... Bu açılmayı kimi (Horkheimer) araçsal aklın pratik aklın aleyhine gelişmesi olarak ifade ederken, kimi (Adorno) bilginin bir meta haline getirilmesinden şekvacı olup, 'bugün pazardan kaçabilen teori yoktur, her teori, birbirleriyle rekabet eden görüşler arasında bir imkan olarak sunulmaktadır' şeklinde ifade eder... Kimisi de (Foucault) nispeten en sarih modernite eleştirisini dile getirip, Kant'ın Aydınlanma'ya dair olan meşhur makalesini referans alarak rasyonel bilginin taşıyıcısı olan bireyin öldüğünden dem vurarak 'bu devirde özne kimdir? ' diye sorar...
Bu savrulmanın ve başıboşluğun neticesinde de beyin ishali türünden faaliyetler hâlinde post-modern oyunbazlıklar entelektüel mahfillerin temel gündemleri hâline geliveriyor... Bu kısırlık ve başıboşluk da tedrici olarak her alana siniyor... Bu kısırlıktan en çok da, Hobbes'la birlikte teknik ihtisas alanı gibi görülmeye başlanan siyaset nasibini alıyor...
'...tiz sesli çalgıların solo görevini yüklendiği partiler Albert Schweitzer'in deyimiyle, birbirini iç gerilimlere sürüklemekte, ayrılıp birleşmekte ve tüm bunlar sanki anlaşılamayan bir sanat gereksiniminden doğmaktadır...'
Bu milletin bir derdi var: bir değil bin derdi var! Fakat bu dertlerin başında, şu demokrasi devrinde Müslüman Türkün davasını benimseyen, onun derdini kendine dert edinen, onun isteklerini, ihtiyaçlarını dile getiren bir tek, amma bir tek yevmi gazetenin bulunmayışı geliyor... Bugün kelimenin hakiki manasıyla ortada 'Türk Matbuatı' diye bir şey yoktur... Sadece Türkçe çıkan yahudi menşeli, yabancı ruhlu, yalancı haber veren bir yığın basma kağıt tüccarı vardır...
27 yıllık, nefes aldırmaz, kopkoyu bir tiranlık devrini alkışlayan, gidene söğen, geleni övenler bunlardır... Zavallı Türk Milleti fakrü zaruret içinde inim inim inlerken, meçhul şehidin kanı, kanıyla kurtardığı vatanı, namusu, şerefi, malı bu maksatlar için kullanılırken, ortalığı gül-gülistan gösteren bunlardır... Kıtalara, iklimlere sığmayan, dalgası Viyana surlarına vuran imparatorluğun kurucuları, tezlil ve tahkir edilirken, bir şehitler gaziler mücadelesi olan Milli Mücadele ve onun kurtardığı vatan, aziz Anadolu toprakları, Selanik dönmelerine, imansızlar saltanatına babalarının çiftliği gibi teslim edilirken; nice nice din uluları, ahlak kahramanları, vatanperver insanlar, meçhul şahıslar tarafından gece yataklarından kaldırılıp ve sürülüp, şafakla darağaçlarında sallandırılırken susan, susan değil, herzeler kusan, canileri, katilleri alkış tufanına tutan yine bu gazetelerdir... İçlerinden bir tanesi Akdenize düşse Akdenizi Karadeniz yapacak kadar kirli, mülevves olan bu adamlar ve takipçileri, şimdi birer vatanperver, hürriyet kahramanı, ahlak, seciye başbuğu kesildiler... Hangisini sayalım? Biri var: Mandacıdır, yahudidir! ... Vatanı satılığa çıkarmıştır... İspat edilmiş tam 5 ihaneti vardır... 5 damgalıdır...
Bir diğeri 6 damgalı... Gençliğini hamamda geçiren bu adam, yıllarca devletin resmi gazetelerinin başköşesine oturdu... Yazıları adeta milletin alın yazısı oldu... Ne yazdıysa kanun haline geldi... İmansızlar saltanatı yıkıldıktan sonra, şimdi üç gazetede Atatürkçülük ve inkilapçılık perdesi arkasında tahrikçilik yapmakta, gençliği çileden çıkarmaya çalışmaktadır... Günde yalnız ilandan 2000 lira alan mağrur, büyük bir gazete var... Bu veled, Beyoğlunda bir gecede, bir içki masasının başında, bir fahişenin koynunda üç köyü birden harcar... Para yerine imza bırakır... İmzası Merkez Bankasının çıkardığı bankonotlardan daha muteberdir... Adı güzel, kendi müptezel bir diğer gazetenin bütün sermayesi de çıplak kadın resimleri, Holivut röportajlarıdır... Halkı daha iyi soymak için kahramanlık ticareti de yapar...
Mehmetçiğin resimleri, kahramanlık sahneleriyle, fuhuş sahneleri yan yana, iç içedir... Birinin ismi cismine uygundur... Sütun sütun, satır satır, hece hece yepyeni, terütaze yahudilik, dönmelik, bolşeviklik kokar... Yegane itimat ettiğimiz, baş makalelerini seve seve okuduğumuz gazeteyi bile katlayınca gazetesine koyduğu çıplak kadınların ayıp yeri, sürümü arttırmak için neşrettiği hacıların ve Kabe'nin yüzüne kapanır, yamanır... Az kaldı Ankara'da Azrail'in ziyaretten unuttuğu hortlağı biz de unutuyorduk... Bu hortlak üç devir yaşamıştır... Üç devrin kiri kat kat üzerindedir... Bu üç devirde herşeyi değişmiş, yalnız ve yalnız mukaddesat düşmanlığı değişmemiştir... Bu İttihat ve Terakki artığı (tereddi desek daha iyi) şimdi C.H.P. kalemşörlerinin yeni açtığı İnönü meydan muharebesinin başkomutanlığını yapmaktadır... Türk Milleti, kendi öz davalarını Bab-ı adi sekenesinin elinden kurtarmadıkça kurtuluş yolu yoktur... Benim, zavallı yoksul, sabırlı milletim: işte senin okuduğun gazete ve gazetecilerin iç yüzleri...'Gazete okudum, gazetede gördüm' diye, sen bu pespayelerin yazdıklarına inanıyorsun! Bunlar senin yıllarca imanına, vicdanına hükmettiler... Seni 'Köylü efendimizdir' diye diye boyuna soydular, ne utandılar, ne bıktılar ne doydular... Yıllar ve yıllarca imansızlar saltanatının şakşakçılığını, yardakçılığını yaptılar... Sen Allah'a imanınla bir türlü yaşar, bir türlü konuşurken, bunlar bin türlü konuştular, bin türlü yaşadılar, bin türlü yediler, bin türlü içtiler... İnkilapçılık perdesi altında akla gelmeyen fenalıkları yaptılar... Yalnız ve yalnız beyaz kadına, sarı altına iki yüzlü paraya taptılar!
sistemi okumak
29.06.2008 - 18:58Robert Schumann - The Complete Piano Works - Jörg Demus (13 Cds)
yüreğim rehin
29.06.2008 - 18:52'I Bambini ci guardano' (1944)
Vittorio De Sica
aynı düzen farklı zaman
29.06.2008 - 18:48'Johnny Got His Gun' (1971)
Dalton Trumbo
el şakası
29.06.2008 - 18:44Haydn...
String Quartet in E flat major
Op.33
No.2
renksiz
29.06.2008 - 18:44Schubert - The Piano Sonatas - Wilhelm Kempff - DG
Riva
29.06.2008 - 18:42'Hiroshima mon amour' (1959)
Alain Resnais
şıpsevdi
27.06.2008 - 20:00Git ona git benden selam söyle, selam söyle
Aramasın artık hiç beni öyle, beni öyle
Şimdi çok mutluyum
Yanımdaki sevgilimle
Son pişmanlık fayda etmez
Git ona soyle...
well tempered clavier
25.06.2008 - 20:02Prelude and Fugue in XXIV in B Minor
Bach wrote down this Prelude in two different notations -in common time and alla breve... The London autograph is alla breve...An example of the most perfect writing for two voices,the Prelude reminds us of the Inventions... Often I am asked by my pupils, 'Which of the two voices should be brought out? ' I answer, 'Both.' Indeed,in this soulful Prelude each note of each voice should be brought out with expression...Here lies the diffuculty for interpreters educated in the manner of the romantic music,where melody prevails...
And now the Fugue...It startles us by its vigor and spirit...Compare the design of the subject with that of Fugue XI, Book I, and see the striking rhythmic similarity...Is it not a dance? Could it not be a passepied,the dance which Mme. de Sevigne describes so beautifully in one of her letters (August 12,1671) ?
We are reminded at this point that the young Bach had heard French instrumental ensembles at the court of the Duke of Braunschweig-Lüneburg,whose wife, Eleonore Desmier d'Olbreuse, was a native of Poitou...
Yes, it is probably a passepied,and as in Fugue XI, Book I, this French dance becomes a robust,vigorously accented Landler,when felt by the Thuringian peasant that Bach was...
Would not one expect Bach to end this prodigious work, The Well-Tempered Clavier,with a dazzling display of his skill in counterpoint? But indeed no...Here is the last Fugue,deceptively carefree and entrancing in its apparent simplicity... Yet underlying all is Bach's consummate artistry...
Wanda Landowska
Lakeville,Connecticut,September 1954
amelie
25.06.2008 - 19:46Çıksam şu dağların yücelerine
Eş olsam gurbetin gecelerine
İmrenir dururum nicelerine
Bir ben mi murada eremiyorum
Bağrımda bir yangın yanar tutuşur
Görünmez dallarda kuşlar ötüşür
Bir gönlüm var benim yanar tutuşur
Bir ben mi murada eremiyorum...
Ananı al da git
25.06.2008 - 19:28...
Çünkü son 500 yılda tanımlanan şekli ile bilgi; 'rasyonel olan'dır... Rasyonalite de kurucu bir unsur olup, 'birey'i tanımlayan ve onu inşa eden yegane 'şey'dir... 'Kurucu rasyonalite'nin kurduğu dünya, emek ve toprağı kapitalleştiren vahşi bir dünyadır... Bu vahşi dünyayı realize eden 'şey' yine aynıdır; rasyonalite üzerinden ifade edilip ona nispetle değerlendirilen bilgi... 'Şey' bu haliyle, hem muharrik unsurdur ve hem de neticedir... İnsanlar bu 'şey'le bireyleştirilip, aklı tahakkümü altına alınıp neticede de bölünmüş bir aklın taşıyıcısı hale getiriliyor... Ve yine bu 'şey'le, uzlaşmaya mecbur ve mahkum edilip 'egemen olan'ın içinde adeta eriyerek varolmaya zorlanıyor ve barbarlığa teslimiyet tabii hale getiriliyor... Bu teslimiyetin ardından nihilizm gelir ki işin bu noktasında Nietzsche'nin varlığı ve moderniteye büyük bir huruç hareketi gerçekleştirenlerin temel referansının Nietzsche olması gayet manidardır...
Bölünmüş aklın taşıyıcısı olan Batı insanının/bireyin, özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonra, akılla arası iyice açılır... Bu açılmayı kimi (Horkheimer) araçsal aklın pratik aklın aleyhine gelişmesi olarak ifade ederken, kimi (Adorno) bilginin bir meta haline getirilmesinden şekvacı olup, 'bugün pazardan kaçabilen teori yoktur, her teori, birbirleriyle rekabet eden görüşler arasında bir imkan olarak sunulmaktadır' şeklinde ifade eder... Kimisi de (Foucault) nispeten en sarih modernite eleştirisini dile getirip, Kant'ın Aydınlanma'ya dair olan meşhur makalesini referans alarak rasyonel bilginin taşıyıcısı olan bireyin öldüğünden dem vurarak 'bu devirde özne kimdir? ' diye sorar...
Bu savrulmanın ve başıboşluğun neticesinde de beyin ishali türünden faaliyetler hâlinde post-modern oyunbazlıklar entelektüel mahfillerin temel gündemleri hâline geliveriyor... Bu kısırlık ve başıboşluk da tedrici olarak her alana siniyor... Bu kısırlıktan en çok da, Hobbes'la birlikte teknik ihtisas alanı gibi görülmeye başlanan siyaset nasibini alıyor...
...
ZAMANIN DURMASI
25.06.2008 - 19:27'Chung Hing sam lam' (1994)
Kar Wai Wong
Bleeding me
23.06.2008 - 19:34Her sabah güneş doğarken
Yeni bir güne başlarken
Ne zaman ki güzel bir şey görürüm
Sensiz içime sinmiyor
Gözlerim arıyor seni
Benim çocuk sevgilimi
Bir ateş ki yüreğimi ah ah
Alev alev yakıyor
Seni bana vermediler
Seni bana vermediler
Mutlu olsunlar diyorum
Elbet onlar da severler
Bazen bir çiçek açarken
Bazen bir çocuk gülerken
Ne zaman ki içim taşar sevinçten
Sensiz içime sinmiyor
Dönüp te baktığım zaman
Hatıralar ağlaşıyor
Bir yara ki her yanımı ah ah
İnce ince sızlatıyor
Seni bana vermediler
Seni bana vermediler
Mutlu olsunlar diyorum
Elbet onlar da severler...
onun bana yazdıkları
23.06.2008 - 19:30Seni pamuklara sarmalar sararım
Ne bedel isterim ne hesap sorarım
Ne sitemle güzel kalbini yorarım
Sakınma tatlı dillerini...
Cusco
23.06.2008 - 19:24Apurimac...
onun bana yazdıkları
23.06.2008 - 19:10Ben yine burada olacağım
Yaralarını saracağım
Seni anlayacağım...
kült film
21.06.2008 - 19:54'Napoléon' (1927)
Abel Gance
zamana yenik düşmek
21.06.2008 - 19:54İster güneş ol yak beni yağmurum ol ağlat beni
Aklım başka duygularım başka yerde
İster güneş ol yak beni yağmurum ol ağlat beni
Zincirleri yüreğimin artık sende...
onun bana yazdıkları
21.06.2008 - 19:37Beni unutma unutma beni unutma
Bilirsin unutulmak dokunur ya her insana
Sen de kendi payından bir hatıra seç
Ve o ben olayım unutma beni unutma...
film replikleri
19.06.2008 - 19:25- Eski bir arkadaşımın dediği gibi en iyi psikanalistler kadınlardan çıkar, ta ki aşık olana kadar... Daha sonra ise en iyi hastalar olurlar...
(Spellbound)
bitmeyen bekleyişler
19.06.2008 - 19:05Fındık toplayın kızlar
Fındık dalda kalmasın
İyi toplayın kızlar
Başakçılar çalmasın
Fındık dalda tekleme
Kız saçların ekleme
Gidiyorum Ordu'dan
Gelir diye bekleme
Şu Ordu'nun pınarı
Soğuk olur suları
Çok hoşuma gidiyor
Peştemallı kızları
Şu Ordu'nun pınarı
Soğuk olur suları
Çok hoşuma gidiyor
Yarin konuşukları...
teknikler ve mistikler
17.06.2008 - 23:57'...tiz sesli çalgıların solo görevini yüklendiği partiler Albert Schweitzer'in deyimiyle, birbirini iç gerilimlere sürüklemekte, ayrılıp birleşmekte ve tüm bunlar sanki anlaşılamayan bir sanat gereksiniminden doğmaktadır...'
3.dünya savaşı
17.06.2008 - 23:51Gazetelerimiz
Bu milletin bir derdi var: bir değil bin derdi var! Fakat bu dertlerin başında, şu demokrasi devrinde Müslüman Türkün davasını benimseyen, onun derdini kendine dert edinen, onun isteklerini, ihtiyaçlarını dile getiren bir tek, amma bir tek yevmi gazetenin bulunmayışı geliyor... Bugün kelimenin hakiki manasıyla ortada 'Türk Matbuatı' diye bir şey yoktur... Sadece Türkçe çıkan yahudi menşeli, yabancı ruhlu, yalancı haber veren bir yığın basma kağıt tüccarı vardır...
27 yıllık, nefes aldırmaz, kopkoyu bir tiranlık devrini alkışlayan, gidene söğen, geleni övenler bunlardır... Zavallı Türk Milleti fakrü zaruret içinde inim inim inlerken, meçhul şehidin kanı, kanıyla kurtardığı vatanı, namusu, şerefi, malı bu maksatlar için kullanılırken, ortalığı gül-gülistan gösteren bunlardır... Kıtalara, iklimlere sığmayan, dalgası Viyana surlarına vuran imparatorluğun kurucuları, tezlil ve tahkir edilirken, bir şehitler gaziler mücadelesi olan Milli Mücadele ve onun kurtardığı vatan, aziz Anadolu toprakları, Selanik dönmelerine, imansızlar saltanatına babalarının çiftliği gibi teslim edilirken; nice nice din uluları, ahlak kahramanları, vatanperver insanlar, meçhul şahıslar tarafından gece yataklarından kaldırılıp ve sürülüp, şafakla darağaçlarında sallandırılırken susan, susan değil, herzeler kusan, canileri, katilleri alkış tufanına tutan yine bu gazetelerdir... İçlerinden bir tanesi Akdenize düşse Akdenizi Karadeniz yapacak kadar kirli, mülevves olan bu adamlar ve takipçileri, şimdi birer vatanperver, hürriyet kahramanı, ahlak, seciye başbuğu kesildiler... Hangisini sayalım? Biri var: Mandacıdır, yahudidir! ... Vatanı satılığa çıkarmıştır... İspat edilmiş tam 5 ihaneti vardır... 5 damgalıdır...
Bir diğeri 6 damgalı... Gençliğini hamamda geçiren bu adam, yıllarca devletin resmi gazetelerinin başköşesine oturdu... Yazıları adeta milletin alın yazısı oldu... Ne yazdıysa kanun haline geldi... İmansızlar saltanatı yıkıldıktan sonra, şimdi üç gazetede Atatürkçülük ve inkilapçılık perdesi arkasında tahrikçilik yapmakta, gençliği çileden çıkarmaya çalışmaktadır... Günde yalnız ilandan 2000 lira alan mağrur, büyük bir gazete var... Bu veled, Beyoğlunda bir gecede, bir içki masasının başında, bir fahişenin koynunda üç köyü birden harcar... Para yerine imza bırakır... İmzası Merkez Bankasının çıkardığı bankonotlardan daha muteberdir... Adı güzel, kendi müptezel bir diğer gazetenin bütün sermayesi de çıplak kadın resimleri, Holivut röportajlarıdır... Halkı daha iyi soymak için kahramanlık ticareti de yapar...
Mehmetçiğin resimleri, kahramanlık sahneleriyle, fuhuş sahneleri yan yana, iç içedir... Birinin ismi cismine uygundur... Sütun sütun, satır satır, hece hece yepyeni, terütaze yahudilik, dönmelik, bolşeviklik kokar... Yegane itimat ettiğimiz, baş makalelerini seve seve okuduğumuz gazeteyi bile katlayınca gazetesine koyduğu çıplak kadınların ayıp yeri, sürümü arttırmak için neşrettiği hacıların ve Kabe'nin yüzüne kapanır, yamanır... Az kaldı Ankara'da Azrail'in ziyaretten unuttuğu hortlağı biz de unutuyorduk... Bu hortlak üç devir yaşamıştır... Üç devrin kiri kat kat üzerindedir... Bu üç devirde herşeyi değişmiş, yalnız ve yalnız mukaddesat düşmanlığı değişmemiştir... Bu İttihat ve Terakki artığı (tereddi desek daha iyi) şimdi C.H.P. kalemşörlerinin yeni açtığı İnönü meydan muharebesinin başkomutanlığını yapmaktadır... Türk Milleti, kendi öz davalarını Bab-ı adi sekenesinin elinden kurtarmadıkça kurtuluş yolu yoktur... Benim, zavallı yoksul, sabırlı milletim: işte senin okuduğun gazete ve gazetecilerin iç yüzleri...'Gazete okudum, gazetede gördüm' diye, sen bu pespayelerin yazdıklarına inanıyorsun! Bunlar senin yıllarca imanına, vicdanına hükmettiler... Seni 'Köylü efendimizdir' diye diye boyuna soydular, ne utandılar, ne bıktılar ne doydular... Yıllar ve yıllarca imansızlar saltanatının şakşakçılığını, yardakçılığını yaptılar... Sen Allah'a imanınla bir türlü yaşar, bir türlü konuşurken, bunlar bin türlü konuştular, bin türlü yaşadılar, bin türlü yediler, bin türlü içtiler... İnkilapçılık perdesi altında akla gelmeyen fenalıkları yaptılar... Yalnız ve yalnız beyaz kadına, sarı altına iki yüzlü paraya taptılar!
Bunları alma, satma, okuma okutma!
11.9.1949
ait olduğun yere ait olmadığını düşünmek
17.06.2008 - 23:39'Nostalghia' (1983)
Andrei Tarkovsky
Mavi Düşler
15.06.2008 - 20:06'Blue Velvet' (1986)
David Lynch
Toplam 3989 mesaj bulundu