Mi bemol Majör tonda ve 6/8'lik ölçüdeki 2. Bölümde ağırca (Andante) tempoda, özlem dolu ana tema küçük parçalar şeklinde, sanki bir kaleydoskoptan bakıyormuşçasına, zarifçe sunulur... Buna, biri sıçrayışlarla ilerleyen, diğeri daha sevimli karakterde iki yan tema katılır ve ustaca birbiri içinde örülür... Ancak özlem dolu tema neşelenmek istemezmiş gibi kendini, gizli acısını sürekli duyurur... Gelişimde güçlenen bu acı, tekrar bölmesinde ustaca düzenlenmiş kontrpuanla seçkinleşir...
The indication Largo is Bach's own... This Prelude, in strict four parts, written in the purest 'stile francese', reminds us of Couperin, particularly the Ténébreuse (Ordre 3) ... Do not look for a literal resemblance... But the proud magnificence, the gravity, the atmosphere of Couperin's incomparable piece we find in this Prelude...
When Bach takes possession of a certain rhythm, he does not let go... The Fugue in A minor, Book I, proves this... The same is true of this G minor Fugue... Even those of Bach's biographers and commentators who admire him without reservation blame this Fugue for what they call its rhythmic insistence and stiffness... But we need not make the same mistake if we study and listen to this piece with the reverence it deserves... Obviously a knowledge of counterpoint is indispensable to do justice to this extraordinary work in which Bach amuses himself with multiple combinations of inversions...
- Vurgunu da iyi takip etmek lazım, şu oldu, bir anda, bizim genç yaşımızda, kendi tarih bilincimize doğru eğileceğimiz noktada bir şablonculuk sokuldu bizim içimize... Geldi, geldi, birileri getirdi Maoculuğu koydu; o kapıdan, öbürü girdi, beriki girdi, hızını alamayan Arnavutluk'a kadar gitti ve Türkiye, kendine has koşulları içinde değil, şablonlarla konuşulmaya başlandı... Yani Avrupa'nın gözlüğü takıldı...
...
- Ne zaman başladı bu kırılma?
- Aşağı yukarı 68'den sonra başladı... 69'dan sonra başladı... 69'dan sonra bir anda Batı gözlüğüyle bakıldı... Hâlbuki bizim hareketlerimiz Avrupa'nınki gibi değildi... Bizim gençlik hareketlerimizin kendi tarihî arka planı var... Bundan Ahmet Yesevî damarına kadar bağlayamıyorsak, zaten konuşmayacağız... Bizim kendi gerçekliğimiz var... Biz kendi gerçekliğimizden koparıp, Avrupa gerçekliğine oturtmaya çalıştık... Biz işçi sınıfı hareketinden gelmiş adamlar değiliz bakın... Avrupa'da, Sosyalizm de, Sosyal Demokrasi de, çok güçlü bir işçi hareketi üzerinde tartışılıyor ve o işçi hareketlerinin arasında da Sosyal Devrim var, Sanayi Devrimi var... Bizde öyle bir 'işçi hareketi' yok...
- Sanki zorunluymuş gibi bir dayatma oldu burada...
- Tabi! Bakın, başka formül oldu burada... Yani, ideolojik anlamda, tabi, sonradan Mahir, buna kendine göre bir formülasyon yapmaya çalıştı... Yani ben başka bir şey söylemeye çalışıyorum; şimdi Mustafa Suphi var, değil mi? Devrimci hareketin önder insanıdır... Mustafa Suphi, 1916'da, Meşrutiyet Fırkası'nın başıdır ve Yusuf Akçura ile beraber kurmuştur... Dr. Hikmet Kıvılcımlı'yı alalım; Köyceğiz Cephesi'nde Demirci Efe'nin kızanlarından bir tânesidir... Türkiye'de Sol Hareket, işçi hareketinin determine etiği bir hareket değildir esasında... O dediğim, geleneksel çizgiden gelen bir harekettir: Bizi, sermaye-emek çelişkisi belirlememiştir... Bizim idealizmimizin tarif edilmesi lâzım... Şimdi bizim idealizmimiz ile sizin idealizminiz yan yana düşüyor esasında!
- Evet!
- Sizinki de öyle! Ben kalkıp sağcı çocuklara; 'Amerika motive etti! ' diyebilir miyim? Onlar da, o tarihî köke bağlıdır... Herkesin bir tarihî arka planı var... O tarihî arka plan bize büyük bir zenginlik veriyor esasında... Şimdi, orada bir şablonlara doğru gidiş oldu... O şablonlara doğru gidiş maalesef, bizi ülke gerçeklerinden kopardı... Tabi, bu da çok sunî ayırımlar getirdi... 40 sene meşgul oldum bu işlerle -işte Maoculuk, şuculuk-buculuk, falan-filan, maalesef, bu Batı gözlüğüyle bakmak, büyük ayırımlar getirdi... Şimdi ama, bütün bu süreçlerin muhasebesini yapan adamlar... Artık, ben diyorum ki, asgarî müştereklikleri alıp öne koymak lâzım... Yani, asgarî müştereklikleri koyduğunuz zaman, o tarihî arka plan bize, binlerce, beraber hareket edebileceğimiz felsefî, ideolojik, teorik, pratik zenginliği sunuyor zaten... Onu söylemeye çalışıyorum... Bunun için tarihî kök ile buluşmada çok net olmamız lâzım...
- Yani, bir tarafın, şuurlu olarak, tarihî köklerden koparma gayretlerine karşı durmak gerekiyor o zaman burada...
- Evet,evet! Bakın, her tarafta bulmak lâzım; Amerikan Kabuğu'nu her yerde aramak lazım!
...
- Şu ân Ordu'nun durumunu nasıl görüyorsunuz? Ümit verici midir sizce?
-Türk Ordusu 12 Mart ve 12 Eylül kırılmasını mutlaka sırtından atar; damarı sağlamdır yani... Türk Ordusu, öyle küçük değildir... Atar, ama, çok ciddî bir halk muhalefeti yapmak lazım... İllâ bir halk muhalefetinin olması lazım... O halk muhalefeti olmadan ve bizim Birinci Meclis havasını Türkiye'ye egemen kılmadan, Ordu'nun kendi iç bünyesi üzerinden bir tartışma yapmayı da haksızlık olarak görüyorum...
- '1919 şartlarındayız! ' ihtarını da Genelkurmay Başkanı Amerika'da dile getirmişti...
- Evet... O kabuğu atar Ordu... Türk Ordusu'nun tarihî arka planı bellidir, sizin arka planınız bellidir, bizim bellidir; hepsi aynı yere çıkar esasında... O kabuk atılacaktır Türkiye'de! Türkiye'nin birikiminin bu kabuğu def edeceğinin inancındayım ben.... Öyle yaşıyorum! Başka türlü, inanç olmadan yaşanmaz... Ben atar diyorum, ama buna çok ciddî bir şekilde ve Ordu üzerinden bir tartışma ile değil; biz kendimize düşen görevi çok ciddî yapmamız lazım, çağrımızı doğru yapmamız lazım... Yani, Ordu ile öbürünün arasındaki tartışmayı sıkıştırıp...
- Ama, en azından NATO ile ilgili bir şeyler de söylemek lâzım!
- Söylemek lazım! Bugün artık Genelkurmay ve bir sürü resmî ağız bile bu işleri tartışmaya başladı... Olay artık 1968'de Amerikalıları denize dökerkenki o bigâne havanın dışına çıkıyor aslında... Bugün bir referandum yapılıyor, %85 halk Anti-amerikancı çıkıyor! Çünkü bedeli görüyorlar artık! Bu kasıt, insanın cebine kadar girdi, askerimizin kafasına çuval geçirmeye kadar girdi...
Diyelim ki bir kene yapışıverdi, telaşa kapılmayın hemen, ciddî bir örgütlü çalışma yaparak, ölümcül bir sonuç doğurmadan kurtulabilirsiniz... Bu örgütlü mücadeleyi hemen grev, lokavt gibi sendikal maskaralıklar olarak anlamayın... Keneden kurtulmanın en güzel yolu işi ehline havale etmek ve gereken yerde gerekeni yapmak şuuruna sahip olmaktır... Kene, işin ehli (doktor) vasıtası ile çıkarılır, ama öncesinde herkes bulunduğu bölgedeki kenelerden kurtulmalıdır... Herkes kendi bölgesini kenelerden temizlediğinde işin ehilleri 'münevverler'in işi daha kolaylaşır... Ve iyi, doğru ve güzel bir piknik yerinin veya yaşamanın kapıları aralanır...
Çankaya'daki Aşiret ve Boğaz'daki Aşiret'in Karakteristik Özellikleri
Her ikisi de kökten Batıcıdır... Çankaya'daki Aşiret, daha 1923'ten itibaren ABD, İngiltere ve Almanya ile içli dışlı olup, esasen gelecekte ordu kumandası ve bürokraside yer alacak kadroları daha 1927'lerden itibaren yetiştirmeye başlamıştır... Çankaya'daki Aşiretin kurucusu temelde, ABD, İngiltere ve İsrail'deki yahudilerdir... Sayın Behiç Kılıç ifade ettiği gibi, rejimin sözcüsü Cumhuriyet gazetesi daha 1925 yılından itibaren ABD şirketlerinin reklamlarıyla dolmaya başlamıştır... Hasan Cemal'in 'Cumhuriyeti Çok Sevmiştim' isimli eserinde ifade ettiği üzere, Cumhuriyet gazetesinin sahip ve yöneticilerinden 10 kişi ya ABD, İngiliz vatandaşı veya bu ülke vatandaşlarıyla evli kişilerdir... Yine CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın kızı 20 yıldır ABD vatandaşıdır... Behiç Gürcihan'ın ifadesiyle, Çankaya'daki Aşiret, İşbankası, Boğaz'daki Aşiret ise Akbank'la tanınır...
Boğaz ve Çankaya Aşiretleri, Türkiye'nin Batı işgâl üsleriyle donatılarak, Batı-ABD ve İsrail çiftliği hâline getirilmesinde tam 60 yıldır bir yarış hâlindedirler... 1950'ye kadar vatanımızı Batı'ya peşkeş çekmekte olan Çankaya'daki Aşiret öncü konumda iken, 50'den sonra ise Boğaz'daki Aşiret öne geçmeye başlamıştır...
Her ikisi de ABD ve İsrail'le içli dışlı olan bu aşiretlerden Çankaya'daki aşiret için, İsrail'in kurucusu da diyebiliriz (bkz: Hasan Bülent Kahraman, İsrail'e olan aşkını ifade ettiği '60.yılında İsrail' yazısı) ...
Güngören'de dün gece gerçekleştirilen hain saldırıda 17 vatandaşımız hayatını kaybetti... İki ayrı bombanın patladığı gecede 150 kişiden fazla vatandaşımız da yaralandı... Ancak gece yarısı milletin yüreğine düşen ateş televizyon kanallarına düşmedi... Televizyon kanalları pazar gecesi yayınlanan eğlence programlarına aynı tempoda devam etti...
Dün gece ekranda eğlencenin hız kesmediği tek kanal atv değildi... Star'da 'İkizzler' adlı şarkı yarışması, Fox Tv'de 'Roman Star' gibi yarışmalar yine sazlı sözlü eğlencelerine devam ettiler... Şarkı yarışmalarında jüri üyeleri saldırı ile ilgili başsağlığı mesajları verse de, eğlenceye ara vermeye gerek duyulmadı...
- Human fish swimming at the bottom of the ocean of atmosphere develop psychic injuries as they collide with one another... Most mortal of all are those gotten from the parent fish...
This Prelude is written entirely in two voices... Let us not be misled by the chords of the first measure... It is indeed the manner of Bach to impose from the beginning the tonality with full harmonies and then to enjoy the refined elaboration of the parts...
Commentators often mention the modest thematic material of Bach... Is it not rather the richness of Bach's inventive spirit which accomplishes wonders with motives that might appear simple? This Prelude, like the Prelude in F-sharp major of Book II and so many other pieces, proves this eloquently...
Written in the dotted rhythm 'à la francaise', Prelude XVII is of an incomparable richness... Between the phrases where the bass sustained by chords affirms this rhythm, Bach interrupts, modulates, and bestows upon us a phrase, a kind of recitative, whose intense expression moves us (measures 32, 37, 38, 52, 53, 54, 74, etc.) and surprises us in the midst of a piece which advances with a pace quiet and unalterable...
The luminous and gentle character of the subject of the Fugue is scarcely veiled by the chromaticism of the first counter-subject...
Subject, counter-subject, another counter-subject, which, as they unfold, undergo slight variations, intermingle peacefully without any 'tour de force' except that of invertible counterpoint... But is that not enough?
With each appearance of the subject -fifteen times in all- we experience a new happiness... The uninterrupted motion of the sixteenths which forms the background of the subject gives to the whole piece an atmosphere of grandeur and majesty... This Fugue is in four voices... Notice the last three measures, in which the bass branches off on the last beat, with the tenor setting forth the theme as a farewell...
eksik bir şey
31.07.2008 - 23:58...
Mi bemol Majör tonda ve 6/8'lik ölçüdeki 2. Bölümde ağırca (Andante) tempoda, özlem dolu ana tema küçük parçalar şeklinde, sanki bir kaleydoskoptan bakıyormuşçasına, zarifçe sunulur... Buna, biri sıçrayışlarla ilerleyen, diğeri daha sevimli karakterde iki yan tema katılır ve ustaca birbiri içinde örülür... Ancak özlem dolu tema neşelenmek istemezmiş gibi kendini, gizli acısını sürekli duyurur... Gelişimde güçlenen bu acı, tekrar bölmesinde ustaca düzenlenmiş kontrpuanla seçkinleşir...
...
well tempered clavier
31.07.2008 - 23:57Prelude and Fugue XVI in G Minor
The indication Largo is Bach's own... This Prelude, in strict four parts, written in the purest 'stile francese', reminds us of Couperin, particularly the Ténébreuse (Ordre 3) ... Do not look for a literal resemblance... But the proud magnificence, the gravity, the atmosphere of Couperin's incomparable piece we find in this Prelude...
When Bach takes possession of a certain rhythm, he does not let go... The Fugue in A minor, Book I, proves this... The same is true of this G minor Fugue... Even those of Bach's biographers and commentators who admire him without reservation blame this Fugue for what they call its rhythmic insistence and stiffness... But we need not make the same mistake if we study and listen to this piece with the reverence it deserves... Obviously a knowledge of counterpoint is indispensable to do justice to this extraordinary work in which Bach amuses himself with multiple combinations of inversions...
geçiş
31.07.2008 - 23:55...
- Vurgunu da iyi takip etmek lazım, şu oldu, bir anda, bizim genç yaşımızda, kendi tarih bilincimize doğru eğileceğimiz noktada bir şablonculuk sokuldu bizim içimize... Geldi, geldi, birileri getirdi Maoculuğu koydu; o kapıdan, öbürü girdi, beriki girdi, hızını alamayan Arnavutluk'a kadar gitti ve Türkiye, kendine has koşulları içinde değil, şablonlarla konuşulmaya başlandı... Yani Avrupa'nın gözlüğü takıldı...
...
- Ne zaman başladı bu kırılma?
- Aşağı yukarı 68'den sonra başladı... 69'dan sonra başladı... 69'dan sonra bir anda Batı gözlüğüyle bakıldı... Hâlbuki bizim hareketlerimiz Avrupa'nınki gibi değildi... Bizim gençlik hareketlerimizin kendi tarihî arka planı var... Bundan Ahmet Yesevî damarına kadar bağlayamıyorsak, zaten konuşmayacağız... Bizim kendi gerçekliğimiz var... Biz kendi gerçekliğimizden koparıp, Avrupa gerçekliğine oturtmaya çalıştık... Biz işçi sınıfı hareketinden gelmiş adamlar değiliz bakın... Avrupa'da, Sosyalizm de, Sosyal Demokrasi de, çok güçlü bir işçi hareketi üzerinde tartışılıyor ve o işçi hareketlerinin arasında da Sosyal Devrim var, Sanayi Devrimi var... Bizde öyle bir 'işçi hareketi' yok...
- Sanki zorunluymuş gibi bir dayatma oldu burada...
- Tabi! Bakın, başka formül oldu burada... Yani, ideolojik anlamda, tabi, sonradan Mahir, buna kendine göre bir formülasyon yapmaya çalıştı... Yani ben başka bir şey söylemeye çalışıyorum; şimdi Mustafa Suphi var, değil mi? Devrimci hareketin önder insanıdır... Mustafa Suphi, 1916'da, Meşrutiyet Fırkası'nın başıdır ve Yusuf Akçura ile beraber kurmuştur... Dr. Hikmet Kıvılcımlı'yı alalım; Köyceğiz Cephesi'nde Demirci Efe'nin kızanlarından bir tânesidir... Türkiye'de Sol Hareket, işçi hareketinin determine etiği bir hareket değildir esasında... O dediğim, geleneksel çizgiden gelen bir harekettir: Bizi, sermaye-emek çelişkisi belirlememiştir... Bizim idealizmimizin tarif edilmesi lâzım... Şimdi bizim idealizmimiz ile sizin idealizminiz yan yana düşüyor esasında!
- Evet!
- Sizinki de öyle! Ben kalkıp sağcı çocuklara; 'Amerika motive etti! ' diyebilir miyim? Onlar da, o tarihî köke bağlıdır... Herkesin bir tarihî arka planı var... O tarihî arka plan bize büyük bir zenginlik veriyor esasında... Şimdi, orada bir şablonlara doğru gidiş oldu... O şablonlara doğru gidiş maalesef, bizi ülke gerçeklerinden kopardı... Tabi, bu da çok sunî ayırımlar getirdi... 40 sene meşgul oldum bu işlerle -işte Maoculuk, şuculuk-buculuk, falan-filan, maalesef, bu Batı gözlüğüyle bakmak, büyük ayırımlar getirdi... Şimdi ama, bütün bu süreçlerin muhasebesini yapan adamlar... Artık, ben diyorum ki, asgarî müştereklikleri alıp öne koymak lâzım... Yani, asgarî müştereklikleri koyduğunuz zaman, o tarihî arka plan bize, binlerce, beraber hareket edebileceğimiz felsefî, ideolojik, teorik, pratik zenginliği sunuyor zaten... Onu söylemeye çalışıyorum... Bunun için tarihî kök ile buluşmada çok net olmamız lâzım...
- Yani, bir tarafın, şuurlu olarak, tarihî köklerden koparma gayretlerine karşı durmak gerekiyor o zaman burada...
- Evet,evet! Bakın, her tarafta bulmak lâzım; Amerikan Kabuğu'nu her yerde aramak lazım!
...
- Şu ân Ordu'nun durumunu nasıl görüyorsunuz? Ümit verici midir sizce?
-Türk Ordusu 12 Mart ve 12 Eylül kırılmasını mutlaka sırtından atar; damarı sağlamdır yani... Türk Ordusu, öyle küçük değildir... Atar, ama, çok ciddî bir halk muhalefeti yapmak lazım... İllâ bir halk muhalefetinin olması lazım... O halk muhalefeti olmadan ve bizim Birinci Meclis havasını Türkiye'ye egemen kılmadan, Ordu'nun kendi iç bünyesi üzerinden bir tartışma yapmayı da haksızlık olarak görüyorum...
- '1919 şartlarındayız! ' ihtarını da Genelkurmay Başkanı Amerika'da dile getirmişti...
- Evet... O kabuğu atar Ordu... Türk Ordusu'nun tarihî arka planı bellidir, sizin arka planınız bellidir, bizim bellidir; hepsi aynı yere çıkar esasında... O kabuk atılacaktır Türkiye'de! Türkiye'nin birikiminin bu kabuğu def edeceğinin inancındayım ben.... Öyle yaşıyorum! Başka türlü, inanç olmadan yaşanmaz... Ben atar diyorum, ama buna çok ciddî bir şekilde ve Ordu üzerinden bir tartışma ile değil; biz kendimize düşen görevi çok ciddî yapmamız lazım, çağrımızı doğru yapmamız lazım... Yani, Ordu ile öbürünün arasındaki tartışmayı sıkıştırıp...
- Ama, en azından NATO ile ilgili bir şeyler de söylemek lâzım!
- Söylemek lazım! Bugün artık Genelkurmay ve bir sürü resmî ağız bile bu işleri tartışmaya başladı... Olay artık 1968'de Amerikalıları denize dökerkenki o bigâne havanın dışına çıkıyor aslında... Bugün bir referandum yapılıyor, %85 halk Anti-amerikancı çıkıyor! Çünkü bedeli görüyorlar artık! Bu kasıt, insanın cebine kadar girdi, askerimizin kafasına çuval geçirmeye kadar girdi...
...
chromatic fantasy and fugue
31.07.2008 - 23:54'L'Argent' (1983)
Robert Bresson
geçiş
31.07.2008 - 23:54...
Diyelim ki bir kene yapışıverdi, telaşa kapılmayın hemen, ciddî bir örgütlü çalışma yaparak, ölümcül bir sonuç doğurmadan kurtulabilirsiniz... Bu örgütlü mücadeleyi hemen grev, lokavt gibi sendikal maskaralıklar olarak anlamayın... Keneden kurtulmanın en güzel yolu işi ehline havale etmek ve gereken yerde gerekeni yapmak şuuruna sahip olmaktır... Kene, işin ehli (doktor) vasıtası ile çıkarılır, ama öncesinde herkes bulunduğu bölgedeki kenelerden kurtulmalıdır... Herkes kendi bölgesini kenelerden temizlediğinde işin ehilleri 'münevverler'in işi daha kolaylaşır... Ve iyi, doğru ve güzel bir piknik yerinin veya yaşamanın kapıları aralanır...
...
tarihi sözler
31.07.2008 - 23:53- Babalar gibi satarız.
Kemal Unakıtan
rejim
31.07.2008 - 23:48Çankaya'daki Aşiret ve Boğaz'daki Aşiret'in Karakteristik Özellikleri
Her ikisi de kökten Batıcıdır... Çankaya'daki Aşiret, daha 1923'ten itibaren ABD, İngiltere ve Almanya ile içli dışlı olup, esasen gelecekte ordu kumandası ve bürokraside yer alacak kadroları daha 1927'lerden itibaren yetiştirmeye başlamıştır... Çankaya'daki Aşiretin kurucusu temelde, ABD, İngiltere ve İsrail'deki yahudilerdir... Sayın Behiç Kılıç ifade ettiği gibi, rejimin sözcüsü Cumhuriyet gazetesi daha 1925 yılından itibaren ABD şirketlerinin reklamlarıyla dolmaya başlamıştır... Hasan Cemal'in 'Cumhuriyeti Çok Sevmiştim' isimli eserinde ifade ettiği üzere, Cumhuriyet gazetesinin sahip ve yöneticilerinden 10 kişi ya ABD, İngiliz vatandaşı veya bu ülke vatandaşlarıyla evli kişilerdir... Yine CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın kızı 20 yıldır ABD vatandaşıdır... Behiç Gürcihan'ın ifadesiyle, Çankaya'daki Aşiret, İşbankası, Boğaz'daki Aşiret ise Akbank'la tanınır...
Boğaz ve Çankaya Aşiretleri, Türkiye'nin Batı işgâl üsleriyle donatılarak, Batı-ABD ve İsrail çiftliği hâline getirilmesinde tam 60 yıldır bir yarış hâlindedirler... 1950'ye kadar vatanımızı Batı'ya peşkeş çekmekte olan Çankaya'daki Aşiret öncü konumda iken, 50'den sonra ise Boğaz'daki Aşiret öne geçmeye başlamıştır...
Her ikisi de ABD ve İsrail'le içli dışlı olan bu aşiretlerden Çankaya'daki aşiret için, İsrail'in kurucusu da diyebiliriz (bkz: Hasan Bülent Kahraman, İsrail'e olan aşkını ifade ettiği '60.yılında İsrail' yazısı) ...
...
eğitim, öss, üniversite üçgeni
31.07.2008 - 23:45'La Habitación de Fermat' (2007)
Luis Piedrahita
Rodrigo Sopeña
rejim
31.07.2008 - 23:43...
Güngören'de dün gece gerçekleştirilen hain saldırıda 17 vatandaşımız hayatını kaybetti... İki ayrı bombanın patladığı gecede 150 kişiden fazla vatandaşımız da yaralandı... Ancak gece yarısı milletin yüreğine düşen ateş televizyon kanallarına düşmedi... Televizyon kanalları pazar gecesi yayınlanan eğlence programlarına aynı tempoda devam etti...
Dün gece ekranda eğlencenin hız kesmediği tek kanal atv değildi... Star'da 'İkizzler' adlı şarkı yarışması, Fox Tv'de 'Roman Star' gibi yarışmalar yine sazlı sözlü eğlencelerine devam ettiler... Şarkı yarışmalarında jüri üyeleri saldırı ile ilgili başsağlığı mesajları verse de, eğlenceye ara vermeye gerek duyulmadı...
...
zamana yenik düşmek
31.07.2008 - 23:42The Penguins - Earth Angel...
kült film
28.07.2008 - 23:18'The Treasure of the Sierra Madre' (1948)
John Huston
bitmeyen bekleyişler
28.07.2008 - 23:17Paul & Paula - Hey Paula...
hiç bitmesin denilen anlar
28.07.2008 - 23:15Mike Oldfield - Moonligth Shadow...
şiirsel
25.07.2008 - 23:37'Pather Panchali' (1955)
Satyajit Ray
hiç bitmesin denilen anlar
25.07.2008 - 23:35Strawberry Fields...
film replikleri
25.07.2008 - 23:35- Human fish swimming at the bottom of the ocean of atmosphere develop psychic injuries as they collide with one another... Most mortal of all are those gotten from the parent fish...
kült film
25.07.2008 - 23:33'The Man Who Knew Too Much' (1934)
Alfred Hitchcock
belki yol sonsuzluk
25.07.2008 - 23:31'Gottes Zeit ist die allerbeste Zeit'
BWV 106
buzdolabı gibi insan
25.07.2008 - 23:29...
Mmmmmmmmmmmmmm
If I could melt your heart
Mmmmmmmmmmmmmm
We'd never be apart
Mmmmmmmmmmmmmm
Give yourself to me
Mmmmmmmmmmmmmm
You hold the key
...
sistemi okumak
25.07.2008 - 23:26Mikhail Pletnev - Domenico Scarlatti, Sonatas
Mikhail Pletnev - C.P.E.Bach - Sonatas & Rondos
Mikhail Pletnev - Prokofiev, Piano Sonatas No.2,7,8
well tempered clavier
25.07.2008 - 23:24Prelude and Fugue XVII in A-Flat Major
This Prelude is written entirely in two voices... Let us not be misled by the chords of the first measure... It is indeed the manner of Bach to impose from the beginning the tonality with full harmonies and then to enjoy the refined elaboration of the parts...
Commentators often mention the modest thematic material of Bach... Is it not rather the richness of Bach's inventive spirit which accomplishes wonders with motives that might appear simple? This Prelude, like the Prelude in F-sharp major of Book II and so many other pieces, proves this eloquently...
Written in the dotted rhythm 'à la francaise', Prelude XVII is of an incomparable richness... Between the phrases where the bass sustained by chords affirms this rhythm, Bach interrupts, modulates, and bestows upon us a phrase, a kind of recitative, whose intense expression moves us (measures 32, 37, 38, 52, 53, 54, 74, etc.) and surprises us in the midst of a piece which advances with a pace quiet and unalterable...
The luminous and gentle character of the subject of the Fugue is scarcely veiled by the chromaticism of the first counter-subject...
Subject, counter-subject, another counter-subject, which, as they unfold, undergo slight variations, intermingle peacefully without any 'tour de force' except that of invertible counterpoint... But is that not enough?
With each appearance of the subject -fifteen times in all- we experience a new happiness... The uninterrupted motion of the sixteenths which forms the background of the subject gives to the whole piece an atmosphere of grandeur and majesty... This Fugue is in four voices... Notice the last three measures, in which the bass branches off on the last beat, with the tenor setting forth the theme as a farewell...
hissedilen duygunun adını koyamamak
25.07.2008 - 23:22Mary McGregor - Torn Between Two Lovers
alan derinliği
25.07.2008 - 23:20'Birdman of Alcatraz' (1962)
John Frankenheimer
ilham kaynağı olmak
25.07.2008 - 23:18'Sommarnattens leende' (1955)
Ingmar Bergman
Toplam 3989 mesaj bulundu