İngiltere başta olmak üzere Avrupa'yı da sallayan morgıç merkezli ekonomik krizin neticesinde nelerin olabileceğini ise ABD Hazine Eski Bakanı Lawrence Summer izah etmiş... Summer, 'Önümüzdeki aylarda yapılacak tercihler, konut piyasasını ve kriz döneminde mali yetkililerinin güvenilirliği ile siyasî sistemin bütünlüğünü etkileyecek.' dedi...
Summer, kurtarma projelerinde 'kârların ferdîleştiği, buna karşılık zararların toplumun sırtına yüklendiği'ni ifade ederek, ABD halkının sırtına her yıl trilyon dolarlık ek bütçe masraflarının binmeye başladığını söyledi...
Kıbrıs, Kerkük ve Ermeni meseleleri, Türkiye'yi artık nefes dahi alamayacak bir şekilde kapana kıstırmış haldedir... 2007'den bugüne değişen tek şey, Kıbrıs'ın büsbütün elden gittiğidir... Bizzat Kıbrıs içinden devşirilmiş olan Batıcı-modern ve küreselci M. Ali Talat'ın, oradaki Türk askerini işgâlci olarak kabul ettiğini ve AB projesine (Tayyip'le birlikte) evet diyerek, Kıbrıs'ın, Rum yönetimine tabii kılınarak, bütünleşme kılıfı-adı altında, hızla tasfiyeye doğru gittiğini görmekteyiz... Kıbrıs'ta AB-D baskısı sebebiyle Rum tezlerini kabul etmek demek, Kıbrıs'ı kaybetmek demektir... Bu da Kıbrıs'ı kurtarmak için dökülen şehid kanlarının bizzat Talabanî Cumhuriyeti'ne dönüştürülen TC tarafından satışa getirilmesi ve Ortadoğu ve İslâm Alemi'nin, emperyalizme hediye edilen batmaz bir uçak gemisi sayesinde kampanaya sıkıştırılması demektir... Şayet bu başarılırsa, hemen ardından Ege Kıta Sahanlığı meselesi de, Lahey Adalet Divanı tarafından bir oldu-bittiye getirilerek Türkiye'nin Ege sularını bir daha görememesi sağlanmış olacaktır...
TSK ile ABD Silahlı Kuvvetleri arasındaki işbirliği ve anlayışın “mükemmel seviyede olduğunu” vurgulayan Başbuğ, “Bu nedenle, önemli görevlerimizden biri de bu işbirliğinin korunmasıdır” diye konuştu... Başbuğ’un, “ortak değerler üzerine inşa edildiğini” belirttiği Türk-ABD ilişkilerinin, bugün, “her zaman olduğundan çok daha önemli olduğuna” işaret etmesi ise, Türkiye’de Amerika aleyhtarlığının, bir diplomatın ifadesiyle, “adeta patolojik bir boyut aldığı” bir sırada önemliydi...
Genelkurmay Başkanı'nın bu sözleri, Türkiye’deki spekülasyona rağmen, TSK’nın ABD-NATO ekseninden ayrılmak gibi bir düşüncede olmadığını güçlü bir şekilde ortaya koydu...
Şirket adını ertesi yıl 'Iraq Petroleum Company' olarak değiştirdi... Aynı ortaklık yapısıyla... Ve henüz bağımsızlığını kazanamamış, yani İngiltere himayesinde olan Irak'ın yetkililerinden (Özellikle Nuri Sait Paşa'nın desteğiyle) 2000 yılına kadar geçerli olacak imtiyaz hakkı kopardı... Yani ülkenin tümünde petrol arama, işletme ve pazarlama hakkı veya tekeli adından başka Irak'la hiçbir ilgisi bulunmayan 'Iraq Petroleum Company'de olacaktı...
Irak'ta rejim değişti (krallıktan cumhuriyete geçildi) , darbe üstüne darbe oldu ama gidip gelen iktidarların hiçbiri bu imtiyaza dokunamadı... Ta ki 1972'ye kadar...
O yılın Haziran ayı başında Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Saddam Hüseyin (Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Hasan El-Bekr oturuyordu) , Irak petrollerini millileştirdiklerini açıkladı... 'Iraq Petroleum Company' tazminat olarak topu topu 15 milyon varil petrol karşılığı ülkeden çıkarıldı...
Irak, petrollerini millileştirdiğinde 115 milyar varil kanıtlanmış petrol rezervine sahipti... Saddam rejimi petrol ihracatından elde ettiği gelirle Irak'ın çehresini değiştirdi: Tarımı modernleştirdi, sağlık ve eğitimde olağanüstü reformlar yaptı (2003'te ABD orduları Bağdat'a girdiğinde, Irak sadece Oratadoğu'nun değil, dünyanın en nitelikli insan gücüne sahip ülkeleri arasında gösteriliyordu) , yolları, kentleri yeniledi...
İşte bu yüzden petrolün millileştirilmesi kararından bugün bile tüm Iraklılar gururla söz ediyorlar... O kararın alındığı 1 Haziran'ı Irak'ın onur günü olarak anıyorlar...
No.6 - Général Lavine-eccentric (General Lavine-Eksantrik) : Fa Majör tonda, 2/4'lük ölçüde ve 1890'lardan 1910'lara kadar Avrupa'da popüler olan ragtime tarzındaki Afro-Amerikan dansı olan Cakewalk stili ve hareketinde (Dans le style et le mouvement d'un Cakewalk) çalınması öngörülen prelüdü Debussy, Paris'teki Folies Marigny müzikholünde ayak parmaklarıyla piyano çalan palyaço Edward La Vine'nin gösterilerinden esinlenmiştir... Debussy bu dansta bile, tahtadan yapılmış gibi görünen bu komiğin karikatürünü zengin bir kontrastla gerçekleştirir... Ünlü ressam Toulouse-Lautrec'in aynı konuları canlandıran tablolarına müzikal bir nazire olan prelüd, pizzicato ve staccato yorumlarla daha da şakacı bir anlam kazanırken güçlü akorlarla renklenir...
Avrupa Birliği (AB) hayranı, Hürriyet gazetesi köşeyazarı Bekir Coşkun, halkımızın yarısını ‘Göbeğini kaşıyan adam’ olarak niteleyip aşağıladıktan sonra, tutup üç milyona yakın insanımızın da tümüne birden ‘rüşvetçi’ damgasını şöyle vurdu:
“...rüşvet olmayan bir tek yer yoktur bu memlekette. Bir tek kamu kuruluşu, bir tek makam, bir tek oda, bir tek masa, bir tek koltuk, bir tek sandalye bulamazsınız.” [1]
Biz de şimdi gözlerimizi AB Mandacılarının Kâbe’sine çevirelim, bakalım sözde Uygarlığın Beşiği, Demokrasinin Yuvası, Avrupa Birliği’nde rüşvet var mı, yok mu...
Avrupa Birliği (AB) , bağımsız bir devlet konumuna gelmiş siyasi bir kuruluştur... Her devletin olduğu gibi, AB’nin de tüm gelir-gider hesaplarını denetleyen bir sayıştayı vardır... AB’nin Sayıştay denetçileri, 1995 yılından beri, yani 13 yıldır, AB’nin hesaplarını ‘ibra’ etmemiş, yani aklamamıştır!
Niçin aklamamışlardır?
Çünkü her yıl, AB bütçesinden yaklaşık 5 milyar Avro’nun türlü sahtekârlık yöntemleriyle çalındığını saptamışlardır!
AB’de sahtekârlık, yolsuzluk ve rüşvet, üst düzey yöneticilerin kitabında, bir ‘Paylaşımdır’.
Avrupa Komisyonu’nun iki üyesi, yani iki bakanı, İtalyan Emma Bonino ve İspanyol Manuel Marin, 1993-1995 döneminde AB’nin ‘İnsani Yardım Bütçesi’nden toplam 800 bin Avro hortumladılar... Hortumcu bakanlara hiçbir şey olmadı, görevlerini sürdürdüler... [2]
AB’de hortumculuk, bakanlık düzeyindeki yöneticiler arasındaki ‘Birliktir’.
AB bünyesindeki bir dizi rüşvet ve yolsuzluk olayını ortaya çıkaran Baş Muhasebeci Marta Andreasen, önce korkutulup tehdit edilerek sindirilmek istendi, daha sonra da işinden kovuldu...
AB’de rüşvet, üst düzey yöneticilerin kulağına ‘Müziktir’, rüşveti ortaya çıkarmaya yeltenenler için ise işten kovulma!
AB Sayıştayı'nda yedi yıl görev yapmış olan denetçi Dougal Watt, 2002 yılında, AB’de rüşvet, yolsuzluk ve hortumculuğu düzenleyip yöneten, AB Bürokratları-Mafya-Masonlar çetesini ortaya çıkardı... Bulgularını, AB’nin hukuk kurumlarına yazılı rapor olarak verince işinden kovuldu...
AB’de rüşvet, yolsuzluk ve sahtekârlık, üst düzey yöneticiler için ‘Yatırımdır, ihaledir, teşviktir’.
Avrupa Komisyonu’nda yedi yıla yakın ‘Avrupa Para Birliği Daire Başkanı’ olarak çalışan İngiliz ekonomist Bernard Conolly, 1990 yılının başında, AB’nin en üst yöneticilerinin bulaştığı rüşvet, yolsuzluk ve sahtekârlıkları ortaya çıkarmaya başlayınca başı belaya girdi... Kendisi ve eşi korkutlup tehdit edildi... Conolly korkmadı, yılmadı ve bulgularını ‘Avrupa’nın Çürümüş Yüreği’ adlı kitabında yayınladı... Rüşvetçi amirleri onu hemen işten kovdular... Kitap, AB ülkelerinde ‘En Çok Satan Kitap’ oldu...
AB’de rüşvet, sahtekârlık ve yolsuzluk, en üst düzey yöneticileri açısından sihirli bir ‘İletişimdir’.
1999’un başlarında, Avrupa Komisyonu üyelerinin, yani bakanların rüşvet yediği söylentileri medyaya sel gibi akmaya başlayınca, bağımsız bir denetleme kurumunun tüm iddiaları araştırmasına karar verildi... 15 Mart 1999’da bağımsız denetçiler raporlarını açıkladılar... Başta AB’nin Başbakanı olmak üzere tüm Bakanlar rüşvet yemiş, türlü yolsuzluklara bulaşmışlardı... Bu, dünyada bir benzeri görülmemiş bir skandaldı... Avrupa Komisyonu’nun tüm üyeleri, yani başta Başbakan olmak üzere tüm Bakanlar istifa etmek zorunda kaldılar...
Peki, istifalardan sonra ne oldu?
Rüşvetçi bakanlar, yeni bakanlar kurulu oluşuncaya kadar görevlerini sürdürdüler... Hiçbirine hiçbir ceza verilmedi... Suçluluğu kanıtlanmış rüşvetçi dört bakan, yeni oluşan bakanlar kurulunda da görev aldı...
AB’de rüşvet, yolsuzluk ve sahtekârlık, bakan düzeyindeki yöneticilerin gözünde ‘Hizmettir’.
Özetleyecek olursak; AB’de rüşvet, yolsuzluk ve sahtekârlık; ‘örf’dür, ‘gelenek’tir, ‘kültür’dür...
Peki, neden böyledir?
Çünkü sömürgecilik, yağmacılık, avantacılık ve beleşcilik Avrupalıların kimliğine sinmiştir... Avrupalı egemenlerin kimliği, kirlidir!
Şimdi anladınız mı neden Türkiye’de bazı kişi ve kuruluşlar AB’ye girmek için can atıyorlar!
Yılmaz Dikbaş
17 Ocak 2008
[1] Bekir Coşkun, “Rüşvetin faydaları...”, Hürriyet, 17.01.2008
[2] Yılmaz Dikbaş, “Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi”, AsyaŞafak Yayınları, 5. Baskı, İstanbul
No.7 - La terrace des audiences au clair de lune (Ay Işığında Buluşma Terası) : Fa diyez minör tonda, 6/8'lik ölçüde, ağır (Lent) tempoda, popüler Fransız çocuk şarkısı 'Au Clair de la Lune' ezgisini anımsatan girişten sonra biraz oryantal ve gizemli pasajlarla gelişir... Debussy özgün bir havada yansıttığı manzarayı, bir Paris gazetesinde gördüğü Hindistan yolculuğu haberinden esinlenmiş; 1912'de bir Hindistan genel valisinin ay ışığındaki terasta verdiği kabul törenini üstün bir hayal gücü ve tını kontrolüyle yansıtmıştır...
- Şimdi bunlar bir kere başörtüsü düşmanlarını ödüllendirdiler! Biliyor musunuz? Türkiye'de Başörtüsü zulmünü başlatan, Kenan Evren'in de gücüyle, onun kuvvetini arkasına alarak, İhsan Doğramacı'dır... Onunla başlamıştır...
- Evet... YÖK'ün de kurulmasıyla...
- Evet... Geçtiğimiz 2007 senesinde, Büyük Millet Meclisi Onur Ödülü'nün kime verilmesi ile ilgili yapılan oylamada Abdullah Gül, İhsan Doğramacı'ya verilmesini teklif etti!
- Şu meşhur Türban Davası savunucusu (!) Bülent Arınç da hararetle desteklemişti...
- Bülent Arınç da, ödülün verilmesinin hemen akabinde onu arayıp tebrik etmişti! Başörtüsünün en büyük düşmanlarından birini ödüllendirdiler...
- Türban Yasağı'nı da bir daha türbanın serbest olamayacağı bir şekle getirdiler... Artık çeşitli yönetmeliklerle yasaklanan türban, Anayasal bir yasak olarak kemikleştirildi AKP eliyle...
- Tabi! Yasağı şöyle yaptılar: CHP baştan beri 'biz bunu Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğiz! ' diyordu... AKP, 'bunu pişirelim ve sizin de tam Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğiniz hale getirelim! ' dediler... Bir şey daha var... Bunlar başka bir şekilde de türbana, dolayısıyla İslam'a hakaret ediyorlar: Abdullah Gül'ün karısı bir zamanlar başörtüsü taktığı için üniversiteye girememesini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne şikayet etti... O zamanlar ona sordular: 'Siz bu davanızı çekecek misiniz, geri alacak mısınız? ' 'Ne münasebet! ' demiş ve ardından, 'Benim bu davayı geri çekmem, Türkiye'deki başörtülü kadınlara hakaret olur! ' demişti... Ve sonra da geri çekti... Kendisi söylediği gibi hakeret etmiş oldu!
İzmir'in Kaynaklar İlçesi'ndeki ilköğretim okulunun müdürü E.S., öğrencileri taciz ettiği, karşı gelenlere işkence yaptığı iddiasıyla gözaltına alındı... Bir akrabasının evinde yakalanan müdürün bilgisayarında, 3 bine yakın porno görüntü bulundu, büyük bölümünün çocuk pornosu içerikli olduğu belirlendi... E.S.'nin yolsuzluktan tutuklanan Kaynaklar Belediye Başkanı M.K.'nın en yakın arkadaşı olduğu anlaşıldı... M.K.'nın ailelere, şikayetçi olmamaları için baskı yaptığı iddia edildi... Müdür E.S., okuldaki yolsuzluk operasyonu nedeniyle tutuksuz yargılanıyordu... Sapık müdürün bazı öğrencilere tecavüz etmiş olabileceği ihtimali değerlendiriliyor...
- 'Ben AB'ye karşıyım, ben ABD'ye karşıyım, ben buna karşıyım, ben şuna karşıyım' diyen bir gençlik, ama küreselleşmenin farkında olmayan bir gençlik. Türkiye'yi içe kapanmaya teşvik edenler, gençliğe maalesef bunu pompalıyorlar.
Cumhuriyet döneminde ise bu uygulama özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yaygınlaşmaya başladı... 1920'li yıllarda Sovyetler Birliği'nin ülkemizdeki bazı komünistleri kendilerine ait şirketlerde çalışıyor göstererek onlara para ödedikleri biliniyor... Ayrıca, 'Moskova'dan ruble' iddiaları da yalan değildir... 1947-48 yıllarından itibaren, ABD'nin Türkiye'de kendi yandaşlarına, yanına çekmeye veya tarafsızlaştırmaya çalıştığı insanlara para aktardığı bugün iyi bilinmektedir... 1980'li yıllardan itibaren Avrupa Birliği de bu uygulamaları başlatmıştır....
Kimler emperyalistlerden para alıyor ve bu para karşılığında ne yapıyor?
Eskiden ajan çalıştırmak zordu... Günümüzde kolaylaştı... Binlerce Amerikalı istihbaratçı Türkiye'ye 1960'lı yıllarda 'barış gönüllüsü' adı altında geldiler, köylerimizde ve kasabalarımızda araştırmalar yaptılar... Bu çalışmalar bir süre sonra tepki çekmeye başlayınca, yeterli bilgiyi topladıklarını düşünerek geri çekildiler...
Bugün istihbarat çalışmalarında genellikle ülkemiz vatandaşları kullanılmaktadır... Emperyalist devletler tarafından giderleri karşılanarak yurtdışına gezilere götürülen insanların bir bölümü, şükran duyguları içinde, samimi görüşmelerde ülkemize ilişkin tüm bildiklerini anlatmaktadırlar... Ayrıca, kolayca arkadaş olan bazı kişiler, bu bilgi (istihbarat) akışını, ara sıra verilen küçük hediyeler karşılığında sürekli de kılabilmektedirler... Bir süre sonra hediyelere alışan bazı kişiler, bilgi aktarımını daha sistemli hale getirmektedir... Alın size gayet ucuza malolmuş bir yerli ajan...
Bilgi toplamada ve gerçeklerin kamuoyuna yansıtılmasını önlemede de 'projeler' kullanılmaktadır... Diyelim bir üniversitede öğretim üyesisiniz... Aldığınız maaş belli... Yetmiyor... Dışarıda ek bir iş arıyorsunuz... Avrupa Komisyonu'ndan (Avrupa Birliği'nin yürütme organı) proje dağıtıldığını duyuyorsunuz... Sizin konunuzla ilgili bir proje önerisi geliştiriyorsunuz... Kabul ediliyor... Böylece zokayı kendiniz yutuyorsunuz... Proje tezgahına bir kere düşen kişi, bundan kolay kolay kurtulamaz...
Proje tezgahı nedir? Avrupalı veya Amerikalı istihbarat örgütleri, Türkiye'de belirli bir konuda araştırma yapmak istemektedir... Ancak bunu kendileri gelip yapsalar, güvenlik kuvvetlerinin dikkatini ve tepkisini çekecektir... Ayrıca, halkımız arasında bulunan birçok sağduyulu insan, bir yabancının sorduğu sorulardan hangi sonuçların çıkarılabileceğini değerlendirebilmektedir... Bir yabancının 'bilimsel çalışma' gibi masum bir görüntü altında ülkemizde istihbarat çalışması yapması kolay değildir... Ayrıca, oldukça da pahalıdır... Çözüm nedir? Çözüm, projelerdir... Avrupa Komisyonu, hangi konuda istihbarat toplanması gerikiyorsa, o konuda bir proje hazırlıyor ve ilgililerin dikkatine sunuyor... Projeyi alan kişi, 6 ay veya 12 ay gibi kısa sürelerle belirli bir aylık alıyor... Bu aylık, ülkemizdeki vergi sistemi içine sokulmadan, yani vergilendirilmeden ödeniyor... Ayrıca, bir yakınınızın 'asistan' adı altında projeye yamanması ve ona da beş-on kuruş avanta sağlanması imkanı var... Proje, kırtasiye gibi bazı giderlerle de şişirilebiliyor...
Bir anda kendi maaşından daha yüksek bir 'proje katkısını' alan kişilerin çoğu bu ek gelire uyuşturucu gibi bağlanıyor... Arabası yoksa araba alıyor... Arabası varsa araba yeniliyor... Cep telefonunu değiştiriyor... Her gün televizyonlarda reklamı yapılan malları alıyor... Eski televizyonunu atıyor, duvara asılabilir ince televizyonlardan alıyor... Böylece çarka dahil ediliyor... Yeni projeler alabilmek için de istenileni yapıyor... Alan memnun, satan memnun...
Bu tezgaha bir kez düşen birçok kişi, bu ek gelirden o kadar keyif alıyor ki, akan musluğun kapanmaması için hem projede en iyi hizmeti sunuyor (en iyi ve güvenilir istihbaratı derlemeye çalışıyor) , hem de hayatının diğer bölümlerinde, milli çıkarlarını, düşündüklerini ve gerçekleri unutuyor, halkımızı emperyalistlerin istedikleri biçimde yönlendirmeye çalışıyor... Zaten bu biçimde bir kez tezgaha dahil oldu ve emperyalistlerin borazanı haline geldi mi, emperyalistlerin ve onların yardakçılarının denetimi altındaki bazı televizyon kanalları ve gazeteler, bu kişileri şişirmeye de başlıyor... Efendileri, uşaklık edene, iyi maaşın yanı sıra iyi bahşiş de veriyorlar...
Emperyalistlerin ödeme biçimi son derece zengin... Bazılarına para veriliyor... Bazılarının kendilerine veya yakınlarına yurtdışında gezi ve hatta eğitim-araştırma bursu sağlanıyor... Bazıları küçük hediyelere teslim olurken, bazılarının hediyesi daha büyük oluyor... Yurtdışına geziye götürdüklerinin bir bölümünün özellikle kadın konusunda zaafı varsa, son derece gelişmiş kamera sistemleriyle bazı sahneler kaydediliyor ve gerektiği zaman kullanılıyor...
Vatanımıza yönelik saldırı bu kadar yoğunken, bazı okumuşların niçin sustuklarını, hatta susmanın ötesinde emperyalistlerin değirmenine niçin su taşıdıkları sorusunu ancak bu ilişkileri bilirseniz cevaplayabilirsiniz... Tabii ki her yurtdışına giden aktif veya pasif ajan olmaz... Tabii ki emperyalistlerden her proje alan ihanet içinde değildir... Ama ülkemizde bu kadar hainin çıkmasında bu yurtdışı gezilerinin ve projelerin önemli bir etkisi vardır...
...
Bugün yapılması gereken işlerden biri, Türkiye'de hangi kuruluşların ve kişilerin, Avrupa Birliği'nden, ABD'den, Rusya'dan, Çin'den, İsrail'den, başka herhangi bir yabancı devletten hangi ad altında olursa olsun nasıl bir menfaat temin ettiğinin belirlenmesidir... Bugün para alan yarın buyruk alır... Daha sonra da bu kuruluşların ve kişilerin ulusal çıkarlarımız konusunda izledikleri çizgiye bakmak gerekir...
DİSK, Avrupa Komisyonu'ndan önce 150 bin Euro aldı... Daha sonra, DİSK, HAK-İŞ ve KESK, üyesi bulundukları Avrupa Sendikalar Konfederasyonu aracılığıyla Avrupa Komisyonu'nun 1 milyon Euro'luk bir eğitim projesini aldı ve 'eğitim yaptı'. Bu kuruluşların Kıbrıs konusundaki tavrı nasıldı? Sözde Ermeni soykırımı iddialarına karşı nasıl bir tavır aldılar? Emperyalistlerin Türkiye'de azınlık yaratma çabalarına karşı ne yaptılar?
Soros, emperyalist güçlerin bir parçasıdır... Soros'un Türkiye'de oluşturduğu Açık Toplum Enstitüsü'nün Danışma (Yönetim) Kurulu'nda HAK-İŞ Genel Başkanı Salim Uslu da vardı... Soros'tan para alanlar arasında DİSK'e bağlı Dev Maden Sen de bulunmaktadır... Soros'un kaynak aktardığı önemli bir kuruluş ise, Tesev'dir... Bu kuruluşların milli davalarımız konusundaki tavrı nedir?
Amerikan emperyalistleri 1960'lı yıllarda TÜRK-İŞ'e bağlı sendikalardan yüzlerce sendikacıyı ABD'ye götürmüşler, gezdirmişlerdi... Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı'nın (CIA) denetimindeki Asya Amerika Hür Çalışma Enstitüsü (AAFLI) 1972 yılından 1993 yılına kadar TÜRK-İŞ'le yakın bir işbirliği içinde çalışma yapmıştı... Amerikan istihbaratının araçlarından biri olan Pathfinder Vakfı da benzer bir çalışma gerçekleştirmişti... Bütün bu yıllar boyunca TÜRK-İŞ'in ülkemizdeki Amerikan üs ve tesislerine karşı sessiz kalmasında bu ilişkiler etkili olmuş muydu acaba?
Bugün misyonerlerin faaliyetleri giderek daha da yoğunlaşmaktadır... Bazı vatandaşlarımızın din değiştirerek emperyalistlerin işbirlikçisi olmasında, ödenen ufak paraların ve Avrupa'da çalışma imkanı vaadlerinin etkisi vardır... Ayda 100 dolara din değiştiren, ayda 200 dolara vatanını kolayca satabilir...
Vatanımız tehdit altındadır... Bugünkü tehdidin kaynağı, ABD ve AB emperyalizmidir... Bu güçlerin elindeki en önemli silah, paradır... Türkiyemizi boyunduruk altına almak veya yok etmek isteyen bu güçlerin dağıttıkları para, bizi içimizden hançerleyecek güçleri veya bizi zayıflatacak girişimleri beslemektedir...
ABD'den, Avrupa Birliği'nden, Japonya'dan, Rusya'dan, Çin'den veya herhangi başka bir devletten menfaat sağlayan kişi ve kuruluşlar tespit edilmeli ve kamuoyuna açıklanmalıdır...
'Duyguların açıklanabileceği birinin varlığının verdiği huzur ve mutluluğun yitirilmesiyle duyulan burukluk' olarak tanımlanan 2. Bölüm, neşeli ve zarif (Allegro con grazia) tempodadır ve birinci bölümle büyük bir kontrast oluştutur... Alışılmamış ilginç bir ritimle (5/4'lik ölçüde) Çaykovski'nin deyimiyle 'Gözyaşlarıyla gülümseyerek' zarif bir vals gibi gelişen bölüm, daha sonra hafif bir melankoliye bürünürse de yine eski neşesine kavuşur...
berzah
09.09.2008 - 22:39'Baran' (2001)
Majid Majidi
Bleeding me
07.09.2008 - 00:03Chi mai...
revolver
07.09.2008 - 00:02Got To Get You Into My Life...
geçiş
05.09.2008 - 22:55...
İngiltere başta olmak üzere Avrupa'yı da sallayan morgıç merkezli ekonomik krizin neticesinde nelerin olabileceğini ise ABD Hazine Eski Bakanı Lawrence Summer izah etmiş... Summer, 'Önümüzdeki aylarda yapılacak tercihler, konut piyasasını ve kriz döneminde mali yetkililerinin güvenilirliği ile siyasî sistemin bütünlüğünü etkileyecek.' dedi...
Summer, kurtarma projelerinde 'kârların ferdîleştiği, buna karşılık zararların toplumun sırtına yüklendiği'ni ifade ederek, ABD halkının sırtına her yıl trilyon dolarlık ek bütçe masraflarının binmeye başladığını söyledi...
...
rejim
05.09.2008 - 22:53...
Kıbrıs, Kerkük ve Ermeni meseleleri, Türkiye'yi artık nefes dahi alamayacak bir şekilde kapana kıstırmış haldedir... 2007'den bugüne değişen tek şey, Kıbrıs'ın büsbütün elden gittiğidir... Bizzat Kıbrıs içinden devşirilmiş olan Batıcı-modern ve küreselci M. Ali Talat'ın, oradaki Türk askerini işgâlci olarak kabul ettiğini ve AB projesine (Tayyip'le birlikte) evet diyerek, Kıbrıs'ın, Rum yönetimine tabii kılınarak, bütünleşme kılıfı-adı altında, hızla tasfiyeye doğru gittiğini görmekteyiz... Kıbrıs'ta AB-D baskısı sebebiyle Rum tezlerini kabul etmek demek, Kıbrıs'ı kaybetmek demektir... Bu da Kıbrıs'ı kurtarmak için dökülen şehid kanlarının bizzat Talabanî Cumhuriyeti'ne dönüştürülen TC tarafından satışa getirilmesi ve Ortadoğu ve İslâm Alemi'nin, emperyalizme hediye edilen batmaz bir uçak gemisi sayesinde kampanaya sıkıştırılması demektir... Şayet bu başarılırsa, hemen ardından Ege Kıta Sahanlığı meselesi de, Lahey Adalet Divanı tarafından bir oldu-bittiye getirilerek Türkiye'nin Ege sularını bir daha görememesi sağlanmış olacaktır...
...
geçiş
05.09.2008 - 22:50...
TSK ile ABD Silahlı Kuvvetleri arasındaki işbirliği ve anlayışın “mükemmel seviyede olduğunu” vurgulayan Başbuğ, “Bu nedenle, önemli görevlerimizden biri de bu işbirliğinin korunmasıdır” diye konuştu... Başbuğ’un, “ortak değerler üzerine inşa edildiğini” belirttiği Türk-ABD ilişkilerinin, bugün, “her zaman olduğundan çok daha önemli olduğuna” işaret etmesi ise, Türkiye’de Amerika aleyhtarlığının, bir diplomatın ifadesiyle, “adeta patolojik bir boyut aldığı” bir sırada önemliydi...
Genelkurmay Başkanı'nın bu sözleri, Türkiye’deki spekülasyona rağmen, TSK’nın ABD-NATO ekseninden ayrılmak gibi bir düşüncede olmadığını güçlü bir şekilde ortaya koydu...
...
rejim
05.09.2008 - 22:41...
Şirket adını ertesi yıl 'Iraq Petroleum Company' olarak değiştirdi... Aynı ortaklık yapısıyla... Ve henüz bağımsızlığını kazanamamış, yani İngiltere himayesinde olan Irak'ın yetkililerinden (Özellikle Nuri Sait Paşa'nın desteğiyle) 2000 yılına kadar geçerli olacak imtiyaz hakkı kopardı... Yani ülkenin tümünde petrol arama, işletme ve pazarlama hakkı veya tekeli adından başka Irak'la hiçbir ilgisi bulunmayan 'Iraq Petroleum Company'de olacaktı...
Irak'ta rejim değişti (krallıktan cumhuriyete geçildi) , darbe üstüne darbe oldu ama gidip gelen iktidarların hiçbiri bu imtiyaza dokunamadı... Ta ki 1972'ye kadar...
O yılın Haziran ayı başında Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Saddam Hüseyin (Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Hasan El-Bekr oturuyordu) , Irak petrollerini millileştirdiklerini açıkladı... 'Iraq Petroleum Company' tazminat olarak topu topu 15 milyon varil petrol karşılığı ülkeden çıkarıldı...
Irak, petrollerini millileştirdiğinde 115 milyar varil kanıtlanmış petrol rezervine sahipti... Saddam rejimi petrol ihracatından elde ettiği gelirle Irak'ın çehresini değiştirdi: Tarımı modernleştirdi, sağlık ve eğitimde olağanüstü reformlar yaptı (2003'te ABD orduları Bağdat'a girdiğinde, Irak sadece Oratadoğu'nun değil, dünyanın en nitelikli insan gücüne sahip ülkeleri arasında gösteriliyordu) , yolları, kentleri yeniledi...
İşte bu yüzden petrolün millileştirilmesi kararından bugün bile tüm Iraklılar gururla söz ediyorlar... O kararın alındığı 1 Haziran'ı Irak'ın onur günü olarak anıyorlar...
...
kült film
02.09.2008 - 22:46'The Rains Came' (1939)
Clarence Brown
teknikler ve mistikler
02.09.2008 - 22:44No.6 - Général Lavine-eccentric (General Lavine-Eksantrik) : Fa Majör tonda, 2/4'lük ölçüde ve 1890'lardan 1910'lara kadar Avrupa'da popüler olan ragtime tarzındaki Afro-Amerikan dansı olan Cakewalk stili ve hareketinde (Dans le style et le mouvement d'un Cakewalk) çalınması öngörülen prelüdü Debussy, Paris'teki Folies Marigny müzikholünde ayak parmaklarıyla piyano çalan palyaço Edward La Vine'nin gösterilerinden esinlenmiştir... Debussy bu dansta bile, tahtadan yapılmış gibi görünen bu komiğin karikatürünü zengin bir kontrastla gerçekleştirir... Ünlü ressam Toulouse-Lautrec'in aynı konuları canlandıran tablolarına müzikal bir nazire olan prelüd, pizzicato ve staccato yorumlarla daha da şakacı bir anlam kazanırken güçlü akorlarla renklenir...
ilham kaynağı olmak
02.09.2008 - 22:40Sweetbox - Everything's Gonna Be Alright...
rejim
02.09.2008 - 22:39RÜŞVETİN FAYDALARI
Avrupa Birliği (AB) hayranı, Hürriyet gazetesi köşeyazarı Bekir Coşkun, halkımızın yarısını ‘Göbeğini kaşıyan adam’ olarak niteleyip aşağıladıktan sonra, tutup üç milyona yakın insanımızın da tümüne birden ‘rüşvetçi’ damgasını şöyle vurdu:
“...rüşvet olmayan bir tek yer yoktur bu memlekette. Bir tek kamu kuruluşu, bir tek makam, bir tek oda, bir tek masa, bir tek koltuk, bir tek sandalye bulamazsınız.” [1]
Biz de şimdi gözlerimizi AB Mandacılarının Kâbe’sine çevirelim, bakalım sözde Uygarlığın Beşiği, Demokrasinin Yuvası, Avrupa Birliği’nde rüşvet var mı, yok mu...
Avrupa Birliği (AB) , bağımsız bir devlet konumuna gelmiş siyasi bir kuruluştur... Her devletin olduğu gibi, AB’nin de tüm gelir-gider hesaplarını denetleyen bir sayıştayı vardır... AB’nin Sayıştay denetçileri, 1995 yılından beri, yani 13 yıldır, AB’nin hesaplarını ‘ibra’ etmemiş, yani aklamamıştır!
Niçin aklamamışlardır?
Çünkü her yıl, AB bütçesinden yaklaşık 5 milyar Avro’nun türlü sahtekârlık yöntemleriyle çalındığını saptamışlardır!
AB’de sahtekârlık, yolsuzluk ve rüşvet, üst düzey yöneticilerin kitabında, bir ‘Paylaşımdır’.
Avrupa Komisyonu’nun iki üyesi, yani iki bakanı, İtalyan Emma Bonino ve İspanyol Manuel Marin, 1993-1995 döneminde AB’nin ‘İnsani Yardım Bütçesi’nden toplam 800 bin Avro hortumladılar... Hortumcu bakanlara hiçbir şey olmadı, görevlerini sürdürdüler... [2]
AB’de hortumculuk, bakanlık düzeyindeki yöneticiler arasındaki ‘Birliktir’.
AB bünyesindeki bir dizi rüşvet ve yolsuzluk olayını ortaya çıkaran Baş Muhasebeci Marta Andreasen, önce korkutulup tehdit edilerek sindirilmek istendi, daha sonra da işinden kovuldu...
AB’de rüşvet, üst düzey yöneticilerin kulağına ‘Müziktir’, rüşveti ortaya çıkarmaya yeltenenler için ise işten kovulma!
AB Sayıştayı'nda yedi yıl görev yapmış olan denetçi Dougal Watt, 2002 yılında, AB’de rüşvet, yolsuzluk ve hortumculuğu düzenleyip yöneten, AB Bürokratları-Mafya-Masonlar çetesini ortaya çıkardı... Bulgularını, AB’nin hukuk kurumlarına yazılı rapor olarak verince işinden kovuldu...
AB’de rüşvet, yolsuzluk ve sahtekârlık, üst düzey yöneticiler için ‘Yatırımdır, ihaledir, teşviktir’.
Avrupa Komisyonu’nda yedi yıla yakın ‘Avrupa Para Birliği Daire Başkanı’ olarak çalışan İngiliz ekonomist Bernard Conolly, 1990 yılının başında, AB’nin en üst yöneticilerinin bulaştığı rüşvet, yolsuzluk ve sahtekârlıkları ortaya çıkarmaya başlayınca başı belaya girdi... Kendisi ve eşi korkutlup tehdit edildi... Conolly korkmadı, yılmadı ve bulgularını ‘Avrupa’nın Çürümüş Yüreği’ adlı kitabında yayınladı... Rüşvetçi amirleri onu hemen işten kovdular... Kitap, AB ülkelerinde ‘En Çok Satan Kitap’ oldu...
AB’de rüşvet, sahtekârlık ve yolsuzluk, en üst düzey yöneticileri açısından sihirli bir ‘İletişimdir’.
1999’un başlarında, Avrupa Komisyonu üyelerinin, yani bakanların rüşvet yediği söylentileri medyaya sel gibi akmaya başlayınca, bağımsız bir denetleme kurumunun tüm iddiaları araştırmasına karar verildi... 15 Mart 1999’da bağımsız denetçiler raporlarını açıkladılar... Başta AB’nin Başbakanı olmak üzere tüm Bakanlar rüşvet yemiş, türlü yolsuzluklara bulaşmışlardı... Bu, dünyada bir benzeri görülmemiş bir skandaldı... Avrupa Komisyonu’nun tüm üyeleri, yani başta Başbakan olmak üzere tüm Bakanlar istifa etmek zorunda kaldılar...
Peki, istifalardan sonra ne oldu?
Rüşvetçi bakanlar, yeni bakanlar kurulu oluşuncaya kadar görevlerini sürdürdüler... Hiçbirine hiçbir ceza verilmedi... Suçluluğu kanıtlanmış rüşvetçi dört bakan, yeni oluşan bakanlar kurulunda da görev aldı...
AB’de rüşvet, yolsuzluk ve sahtekârlık, bakan düzeyindeki yöneticilerin gözünde ‘Hizmettir’.
Özetleyecek olursak; AB’de rüşvet, yolsuzluk ve sahtekârlık; ‘örf’dür, ‘gelenek’tir, ‘kültür’dür...
Peki, neden böyledir?
Çünkü sömürgecilik, yağmacılık, avantacılık ve beleşcilik Avrupalıların kimliğine sinmiştir... Avrupalı egemenlerin kimliği, kirlidir!
Şimdi anladınız mı neden Türkiye’de bazı kişi ve kuruluşlar AB’ye girmek için can atıyorlar!
Yılmaz Dikbaş
17 Ocak 2008
[1] Bekir Coşkun, “Rüşvetin faydaları...”, Hürriyet, 17.01.2008
[2] Yılmaz Dikbaş, “Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi”, AsyaŞafak Yayınları, 5. Baskı, İstanbul
revolver
02.09.2008 - 22:38Tomorrow Never Knows...
dünya müzikleri
31.08.2008 - 19:35'Tabu: A Story of the South Seas' (1931)
F.W. Murnau
tutunamamak
31.08.2008 - 19:34The Fool on the Hill...
teknikler ve mistikler
31.08.2008 - 19:31No.7 - La terrace des audiences au clair de lune (Ay Işığında Buluşma Terası) : Fa diyez minör tonda, 6/8'lik ölçüde, ağır (Lent) tempoda, popüler Fransız çocuk şarkısı 'Au Clair de la Lune' ezgisini anımsatan girişten sonra biraz oryantal ve gizemli pasajlarla gelişir... Debussy özgün bir havada yansıttığı manzarayı, bir Paris gazetesinde gördüğü Hindistan yolculuğu haberinden esinlenmiş; 1912'de bir Hindistan genel valisinin ay ışığındaki terasta verdiği kabul törenini üstün bir hayal gücü ve tını kontrolüyle yansıtmıştır...
rejim
31.08.2008 - 19:26...
- Şimdi bunlar bir kere başörtüsü düşmanlarını ödüllendirdiler! Biliyor musunuz? Türkiye'de Başörtüsü zulmünü başlatan, Kenan Evren'in de gücüyle, onun kuvvetini arkasına alarak, İhsan Doğramacı'dır... Onunla başlamıştır...
- Evet... YÖK'ün de kurulmasıyla...
- Evet... Geçtiğimiz 2007 senesinde, Büyük Millet Meclisi Onur Ödülü'nün kime verilmesi ile ilgili yapılan oylamada Abdullah Gül, İhsan Doğramacı'ya verilmesini teklif etti!
- Şu meşhur Türban Davası savunucusu (!) Bülent Arınç da hararetle desteklemişti...
- Bülent Arınç da, ödülün verilmesinin hemen akabinde onu arayıp tebrik etmişti! Başörtüsünün en büyük düşmanlarından birini ödüllendirdiler...
- Türban Yasağı'nı da bir daha türbanın serbest olamayacağı bir şekle getirdiler... Artık çeşitli yönetmeliklerle yasaklanan türban, Anayasal bir yasak olarak kemikleştirildi AKP eliyle...
- Tabi! Yasağı şöyle yaptılar: CHP baştan beri 'biz bunu Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğiz! ' diyordu... AKP, 'bunu pişirelim ve sizin de tam Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğiniz hale getirelim! ' dediler... Bir şey daha var... Bunlar başka bir şekilde de türbana, dolayısıyla İslam'a hakaret ediyorlar: Abdullah Gül'ün karısı bir zamanlar başörtüsü taktığı için üniversiteye girememesini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne şikayet etti... O zamanlar ona sordular: 'Siz bu davanızı çekecek misiniz, geri alacak mısınız? ' 'Ne münasebet! ' demiş ve ardından, 'Benim bu davayı geri çekmem, Türkiye'deki başörtülü kadınlara hakaret olur! ' demişti... Ve sonra da geri çekti... Kendisi söylediği gibi hakeret etmiş oldu!
...
rejim
31.08.2008 - 19:18İzmir'in Kaynaklar İlçesi'ndeki ilköğretim okulunun müdürü E.S., öğrencileri taciz ettiği, karşı gelenlere işkence yaptığı iddiasıyla gözaltına alındı... Bir akrabasının evinde yakalanan müdürün bilgisayarında, 3 bine yakın porno görüntü bulundu, büyük bölümünün çocuk pornosu içerikli olduğu belirlendi... E.S.'nin yolsuzluktan tutuklanan Kaynaklar Belediye Başkanı M.K.'nın en yakın arkadaşı olduğu anlaşıldı... M.K.'nın ailelere, şikayetçi olmamaları için baskı yaptığı iddia edildi... Müdür E.S., okuldaki yolsuzluk operasyonu nedeniyle tutuksuz yargılanıyordu... Sapık müdürün bazı öğrencilere tecavüz etmiş olabileceği ihtimali değerlendiriliyor...
29.8.2008
tarihi sözler
31.08.2008 - 19:11- 'Ben AB'ye karşıyım, ben ABD'ye karşıyım, ben buna karşıyım, ben şuna karşıyım' diyen bir gençlik, ama küreselleşmenin farkında olmayan bir gençlik. Türkiye'yi içe kapanmaya teşvik edenler, gençliğe maalesef bunu pompalıyorlar.
Milli (!) Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik
rejim
31.08.2008 - 18:52...
Cumhuriyet döneminde ise bu uygulama özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yaygınlaşmaya başladı... 1920'li yıllarda Sovyetler Birliği'nin ülkemizdeki bazı komünistleri kendilerine ait şirketlerde çalışıyor göstererek onlara para ödedikleri biliniyor... Ayrıca, 'Moskova'dan ruble' iddiaları da yalan değildir... 1947-48 yıllarından itibaren, ABD'nin Türkiye'de kendi yandaşlarına, yanına çekmeye veya tarafsızlaştırmaya çalıştığı insanlara para aktardığı bugün iyi bilinmektedir... 1980'li yıllardan itibaren Avrupa Birliği de bu uygulamaları başlatmıştır....
Kimler emperyalistlerden para alıyor ve bu para karşılığında ne yapıyor?
Eskiden ajan çalıştırmak zordu... Günümüzde kolaylaştı... Binlerce Amerikalı istihbaratçı Türkiye'ye 1960'lı yıllarda 'barış gönüllüsü' adı altında geldiler, köylerimizde ve kasabalarımızda araştırmalar yaptılar... Bu çalışmalar bir süre sonra tepki çekmeye başlayınca, yeterli bilgiyi topladıklarını düşünerek geri çekildiler...
Bugün istihbarat çalışmalarında genellikle ülkemiz vatandaşları kullanılmaktadır... Emperyalist devletler tarafından giderleri karşılanarak yurtdışına gezilere götürülen insanların bir bölümü, şükran duyguları içinde, samimi görüşmelerde ülkemize ilişkin tüm bildiklerini anlatmaktadırlar... Ayrıca, kolayca arkadaş olan bazı kişiler, bu bilgi (istihbarat) akışını, ara sıra verilen küçük hediyeler karşılığında sürekli de kılabilmektedirler... Bir süre sonra hediyelere alışan bazı kişiler, bilgi aktarımını daha sistemli hale getirmektedir... Alın size gayet ucuza malolmuş bir yerli ajan...
Bilgi toplamada ve gerçeklerin kamuoyuna yansıtılmasını önlemede de 'projeler' kullanılmaktadır... Diyelim bir üniversitede öğretim üyesisiniz... Aldığınız maaş belli... Yetmiyor... Dışarıda ek bir iş arıyorsunuz... Avrupa Komisyonu'ndan (Avrupa Birliği'nin yürütme organı) proje dağıtıldığını duyuyorsunuz... Sizin konunuzla ilgili bir proje önerisi geliştiriyorsunuz... Kabul ediliyor... Böylece zokayı kendiniz yutuyorsunuz... Proje tezgahına bir kere düşen kişi, bundan kolay kolay kurtulamaz...
Proje tezgahı nedir? Avrupalı veya Amerikalı istihbarat örgütleri, Türkiye'de belirli bir konuda araştırma yapmak istemektedir... Ancak bunu kendileri gelip yapsalar, güvenlik kuvvetlerinin dikkatini ve tepkisini çekecektir... Ayrıca, halkımız arasında bulunan birçok sağduyulu insan, bir yabancının sorduğu sorulardan hangi sonuçların çıkarılabileceğini değerlendirebilmektedir... Bir yabancının 'bilimsel çalışma' gibi masum bir görüntü altında ülkemizde istihbarat çalışması yapması kolay değildir... Ayrıca, oldukça da pahalıdır... Çözüm nedir? Çözüm, projelerdir... Avrupa Komisyonu, hangi konuda istihbarat toplanması gerikiyorsa, o konuda bir proje hazırlıyor ve ilgililerin dikkatine sunuyor... Projeyi alan kişi, 6 ay veya 12 ay gibi kısa sürelerle belirli bir aylık alıyor... Bu aylık, ülkemizdeki vergi sistemi içine sokulmadan, yani vergilendirilmeden ödeniyor... Ayrıca, bir yakınınızın 'asistan' adı altında projeye yamanması ve ona da beş-on kuruş avanta sağlanması imkanı var... Proje, kırtasiye gibi bazı giderlerle de şişirilebiliyor...
Bir anda kendi maaşından daha yüksek bir 'proje katkısını' alan kişilerin çoğu bu ek gelire uyuşturucu gibi bağlanıyor... Arabası yoksa araba alıyor... Arabası varsa araba yeniliyor... Cep telefonunu değiştiriyor... Her gün televizyonlarda reklamı yapılan malları alıyor... Eski televizyonunu atıyor, duvara asılabilir ince televizyonlardan alıyor... Böylece çarka dahil ediliyor... Yeni projeler alabilmek için de istenileni yapıyor... Alan memnun, satan memnun...
Bu tezgaha bir kez düşen birçok kişi, bu ek gelirden o kadar keyif alıyor ki, akan musluğun kapanmaması için hem projede en iyi hizmeti sunuyor (en iyi ve güvenilir istihbaratı derlemeye çalışıyor) , hem de hayatının diğer bölümlerinde, milli çıkarlarını, düşündüklerini ve gerçekleri unutuyor, halkımızı emperyalistlerin istedikleri biçimde yönlendirmeye çalışıyor... Zaten bu biçimde bir kez tezgaha dahil oldu ve emperyalistlerin borazanı haline geldi mi, emperyalistlerin ve onların yardakçılarının denetimi altındaki bazı televizyon kanalları ve gazeteler, bu kişileri şişirmeye de başlıyor... Efendileri, uşaklık edene, iyi maaşın yanı sıra iyi bahşiş de veriyorlar...
Emperyalistlerin ödeme biçimi son derece zengin... Bazılarına para veriliyor... Bazılarının kendilerine veya yakınlarına yurtdışında gezi ve hatta eğitim-araştırma bursu sağlanıyor... Bazıları küçük hediyelere teslim olurken, bazılarının hediyesi daha büyük oluyor... Yurtdışına geziye götürdüklerinin bir bölümünün özellikle kadın konusunda zaafı varsa, son derece gelişmiş kamera sistemleriyle bazı sahneler kaydediliyor ve gerektiği zaman kullanılıyor...
Vatanımıza yönelik saldırı bu kadar yoğunken, bazı okumuşların niçin sustuklarını, hatta susmanın ötesinde emperyalistlerin değirmenine niçin su taşıdıkları sorusunu ancak bu ilişkileri bilirseniz cevaplayabilirsiniz... Tabii ki her yurtdışına giden aktif veya pasif ajan olmaz... Tabii ki emperyalistlerden her proje alan ihanet içinde değildir... Ama ülkemizde bu kadar hainin çıkmasında bu yurtdışı gezilerinin ve projelerin önemli bir etkisi vardır...
...
Bugün yapılması gereken işlerden biri, Türkiye'de hangi kuruluşların ve kişilerin, Avrupa Birliği'nden, ABD'den, Rusya'dan, Çin'den, İsrail'den, başka herhangi bir yabancı devletten hangi ad altında olursa olsun nasıl bir menfaat temin ettiğinin belirlenmesidir... Bugün para alan yarın buyruk alır... Daha sonra da bu kuruluşların ve kişilerin ulusal çıkarlarımız konusunda izledikleri çizgiye bakmak gerekir...
DİSK, Avrupa Komisyonu'ndan önce 150 bin Euro aldı... Daha sonra, DİSK, HAK-İŞ ve KESK, üyesi bulundukları Avrupa Sendikalar Konfederasyonu aracılığıyla Avrupa Komisyonu'nun 1 milyon Euro'luk bir eğitim projesini aldı ve 'eğitim yaptı'. Bu kuruluşların Kıbrıs konusundaki tavrı nasıldı? Sözde Ermeni soykırımı iddialarına karşı nasıl bir tavır aldılar? Emperyalistlerin Türkiye'de azınlık yaratma çabalarına karşı ne yaptılar?
Soros, emperyalist güçlerin bir parçasıdır... Soros'un Türkiye'de oluşturduğu Açık Toplum Enstitüsü'nün Danışma (Yönetim) Kurulu'nda HAK-İŞ Genel Başkanı Salim Uslu da vardı... Soros'tan para alanlar arasında DİSK'e bağlı Dev Maden Sen de bulunmaktadır... Soros'un kaynak aktardığı önemli bir kuruluş ise, Tesev'dir... Bu kuruluşların milli davalarımız konusundaki tavrı nedir?
Amerikan emperyalistleri 1960'lı yıllarda TÜRK-İŞ'e bağlı sendikalardan yüzlerce sendikacıyı ABD'ye götürmüşler, gezdirmişlerdi... Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı'nın (CIA) denetimindeki Asya Amerika Hür Çalışma Enstitüsü (AAFLI) 1972 yılından 1993 yılına kadar TÜRK-İŞ'le yakın bir işbirliği içinde çalışma yapmıştı... Amerikan istihbaratının araçlarından biri olan Pathfinder Vakfı da benzer bir çalışma gerçekleştirmişti... Bütün bu yıllar boyunca TÜRK-İŞ'in ülkemizdeki Amerikan üs ve tesislerine karşı sessiz kalmasında bu ilişkiler etkili olmuş muydu acaba?
Bugün misyonerlerin faaliyetleri giderek daha da yoğunlaşmaktadır... Bazı vatandaşlarımızın din değiştirerek emperyalistlerin işbirlikçisi olmasında, ödenen ufak paraların ve Avrupa'da çalışma imkanı vaadlerinin etkisi vardır... Ayda 100 dolara din değiştiren, ayda 200 dolara vatanını kolayca satabilir...
Vatanımız tehdit altındadır... Bugünkü tehdidin kaynağı, ABD ve AB emperyalizmidir... Bu güçlerin elindeki en önemli silah, paradır... Türkiyemizi boyunduruk altına almak veya yok etmek isteyen bu güçlerin dağıttıkları para, bizi içimizden hançerleyecek güçleri veya bizi zayıflatacak girişimleri beslemektedir...
ABD'den, Avrupa Birliği'nden, Japonya'dan, Rusya'dan, Çin'den veya herhangi başka bir devletten menfaat sağlayan kişi ve kuruluşlar tespit edilmeli ve kamuoyuna açıklanmalıdır...
...
berzah
31.08.2008 - 18:41...
Siz, hayat süren leşler, sizi KİM diriltecek?
...
yalnızlığın halleri
29.08.2008 - 19:59...
'Duyguların açıklanabileceği birinin varlığının verdiği huzur ve mutluluğun yitirilmesiyle duyulan burukluk' olarak tanımlanan 2. Bölüm, neşeli ve zarif (Allegro con grazia) tempodadır ve birinci bölümle büyük bir kontrast oluştutur... Alışılmamış ilginç bir ritimle (5/4'lik ölçüde) Çaykovski'nin deyimiyle 'Gözyaşlarıyla gülümseyerek' zarif bir vals gibi gelişen bölüm, daha sonra hafif bir melankoliye bürünürse de yine eski neşesine kavuşur...
...
vazgeçtim
29.08.2008 - 19:48'Fa yeung nin wa' (2000)
Kar Wai Wong
amalgam
29.08.2008 - 19:47Chubby Checker - Let's twist again...
anıların ısrarı
29.08.2008 - 19:46Irene Cara - I'm Gonna Live Forever...
Toplam 3989 mesaj bulundu