Sultan Fatih Yağcı Adlı Üyenin Nedir Yazıları ...

  • kestane şekeri

    28.07.2006 - 11:50

    kestaneden yapılan iki tatlı türünden biri... diğeride karyoka

  • enteresan diyaloglar

    28.07.2006 - 11:41

    - Iyi günler, hosgeldiniz, nasil yardimci
    olabilirim?
    - Para çekemiyorum ben...
    - Sifrenizi yanlis giriyormussunuz Ahmet
    bey! ...
    - Sifre mi? Benim sifrem hep
    aynidir,Istanbul'un kurtulusu...
    - Lütfen, bana sifreyi söylemeyin efendim.
    - Hah, tamam hatirladim, 1956! ! !
    - Efendim o Istanbul'un kurtulusu degil ama..
    - Yaaaa! ... Kaçti Istanbul'un kurtulusu?
    - Efendim
    ben malesef söyleyemem bunu size.
    - Niye sen de mi bilmiyosun? ...
    - Biliyorum, ama güvenlik açisindan benim
    sifreyi bilmemem gerekiyor.
    - Ben sana sifreyi sormuyorum ki! Istanbul'un
    kurtulusunu soruyorum.
    - Evet, ama

  • ilginç isimler

    28.07.2006 - 11:31

    lise de vardı kızın ismi ' şazıman' idi ama değiştirmiş sonradan...

  • enteresan diyaloglar

    28.07.2006 - 11:30

    Iyi günler kredi karti basvurunuz için
    aramistim sizi...
    -Tabi buyrun..
    -Mesleginiz nedir acaba?
    -Hayat kadini...
    -Özel sektör yaziyorum ben...
    -O da olur

  • of

    28.07.2006 - 11:25

    Su an bankanizin Trabzon Merkez Sube
    ATM'sinden maasimi çekemiyorum.
    -Üzgünüz efendim geçici bir hatadan ötürü su
    an tüm sistemlerimiz off'tadir.
    (Bir saat kadar sonra yine arar)
    -Ben su an Of'dayim (Trabzon) ve hala parami
    ; çekemiyorum

  • o ve ben

    28.07.2006 - 11:17

    'O' ve ben olmasaydı keşke 'sen' ve ben olsaydı veya 'siz' ve ben senin ve sizin yanınızda ben olmaya razıydım fakat 'O' okadar uzak ki..

  • o

    28.07.2006 - 11:14

    eğleniyor kendi başına
    neşesi yeter..
    umurunda mı sandın bu dünya
    neşesi yeter..

  • Hülle

    28.07.2006 - 10:26

    madem geri alacaktın ne diye boşuyorsun

  • yuva

    28.07.2006 - 09:59

    Mahalle... O bildik yüzü ile, alışılmış telaşı ile karşılıyor beni... Sessizce içine alıyor, kucaklıyor. Köfteci köşede, karpuzcu onun karşısında. Pazar sokağı boş; tezgahlar kenarlara savrulmuş, bekliyor. Eksiği yok gibi duruyor; bir benim bildiğim eksiğin eksikliğini çekmesini bekleyemem elbet! Evim az ötede; perdeleri çekili. İçeride ışık yok, içeride ışığa ihtiyaç duyan yok. Yansa bile boşluğa düşecek huzmeler. Yetim kalmış eşyaları kendileriyle yüzleştirecekler, belki de ağlatacaklar. Işığın vurduğu yerde bana yeni aydınlıklar sunacak yüzler yok.
    Kapıdayım. Zile basmam gerekmiyor. Zilin sesine ses verecek yok. “Kim o? ” diyenim yok. Adımın ve sesimin yankılanmasına derinliğini bilemediğim ama varlığından emin olduğum tanımsız bir sevinçle karşılık verecek yok. Kapının arkasında bekleyenim yok. Önünde beklemek ile arkasına geçmek arasında pek fark yok. Kapalı kalsa ne gam! Açmaya değmeyen kapıdan daha büyük duvar var mı ki?

    Anahtar elimde. Kendim çeviriyorum. Bana açılmıyor kapı. Ben açıyorum kapıyı. Ben açılıyorum kapıya. Sessiz ve loş koridor. Ses yok; tanıdık yüzler eksik, beklediğim gürültü tükenmiş, alıştığım uğultu alıp başını gitmiş. “Baba bana ne aldın? ” diyen bıktırıcı ses bile terk etmiş kapının arkasını. Ayakkabımı çıkarmama bile fırsat vermeyen, apansız boynuma atılan sabırsızlıkların yerinde yeller esiyor.

    Mutfağın tıkırtısı kesilmiş. Koku gelmiyor içeriden. Ocak sönmüş; tencereler kenarda bekliyor, tabaklar pek uslu duruyor. İçeride kocaman bir boşluk; sanki ağız olmuş sustukça konuşuyor, konuştukça sus(tur) uyor. Çöp kutusu boş. Kocaman bir hiçliğin, hep dolu gördüğüm için hesap etmeye fırsat bulamadığım o tuhaf boşluğun sözcüsü olmuş. Konuşuyor boş çöp kutusu. Dolu dolu bağırıyor hiç çekilmeyen çekmeceler. Hiç kirlenmeyen tezgah, hiç akıtılmayan musluk, hiç kırışmayan kilim ve yerinden hiç kaymayan sehpa örtüsü, hayatın nabzının çekildiğini haykırıyor dört duvar arasından. Eşyanın ruhu çekilmiş. Pencere pervazlarında çocuk bakışının ışıkları eksik. Kapı aralarından aşina kadın sesi sızmıyor. Koridor daha da daralmış, darlanmış. Canı çekilmiş odaların, yastıkların beyin ölümü gerçekleşmiş. Aynaların yüzü solgun; bakanı yok. Hiç dokunulmamış diş fırçası içimin içinde bir yerlere dokunuyor. Hiç erimeyen sabun gizli sızılarımı köpürtüyor.

    Bisikletler köşelerine çekilmişler; boyunları bükük, pedalları suskun. Giyilmeyen küçük terlikler ağlıyor gibi, minik ayakların dokunuşuna hasretler. Buzdolabındaki çikolatalar değecek dudaklar arıyorlar kendilerine. Derin dondurucuda eriyeceği aşklarını özlüyor dondurmalar. Ayakkabılık rahatlamışa benziyor, kalabalığı başından savmış, sakinleşmiş. Çok giyilen ayakkabılar alıp başlarını gitmişler. İçindeki ayaklar başka yerlere basıyorlar, uzak yollara koşuyorlar.

    Bilgisayarın tuşlarına dokunurken omuzlarıma çıkan, “bana yesim göstey baba! ” engellemesinden kurtuldum. Bu “kurtuluş”un esiriyim şimdi. Omzuma apansız yaslanan o beklenmedik ağırlığın yokluğu çökertiyor omuzlarımı. Seccademin tam orta yerine uzanıp secdelerimi engellemeye çalışan minik bedenin bıraktığı boşluğa koyuyorum alnımı. Boşluğa düşüyor gözlerim. Sabah ayaklarıma dolanan, kapıdan çıkışımı sonu gelmez bir törene dönüştüren o ses yok. Hiç sırası değilken, “Baba, haydi gezmeye gidelim! ” diyen ses yok.

    Eşim ve çocuklarım bir süreliğine şehir dışında. Acıyla anlıyorum ki, benim varlığım doldurmaya yetmiyor evi. Eşim ve çocuklarımın çekilmesiyle ortaya çıkan o boşluğun çok az bir kısmına denk geliyor cismim. Varlığım “ev”i “yuva” yapmaya yetmiyor. “Ev”i “yuva” yapan o görülmez boşluğun boyutlarını ölçmeye başlıyorum şimdi. Ölçü birimim Sueda Zeynep, Mustafa Ahmed, Mehmed Furkan ve Semine... Onların sıcak ve enis yüzlerince ölçüyorum o boşluğun yüz ölçümünü. Onların seslerinin yankılanmasıyla tahmin ediyorum o boşluğun nerelere kadar uzandığını. Onların hasretlerinin göğsümdeki ağırlığı ile tartıyorum o boşluğun havasını.

    “Evim” onlarsız da oluyor ama onların uzaklığınca uzak kalıyorum “yuvam”a. “Evim” onların yokluğunda da ayakta duruyor ama “yuvam” onların kıyılarımdan çekilerek açtığı o derin uçurumun dibinde bekliyor.

    Tecrübemle sabit olmuş tavsiyemdir: Bir gün “ev”iniz boş kaldığında, “yuva”nızı keşfe çıkın. Doğrudur; taştan ve demirden yapılır evler; kolayca da bulunur onlar. Ama yuvalar çocuk cıvıltılarının ninnisiyle, kadın dokunuşunun sıcaklığı ile inşa edilir. Kolayca kaybedilir onlar; kolay kolay bulunmazlar...
    - senai demirci-

  • basamakta durmayın otomatik kapı çarpar!

    28.07.2006 - 08:52

    nitekim çarptıda bu sabah..

  • özlü sözler

    27.07.2006 - 19:28

    bir çin terzi atasözü derki
    - Ölçmedin ki Kesesin-

    çok büyük laf etmiş adam çoook

  • atlara fısıldayan adam

    27.07.2006 - 19:14

    malkoçoğlu...

  • hakaret

    27.07.2006 - 19:04

    hakir görmek..

  • gerçek

    27.07.2006 - 18:46

    hazır mısın kardelen?
    birazdan bu karanlık ve kesif topraktan yeryüzününe çıkacağız. işte gerçek orada, o an sana bakıyor
    sana esiyor
    sana aydınlanıyor olacak
    kalk gidiyoruz...

  • Da Vinci Şifresi

    27.07.2006 - 18:31

    Evet zamanı geldi biliyorum artık bu sırrı bu beden taşıyamıyor.Da Vinci Şifresi.. 1-9-8-2 dir.. hayırlı uğurlu olsun..

  • son bir şans

    27.07.2006 - 18:25

    belki de bu akşamdır kim bilir.. kandiliniz mübarek olsun

  • bence

    27.07.2006 - 18:18

    fikirler bunları ifade eden cümleler üçe ayrılır

    1- Bence.. diye başlayanlar
    2- herkesçe.. diye başlayanlar
    3- Gerçek olanlar... ama bunlar genelde hiçbir kelimeyle başlamazlar. zaten bence ve herkesçeler bu 3. şıktan kaçmak için uydurulmuştur.. tabiat boşluk kabul etmiyor maalesef..

  • sağlı sollu yanaşmak

    27.07.2006 - 16:23

    otobüs çift katlıdır ve muavin seslenir.
    -sağlı sollu yanaşalım lütfen bakın insanlar dışarıda bekliyor bizahmet..
    beyfendi üst katta yer var çıkın lütfen.
    Adam üst kata çıkıp yer olmadığını görür ve muavine seslenir
    -Pardon bir üst katı daha var mı bu otobüsün nereye çıkacaz.
    Muavin muziptir
    - Var efendim fakat şu an tadilatta siz boş bulduğunuz bir yere sıkışın
    - Teşekkür ederim

  • fikir

    27.07.2006 - 15:38

    insan ağacının meyvesi.. meyve veren insan çok az olanıda taşlıyorlar zaten..

  • fıkra

    27.07.2006 - 15:32

    Amerika'da ölen bir kadın için kilisede cenaze töreni düzenlenmişti.
    Tören sonunda cenaze görevlileri tabutu taşırken, tabutun ön bölümünü
    yanlışlıkla kilisedeki sütunlardan birine çarptılar.
    Bu olaydan sonra tabuttan bır inilti sesi duyuldu. Tabut açıldı ve
    öldüğü sanılan kadının yaşadığı anlaşıldı. Bir süre hastanede tedavi
    edilen kadın
    iyileşti ve bir 10 yıl daha yaşadı.

    10 yıl sonra öldüğünde ise cenaze töreni yine aynı kilisede yapıldı.
    Tören sonrası görevliler tabutu taşırken kilisedeki aynı sütunun önüne
    geldiklerinde, ölen kadının kocası bağırdı:
    -Lütfen sütunlara dikkat edelim! '

  • kafa

    27.07.2006 - 15:26

    bir müşterimiz var bizim adam ikide bir buna kafa derler kafa deyip durur. sayesinde gövdesinin üstünde taşıdığının kafa olduğunu öğrendim. kafa ama sadece ve sadece kafaydı o taşıdığı...

  • ölümün hissettirdikleri

    27.07.2006 - 14:01

    Beşir fuad... önce bileklerini kessiyor ve kalemi eline alıp neler hissettiğini yazıyor... kısa bir paragraf;

    -Ameliyatı icra ettim. hiç bir ağrı duymadım.kan aktıkça biraz sızlıyor.kanım akarken baldızım aşağıya indi ' yazımı yazıyorum kapımı kapadım.' diyerek geri savdım. bereket versin içeriye girmedi. bundan daha tatlı bir ölüm tasavvur edemiyorum. kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. baygınlık gelmeye başladı...

  • ölsem de gam yemem

    27.07.2006 - 13:39

    torunlarımı kucağıma aldığım zaman...

  • seni seviyorum

    27.07.2006 - 12:10

    - seni seviyorum
    - havalar ısındı ya ondandır
    - ama gerçekten ben seni çok seviyorum
    - eyvaah! sen ciddisin galiba..

Toplam 3332 mesaj bulundu