Nazlı Akın Adlı Antoloji.com Üyesinin Hakkınd ...

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    12.07.2010 - 21:22

    Yenilgi


    Yenilgi, yenilgim, yalnızlığım ve kimsesizliğim.
    Binlerce yengiden de bana değerli olan sen!
    Dünyadaki tüm parlak başarılardan
    sensin yüreğime yakın olan!

    Yenilgi, yenilgim, baskaldırım
    ve de benim kendimle tanışmam.
    Sayendedir ki,
    hala ben ayağı yere basan
    ve solmuş defneler peşinde koşmayan
    biri olduğumun bilincindeyim;
    ve sende, yalnızlığımı buldum
    ve de herkesten uzak,
    ve de gururlu olmayı.

    Yenilgi, yenilgim, benim parlak kılıcım
    ve de kalkanım.
    Gözlerinde okudum
    tahtı arayanın
    kendi kendisinin kuluna dönüştüğünü.
    Ve, bir kimsenin derinliklerindeki
    esasını anlayabilmemiz için
    onun gücünü söndürmemiz gerektiğini.
    Ve ancak böylesine olgunlaştıktan sonradır ki,
    bir meyvenin tadına varılabildiğini.

    Yenilgi, yenilgim,
    benim sözünü sakınmaz yol arkadaşım
    şarkımı, bağrışmalarımı, sessizliklerimi
    hep duyacaksın.
    Ve senden baska hiç kimse
    bana söz etmeyecek
    kanat çırpınmalarından
    ve deniz kabarmalarından
    ve de geceleri yanan dağlardan.
    Ve sen, tek başına
    ruhumun sarp ve kayalık
    yollarından tırmanacaksın.

    Yenilgi, yenilgim, benim ölmez cesaretim
    sen ve ben fırtınada birlikte güleceğiz;
    ve biz ikimiz, derin mezarlar kazacağız
    içimizde ölmekte olanlara;
    ve tutunacağız, tüm gücümüzle,
    güneşin karşısında;
    ve de tehlikeli olacağız.

    Halil Cibran

    'Deli-' 1918

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    11.07.2010 - 16:11

    Baki'nin Son Şiiri

    Âlâyiş-i dünyâdan el çekmege niyyet var
    Yakında adem dirler bir şehre azîmet var

    Uçdı bu fezâlardan mürg-ı dil-i nâlânım
    Ârâm idemez oldum efkâr-ı seyâhat var

    Nûş eylese bir âşık tâ haşre dek ayılmaz
    Bezm-i feleğin bilmem câmında ne hâlet var

    Bu hâlet ile ey dil sağ olmada âlemde
    Derd ü gam-ı dilberle ölmekte letâfet var

    Gitdükçe harâb eyler mülk-i dil-i vîrânı
    Dehrün bu cefâsından bir şâha şikâyet var

    Ser terkine kâ'ildir dünyâya gönül virmez
    Terk ehlinin ey Bâkî başında sa'adet var.

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    10.07.2010 - 22:15

    SIĞMAZAM

    Mende sığar iki cahan, men bu cahana sığmazam,
    Gövher-i lamekan menem, kövnü mekane sığmazam.
    Arşla ferşü nun mende bulundu cümle çün
    Kes sesini ve ebsem ol, şerhi beyane sığmazam.
    Kövnü mekandır ayetim, zati dürür bidayetim,
    Sen bu nişanla bil meni, bil ki, nişane sığmazam.
    Kimse güman-ü zan ile olmadı hak ile biliş,
    Hakkı bilen bilir ki, men zann-u gümane sığmazam.
    Surete bak menini suret içinde tanı kim,
    Cism ile can menem, veli cism ile cane sığmazam.
    Hem sedefem, hem inciyem, haşru sırat esenciyem,
    Bunca kumaş-ü raht ile men bu dükane sığmazam.
    Genc-i nihan menem men uş, ayn-ı ayan menem men uş
    Gövher-i kan menem men uş, behrev-ü kane sığmazam.
    Gerçi muhite zemem, adım ademdir, ademem,
    Dar ile künfekan menem, men bu mekane sığmazam.
    Can ile hem cahan menem, dehrile hem zaman menem,
    Gör bu latifeyi ki, men dehr-ü zamane sığmazam.
    Encüm ile felek menem, vahy ile hem melek menem,
    Çek dilini ebsem ol, men bu lisane sığmazam.
    Zerre menem, güneş menem, çar ile penç-ü şeş menem,
    Sureti gör beyan ile, çünkü beyane sığmazam.
    Zat ileyem sifat ile, kadr ileyem berat ile,
    Gülşekerem nebat ile, beste dehane sığmazam.

    Nar menem, şecer menem, arşa çıkan hacer menem,
    Gör bu odun zebanesin, men bu zebane sığmazam.
    Şems menem, kamer menem, şehd menem, şeker menem,
    Ruh-i revan bağışlaram, ruh-i revane sığmazam.
    Tir menem, kaman menem, pir menem, cavan menem,
    Dövlet-i Cavidan menem, ayinedane sığmazam.
    Gerçi bugün Nesimiyem, Haşimiyem, Kureyşiyem,
    Bundan uludur ayetim, ayet-i şane sığmazam.

    Merhaba, hoş geldin, ey ruh-i revanım, merhaba!
    Ey şekerleb yar-i şirin, lamekanım, merhaba!
    Çün lebin cam-i cem oldu nefhe-i Ruhülkudus,
    Ey cemilim, ey cemalim, behr-ü kanım, merhaba.
    Könlüme heç senden özge nesne layık görmedim,
    Suretim, aklım, ugulum, cismü canım, merhaba.
    Ey melek suretli dilber, can fedadır yoluna,
    Çün dedin lehmike lehmi, gane kanım, merhaba.
    Geldi yarim naz ile, sordu, Nesimi, nicesen?
    Merhaba, hoş geldin, ey hırdadehanım, merhaba.

    Aceb la’lin mi şol, ya can-ı ahbab?
    Aceb zülfün mü, ya zincir-i pürtab?
    Gözümden akan, ey dilber, gamından,
    Aceb hunabe mi, ya eşg-i innab?
    Aceb geddin mi şol, ya serv-i butsan,
    Aceb haddin mi şol, ya verd-i sirab?
    Aceb aynın mı şol, ya sihr-i Babil,
    Aceb dişin mi şol, ya lülü-i nab?
    Aceb yüzün mü şol, ya hirmen-i gül
    Aceb kaşın mı şol, ya tak-i mihrab?
    Aceb şol mest-i sevda-i moğolçin
    Menim bahtım mıdır, ya çeşm-i pürhab?
    Nesiminin gözü yarin gamından,
    Dürün dürcü midir, ya behr-i simab?

    Ya rab, ne sebebdendir olur takatimiz tak,
    Çoktan beridir çeşmimiz ol çeşmine müştak.
    Andan beri kim, aynımız ol yüzünü gördü,
    Bir mu ile asıldı canım, kaldı muallak.
    Gülzare kadem bas sinemi saz ile, mütrib,
    Gel ayş edelim zevk ile, ger olmasa zerrak.
    Pervane sıfat oldum o ruhsarına karşı,
    Bel bağlamışam hizmetine men de çü uşşak.
    Yazım der idim nameyi hun-i ciğer men,
    Töküldü ürek kanı yere tutmadı evrak.
    Gördü ki tükenmez yazuban vasf ile şerhin,
    Katlanmadı bu derde zaif, oldu kalem şak.
    Ey hüsn iyesi, aşıka bir merhamet eyle,
    Sun lütf ile biçareye bir cam-i mürevvak.
    Ger ister isen yarı bugün, pir talep eyle
    Gör kim nece yol gösterir ol pir-i muhakkak.
    Allah ile ol imdi, niyaz eyle, Nesimi,
    Başed ki, suçundan keçe, lütf eyleye Rezzak.

    Canana menim sevdiyimi can bilir ancaq
    Könlüm dileyin dünyada canan bilir ancaq.
    Bildim, tanıdım elmde me’budu, yeqin ki,
    Şöyle bilirem kim, anı Qur’an bilir ancaq.
    Abdal oluban beylik eden arifi gör kim,
    Bu seltenetin qedrini sultan bilir ancaq.
    Sufimidir ol cam-i müseffasına meşğul,
    Pünhani içer eyle ki, şeytan bilir ancaq.
    Ey saqi, getir dövr eyağını dövr elasün kim,
    Bu dövr eyağın dövrünü dövran bilir ancaq.
    Könlüm gemisin qerq ede gör eşq denizine
    Kim bu denizin behrini ümman bilir ancaq.
    Heç kimse Nesimi sözünü keşf ede bilmez,
    Bu, quş dilidir, bunu Süleyman bilir ancaq.

    Bu ne adetdir, ey türk-i perizad,
    Qeminden olmadım bir lehze azad.
    Siyehdil gözlerin qan tökmek içün
    Çekibdir tiğini manend-i cellad.
    Bu bidadı mana eşqin qılıbdır,
    Cahanda qılmadı Nemrudü Şeddad.
    Reva mı, könlümün şehrinde senden
    Feraqü qüssevü qem tuttu bünyad.
    Gel, ey Şirindehen, eşqin yolunda
    Menem ol kuhken biçare Ferhad.
    Nezer qılgil bu viran könlüme, şah,
    Qılır sultan olan viranı abad.
    Bir eyü ad edin fani cahanda,
    Ululardan cahanda qaldı bir ad.
    Nesimi’nin kelamından eşitgil,
    Vefasızdır cahan, sen qılma bidad.

    Ay ile gün sücud eder suret-i canfezayine,
    Ay ile gün nedir kim, ol düşmeye hak-i payine.
    Cam-i cahannümadur ol, sende iki cahanı gör,
    Çün göresen sen olmusan can-i cahane ayine.
    Fail-i mutlak-i yakin kim ki, diler göre bugün,
    Baksın anın cemaline, hakkı görer bu ayine.
    Aşık-i sadık oldurur hak yoluna şehid ola,
    Hak deyeni alır anun durmuş anun behayine.
    Yusuf-i Misri canü dil, yani ki Fezl-i Zülcelal,
    Geldi sefai zevk ile şehr-i beden serayine.
    Kıldı fena vücudumu kül kerim ile kelam,
    Zerg-i hasen budur ki, şah sandı bugün gedayine.
    Her ki Nesimitek sücud Fazl-ı ilahe kılmadı,
    Div kimi bugün anı belke bu yolda dayine.

    İmameddin N esimi

  • Ebeddin Zazaki
    Ebeddin Zazaki

    10.07.2010 - 13:59

    Kalbe nasıl düşerse süveyda, öylece düşüverdin içime, toprağına sevdalı sarmaşık gülü gibi.

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    07.07.2010 - 19:35

    NE KAÇARSIN BENDEN EY YÜZÜ MÂHIM

    Ne kaçarsın benden ey yüzü mâhım
    Seni seven var mı benden ziyâde
    Rûz u şeb durmayıp alırsın âhım
    Âşıkım ağlatma bundan ziyâde

    Gece gündüz bir visâle ermedim
    Bülbül olup gonce gülün dermedim
    Bu cefâlar nedir ben de bilmedim
    Var mı ki bir zâlim senden ziyâde

    Söyle murâdını ben de bileyim
    İnsaf eyle çok ağlattın güleyim
    Kabul eyle sözüm kurban olayım
    Haddim yoktur sana bundan ziyâde

    Hercâisin gonce gülüm kokulmaz
    Geçer gider hatırcığım sorulmaz
    Der Gevherî mâh yüzüne bakılmaz
    Yakar hüsnün beni nârdan ziyâde

    ----Gevheri-------

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    06.07.2010 - 21:00

    Bir Aşk Hikayesi
    Geceleri balkonda ışığın etrafını alan pervane böceklerini fark etmiş miydik hiç?
    Ya onların aşk uğruna yaşadıklarını bilir miyiz? Yani pervanenin mum ışığıyla yaşadığı aşkın hikayesini…
    Aşk bir farkına varış, bir idrak seviyesidir… ‘Aşk odu önce ma’şuka, andan âşıka düşer.’ derler, malum. Yani aşk ateşi önce sevilene ondan sonra sevene düşer. Önce sevilende bir ateş yanmalı ki pervane onun etrafında dönsün, pervane o ateşi görsün, sonra aşkının farkına varsın… Pervane aşkını ispat edebilmek için gördüğü anda ışığı, etrafında dönmeye başlar. Bir cezbedir bu. Bu cezbenin gittikçe daralan bir çemberi vardır. Işığın etrafında döner, döndükçe biraz daha yakından dönmek ister. Işığı gördüğü anda aşkı ilmel yakin olarak tanıyan pervane, onu aynel yakin bilmek istediği için gittikçe mumun etrafındaki çemberi daraltıyor. Çember daraldıkça pervanenin aşkı artıyor, şevki artıyor, coşkusu artıyor. Coşkusu arttıkça da cesareti artıyor. Aşk cesaret işidir, neticede. Ve pervane cesaretle kanadını şöyle bir değdirir ateşe. İlk lezzettir işte o acı. Acı verir, yakar içini. Ama ona verdiği acı o kadar hoşuna gider ki, daha fazla dönmeye başlar. Acı ve lezzet… Birbirine zıt bu iki duygunun bir arada olması nasıl mümkün… İşte bu noktada, azabın ve acının lezzet olmasındaki sırrı yakalamak gerek.
    Azap kelimesi azp kelimesinden türüyor. Azp lezzet demek. Azabın ne olduğunu buna göre ölçün ve düşünün. İşte kanadının ucunu bir defa yaktığı zaman pervane ilk azabı duyar; fakat öyle bir lezzettir ki o azap… Bu azap ve ondan alınan lezzet, insanı yavaş yavaş nefsinden sıyırıp vuslatı mümkün kılar. Bu sefer daha büyük bir cesaretle kendini ateşe atarcasına gider ışığı kucaklar.
    Ve burada ateş pervaneyi yakar kavurur. Bir buğday tanesi gibi toparlayıp yere düşürür. Artık pervane ‘hakkal yakin’ biliyordur vuslatı. Bu fenadır. Bu canını verdiği noktadır. Mumun bundan haberi bile yoktur belki. Olmasına da gerek yoktur. Bu pervanenin aşkıdır çünkü. Aşkı uğruna can veren pervanenin aşkı. Ama öbür taraftan mum da yanar. Onun aşkı da, acısı da kendincedir. Önce can ipliğine bir ateş düşer ve yanmaya başlar mum… Sonra içindeki o yangını söndürmek için gözyaşı döker. Ateşi su söndürür çünkü. Ama mumun gözyaşları onun ateşine daha da bir güç verir, elemi arttıkça artar. Ve erir can ipi, sevgilinin yolunda yok olana dek…





    İskender Pala

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    05.07.2010 - 22:46

    Gitme Kal Diyemedim

    Bir sevda dudağında tutsak kaldı özlemim
    uzun kara trenler alıp götürdü seni
    hasret boyu uzayan raylara döküldü gözlerim
    bütün insanlar ağladı sen giderken.
    bütün istasyonlar gözyaşlarına boğuldu
    bir ben ağlamadım inanki, bir ben
    ince bir duman gibi kaybolup gittin

    oysa seni sevdiğimi söylememiştim daha
    sensiz yaşamayacağımı,
    sana aşkımı anlatamamıştım
    gitme kal, giden ben olayım
    gitme kal diyemedim
    kahrolası gururum, kahrolası dilim

    arkanı dönüp giderken
    hıçkırıklar düğümlendi boğazıma
    kızdım,bağırdım, haykırdım, isyan ettim
    yine de seni sevdiğimi söylemedim
    ardında ağlayan bir çift göz
    paramparça bir yürek
    ve dalları kırılmış bir ağaç gibi baktım
    ama gitme kal diyemedim
    kahrolası gururum, kahrolası dilim

    gittin hayallerim ardında yaprak yaprak düşüyordu
    bir çocuk üşüyordu elleri cebinde
    dalında bir gelincik ağlıyordu
    bir dağ yanıyordu içimde
    gitme, gidersen baharda git
    sonbaharda gitme
    yapraklar düşmesin ardında
    diyemedim
    kızdım,bağırdım, haykırdım, isyan ettim
    yine de seni sevdiğimi söylemedim
    kahrolası gururum, kahrolası dilim
    gitme kal diyemedim

    .../
    bir rüzgara açarım şimdi kalbimi
    bir de sulara
    alıp getirsinler diye sevgimi sana

    bir tutam sevgiydi yaşam kalbimde
    bir yudum hasret oldu
    döküldü gözlerimde tane tane

    gittin,
    bir tren garında
    ömrümü rayların arasında götürdün
    oturdum bir köşede
    öylece ağladım, kahroldum
    bir sessiz çığlığın yarayla buluşmasıydı gidişin
    ardından gitme kal, gözlerin yaralarımın tek merhemi
    diyemedim

    dizlerim, ellerim, yüreğim paramparça şimdi
    suları çekildi canağacımın
    asitli yağmurlar döküldü dallarıma
    acılar topluyorum takvim yapraklarından her gece
    gözlerime kan oturdu ey yar! ..

    her gece bekleyişler öldürür beni
    gelmeyişler
    bir de eriyişler hasretinden her gece

    ah! gurbet ah! sen olmasaydın
    ayrılık olmasaydı
    hasret olmasaydı
    ben olmasaydım
    sen olmasaydın
    aşk olmasaydı
    kahrolmasaydım...


    Nuri CAN

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    28.06.2010 - 13:30

    Bercesteler



    Gönül ne gök ne elâ ne lâciverd arıyor
    Ah bu gönül bu gönül kendine derd arıyor
    * * *
    Ne tende cân ile sensiz ümmîd-i sıhhat olur
    Ne cân bedende gam-ı firkatinle rahat olur
    * * *
    Ne şeb ki kûyine yüz sürmesem ölürüm
    Ne gün ki kaametini görmesem kıyâmet olur
    * * *
    Mecnun ne bilir kaaide-i nâz u niyâzı
    Aşık mı sanır kendin o meczûb-ı muhabbet


    Nefi

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    25.06.2010 - 17:19

    GAZEL

    Ben umardım ki seni yâr-ı vefâ-dâr olasın
    Ne bileydim ki seni böyle cefâ-kâr olasın

    Hele sen kaaide-î cevrde eksik komadın
    Dostluk hakkı ise ancağ ola var olasın

    Reh-i âşkında neler çektüğüm ey dost benim
    Bilesin bir gün ola aşka giriftâr olasın

    Sözüme uymadın ey asılası dil dilerim
    Ser-i zülfüne anın âhiri ber-dâr olasın

    Sen ki cân gül-şeninin bi gül-i nev-restesisin
    Ne revâdır bu ki her hâr ü hasa yâr olasın

    Beni âzâde iken aşka giriftâr itdin
    Göreyim sen de benim gibi giriftâr olasın

    Bed-duâ etmezem ammâ ki Huda'dan dilerim
    Bir senin gibi cefâ-kâra hevâ-dâr olasın

    Şimdi bir hâldeyüz kim ilenen düşmanına
    Der ki Mihrî gibi sen dahi siyeh-kâr olasın


    ANİ HATUN


    GAZEL

    Her seherde Kâbei kûyında estikçe nesim
    Âşıka zülfi siyahından gelir anber şemim

    Naveki müjgânı gönder sinei mecruhuma
    Kûşei gamda dili mahzunuma olsun nedim

    Kalim bu aşk ile yanmaktan ey meh ruzüşeb
    Yok bana derdü elemden başka bir yârı kadîm

    Şiddeti düzahla korkutma beni gel zahida
    Aşkıma nisbet benim bir şey midir narı cahim

    Kûşei cennet dahi olsa safayab olmayız
    Aşk ile olduk hele külhan bucağında mukim

    Zulmu çok ettin bugün Leylâ'ye ey şahı cihan
    Ruzi mahşerde seninle eylesin bahsi azîm


    Leyla Hanım

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    25.06.2010 - 12:12

    Sen Uyuyordun
    Çığlıklar saplandı geceye
    Derin uykulardan uyandılar
    Uzun yollarda tay gibi
    Soluk soluğaydılar
    Günebakan türküler söylüyorlardı
    Altlarında kilimler
    El emeği göz nuru
    Alın teriyle dokunmuş ilmekler
    Haram lokma geçmemişti boğazlarından
    Sofraları yerde
    gönülleri darda
    Derin uykulardan uyandılar
    kıl çadırlarda
    Toprak gebeydi
    Koynunda sızlayan sancısıyla yakıyordu ayakları
    Sonra yılan,
    çıyan,
    börtü,
    böcek
    Hiç konuşmuyorlardı o sabah

    Güneş kan rengi doğuyordu
    Kızıl aleviyle boyuyordu kenti
    Ve ağaçlar
    Binlerce yaprağıyla titriyorlardı
    Rüzgar
    Kehribar peteklere bal taşır gibi
    İhaneti,
    yalanı
    ve bütün rezilliğini ölümün
    Toprakta çürüyen ten gibi
    Ağır ağır dağıtıyordu semaya
    Ve kuşlar
    Korkunç bir depremden kaçarcasına
    Sarı, kurşuni kanatlarını çırparak
    En derin yeşili gibi kör bir kuyunun
    Gökyüzünü kendi renklerine boyayarak
    Göçüyorlardı kuzeye...
    Sen uyuyordun...


    Rüyanda en güzelinde cennet bahçelerinin
    Ebedi bir huzura dalmışçasına
    Yanağında gülüşün
    Zümrüt yapraklarıyla süslenmiş saçların
    Ve baş ucunda meleklerin beklediği bir yatakta
    Çırılçıplak, saf
    ve el değmemiş çiçekler gibi tertemizdin...
    Bense gece vardiyalarında
    Boş bir tren istasyonunda
    Emekli bir şimendiferin hüznü gözlerimde
    Bedenimde dolaştığım şehirlerin yorgunluğu
    Ağır, aşınmış ve pas tutmuş yüreğimle
    Üzerinde yol aldığım raylara hasret
    Yanağıma vuran dallardan ayrı
    Bir başıma ve alabildiğine yorgun
    Gelen sabahı karşılıyordum


    Ayak sesleriyle aralanıyordu sabah
    Yanakları ıslak,
    Makyajı akmış bir kadın
    Ağlamış
    Belli kırık kalplerle dolu valizi
    Yürüyordu istasyonun soğuk yolunda
    Dudaklarında yalan sevişmelerin izi
    Gözlerinde hüzün bulutları
    Ve ardından koşup gelecek birini beklercesine
    Ya da “gitme” diyecek bir ses duymak için
    Sessizce atıyordu adımlarını...
    Geceden yıldız yağıyordu sabaha
    Sen uyuyordun...
    Ilık bir Çukurova gecesinde
    İki yataklı bir otel odasında
    Bambaşka bir kentin rüyalarına dalıyordun
    Bense çok uzak bir ülkede hayal ediyordum aşkı
    Prag’da
    Bir son bahar yaprağı gibi düşüyordum sevdaya
    Taş binaların koridorlarında uyuyordum
    Vitava’nın iki yakası gibiydik
    Sen Nove Mesto’da bir katedral
    Ben Stare Mesto’da üçüncü sınıf bir otel odası
    Ellerimi umudunla ısıtıyordum...


    Hiç bir köprünün kaldıramayacağı hasretler
    Nehirler boyunca ayırıyordu ikimizi
    Kendi yüreğine küsmüş şehirler gibiydim
    Karanlık yağmurlar altında
    gri duvarlara çiziyordum aşkı
    Adım başı bir tanıdığa rastlıyordum
    Ama hepsiyle küstüm
    Sessiz merhabaları içime gömüyordum
    Yüreğim yarım kalmış sevdalarla dolu
    Yüreğim şehir dışında kimsesizler mezarlığı
    Ve sen bu derde düştün düşeli
    Bütün dermanları bilsen bile
    Bulutlarda mavi bir bakışa sarılmış
    Ateşler içinde günün güneşin
    Çaren aynalarda ince bir gülüş
    Öylece uyuyordun...
    Ve ne kadar sızlıyorsa gülüşün
    Bir o kadar yanıyordun...






















    Ali Haydar Timisi

  • Gürkal Gençay
    Gürkal Gençay

    23.06.2010 - 14:53

    *
    'Ey şaşkın,

    ..bendeki hazineyi bulmak için beni terk ediyorsun;
    bütün zenginliğin bende mahfuzken
    aç ve yalınayak nereye uzaklaşıyorsun...'




    -md-uykusuz düşler

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    23.06.2010 - 13:19

    ÇIRPINIP İÇİNDE

    Çırpınıp içinde döndüğüm deniz
    Dalgalanır coşar rüzgarından
    Mevce gelir coşar inleyen aşkım
    Ah çektikçe kaynar gelir derinden

    Derya coşar inci saçar kenara
    Aşk ehli dayanır ateşe kara
    Bülbüller gül için giyinler kara
    Seherler uyanır gülizarından

    Dert ile mihnete dalmayan aşık
    Ne yemiş ne doymuş eli bulaşık
    Kınama Veysel'i fikri dolaşık
    Ayrılmış yarinden yar diyarından

    AŞIK VEYSEL





    ÇOK YALVARDIM ÇOK YAKARDIM (36177 Hit)

    Çok yalvardım çok yakardım
    Uyanmadı kara bahtım
    Şansım küsmüş etmez yardım
    Uyanmadı kara bahtım

    Uyur uyanmaz ikbalim
    Nic olacak benim halim
    Boynuna olsun vebalim
    Uyanmadı kara bahtım

    Kader kadere eş oldu
    Ağladım gözüm yaş oldu
    Uzun boylu savaş oldu
    Uyanmadı kara bahtım

    Tecellim bozuk temelden
    Gitti gençlik çıktı elden
    Aşka mahkumuz ezelden
    Uyanmadı kara bahtım

    Kısmet beni diyar diyar
    Dolandırır bilmem ne var
    Veysel oldu candan bizar
    Uyanmadı kara bahtım

    AŞIK VEYSEL



    EĞER GÖRSE İDİM GÖZ İLE SENİ (35590 Hit)

    Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı
    Avlasam çöllerde saz ile seni
    Bulunmaz dermanı yoktur ilacı
    Vursam yaralasam söz ile seni

    Kurulma sevdiğim güzelim deyin
    Bağlanma karayı alları geyin
    Ben bir çoban olsam sen de bir koyun
    Seslesem elime tuz ile seni

    Koyun olsan otlatırdım yaylada
    Tellerini yoldurmazdım hoyrada
    Balık olsan takla dönsen deryada
    Düşürsem toruma bez ile seni

    Veysel der ismini koymam dilimden
    Ayrı düştüm vatanımdan ilimden
    Kuş olsan da kurtulmazdın elimden
    Eğer görse idim göz ile seni

    AŞIK VEYSEL

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    21.06.2010 - 14:33

    yürek neden morarmaz.............

    Bahisi olmaz sevda koşularının
    Kısrağı olmaz
    Koşusu olmaz
    Gönül gözüyle görülen bir davanın kırgınlığı olmaz
    Olmaz kötü ya da anlamsız davranışları
    İyi günlerin gökkuşağıdır sevdanın gönül gözü
    Yağmur kâr etmez
    Kar da kâr değildir zaten
    Güneş vursa ne olur aydınlık
    Ne olur gözümün, yüreğimin feri
    Ne olur yani dünyayı kazansam
    Ne olur bir bahar çiçeğini kokluyorken yanımda sen olmadıkça
    Geçiyorken vapurla karşıdan bir başka karşıya
    Yanımda sen oturmuyorsan
    İskemlenin simidin martı sesleri arasında martılarla paylaştığım simidin lezzeti de olmaz
    Olmaz lezzeti sen yokken Türkü’nün
    Olmaz, olmaz lezzeti sen yokken halayın
    Aman ha aman bunu da hiç unutma
    Olmaz lezzeti sen yokken sevginin taa kendisinin
    Bilmiyorum nasıl anlatılır gönül gözüyle görülen sevdalar
    Bilmiyorum gönül gözüyle gördüğün bu sevgimi senin yüreğin nasıl algılar
    Ama gülüm, ama gülüm düşünüyorum bazen
    Hatta bazı anları bolca kendime ayırdım
    Ve dedim ki;
    Mihribanım, türküler aşk için yazılıyorken tabiatin bütün kanunları dize gelir
    Kanunlar dize geliyorsa eğer sevda üstüne
    Günün her zamanı aşk için çiçek açar
    Unutma ki, unutma ki karanlığın korkacağı tek unsur aydınlıktır
    İşte o aydınlığın adı aşktır
    Eğer o aşkı tanımıyor ya da tanımlamasını bilmiyorsanız karanlıklar size yâr olacaktır
    O zaman suç aydınlığın değil, karanlığa gönül verende olacaktır
    Yani görülmesi gereken bir değer vardır
    Bu dengeyi korumasını beceremeyenler ben ben ne yapmışım diye dizini döverler
    Ama bilinmesi gereken, diz dövüle dövüle yar bulunsaydı
    Bugün hepimiz yüreğimizin yerine dizimizi dövüyor olurduk..

    hüseyin karakuş

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    20.06.2010 - 22:32

    Hoş vakit o ki çiçeğin yari şebnem gibidir
    diyelim ki bu hemdemliğin ömrü bir dem gibidir

    Nitelikli yaşamak nicelikli yaşamaktan iyidir
    ki çiçeğin ömrü az, sunduğu güzellik alem gibidir

    Dertsiz kimselerle bizim işimiz yoktur
    ki onları cennette görmek cehennem gibidir.

    Anısı aziz ve ruhu şad olsun

    Mohammad (Sasan) Rejebi
    (Sanat ve şiir eleştirmeni)

    Çeviri Farsçadan: Behruz Dijurian

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    20.06.2010 - 14:21

    Ve ben ve Tanrı

    ve ben Tanrıdan istedim ki bana güç versin
    ve O yoluma sıkıntılar çıkardı ve sabır verdi ta ki dayanayım.
    ve ben Tanrıdan istedim ki bana ayrıcalık tanısın
    ve O acıyı verdi vede yalnızlığı ta ki tadayım
    ve ben Tanrıdan istedim ki bana akıl versin
    ve O önüme meseleler bıraktı ta ki çözeyim.
    ve ben Tanrıdan istedim ki bana para versin
    ve O bana fikir verdi ta ki daha iyi bir refah için çaba sarf edeyim
    ve ben Tanrıdan istedim ki bana AŞK versin
    ve O acı çekmiş insanları yoluma çıkardı ta ki onlara sevgimi göstereyim
    ve ben Tanrıdan istedim ki en karlı olan çıkayım
    ve O aşkı verdi vede yolunu ki içinde yolcu olayım
    ve ben Tanrıdan istedim ki bana değer bilmeyi öğretsin
    ve O ölümü verdi ve de ayrılığı ta ki ders alayım.
    ve ben Tanrıdan istedim ki bana cenneti versin
    ve O karşılıksız vermeyi verdi ve verdi ki vereyim
    ve ben Tanrıdan istedim ki bütün çıkmazların çıkışını göstersin
    ve O kalbimi verdi ve işaret etti ki içine bakayım
    ve ben Tanrıdan istedim ki bana sonsuzluğu bağışlasın
    ve O seni verdi ve sevmeyi vede şiiri ki yazayım..

    ’’ve ben Tanrıdan istediğim hiçbir şeyi alamadım
    ama ihtiyacım olan her şeye vardım..’’

    Behruz Dijurian

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    20.06.2010 - 01:13

    İkimizde acemi birer aşıktık o zamanlar

    Sen yollarda eski bir aşka ağlıyordun

    Bense kendimi usta sanıyordum bu işlerde

    Ve yağmur gibi akıp giden yıllardan

    Geriye ne kaldığını bilmiyordum seni tanıyana kadar

    Ama farkındaydım yinede

    Ne zaman seninle olsam

    Tanıdık bir kuş cıvıltısıyla uyanırdım her sabah

    Şimdiyse kırılgan mektuplar yazıyorum

    Hangi adrese göndereceğimi bile bilmeden

    Malumun olsun ben sende ülkemi sevdim

    Hüzün dolu yağmurlarla taşan boynu bükük nehirleri

    Ben sende yolları sevdim

    Dallarına hiçbir kuşun konmaya bile yanaşmadığı ağaçlarla

    Kaplı yolları

    İkimizde acemi birer aşıktık aslında

    Ne yapacağımızı bilmeden serseri dolaşırdık yollarda..'

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    19.06.2010 - 00:29

    Palyaço

    her sabah yüzümü boyayıp
    çıkarım yeni bir gösteriye
    güldürmeliyim seyredenleri
    dünya denen bu geniş sahnede
    yüzümü boyarken en güleç hallere
    gizlerim dudağımın kıvrımlarına
    içimden dışarı taşan hüzün izlerini
    seyredenler için
    sadece bir palyaçoyum ben
    gülmeliyim
    güldürmeliyim
    ruhum ölse bile

    bir düşünen yoktur iç dünyamı
    duygularımın varlığı ya da yokluğu
    ilgilendirmez seyircileri
    bir köpeği okşarlar da şefkatle sokakta
    uyuz bile olsa
    bana çamur atarken eğlenirlerdi
    gülerler üzerimdeki çamurun izlerine
    öyle ya
    onlar için sadece bir palyaçoyum ben

    sadece bir palyaçoyum ben
    her gece dört duvar arasında
    dört çarpı dört odamın yalnızlığında
    kapadığımda kapımı
    çıkarırım çekmecemden hüzünlerimi
    bana en yakışan halleriyle sarılırlar boğazıma
    silmek için makyajımı beklemezler bile
    bir anda biriktirdiğim inciler dökülürler
    gün içinde gözlerimden ellerime
    sıcacık bir şekilde avuçlarımın buzuna
    ısıtırlar bedenimi
    o anda
    işte bu sıcaklıkta bile
    onaltı metrekare odam
    bir anda cendere olur
    sıkmaya başlar beni
    daralır da daralır
    açmak isterim kapımı
    dışarı kaçmak isterim
    ayaklarım gitmez üç adım öteye
    dermanım kesilir
    yürüyemem, düşerim
    ve bunlar kimsenin umurunda bile değildir
    öyle ya
    onlar için sadece bir palyaçoyum ben

    her gece yatınca çivili yatağıma
    bir parça sevgiyle
    bir okşayış, bir öpüş ile kuştüyü olacak
    o çivili yatağıma
    yalnızlığımın sonunu düşünürüm
    kendime sorarım
    ‘’böyle kaç zaman daha gider ki? ’’ diye
    zaten yaş kemale ermek üzere
    ne kaldı ki elden ayaktan kesilmeye?
    hafiften uyku bastırır
    bu halde dalarım rüyalar alemine
    bir sevgilim olur, bir kadınım
    severim sevilirim
    mutlu olurum, sevinirim
    uyanmak istemem rüyadan
    hep orada kalmak isterim
    derken
    penceremde bir taş sesiyle sıçrarım
    rüyamın mutluluğu bile çoktur
    vakit gelmiştir
    artık palyaço sahneye çıkmalıdır
    öyle ya!
    nasıl da unuttum?
    sadece bir palyaçoyum ben onların nazarında
    rüyalarda bile olsa
    mutluluk çok bana

    bugün palyaço son kez sahnede
    karar verdim kendime
    bugün son kez güldüreceğim herkesi
    sonra ineceğim sahneden
    artık ben de bir seyirci olacağım
    seyredenlerin arasına ben de katılacağım
    kimbilir? Belki benim de bir sevgilim olur!
    belki çok mutlu olurum
    kimbilir?
    belki
    belki de hep tek kalırım
    ve yalnız ölürüm
    ama bildiğim tek şey
    bundan sonra palyaço değilim
    ne oldu?
    bu sözler bile güldürdü mü sizi?
    inanmadınız mı yoksa?
    sıyrılamaz mıyım makyaj ve kostümlerimden?
    sizlerden biri olamaz mıyım?
    öyle ya
    siz de haklısınız
    kırk yıl önce palyaço doğmuşum
    kırk yıl sonra bile palyaço kalacağım…

    _______ siz hiç makyajsız palyaço gördünüz mü?
    _______ ben her gece aynada görüyorum…! ! !

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    17.06.2010 - 21:50

    Kaç gecenin imanını solukladı maviyle. Mecnun’un sözündeki Leyla’ydı o. Ona bakan, nurdan bir aydınlığa bakardı sanki. Gözleri kömür karası değildi ama doğu masallarından çıkmış bir peri gibiydi. Gülünce yüzünde güller açar, yürüyünce ardına güller saçardı. Taze bir bahar çiçeği gibi büyülü yüzünde, baharın her rengi en berrak haliyle vardı. Yüzünde açan bahar, yüreğinden esen bahardı. Kızıla çalan saçları toplandığında bir başka güzel, savrulduğunda bir başka güzel eylerdi onu.
    Ruhun ve bedenin kemale erdiği zamanın en muhteşem edasıyla o peri yüzlünün, gönül bohçasında mavi bir sır vardı. Ve o mutluluğun verdiği hafiflikle gül bahçelerinde sekerken, her zıplayışta canı yanıyordu sırların. Onun gönül sarayında Leyla vardı, Şirin vardı, bazen de Züleyha’nın imanlı hali vardı.

    Bir gün bu peri, gönül sarayından çıkarak mavi bir barakaya sığındı. Kaderi nasıl çizilmişti bilmiyordu ve hayatı dümdüz olduğu haliyle yaşıyordu. Ki o sarayın kızı, barakanın sultanıydı. O barakaya ölmek için mi olmak için mi sığınmıştı bilinmez. Muhabbeti her geçen gün artacak mıydı azalacak mıydı bilinmez. Geleceğe ait hayalleri yoktu. Damla damla gözyaşlarını içine akıtıp inci gibi büyüttüğünü gördüler yüreğinde. İncileri maviydi. Ve bir kez daha sevildi mavi tarafından...

    Rüyalarına mavi sızılar yürümüştü perinin. Rüyaları da dâhil, yerden göğe kadar her şey maviydi ona. Ve bu dünya ayrı bir dünya gibiydi ona.

    Sığındığı mavi baraka hayali Yusuf’undu. Bir Züleyha teni kadar uzaktı Yusuf’una. Bir Züleyha gibi değil ama saf, masum berrak bir sevdayla sevdalanmıştı Yusuf’una. Züleyha kadar şanssız olmadığını düşündü kimi uykusuz gecelerde. Yanında olduğu ama hayalinde her gün biraz daha süslediği, asalet verdiği, masumiyet verdiği Yusuf’una, yine her gün biraz daha meftun oluyordu.

    Her şeyini paylaşmaya başladı Yusuf’la zaman içinde. Tenlerden uzak, nice gecelerin teheccüdünü solukladı maviyle beraber. Dualar uçurdular güzelliğin tüm renklerine dair, yıldızların bağrına. İnancın derin özgürlüğünü yaşadılar teheccüdün dudaklarında. Birbirlerine sevgiyle bakıyorlar, çoğu zaman da sessiz konuşmalar geçiyordu aralarında. Yalnızlıklarını unutuyorlardı gönül barakalarında. Hayallerini, umutlarını, sevinç ve mutluluklarını, ara sıra da hüzünlerini paylaştı Yusuf’la.

    Ve bir gün geldi pembe bulutların gizemli dünyasından çıkıp, gökyüzünde süzülen bir şahin gibi süzüldü hayatın bağrına. İçinde kutsal neşideler mırıldanarak süzüldü. Gözyaşlarıyla süzüldü. Yusuf’uyla süzüldü.

    Ve hayatın kalbine yürüdü. Hayatın maviliğine doğru yürüdü. İçinde hissettiği, gördüğü mavi bir sızıydı. Onun ten derdinde olmadığını sezdi. Ne kadar yürüdüyse de hayatın kalbine, dişiliği duygusallığının önüne geçemedi. Ve maviye gönlünü, gönlünce sundu.

    Mutluydu peri. Bezen bu mutluluğu hak etmediğini düşünüyordu. “Rabbim diyordu peri, benim yerim Yusuf’un yanında nedir ki? ’’ Onu görüyor, onu seviyordu ama onun ikliminde yaşaması imkânsızdı. Nilüfer çiçeğine âşık olmuş papatya gibiydi.

    Hani gölün ortasındaki nilüfer çiçeğine âşık olan papatya çiçeğinin aşk hikâyesi vardır. Papatya; gölün kıyısından seyrine meftun olduğu nilüfer çiçeğine âşık olmuştu da ona kavuşamamanın hüznünü yaşıyordu. Nilüfer çiçeğinin ortasında açan beyaz çiçeklerin yerinde olup, nilüferle beraber olmak istiyordu. Biri papatyaydı, biri nilüfer. Nilüfer suda yaşıyordu kendisi toprakta. Nilüfer çiçeği papatyasına, “Gözlerini kapat ve yalnızca benim yanımda olmayı iste.’’ dedi. Papatya gözlerini kapattı ve istedi, istedi. Ve gözlerini açtığında nilüfer çiçeğinin ortasındaydı. Ve nilüfer çiçeğinin kendisiydi artık.

    İşte böyle, papatya ve nilüfer çiçeği gibi ayrı iklimlerin ve ayrı zamanların insanıydılar periyle Yusuf. Ayrı dünyalarda ayrı iklimlerde yaşayan iki çiçek gibiydiler. Ve perinin içinden sessiz konuşmalar geçiyordu, papatya çiçeğinin serzenişi gibi:

    “Dokunsam dokunamam, elimi uzatsam tutamam. Bu kadar yakın olmama rağmen, o kadar uzağım ki ona. Oysa ona yakın olmayı o kadar çok istiyorum ki. Ey benim gül kokulu, gül yüzlü Yusuf’um seni seviyorum ama sana nasıl ulaşacağımı bilemiyorum. Yakınlık içinde uzaklardayım. Evet, sessizce de olsa konuşmak, yüzünü görmek yetiyor bana ama istiyorum ki düşlerimdeki gibi sarılayım sana. Gözyaşlarına dokunayım.’’

    Yusuf’u karşılıksız bırakmadı perinin gönül sesini. “Bir şeyi istiyorsan mutlaka olur, dedi. Ve bir şeyi istiyorsan gönülden iste yeter, dedi. Çünkü her isteyiş bir duadır Rabb katında. Sevgi; ne mekânı, ne zamanı, ne de mesafeleri dinler. Sevgi, konuşmaya başladı mı her şey susar onu dinler. Sen ki aşkınla benim güzelliğime güzellik katmadasın. Yalnızlığımı örtbas etmedesin. Benim ve senin var olduğumuzu haykırmadasın evrene. Şimdi gözlerini kapat, yalnızca sevgini ve kavuşmayı düşle. Yanımda olduğunu düşle. Göreceksin mesafeler çaresiz kalacaktır.’’

    Peri Yusuf’unun dediğini yaptı. Gözlerini kapadı ve onun yanında olmayı istedi. Yalnızca onun kendi içinde güzelleştirdiği halini istedi içinde. Onun hayalini doldurdu tüm benliğine. Kendini güzeller güzeli Yusuf’unun yanında hayal etti peri. Etti... Etti...

    Şimdi gözlerini aç, dedi Yusuf’u perisine. Peri gözlerini açtığında, sevgili Yusuf’unun yüreğindeydi ve Yusuf’un kendisiydi artık. Ve masmaviydi peri.

    Mavi onun yüreğinin tadıydı
    Mavi onun sevgisinin adıydı

    Çok geçmeden mavinin en gizemli rengi oluverdi. Artık mavi ve mavilik adına ne yazılıyor ve söyleniyorsa hissediyor ve duyuyordu. Mavinin nazenin bir gizemi olduğunu gördü. Mavinin, mavi bir kalbi olduğunu gördü. Mavinin kalbinin içinde olduğunu gördü sonra.

    Her ne kadar kavuşsa da mavisinin yüreğine, dünyalık kavuşmaların rengi yoktu bu kavuşmada. Esas kavuşma için kalp vasıtasında yerini almaydı bu kavuşma.

    Diğer kalplerden sürgün edildiğini anladı ilkin. Mavinin kalbinde büyürken, maviyi de kalbinde bir çocuk gibi büyütüyordu. Ve artık bütün bu mavilik içinde; Leyla’yı düşünüyor ağlıyor, Züleyha’yı düşünüyor ağlıyordu. Ve maviye inciler yağıyordu. Bu kadar mavinin içinde olup da maviye dokunamamak... Dokunduğunda bütün sihrin bir anda toprağa boşalan yıldırım gibi boşalıp yok olacağını bilmek... İçinin mavi çöllerinde Leyla’yla acı çekmek... Nil’e gözyaşlarını döken Züleyha gibi içine gözyaşlarını dökmek... Aşkın kılcal damarlarında olup da aşkın kendisi olamamak... Nice acıydı ki...

    Ve bir gün maviyi solarken gördü. Bir gece maviyi siyaha çalarken gördü. Maviyi ölürken gördü...

    İnsanlar toplandılar, maviyi kutsadılar. Ve o perinin bütün hayatına rengini veren maviyi, hayatın bütününden toplayıp bir tabuta doldurdular. Sonra bütün maviliğini yıkayıp, ak pak eylediler. Teni mavisinden arınmış, yüreğine doldurulmuş Yusuf’unu omuzlara alıp sürgün eylediler, bir ikindi üzeri dünyadan. Üzerini toprakla doldurup bir de gül diktiler mezarına.

    Perinin gün ışığı saçlarının arasından bir yıldız kaydı o gece. Gece ve gün asıl rengine döndü. Dal yeşil, gül kırmızı, kar beyazdı artık. Bir gök kalmıştı maviden yana. Ve göğe bakmaya korkuyordu peri. Bir yandan mavi şehzadesine el sallıyor, bir yandan şehzadesinin bıraktığı maviliğin beşiğini sallıyordu yüreğinde.

    “Ölüm asude bir bahar ülkesidir bir rinde
    Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter
    Ve serin serviler altında kalan kabrinde
    Her gece bir gül açar her seher bülbül öter ”

    Peri, her seher Yusuf’unun toprağına gözyaşlarını dökmeye gitti. Yusuf’un toprağına dikilen gül açmıştı. Her şey renginceydi, ama gül maviydi. Perinin gözlerinden damlalar düştü gülün dibine, damlalar maviydi.

    Bunu ben gördüm...


    Arif AKPINAR

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    16.06.2010 - 16:19

    Ağıt

    yüreğimde estirdiğim,
    en toz koparan fırtınaya
    yakıyorum bu ağıdı.
    üzerinde her şey yazılı
    bu kağıdı
    atarken denizlerime.

    kökümden koparılmış
    bir ağaç gibi,
    ellerini
    sarı yaprak misali
    düşürürken üzerimden.

    yarınlar şimdi;
    üzeri silinmeyecek izlerle çizili
    yaşanamayacak
    mahkumiyetler
    olacak,
    anlaşıldığı gibi.
    dünler, dünün boyutlarında
    gittikçe gözlerden
    uzak
    bir yelkenli, bir senfoni,
    kaybolacak.
    bugün ise;
    hiçbir gömleği giymemiş üzerine,
    çırılçıplak bir ölü.

    sahnenin son perdesini çekiyorum
    üzerime.
    ben içerde ve
    dizlerimin üstünde..
    sizler en rahat koltuklarınıza
    gömüldüğünüzde.
    dinlerseniz,
    dinlersiniz....,
    dalgalar üzerinizi örttüğünde.

    Cevat Çeştepe

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    08.06.2010 - 15:22

    Şiraze'ye mektuplar(1)

    Bıraktığım hiçbir şeyin bıraktığım gibi olmadığını

    olmadığını kendimin bile o şehirdeki gibi...

    biliyorum

    zaman tepeleyip geçiyor her şeyi; beni, seni, kaf dağı’nı, anıların her an’ını...

    zaman ilerledikçe netleşiyor geçmiş, geçmişin satıraraları canlanıveriyor

    isimler yüz hatlarına bürünüp çıkıyorlar karşıma, ‘bak’ diyorlar bana, ben de bakıyorum

    tanıdık gelen çok çizgi var yüzlerinde, onlarda bir parça benden harf görüyorum

    ‘zaman’ diyorum bir potin gibi ayağımda, koncu uzun mu uzun, dolanıyor... dolanıyor... dolanıyor...

    ürperiyorum

    zamandan yapılma potinler her geçen gün biraz daha sıkıyor beni

    sen yoksun diye belki

    sen hiç olmadın diye belki

    sen hiç olmayacaksın diye belki

    sen hiç...

    oysa seni şarkıların en manidar kelimelerinde gizledim

    oysa seni ebrulî hayatların penceresinden seyrettim

    oysa seni bir resim atölyesinin en karanlık köşesindeki ışık belledim

    oysa...

    bana yakıştırılan gitmek oldu Şiraze, sen kal ben gideyim şimdi

    sen kal ben gideyim şimdi

    eğer biri gitmek zorunda ise ille de, sen kal ben gideyim şimdi

    bir kere gitmeyi başarmış olan, artık sürekli gidebiliyor çünkü

    bir kere gittim Şiraze, sen kal ben gideyim şimdi

    ben ürkek yaşadım hep, ürkek dolaştım yollarda, ürkek baktım dağlara, ürkek konuştum insanlarla

    ürktüm hep

    farkederler varlığımı diye

    farkederler de gözlerime bakarlar diye

    hani gözlerime baksalar seni görürler diye

    seni görür sorarlar diye

    ‘kim’

    ben ürkek yaşadım hep, ürkek boyadım resimlerimi, ürkek yazdım, ürkek çıktım evden dışarı

    ürktüm hep

    adımı sorarlar diye

    ‘sorsalar ne çıkar’

    ben adımı bile unuttum Şiraze, ben adımı bile unuttum

    ben ürkek yaşadım hep, ürkek giydim eteklerimi, ürkek baktım aynalara, ürkek okudum şiirleri

    ürktüm hep

    beni fotoğraflarına hapsederler diye

    beni ak yeleli, hırçın atın sırtından alırlar diye



    ne desem az, ne desem çok

    ne desem boş, ne desem yersiz ve yetersiz

    Aşk’ına vurdum başımı, iflah olmam; ne kadar su verirsen ver, artık susuzluğumu gideremezsin

    ne kadar ışık tutarsan tut, artık karanlığımı ışıtamazsın

    içimde hiç dinmeyen bir fısıltı olarak kalacaksın

    Şiraze... seni kaybetmek bir daha bulamamak demekti, geç anladım



    Şimdi gölgemizi de alıp yanımıza, ‘ufuk’ dedikleri yeri hedefleyelim gel seninle

    gel seninle Şiraze...



    Şiraze'ye mektuplar(2)



    Az zamanda öyküler biriktirdim içimde, sen öyküleri bilir misin Şiraze?

    Ben bildiğini bilirim, ben bilirim bildiğini...

    Anaforlarına takılıp dönenlerin öfkesinden sakınmak adına sığındığım karanlık dere

    ve

    yarık kaya’nın uğuldayan dik yamaçlarının çevrintisiyle titrediğim gece...

    Şiraze bir tek sendin dizinde dinlendiğim.

    Öyle bakma dedim kaç kez, öyle pencerelerden gece vakti salınışın yollara

    ve bir gölge gibi süzülüp duvar diplerinden kayışın köşebaşlarına

    beklediğimdin sen

    sen bir ömür beklemeyi seçtiğimdin.

    Bir dahası olmasın görmeyeyim gözlerini,

    bir dahası olmasın dolunaysız gecelerde tutmayayım elini,

    bir dahası olmasın ‘yaş gidiyor’

    anmaktan başka güzelliği kalmadı senliliğin.



    Sen ile ben Şiraze, öğrenmeliydik yalnızlığın kaç bucak olduğunu... Ve bir... ve iki... ve üç... ve dört Şiraze.

    Sen ve ben, ömür son demine vardığında ‘yaşandı bitti’ diyebilecek gücü şimdiden toplamalıydık.

    Geç mi kaldık?

    Geç kaldığımızı anlamak için bile mi geç kaldık?

    Yok böyle bir şey; biz her şeye arası kapatılamayacak mesafelerce çoktan geç kaldık.

    Bitmek varsa eğer, geçmişi ak sayfalara kaydedecek zaman bitti Şiraze.

    Artık onları hiçkimse okuyamayacak, artık onları hiçkimse dost bilip sarılamayacak, artık onları hiçkimse çantasına doldurup yanında taşıyamayacak... ve bir sürü artık işte.

    Biz zamanın tellerinden her birine asılı kaldık.



    Bir an’da, hiç olmayacak bir vakitte; nedir bu kalabalık bir kumpanya edasında? Ellerinde pankartlar: ‘Aşk bir ihtilâldir! ’ – ‘Aşk bir arayıştır! ’ – ‘Aşk bir tutunuştur! ’ – ‘Aşk bir başkalaşımdır! ’ – ‘Aşk bir yitiştir! ’

    Sarmışlar bin yanımı; elini uzat Şiraze, uzat elini... ben kendi ihtilâlimden endişedeyim.

    ‘Buralardan her kim geçerse iz bırakır, aşk’ına dideban olup asrın engebelerinde kaybolur’

    edasında kol kola sevdalılar; ‘aşk bir ihtilâldir’ derken gözyaşından nehirlerde boğulur

    bak nihan bakışlı şebnemler oynaşıyor yapraklarda

    yapraklar ki, bahar kadar taze...

    ben her dokunduğumu inciten, ben her uzandığımı dumura uğratan; bir felaket kadar felaket

    bir afet kadar afet...

    o nihan bakışlı şebnemlerin oynundan çok ırak mekanlar seçmişim kendime Şiraze.

    Bir tebessüm et yeter; yıkılsın mefhumu şiddetin

    Ben seni gecelerde aradım, yıldız gibi

    Ben seni denizlerde aradım, inci gibi

    Ben seni türkülerde aradım...

    Şiraze! Ben seni içimde, görülmemiş rüya gibi yaşadım



    Aşk belki, ağlamaktır...

    Nasıl da yumuşatır gözyaşı insanı; nasıl da eritir, inceltir...

    Gel seninle bir daha ağlayalım; yaşanmışlara, bir de yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanamayacaklara

    Ağlamak güzeldir Şiraze, ağlamak yüreğin temizlik eylemidir

    Bilir misin, lale’ler de işte böyle şebnemlenir




    Şiraze'ye mektuplar(3)


    sabahları yağmur düşerdi yollara

    ben düşerdim yağmur damlalarına, bir başka hoşluk içimde

    tanıyan tanırdı, tanımayan tanımazdı

    bir dokundular mı bir dahası olmazdı

    kaçardım ya ben, ya kaçarlardı benden

    bir günah koşardı peşimden

    korkardım...

    Çok eskidendi sanki şiraze. Bundan kırk asır mı öncedeydi, yoksa bin asır mı geride yaşandı bitti. Hiç bilmiyorum, bilemiyorum. Birbirine giriyor yaşanmışların tümü. Çözemiyorum düğümlerini, çetrefilleşen dönemleri ayıramıyorum birbirinden. Beceremiyorum şiraze. Yaşandı bitti’ler hep öyle kenetlenmiş duruyorlar sayfaların üzerinde. Belli ki istemiyorlar dokunulmayı, belli ki onlar da küsmüşler birşeylere, belli ki terkedildikleri yerde kalmak arzuları şiraze. Ben de anlıyorum ki birileri hep küsüyor. Birileri hep kızıyor. Birileri hep çekiliyor hayatımdan.



    Her şeyi kaybediyoruz şiraze. Sen beni, ben seni... her şeyimizi zamanın “geçmiş” safına bırakıyoruz. Kimileri eskiyor şiraze. Kimiler yitiyor şiraze. Kimileri kayboluyor şiraze. Ne kadar da üzülsek, ne kadar da dövünsek, ne kadar da devirsek yüzümüzü... eskiyen, yiten, kaybolan gelmiyor şiraze. Boynumdaki fular uçuyor rüzgara kapılıp. Bir acip bakıyorum uçuşuna, nasıl böyle deli divane. Rüzgara aşık olmak zordur şiraze. Bilir misin rüzgar acıtır hep. Ne hızına yetişir sevdalı, ne dokunabilir tenine, ne görür güzelliğini, ne de aşk cümleleri duyar dilinden. Bir deli hırçınlıktır onunkisi şiraze, eser geçer. Sevdalı kanatlanır ardısıra. Rüzgar umursamaz, rüzgar dönüp bakmaz şiraze. Hep haşin, vurur yerden yere, yetmez alır yerinden yurdundan fırlatır uzak ve alakasız yerlere, yetmez savurur da savurur. Şiraze ben rüzgarın girdabında, ıslıkları kulağımda, içimde o titreten hep üşüten soğuğu, durmak nedir bilmez yorgunluktayım.

    Yağmur da yağıyor üstelik.

    Eskimeyen bir fistan üzerimde, az kala sona döküyor çizgilerini.

    Bir çilek en kırmızı haliyle yanaşıp, “ye beni” diyor.

    “Ben çilek severim.”

    Elimi uzatıyorum tutayım diye.

    Avucuma düşer düşmez yakıyor elimi.

    Bir çığlık bırakıyorum havaya, karşımda asılı kalıyor.

    Çığlık çığlık bağırıyor, çığlık çığlık bağırıyor; kulaklarım acıyor, içim bulanıyor.

    Avucumda kalan bir çilek acısı, bir de karşımda çığlıklarım; yağmur da yağıyor üstelik.

    Eskimeyen fistanım en çizgisiz haliyle, üzerimde.

    Bir delinin arta kalan yanıyım şiraze.

    Bir delinin en deli haliyim.

    Neredesin şiraze?



    Şiraze sen arayıp bulamadığım, şiraze sen sesini duyamadığım; şiraze sen en uzağım, en yakınım, en telaşım, bir de en aşkım. Yağmur da yağıyor üstelik. Aşk bu anlatılmıyor işte. Yaşansa farkına varılmıyor, bulunsa tanınmıyor, yakalansa hemen kaçıyor, ben “mor” desem yeşil çıkıyor. Yeşil de aşk’a bence şiraze hiç yakışmıyor. Üstelik yağmur da yağıyor. Islak bütün yeni çiçeklenmiş ağaçlar. Islak bütün şemsiyesi olanlar. Islak bütün şarkılar. Islak şiraze. Bir ıslandım mı bitiyor, ne acı ki uçamıyorum şiraze.



    sen beni bırak şiraze, nasılsa ben hep seninleyim...











    Şiraze'ye Mektuplar(4)

    Gök âşık olmasaydı, göğsü de pâk olmazdı

    Güneş âşık olmasaydı, parıldayan ışığı olmazdı” *



    şimdi ah nöbetimin gecelerinden birinde, semada raks eden sitarelerin en mes’ud anlarına şahid olan gözlerimde birikir yokluğunun acısı. şimdi şiraze, anladım ki yokluğundur beni aşka aşık, deli divane eden. olmasaydın hep böyle, keşke olup olup olmasaydın böyle. ben Anka, her seferinde yanıp kül olmayacaktım, kendimi yakıp yeniden yanmaya koşmayacaktım. belki şiraze, seni sevmekle buldum ayinelerin gerisinde meftûn oluşu. belki şiraze, seni herdem yitirmekte buldum bengisuyu. belki şiraze hep belki...



    “Aşk denizi bir çömlek gibi kaynatır

    Aşk dağı kum gibi ezer eritir

    Aşk gökyüzünü çatlatır

    Aşk sebepsiz yeryüzünü titretir” *



    aşk şiraze, bir köşede sıkışıp duvara ince çizgiler atmak zorunda kalışımdır.

    aşk şiraze, tozlu sokakları bir başıma geçip ruhumu hüzzam besteler ile zenginleştirişimdir.

    aşk şiraze, hep var olduğuna inandığım sevgiliye bir türlü kavuşamama bilincini kabullenemeyip açan her bahar çiçeğine küsüşümdür.

    aşk şiraze, aradan geçen yılları umursamaz aşkıma bir nokta koyamayışımın insafsız virgülüdür.



    süzsem diyorum seni, gecenin kesifliğinden sehere sır ile. bu sır ile denk tutuştur, yakamozların dansıyla bakışlarından damlayan pusu. bu kadar olma şiraze. bu kadar derunî, bu kadar bediî, bu kadar berkî; duhanî tebessümlerin beyza ertesinde. bütün sırlara karışıp sır üstüne sır olma şiraze.



    kar yağar üzerime, ben üşürüm. karsız kış buralarda siyah şiraze. desen ki siyah ve beyaz iki zıt kutup. zıtlar arasında en tezat bir ben şiraze. kendimle hemhal olayım diye bir hücreye kapansam da temrin etsem aşkı beş vakit. ellerim mi ağlar, saçım mı; gözlerim mi ağlar, ruhum mu şiraze. saysam her damlayı bir bir, bağlasam birbirine bir bir ve bir bir şiraze, akar mıyım eşiğine?



    belli ki yol dirayet ister, bende yok.

    belli ki yol metanet ister, bende yok.

    belli ki yol hep ister şiraze. karşıma çıkanlardan suya, kurda, kuşa, bir de taşa, toprağa hüzün bırakırım. her yerde izim şiraze, her yerde izin şiraze.



    şimdi bir yanım Orhun de, bir yanım Selenge; bir yanım Dinyeper de, bir yanım Dinyester; bir yanım Dicle de, bir yanım Fırat... çevriliyim, göz hapsindeyim. yandıkça sularıyla serinler, yandıkça onlarda soğuturum yangınlarımı. ol derde düşeli o nehirden o nehre şiraze. o nehirden o nehre...



    bırakma beni bana

    beni bana bırakma şiraze




    (Şiraze)

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    06.06.2010 - 13:12

    'Sonra farkettim ki
    Su akıyor rüzgar esiyor
    Yağmur yağıyor.
    Herşey yine ve aynı şekilde oluyor.
    Öyle bir yere geldim ki sıcak ve soğuk aşk ve nefret,
    savaş ve barış, üşümek ve sonra ısınmak gibi.
    Gitsem ayrılık oluyor.
    Kalsam çöl
    gidersem bende hasret olur ve belki beni sevenler de özler
    ama anladım ki özlemden de hiç kimse ölmüyor
    ama ben ölüyorum.
    Nefes alıyorum önemsiyorum ve gitmek istiyorum.
    Anladım ki hasret yeni bir aşka kadar sürüyor
    sevdiklerim ve beni sevenler bağışlayın
    su akıyor ve ben gidiyorum.'

    şiir biter ve şarkı başlar:

    'Bir nehir ki ömrüm
    Taşır bin yıllık kavgasını
    Yurtsuz aşklarımın
    Bir nehir ki ömrüm
    Yüreğim baş eğmez bir haylaz
    Bir nehir ki ömrüm..
    Buzun ateşe değdiği zaman
    Terin toprağa
    Gülün yaprağa
    Işığın suya değdiği zaman
    Dudaklarım gözlerinde
    Aşkı içeceğiz..
    Bir mavzer buğusunda loy
    Gözlerim kıyısında
    Hazarın büyüsünde
    Soğan kırıp zafere
    Aşkı içeceğiz.'





    usulca akan bir suyun kıyısında
    seni düşünüyorum
    üşümüyorum.
    sevgin yetiyor ve inancın
    ki biliyorum sen geleceksin
    gökkuşagından bir merdivenle göğe çıktım
    bilmiyorsun
    sen yoktun
    düştüm
    bir kıyıdan geçiyordun
    akarsuydun
    ve farkında değildin
    kıyı bendim
    herşeyine kapıldım
    kendimi terk ettim
    seni anlatmaya çalıştım
    bütün aşklara sevgilere
    güzelliğini sığdıramadım hiçbir şarkıya
    anlamaktan vazgeçtim yalnızca sevdim
    ve yemin ediyorum yoluna sereceğim bütün yıldızları...

    işte yine gidiyorsun
    ak köprülü dağlarına
    geçit vermez zap suyuna
    sevdamızın diyarına

    git nefesim, toy rüzgarım
    hozatta açan çiçeğim
    aşk dediğin su munzurdan
    sevdamızdan selam getir

    ne yoldaşlarım oldu
    izleri gökkuşağı
    yıldız tozları ömrümün gecemi aydınlatan
    sevgileriyle doldum
    sana sunuyorum...

    şu dersimin yarasını
    zulüm geçmez düşler sarar
    o düşlerin diyarına
    kanat açmış yiğit sarar

    binip yanık ezgisine
    gül nefesli bir türkünün
    doruklarda ağıt yakan
    dağ yürekli yiğit saran

    seni bilgelerin sonsuz yürüyüşünde buldum
    kaybedemem
    yoldaşlarımın izleri ve senin herşeyindeki kutsallık adına
    söz veriyorum
    seni asla kırmayacağım
    yoluna sereceğim bütün yıldızları

    şu dağlarda gezer oldum
    yoluna gül dizer oldum
    kim unutmuş sevdasını
    varlığından bezer oldum

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    27.05.2010 - 08:38

    Sıcak İklim

    Kalk ey kalbim!
    Gidelim bu diyardan.
    Gidilecek ne bir dost...
    Dertleşecek ne sırdaş var.
    Aşığın sazından dinlenecek türküler,
    Çobanın kavalından...
    Bizi anlatacak ezgiler duyacağımız ellere gidelim.
    Akan gürül, gürül ırmaklardan...
    Koyun kuzu meleşen ovalardan...
    En derin koyaklardan,
    Yemlik kokan çayırlardan...
    Kışı olmayan iklimlerde dinlenelim.
    Bir dağ masalı anlatalım birlikte...
    Bir hüzün portresi çizelim seninle.
    Bizi anlatan ak bir kağıda rengarenk tualler...
    Ve yine bizi anlatan mavi beyaz zamana sığmayacak düşler...
    Öyle çok olsun ki;
    Çizeceğimiz bu hüzünler, düşler...
    Zaman bizimle yarışsın.
    Galibi biz olalım her anın,
    Yüzü kızarsın yenik düşsün
    Ve en güzel günlerin habercisi olsun...
    Muştularla karşılayalım.
    Ozan sazından dinleyelim sevda türkülerini...
    Çoban kavalından kulağımız duysun en üzel tınıları...
    Dert ortağımız olsun suya koşan yavru ceylanlar...
    Çaybaşlarıında beklesin bizi peri peri kızları...
    Vazgeçmeyelim çizmekten bu tualleri.
    Bak!
    Ne de güzel dizdik ardarda...
    Yaşayacağımız en güzel günleri.
    Hadi tut elimden sımsıkıca bırakma beni.
    Bekliyor bizi evrenin yedi renk gökkuşağı rengi.
    Perçinleyelim...
    Mor dağlarda, yemyeşil ovalarda büyütelim sevdamızı.
    Ola ki; bir an kaybedersek yolumuzu,
    Kekik kokusundan buluruz mekanımızı.
    Nergisler toplarız sarp kayalardan...
    Çiğdemler bölüşürüz güneşli gündüzlerden.
    Yanımızda bizi terketmeyen ozanımız;
    Türküler söyler...
    Çoban kavalından koyunlar suya iner.
    Geceler ayazında ne üşür...
    Ne de karanlığa gizleniriz.
    Ayışığı ve yıldızlar olanca heybetiyle...
    Üzerimize doğar, gecemizi aydınlatır.
    Biz ozan ve çoban güneşli sabahlara...
    Kurumayan ırmaklara...
    Solmayan çiçeklere...
    Dile gelen türkülere...
    Kuzulayan koyunlara...
    Suya koşan yavru ceylanlara...
    Ve dağlrın doruklarına sevdalandık.
    Bir türküyü çoğaltıp bir sazın telinde...
    Yüzlerce ezgi dinledik.
    Ey kalbim!
    Anlattım bir tuale çizilen en güzel düşleri.
    Yorduysam; çağır ozanı dinlendirsin ezgileri...
    Uyutsun, seni çobanın dertli kavalı.
    Ben buradayım, beklerim seni bu sıcak iklimdeyim...
    Yaramın sağaldığı, gönlümün tazelendiği yerdeyim.


    Nazlı AKIN

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    26.05.2010 - 21:17

    Bu Gün De Akşam Oldu...

    Bu gün de akşam oldu
    Yorgun kanatlarında kuşların
    Bu gözlerini görmediğim kaçıncı gün
    Bilmem yüreğimde solan
    Kaçıncı mevsim...
    Kimsenin haberi yok içimdeki talandan
    Sustukça beynimde büyüyor hasretin
    Sustukça içimde gemiler yanıyor
    Ve dönüş ihtimallerinin boynu bükük
    Karanlığa suretimi kazıyor gözlerin
    Gece her çöküşünde omuzlarıma
    İçimde bir şeyler soluyor
    Çiçeklerin boynu bükük
    Yıldızların hepsi yaralı
    Ve hala aynı saatte ötüyor bahçedeki kuş
    Ama
    Yoksun yanımda...
    Bu yalnızlık bana fena koyuyor...

    Bilmem şimdi ne yapıyorsun
    Hangi yalanın peşinde düşlerin
    Hala her ayrılık şarkısında ağlıyor musun?
    Yoksa sen de yüreğindeki ateşle
    Yanıyor musun?

    Bu gün de akşam oldu
    Yorgun uykularında İstanbul’un
    Satıcılar çoktan topladılar tezgahlarını
    Evin yolunu tuttu tüm sevdalar
    Sen hala çarşaf gibi serilisin denizin üstüne
    Hala bütün sokakları sen aydınlatıyorsun
    Bu şehirde ne varsa senden kalan
    Hepsi ağlıyor ardından
    Yürüdüğüm yol
    Isındığım güneş
    Her şey seni anlatıyor...
    Bütün meyhaneler seninle dolu
    Dokunduğum her kadehte dudaklarımı yakıyorsun
    Bütün kadınlar senin gözlerinle bakıyor
    Bütün dilenciler seni dileniyor
    Oysa cebimde bozukluk da olsa
    Bir kuruşluk mutluluğun yok
    Bendeki sen bana yetmiyor
    Ve bu yoksulluk bana ağır geliyor...

    Kiliselerinde sana yalvarıyor insanlar
    Yolların hepsi sana çıkıyor
    Kiminle konuşsam aklımda sen
    Kiminle karşılaşsam seni soruyor
    “İyi” diyorum
    “Selamı var...”
    Evin içi sana getirdiğim selamlarla dolu
    Yüreğimse hasretinle...
    Bu hasretler bana ağır geliyor...

    Bu gün de akşam oldu
    Sevda bilmez oyunlarında çocukların
    Bu sesini duymadığım kaçıncı gün
    Bilmem kaçıncı ayrılık
    Tam söküp atmışken yüreğimden seni
    Bir şarapnel gibi gelip gelip saplanışın niye
    Defol git istemiyorum artık seni!
    Kokmuş bir yürekse derdin
    Söküp atacağım önüne bir gün
    Yaralı sevdana saracaksın sonra cesedimi
    Alıp yangınına götüreceksin
    Bu ayrılık bana ağır geliyor...

    Elini tuttuğum kimse sen değil
    Koynuna girdiğim sevdalar yalan
    Yalan söylüyorum bu şehrin tüm kadınlarına
    Hepsinin dudaklarında seni öpüyorum
    Hepsinin saçlarında seni kokluyorum
    Hepsine seni sevdiğimi söylüyorum
    Ve bil ki benim gül yüzlüm
    Bu yangınlar beni fena yakıyor
    Kimse anlamıyor halimden
    Sustukça beynimde büyüyor hasretin
    Bunu bir tek sen anlarsın...
    Bu sensizlik bana kahır geliyor

    Bu gün de akşam oldu
    Yorgun ağlarında balıkçıların
    Her geçen gemi seni götürüyor
    Uçan her kırlangıç sana göçüyor
    Sen beni yoruyorsun
    Ben şarkıları
    Başımdan gitmiyor hasretin
    Bu şarkılar beni fena tüketiyor
    Bilmiyorsun...
    Oysa ölüm olsa sen değil miydin “gelirim” diyen
    Daha dün omzumda ağladığın yaşlar kurumadı
    “Seni ölene kadar seveceğim” diyen kimdi?
    Bu yalanlar bana ağır geliyor
    Görmüyorsun...
    Oysa çaresizliklerin içinde değilim
    Elimde altın anahtarı bütün hayallerin
    Ve ben bile bile çekip gideceğini
    Açıp girmiyorum o rezil kapılardan
    Zehir zemberek geceler batsa da tenime
    Seni sormuyorum anılardan
    Çünkü sende biliyorsun gül yüzlüm biliyorsun
    Bu iki yüzlülük bana ölüm geliyor

    Bu gün de akşam oldu
    Yanan bakışlarında ayrılığın
    Bu kaçıncı düşen yaprak
    Bahar bilmez dalımdan
    Bu yitişler bana sağır geliyor
    Beni en çok sen saklarsın
    Bir de yanan uykular biliyor
    Söyle daha ne istiyorsun benden
    Dört yanlışın bir doğruyu götürdüğü sınavlarda
    Bir yanlışa kestik bu aşkın hükmünü
    Artık ne yana gitsem çare ölüm
    Kimi sevsem sen değilsin
    Taşları kum eden rüzgar gibi
    Al savur yüreğimi sevdanın çöllerine
    Bu talanlar beni benden ediyor
    Yüreğimin her yanı mayın
    Kim yaklaşsa can veriyor
    Ve her mezar bir ölümü aklarken
    Benim yüreğimdeki cesetlerden
    İğrenç kokular geliyor...

    Gel artık üzerime ey sevgili!
    Gel artık topunla tüfeğinle
    Terinle,
    emeğinle,
    etinle!
    Gel de görelim hesabını bu aşkın
    Ve bu meydanda kalsın yenileni
    Bu üç kuruşluk sevdanın...
    Bu savaşlar bana oyun geliyor!

    Ali Haydar Timisi

  • Nazlı Akın
    Nazlı Akın

    26.05.2010 - 11:21

    Ayrılık

    Başladı ayrılık çanları çalmaya...
    Ritimsiz bir müziğin,
    Kulaklarımı tırmalaması kadar korkunç bir ses...
    Bölüyor idelerimi.
    Oysa ki; senfoniler eşliğinde sana,
    Aşk besteleri sunmak isterdim.
    Olmadı...
    Bozuk bir gitarın kopuk tellerinden,
    Serzenişlerimin güftesini yazıyorum.
    Ben senin diğer yarındım...
    Sen ise beni tamamlayan.
    Yoksun ya;
    Gözlerimde çığlıklarındır saklı kalan...
    Gittin ya;
    Ruhumdur yarım kalan...
    Şiirlerimdir kanayan...
    Ezgilerimdir suspus olan.
    Gittin ya;
    Yaralı sinemdir kavrulan...
    Gittin ya;
    Yok artık beni tamamlayan.


    Nazlı AKIN

Toplam 96 mesaj bulundu