Nice ayrılıklardan sonra 'kâlbe' sordular; 'Yare 'Kâbe' olmaktan vazgeçtin mi', dediki kalp: 'Kâbem yardan gayrı 'haccı' tanımaz, gecem 'yardan' gayrı 'ay' tanımaz; kavuşmak fani bir şey, lakin sadece o yare ahdım var, başka yar ahd-ı 'yar' a denk ol ...
30.12.2016 - 16:17
2017 YILI., SİZE., HEPİMİZE., ÜLKEMİZE VE TÜM İNSANLIĞA AYDINLIK GÜNLERDE GÜZELLİKLER GÖSTERSİN..., GÜZELLİKLER YAŞATSIN...
Saygı ve sevgimle...
06.02.2013 - 21:05
Bırak mahpus karası gözlerinin zifirinde yiteyim,
Bırak yüreğinin yangın közünde alvlensin bedenim,
Bırak aldığın her nefeste ve avuçlarının içinde terlesin ellerim,
Bırak seyrine doyamadığım mahcemalinde feri sönsün gözlerimin,
Bırak sana doyamayışımı sayfalara yazsın kalemim,okyanusa düşen her yağmur damlası gibi kaybolup gitsin sana esir olan bedenim ve ruhum.sen ey sevdalım...sana yanışımı ve sende yok oluşumu anlayasıya dek kirpiklerimin arasında gizlensin gözyaşlarım,masallarımdan akıp gelen sevdiceğim hangi kayıp kentin yolcususun? sende yandığımı ve sende yok olduğumdan haberdarmısın? sülietini birkez görebilmek adına ne şehirler yakacağımı.
Nazlı.A
14.12.2012 - 22:34
İş işten geçtikten sonra başlar AŞK; kıyâmet koptuktan, kavgalar sürgittikten sonra filizlenir AŞK; en doğru kararı verdikten, en kötüsünden azad olduğunu sandıktan sonra depreşir AŞK; nesnesine düşmanken, öznesine hasret kaldıktan sonradır AŞK; çaresizlikten kaçmak değil, çaresizce çareler ararken kurtuluşu yakaladığın yerde, bambaşka acılara seni inandırandır AŞK, bazen bulduğundan kaçarken dönüp de geriye bulduğunda bulamadıklarını keşfetmendir AŞK...(M.Zahir Kayan) '
'Geceler ki bir efkar-ı hazana davet eder üryan ruhumu; bilirim, teselli etmeyecek bana bahşedilen bu melul şarkı, her ezgisinde dirilirim sebebi sır ölümlerden, vefasızlığın şakaklarımı inciten kaçkın gözyaşlarımdır, ne yaparsan yap seher vaktine umarsızca dokunan ayrılık senfonisine beste olamazsın, kendini haklı sanman adil olduğun anlamına gelir mi hiç...'
(M.Zahir Kayan)
'Lavinya'
Açma istersen 'gâm memleketinin' kapısını, bizi bu kente 'esir' diye hapsederler; biz ki canımızı ömre müptela gâmlara heba ettik, canâna cânsız kavuştururlar mı sanıyorsun; biz vuslat-ı haşra nail olmaya yakınlaştıkça, alınyazımızdan neşet eden kalpsız cellatlar adımızı 'ölüye' çıkarır, uğruna gam çektiklerimizin meşk alemine, varlığımız değil, yokluğumuzun ilahileri okutulur; AŞK-I SAADETİN HÜKÜM SÜRDÜĞÜ mekan, aşık-ı sadıkların muhabbetine ram olan ebedi gülistan değil, aşkla hemhal olanların dara çekildikleri bir ibret-i alemdir, orası 'algülümvergülüm' tadında sever gibi yapanların sahnesidir; o sahneki dışıyla-içi birbirinin HİÇİ...(M.Zahir Kaytan)
BİZ' İMGESİ ÜZERİNDEN BİR 'TERENNÜM'...
Yarin 'özgüzelliğine' müptelayız biz
Müptelanın talebiyle yarin dergahında sükût û hizadayız biz...
Cefa et, sitem et, hışmına çırayız, zindanında gönüllü esirleriz
Meylinle tutuşup gönül haznesine sığınmış güneşe pervaneyiz biz...
Fani güzellik dedikleri 'tende' hapsolan meylimize pranga vurmak çare değil
Bedende haz içmeye alıştırılan aşıkları ummanların kıyısında beyhudece boğmak çare değil
Öze çıra olan bilgenin, cehalet çölündeki sefil akibetini göstermeye cüretin mi yok ey sevgili
Işık okyanusuyla kıysalandığında bir parıltı dahi olmayan ışığımızla karanlığın rahminde cebberutça türeyen 'ceninleriz' biz
Aşka koştuk, aşk olmayana sarıla sarıla, ızdırapla terbiye edilerek geldik sana ey sevgili, baldan daha tatlı damlalık halimizle dili inciten sahtenin imanına düşen 'cahilleriz' biz...(M.Zahir Kayan)
13.12.2012 - 13:05
Bir insanı sevmek, ama sadece duygularla sevmek...
Öylesine seviyorsun ki, onu gördüğünde kalbin yerinden fırlıyor,
sesini duyduğunda vücudunun kimyası değişiyor adeta.
Öylesine hayran oluyorsun ki, bir sürü hatasını görmüyorsun,
artık tüm zaafların seni yönetmeye başlıyor.
Öylesine saygı duyuyorsun ki, kendini hiç düşünmüyorsun,
sadece onun seni düşündüğü kadarıyla yaşıyorsun kendi hayatını.
Öylesine verici oluyorsun ki, artık almayı bile unutuyorsun nerdeyse,
sanki sürekli sen vermek zorundasın.
Öylesine direnç kazanıyor ki vücudun, hastalanmıyorsun bile,
hastalıkların varlığından sadece onunkilerle haberdar oluyorsun.
Öylesine mutlu hissediyorsun ki kendini, hiçbir olumsuzluk
seni yıldıramıyor, sanki hep mutlu olmak zorundasın.
Öylesine benimsiyorsun ki onu, yanında değilken gözlerin hep onu arıyor,
işte belki de tatlı bir hüzün duyduğun anlar bunlar.
Öylesine bütünleşiyorsun ki onunla, her sevişme bir maraton gibi,
bitmese, bitmiyor, bitmeyecek...
Ancak bir gün geliyor ve sanki kendi varlığını hissediyorsun.
Çünkü yorgun olduğunun farkına varıyorsun.
Çünkü yapmış olduğun hatalar geri tepmeye başlıyor.
Çünkü onun seni sadece kendi ihtiyaç duyduğunda
düşündüğünü görüyorsun.
Çünkü aslında sen verdikçe bir şeyler alabilmiş olduğunu fark ediyorsun.
Çünkü hastalanmaya başlıyorsun, ama bunu bile yalnız yaşıyorsun.
Çünkü mutluluğun nasıl bir şey olduğunu düşünmek bile acı veriyor.
Çünkü artık birbirinize dokunmaktan kaçınarak oturuyorsunuz,
yürüyorsunuz, yatıyorsunuz.
Çünkü en son ne zaman seviştiğinizi bile hatırlayamıyorsun.
Ve anlıyorsun ki, doğru sandığın kişi aslında yanlışmış,
sen aşka aşık olduğun için kendini aldatmışsın!
Kahrediyorsun, kendini bu kadar aldatmaya ne hakkın vardı diye.
Yaşamakla yaşamamak arasında gidip geliyorsun bir süre...
Son çırpınmalar sürüyor karşılıklı, sen aşkı tükettin,
oysa asıl o senin güvenini!
Ve ayrılık zamanı, her şey mekanik; kutular taşınıyor, camlar çıplak;
el sıkışarak vedalaşıyorsun...
Kendi yalnızlığının tadını çıkarmaya çalışıyorsun,
kendin için yaşamayı öğreniyorsun.
Bütün kötü anıları gömmeye başlıyorsun,
hatta nefret etmeyi bile beceremiyorsun.
Ama bir gün bakıyorsun, içinde büyük bir boşluk var.
Rahatlamışsın, mutlu olabileceğini fark ediyorsun yine.
Evet, galiba aşkı özlüyorsun, yine aşık olmayı...
07.11.2012 - 17:45
“Gök âşık olmasaydı, göğsü de pâk olmazdı
Güneş âşık olmasaydı, parıldayan ışığı olmazdı” *
şimdi ah nöbetimin gecelerinden birinde, semada raks eden sitarelerin en mes’ud anlarına şahid olan gözlerimde birikir yokluğunun acısı. şimdi şiraze, anladım ki yokluğundur beni aşka aşık, deli divane eden. olmasaydın hep böyle, keşke olup olup olmasaydın böyle. ben Anka, her seferinde yanıp kül olmayacaktım, kendimi yakıp yeniden yanmaya koşmayacaktım. belki şiraze, seni sevmekle buldum ayinelerin gerisinde meftûn oluşu. belki şiraze, seni herdem yitirmekte buldum bengisuyu. belki şiraze hep belki…
“Aşk denizi bir çömlek gibi kaynatır
Aşk dağı kum gibi ezer eritir
Aşk gökyüzünü çatlatır
Aşk sebepsiz yeryüzünü titretir” *
aşk şiraze, bir köşede sıkışıp duvara ince çizgiler atmak zorunda kalışımdır.
aşk şiraze, tozlu sokakları bir başıma geçip ruhumu hüzzam besteler ile zenginleştirişimdir.
aşk şiraze, hep var olduğuna inandığım sevgiliye bir türlü kavuşamama bilincini kabullenemeyip açan her bahar çiçeğine küsüşümdür.
aşk şiraze, aradan geçen yılları umursamaz aşkıma bir nokta koyamayışımın insafsız virgülüdür.
süzsem diyorum seni, gecenin kesifliğinden sehere sır ile. bu sır ile denk tutuştur, yakamozların dansıyla bakışlarından damlayan pusu. bu kadar olma şiraze. bu kadar derunî, bu kadar bediî, bu kadar berkî; duhanî tebessümlerin beyza ertesinde. bütün sırlara karışıp sır üstüne sır olma şiraze.
kar yağar üzerime, ben üşürüm. karsız kış buralarda siyah şiraze. desen ki siyah ve beyaz iki zıt kutup. zıtlar arasında en tezat bir ben şiraze. kendimle hemhal olayım diye bir hücreye kapansam da temrin etsem aşkı beş vakit. ellerim mi ağlar, saçım mı; gözlerim mi ağlar, ruhum mu şiraze. saysam her damlayı bir bir, bağlasam birbirine bir bir ve bir bir şiraze, akar mıyım eşiğine?
belli ki yol dirayet ister, bende yok.
belli ki yol metanet ister, bende yok.
belli ki yol hep ister şiraze. karşıma çıkanlardan suya, kurda, kuşa, bir de taşa, toprağa hüzün bırakırım. her yerde izim şiraze, her yerde izin şiraze.
şimdi bir yanım Orhun de, bir yanım Selenge; bir yanım Dinyeper de, bir yanım Dinyester; bir yanım Dicle de, bir yanım Fırat… çevriliyim, göz hapsindeyim. yandıkça sularıyla serinler, yandıkça onlarda soğuturum yangınlarımı. ol derde düşeli o nehirden o nehre şiraze. o nehirden o nehre…
bırakma beni bana
beni bana bırakma şiraze
Mevlânâ
Ş İ R A Z E
02.11.2012 - 21:53
Seni “ara”mıyorum artık, çünkü nerede hükmünü sürdürdüğünü biliyorum…
Sen göğsümün “en acıyan” sık sık elimle ovuşturduğum yerindesin…
...
Kimi zaman iğneler batıran, kimi zaman sevinçten küt küt atan…
Tarifsiz değil, tarifinde ölçülerini fazla kaçırdığım özlemimsin…
O, gözüme çöp kaçan anlarımsın…
En yüksek “ses”sizliklerimsin…
Cevabı “hiiç” olan dalgınlığımsın…
Kağıda yazdığım, çizgilerle sakladığım, olan ama okunamayan “mutluluk tablom”dasın…
Beni bekleyen tüm durakları birer birer terk edişlerimsin…
Bu yalnızlık nereye gider?
“sensiz hiçbir yere…”
30.10.2012 - 11:01
SEVGİNİN DÖNGÜSEL DOĞASINA AÇILMAK, ÖZGÜR VE DÜRÜST İNSAN OLMAKT
Eşlerin ilişkilerinde yaşanan bütünsellik nasıl oluşur veya nereden kaynaklanır?
Eşler, tüm doğanın döngüsüne katılabildiklerinde ve doğanın kadim örüntüleriyle uyum içinde olabildiklerinde, ilişkilerini çoğu zaman yaşam boyu sürdürebilirler. Eşler, kimi zaman geçinemeseler de, kimi uyuşmazlıklar yaşasalar da, bağlılıkları; sert kışlar, verimli baharlar, uzun yürüyüşler ve sevgi dansları boyunca devam eder. Çünkü eşlerin içgüdüsel hayatları, doğaya uyum içinde, sadakati, ömür boyu süren güven ve adanma bağlarını içerir.
Sevgi, sadece iki sevgili arasında romantik bir buluşma sayılamaz. Sevgi, basit bir ego-zevkinin ürünü olan bir flört ya da kovalamaca değildir. Sevgi, dayanıklılığın bilinçaltındaki psikolojik gücünden oluşan gözle görülür derin bir bağdır. Sevgi, cömertlik ve sadeliğe, en karmaşık ve yalın günlere ve gecelere egemen olan bir birlik, bir bütünsellik anlamı taşır. Her iki varlık, derin bilinçaltlarında var olan potansiyel güçlerini sevgi bağlarıyla birleşip bütünleştirebilirler.
Derin potansiyel güçlerini sevgi ilişkisi sayesinde tanıyabilirler. Elbette bu tür bir birlikteliğin şartları vardır. Kalıcı sevgiyi yaratmak için, sevgililer, birlikteliğe üçüncü bir ortağı davet ederler. Bu üçüncü ortak hayat/ölüm/ hayat figürü ve döngüsüdür. Bu döngünün bilinçaltından bilince taşınabildiği yolun açık olması sayesinde, ilişki hiçbir zaman tam anlamıyla sona ermez, ilişkinin bazı yönlerinin derisi dökülür ya da ilişki kabuk değiştirir ama sonra ansızın farklı bir şekil, farklı bir renk ve dokuyla tekrar hayata geri döner.
Hayat boyu sevgiyle beslenmek istiyorsak, ne yapmaktan korkmamalıyız?
İnsanlar, dönüştürücü olana inançları kaybolduğu zaman, doğal yükseliş ve çöküş döngülerinden korkarlar. Aslında ve ancak, hayat/ölüm/hayat doğasıyla yüzleşip, karşılaşarak, ilişkiyi geliştirebilirler. Bunu yaptıklarında, boş fanteziler için olta atmayı bırakırlar, boşa oyalanmaktan vazgeçip, iç dünyalarında, dürüst ve özgür ilişkileri yaratan zorunlu ölümleri ve şaşırtıcı doğumları makul bulurlar. Doğanın döngüsüyle yüzleştiklerinde, tutkunun elde edilecek bir şey değil, döngüler halinde üretilen ve tükenen bir şey olduğunu öğrenir ve kabullenirler.
Benzersiz ve özverili bir sevgiyi yaratan şey, ölümle iç içe yaşanan ve bütün iniş ve çıkışlar boyunca birlikte paylaşılan, bir yaşantı olarak hayat döngüsüdür.
Egemen kültür, İnsanı kendine yabancılaştıran, ölüm doğasının özgün niteliğinin üstünü, öteki yarısı olan hayat’tan kopup ayrılana kadar, çeşitli dogmalar ve otoriter öğretilerle örter.
Egemen kültür, yanlış bir şekilde, vahşi-özgün doğanın en derin ve en temel boyutlarından birinin, çarpık bir biçimini kabullenmek üzere bizleri eğitir. Bizlere, ölümü her zaman daha fazla ölümün izlediği ezberletilir. Hayır, bu doğru değildir. Ölüm her zaman yeni bir hayatın kuluçkasına yatar. Ölüm ve hayat, basit karşıtlıklar olarak değil, bir madalyonun iki yüzü gibi anlaşılmalıdır. Tek bir sevgi ilişkisi içinde birçok son vardır, doğrudur ama iki kişi birbirini sevdiğinde yaratılan varlığın güzel katmanlarından birinde, bir şekilde hem bir kalp hem de bir nefes vardır. Kalbin bir tarafı boşalırken, öteki tarafı dolar. Bir nefes tükenirken, diğeri başlar.
Hayat/Ölüm/Hayat gücünün, ölüm ötesinde bir kısmı olmadığına inanan eşlerin, bağlanmaktan korkması şaşırtıcı değildir. Sadece bir son yaşamak bile insanları dehşete düşürür. Terastan iç odalara geçmeye dayanamazlar, korku doludurlar. Aslında hayat, ölümün sevecen hizmetleri sayesinde yenilenir. Her ölüm ya da son, hayatın yeni bir başlangıcıdır. Hayat/Ölüm/Hayat doğası, içgüdüsel doğanın temel bileşenidir. Bu bileşen, dünyadaki hemen tüm mitoloji ve folklorlarda, eski yaratılış tanrıçalarıyla ve dişil-doğuran doğayı kişileştiren kalıntılarla doludur. Hayat/Ölüm/Hayat tanrıçaları, doğumun, sevişmenin ve ölümün gözetleyicileri olarak kişileştirilmişlerdir. Sanatçılar, ölüm olmazsa hiçbir şeyin değeri olmadığını bilirler. Ölüm olmazsa bir ders olmaz, sevginin ışıldayacağı bir karanlık olmaz.
Olgunlaşıp erginleşenler, bu ölümden korkmazlar. Sevmeye çalışan insanların, iç dünyalarında bir türlü rahat edememeleri, yüreklerinin en derinlerinde en çok sevdikleri şeyleri es geçip gitmeleri şaşırtıcı değildir. Ama egemen sevgisiz kültür, insanlara sonsuza kadar değişmeden yanan, otoriter ve ruhsuz bir dünya kurgulamıştır.
Başlangıçta ne bulduğumuzu kavrayamasak bile, başka birini ruhsal bir hazine olarak keşfetmek ilk adımdır. Çoğu sevgi ilişkisi, iki taraf içinde bir umutlar ve korkular dönemi olan kovalama ve gizlenme ile başlar. Sonraki adım, ilişkinin hayat/ölüm/hayat boyutlarının çözülmesi, anlaşılması ve merhamet ile tahammülün geliştirilmesidir. Sonrasında güven içinde gevşeme, dinlenme gelir. Bu dönemi, düşlerin ve geçmiş üzüntülerin paylaşıldığı bir dönem izler, sevgiye dair eski yaralar iyileşmeye başlar, ardından yeni hayat üzerine şarkılar söylemek için kalp-gönül devreye girer. Son olarak beden ile ruh iç içe girer.
Bir hazine olan sevginin bulunması ile üst dünyada yani bilinç dünyasında yaşayanlar ile, alt dünyada yani bilinçaltında yaşanmış olanlar veya oraya itilenler arasında çok geçmeden büyük bir mücadele başlar. Aslında sevgililer, yaşadıkları sevgi sayesinde içlerindeki büyük hazineleri açığa çıkarırlar. Bütün güçlerin sınandığı bu hazineyle uzlaşılması gerekir. Ama başlangıçta sevgililer, bunu bilmediklerini bilmezler, bütün sevgililer, başlangıçta yarasalar kadar kördürler. Sevgilerini, fazla bir şey yapmadan, derin doğalarından besleyip, daha da derinleştirmek istemezler. Aslında daha fazlayı bırakın, hiçbir şey yapmadan sevgiden beslenmekten hoşlanırlar. Gerçekte bu yolla değerli hiçbir şeyin gelişmediğini hissederler ama gene de isterler. Öyle yan gelip yatarak mükemmel bir sevginin düşünü kurmak kolaydır.
Bir uyuşukluk ve tembelliktir bu. Başlangıçta egoları, eğlence için avlanmakta olsa bile, sevginin işlerlik kazandığı alan ve sevgi mekânı, kutsanmış bir yerdir.
Sevgililer, hayat/ölüm/hayat süreçlerine katlanamazlarsa, sezgisel ve duygusal yeteneklerini geliştirmeye sebat etmezlerse, birbirlerini hormonsal isteklerin ötesinde sevemezler.
Her kadın ve erkeğin bir parçası, bütün sevgi ilişkilerinde ölümün de payı olması gerektiğine karşı çıkar. Aslında her insanın içinde var olan hayat/ölüm/hayat kuvveti, enerjisi ve yeteneği, bir psikolojik güç ve duyarlılık olarak, bir başkasını sevme yoluyla bilince çıkmayı bekler. Sevgi ilk başladığında, en gözde heyecanlar ve ürpertilerimizle, hiç ölmeyecekmiş gibi yola devam edebileceğimizi sanırız ama sevgide ruhsal olarak her şey yıpranır, tükenir. Ego-benlik, bunun böyle olmasını istemez ama bu, inkâr edilemeyecek bir gerçekliktir. Peki, son bulan nedir? Yanılsamalar, beklentiler, güzel-olan her şeye sahip olma hırsı, tüm bunlar ölür.
Sevgi, her zaman ölüm doğasına doğru bir inişe neden olur ve bu nedenle sevgi ile bağlanma, yüksek düzeyde benlik gücü, ruh gücü gerektirir. İnsan, sevgi ile bağlandığında özünün, derin doğasının yeniden canlanmasına da bağlanmış olur.
Sevgi ilişkisinin beklenti evresinden, yüzleşme evresine geçildiği zamanlarda bocalamalar, korkular da başlar. Tamamen iyi niyetlerle başlayan ilişki, iniş çıkışlarla kanat çırparak havada durmaya çalışır. “Bir Tanem” evresi bittiğinde tökezler, çünkü sevgi sadece bir fantezi değildir. Daha sonra bir fanteziyi canlandırmak yerine, daha ciddi ve derin ustalık isteyen, daha güçlü meydan okuyan bir ilişki başlar ve bu aşamada aklın devreye sokulması gerekir.
İşte o zaman bilinçaltında yatan derin içgüdüsel hayat, sınamalar ve bedeller için harekete geçer. Eğer sevgililer, zorlama bir neşeli hayat için, cinsel yıldırım ve şimşeklerle deneyimleşen sonu gelmez hazlarda ısrar ederlerse, hiç çekişme yaşanmasın her zaman hoş ve güzel şeyler yaşansın derlerse, hayat/ölüm/hayat doğası, uçuruma sürüklenip boğulmuş olur.
Bu tutum, sevgi ilişkilerinde hayatın ve ölümün bütün döngülerine izin vermeyi reddetmektir.
Bu ilişki, anlamsız ve yararsız bir sürüklenmedir. Dönüştürücü döngülerin kullanımı, yani bazı şeylerin ölmesi ve başkalarıyla değiştirilmesi gerektiği anlaşılmazsa, katlanma ve tahammül sınırları genişletilmezse, sevgi her zaman uçurumdan aşağı atılır. Gizemli iç doğanın uçuruma atılması, her zaman kadın sevgiliyi ve erkeklerdeki ruhsal kuvveti, gerçek bir sevgiden ve beslenmeden yoksun bırakır, onu cansız bir iskelete dönüştürür.
Daha önce süregiden hayatta bir çöküş yaşanmadan, yeni bir hayat pek mümkün değildir. Sevgilerini ışıl ışıl aydınlatan bir zirvede tutacaklarını sanan ve bunda ısrar eden sevgililer, günlerini giderek artan bir şekilde kemikleşen bir ilişkinin cenderesinde geçirirler.
Sevgiyi sadece olumlu ve hoş biçimiyle yaşatma arzusu, sonunda sevginin azalıp temelli ölmesine yol açar. Ama siz hoşlansanız da hoşlanmasanız da yüzeye çıkan ruhsal dünyanız yani sizin iç gerçekliğiniz, sizi kaçamayacağınız sınavlara çağırır. Gerçekten sevgiyi yaşayamayanlar, kendi gerçek bilgilerine de ulaşamazlar. Bu kendini bilme, anlama, kavrama olmadan da, ne gerçek sevgi, ne adanma, ne sadakat olabilir.
Sevginin yüksek bir bedeli vardır. Bu bedel cesarettir. Bu bedel iç dünyada uzaklara gidebilmek, kendini açabilmek ve aşmaktır. Korkutucu gelse de, cesaret göstermek, sevgiyi tanımak için gerçek bir fırsatın yakalandığı ilk andır. Bu an başarıyla aşıldığında, bir adanma sevgisinin mümkün olduğu bir dünyaya girilir. Sevmek her bir hücreniz “Kaç! ” derken, kalmak demektir. Aslında saklanacak bir yer yoktur. Çünkü sevgi nerede doğarsa, içinizdeki hayat/ölüm/hayat gücü de her zaman orada yüzeye çıkar. Sevgililerden herhangi biri, ilişkiden kaçmaya çalıştığında, ilişki paradoksal olarak daha fazla hayatla dolar. Ve yaratılan hayat çoğaldıkça, kaçan sevgilide o kadar dehşete düşer, çünkü kaçtıkça daha fazla hayat yaratılır Bu olgu hayatın en önemli traji-komedilerinden biridir.
İnsanın sevgi sayesinde içine bakması, içini görebilmesi, içiyle arasındaki mesafeyi kapatabilmesi, büyük ve gizemli bir yolculuktur. Göz kamaştırıcıdır. Ruhsal olarak bir ufuktan diğerine, cennetten cehenneme uzanır. Kucaklanamayacak kadar büyük bir alandır. İnsanların aslında kendi içlerini kucaklamak için sevgiye koşmaları şaşırtıcı değildir.
Korkulan şey güçlendirebilir, iyileştirebilir, insanı sadeleştirir.
Sevgi ve korkularla örülen bilinçaltımız bir hazinedir, her anın, her söz ve duyarlılığın kaydedildiği engin bir hard-disktir. Bilinçaltı bir hazinedir ama ne yazık ki bize bu hazineden korkmamız öğretilir. İnsanların büyük çoğunluğu, sevmeye başladıklarında kendileriyle yüzleşmekten korkarlar, bilinçaltında saklananlardan kaçarlar. Ancak sonunda herkes kendi gerçekleriyle yüzleşir. Öğrenci hazır olduğu zaman yüce öğretmen ortaya çıkar.
Elbette egomuz değil, ruh-bilinç yapımız hazır olduğunda, gerçeklerle yüzleşmekten artık korkmadığımızda, içimizdeki öğretmen açığa çıkar. Bilinçaltı denilen bu öğretmen, ruh-bilinç ne zaman çağırırsa, ne zaman gerçekten isterse, o zaman çıkar gelir. Bilinçaltını çözmekten ve dolayısıyla hayat/ölüm/hayat doğasıyla alışverişe girmekten korkmayanlar, gerçeklere tahammül edebilenler, sevme yeteneklerini geliştirirler. Bilinçaltıyla ilişkiyi güçlendirenler, uzun vadeli bir sevme becerisi kazanırlar. Giremeyenler kazanamazlar. Bir üçüncü yol yoktur.
Öğrenmek işimiz olmalıdır. Sevmek isteniyorsa, bilinçaltının etrafından dolaşılmaz, onu kucaklamak, ölüme meydan okuyan ve dönüşüm-değişim yaratan bir görevdir.
Bu görev başarılmazsa, gerçek bir doyum hissi de olmaz. Hazları sevmek bir şey getirmez, kalıcı değildir. Gerçekten sevmek, kaçıp korktuğu şey üzerine derinlemesine düşünen ve kendi korkusunu yenebilen bir kahraman ister. Gerçek sevginin ruhu, benliğin öteki yüzü ve ruhsal enerji, ancak cesaretle açığa çıkar. Korku, bu görevi yapmamak için yetersiz bir mazerettir. Hepimiz korkarız bu, yeni bir şey değildir ama çoğu insan sadece hazdan hoşlanır, tüm belirsizliklerden ve belirsizliğin getirdiği korkulardan kaçmaya çalışır. Hem çok ihtiyatlı hem de çok aç gözlü olan bu insanlar, tatmin edici bir şey bulduklarında hemen ona saldırırlar. Yaralarına içerden bakmak yerine, o yarayı kendi dışlarına yansıtırlar, sorunu ve çözümü başka yerde ararlar. Aslında yara, kendi içlerindedir ve deşilip sağaltılmayı beklemektedir, dışarıya saldırmak boşunadır. Biz, bu saldırana ego ve bu davranışı yapana da egoist deriz.
Ego, tutkunun sona ermesinden korkar, hazzın tükenmesini önlemeye çalışır. Ego kurnaz ve haristir. Gelişmemiş ego çok basittir, toplumsallaşmamış bir çocuk gibidir. Hangi dilimin en büyük, hangi yatağın en rahat olduğunu görmek için gözleyip duran bir çocuk gibidir.
Ego, iç benliğimizdeki hayat/ölüm/hayat doğasını hayatlarımıza kabul edersek, bir daha asla haz ve zevk duyamayacağımızdan korkar. Bilinçten gelen yaşantıyı, salt egodan gelen yaşantıdan ayıran üç şey vardır. Yeni yolları, yöntemleri hissetme ve öğrenme yeteneği.
Kötü bile olsa o yoldan ayrılmama azmi ve üçüncü olarak zamanla derin sevgiyi öğrenme sabrı. Ego ise sürekli olarak şiddetli bir öğrenmeden kaçınma isteğine sahiptir. Öğrenmekten çıkarım nedir, öğrenip ne yapacağım? der. Ego, sabır için biçilmiş bir kaftan değildir.
Öyleyse bir başkasına duyulan sevgi, değişip duran egodan değil daha çok, vahşi sabır dediğimiz, vahşi ruhtan-bilinçaltından gelir. Bilinçaltını çözmek için, ölmeye-doğmaya ve ölmeye ve yeniden doğmaya istekli bir yürek-gönül yeterlidir. Enerjiye karşı mesafeyi ölçen odur. Bilinçaltını çözmekle daha sonra olacakları hissetme gücü, doğasal ruh ve varlıkların birbirleriyle nasıl bir ilişki içerisinde olduklarını anlama yeteneği ve bizim bu muhteşem sarmala nasıl katılabileceğimiz konusunda bilme gücü kazanırız.
Derin bilinçaltımıza, güzel-olmayan ve kusurlu olan her şeyi tıkıştırmamız öğretilir.
Güzel-olmayan nedir? Sevilmeye duyduğumuz kendi gizli açlığımız güzel-olmayandır.
Sevmeyi beceremememiz ve sevgiyi istismar etmemiz güzel-olmayandır. Sadakati ve aldanmayı ihmal etmemiz, yetersizliklerimiz, yanlış anlayışlarımız, çocuksu fantezilerimiz güzel-olmayandır. Ayrıca doğuran, yıkan ve yeniden doğuran hayat/ölüm/hayat doğası, bizlere aşılanan “uygar” kültürlerimiz tarafından güzel-olmayandır ve bilinçaltında saklanması gerekir.
Bilinçaltına tıkıştırılan bu karışık yumakları sabırla çözmek, sevginin daima ışıldayan mumlar ve daima çoğalmak anlamına gelmediğini anlamak demektir. Bilinçaltını çözmek, kendini yenilemenin karanlığında korkuyu değil cesareti bulmak, eski yaraları iyice açıp sonra sarmak demektir. Gerçekten sevmek için, sevimli olmayan her şeyimizle yüzleşmek zorundayız. Kendimizi tekrar hayata döndürmek ve daha iyi bir düzenlemeye kavuşturabilmek istiyorsak er geç bu yüzleşmeyi yaşamak zorundayız.
Daha fazla hayat üretmek için, içimde neyin ölmesi gerektiğini biliyor muyum? Sevebilmek için bende ölmesi gereken nedir? Hangi güzel-olmayandan korkuyorum? Bugün ölmesi gereken nedir, yaşaması gereken nedir? Hangi hayatın doğmasından korkuyorum? Şimdi değilse ne zaman? Bu sorulara açık ve net yanıtlar veren ve duygularını korkmadan çözen eşler, sevginin ve hayatın neden ölümle birlikte yaşaması gerektiğini anlamaya başlarlar. Hayat/ölüm/hayat doğasını bilmeye yönelik olan bu güç, kaçabilecekleri uzaklıkların ötesine giden, kendilerini güvende hissetme arzusunun ötesine geçen sevgilileri beklemektedir. Sevgiyi bundan daha çok koruyan, daha çok besleyen ve güçlendiren bir bilgi ve bilme yeteneği yoktur.
Sevgililer, hayat/ölüm/hayat doğasına katlanabildiklerinde, onu bir süreklilik olarak, iki gündüz arasında bir gece olarak ve hayat boyu süren bir sevgiyi yaratan enerji olarak anladıklarında, ilişkilerinde her şeyle yüzleşebilirler. O zaman birlikte güçlenirler ve her ikisi de maddi ve ruhsal dünyayı derinlemesine anlayabilirler.
En tam halinde sevgi, bir dizi ölüm ve yeniden doğumdur. Sevginin bir evresinin, bir yönünün gitmesine izin verir ve bir başkasına gireriz. Tutku ölür ve geri gelir. Acı, kovalanarak uzaklaştırılır ve başka bir zaman tekrar yüzeye çıkar. Sevmek, hepsi de aynı ilişkide olmak üzere, sayısız sonu ve sayısız başlangıcı kucaklamak ve aynı zamanda bunlara göğüs germek demektir.
Sevgiyi üretmek için ölümle dans ederiz, yani içimizde öldürülmesi gerekenlerle dans eder ve arınırız. Bu dansın adımları öğrendikçe, her zaman yeniden doğarız. Bu dansa dair bilgisi olmayan bir kişi, sevgi ihtiyacını, çok fazla para harcayarak, tehlikeli işler yaparak, pervasız seçimlerde bulunarak ya da yeni bir “sevgili” bularak dışa vurma eğilimindedir. Bu ahmakça bir yoldur. Bu yol, bilmeyenlerin, cahillerin yoludur. İnsanların birbirlerine gerçek anlamda bağlılıkları, “birlikte olmak” tan çok daha fazla bir güç ve uyum gerektirir.
Gerçek sevgili, yüreğini çözer ve bir bütün olarak yaratmak için, sevdiğine ödünç verir ve şunu söyler: “İşte kalbim, al ve hayatımda kendine can ver” Böylece sevgilisi tarafından gerçekten sevilebilir. Gerçekten sevmeyi öğrenen bir kişinin tipik dönüşümü ve değişimi, işte budur.
İnsan, sevgilisinin yüreğinin gücüyle ve kendisiyle yüzleşmenin gücüyle kendisini dönüştürür. Doğanın büyük çarkıyla insanlaşır ve uyum içinde sevip, yaşamayı öğrenir. Sevgi üretmek, nefesle eti, ruhla maddeyi birbirine katmaktır, biri diğerine uyar. Bir ilişkinin kopmaz bağlarla kurulabilmesi için, ilk aşamada haz-egosunun, şehevi ilgilerden uzaklaştırılması gerekir.
Beden- bedene deneyimleri, ruh-ruha bağlantılardan sonraya bırakmak daha iyidir. İnsanın korktuğu bir şeyle işbirliğine dönük zengin bir ilişkiye girme yolu budur. Öncelikle yaralarımızla ve merhamete duyduğumuz özlemle yüzleşmemiz ve bütün yüreğimizi sürece vermemiz gerekir.
Gönlün yolu yaratmanın da yoludur. Yaratmanın bir dizi doğum ve ölüm olduğunu bilmektir. Sevgi ilişkisi işte bu şekilde işlemek ister, bir taraf diğerini böyle dönüştürür. Her birinin iç gücü ve kuvveti çözülür ve paylaşılır. Adam ona yürek davulunu verir. Kadın da ona, hayal edilebilir en karmaşık ritim ve duyguların bilgisini verir. Yaşamlarının sonuna dek, yenilenen bir iç huzurla beslenerek yan yana yürürler.
29.09.2012 - 22:03
Nedir sence hayat? öksüz yanını avutmakmı,yetim yüreğinle kimsesizliğine yanmakmıdır? umuda büyütürken körpecik çocuksu halini.
Buğusu tüten bir bardak sıcacık çayı yudumladığında masallarla mutlu olduğunu anımsamakmıdır yada o anki mutluluğu vesveseye bırakmakmıdır?
Gecenin dolunayında ürperirken bedenin korkularının birer birer kafesinden çıkmasımıdır,bilinçaltına gizlenen duygularının seni...alabora etmesimidir nedir hayat?
Akışına kendini bırakmakmı birilerinin sesini duyup el uzatmasımıdır?
Değil.... belkide hayat kanadı kırık bir serçeyi iyileştirmektir,avuçlarının içinde korkuyla sonunun geldiğini bekleyişidir minicik serçenin,sen kırık kanadını sarmaya calışırken pırpır edipte ardı arkası gelmeyen yüreğinin sesidir hayat,sen ona can verırken aslında sana hayat verendir oda.
N.A
05.07.2012 - 10:26
Üzgünüm Bahar
Dünyanın dört bir tarafına sevinçle geldin
bin bir çeşit çiçek gülümsüyor hayata
ben kederdeyim kan ağlıyor yüreğim
bir uçurum kenarına tutunmuş kalmışım
küskünüm bahar
papatyalar gülümsese de
sevgi dağıtsa da kelebekler
nazlı bir çocuktur hayat ağlar içimde
sen sevinci öpüyorsun dudağından hayatın, ben kederi
senin sevincini seninle paylaşamıyorum
topla git çiçeklerini gönül bahçemden n’olur
kıymetini bilecek günde değilim...
üzgünüm bahar
rüzgârın devirdiği ağaçlar gibi köksüzüm
çiçek açsa da her yer
neşe saçsa da maviler
içim dışım şiir yarası işte
yüzüm hüzne, hüzün yüzüme sinmiş
güz acısı çekiyorum
kirpiklerime saklasam da yağmurları
sel olup akıyor içime gözlerim
küskünüm bahar
topla git çiçeklerini gönül bahçemden n’olur
kıymetini bilecek halde değilim
üzgünüm bahar
ruhum yetim, kirpiklerim nemli
utanıyor hayat gözlerimin kederinden
bir aynadır yalnızlığım bakıp bakıp delirdiğim
ne sedef sedef açan nilüferler
ne kanatları tülden fildişi kelebekler
ne de dağ kokulu sabahlar avutur beni artık
öldürdüm içimin gülen yanını
bütün sevimçlerim hüzne boyandı
dinmiyor içimdeki fırtına
kırgın, çok kırgınım bahar
topla git çiçeklerini gönül bahçemden n’olur
kıymetini bilecek halde değilim
canım çok sıkkın bahar
sevinci hırpalanmış bir çocuğum
yüreğimde yaz gülüşleri taşımıyorum artık
bulutlar giyindim gözlerim ıslak
içim dışım yağmur yarası
hep kahır rüzgarları esti üstüme
hayatın yarasını gördüm, bahtın karasını
lal oldu dilim anlatamam
yalnızım, dilsiz ve sağır
gurbet kokan bir hayatım var
bütün sevinçlerden soyundum, kederler giyindim
yorgun, çok yorgunum bahar
topla git çiçeklerini gönül bahçemden n’olur
kıymetini bilecek günde değilim
üzgünüm bahar
dert acısı boynumda
yaralarım var inciten
hasretlik dağ gibi oturmuş yüreğime
gözlerimde aydınlık, saçlarımda yıldızlar yok artık
ne gelin gelin gülen gelincikler
ne de mor gülüşlü menekşeler avutur beni
kırıldı İçimin kar beyazı, düş martısı
ölümlü bir hücredeyim şimdi, önümde bir kalem boyu hayat
hangi iklimin ağacından geldim bilemem
yaprak yaprak düşüyorum hayattan
küskünüm bahar
kederimi sır gibi saklıyorum içimde
yalnızım binlerce insanın arasında
derdimi dökecek bir arkadaşım yok
üzgünüm bahar
nefesim ağıt kokuyor
kaçsam bu dünyadan gidecek başka yerim yok
nice karlı dağlar aştım
bir ömür gurbetle savaştım
kimi gün tok kimi gün açtım
böyle ezik, böyle kimsesiz ve dilsiz
sorma boynumun büküklüğünü
kederimle başbaşa bırak beni
açmasın bir daha çiçeklerin gönül hanemde
kıymetini bilecek günde değilim
Nuri CAN
www.nurican.com
Nuri Can
30.06.2012 - 23:38
Ey 'sevgili', AYRILIK gibi görünen bu uzaklığa kanıp yürekte yetişen tutkuyu ceninken daha görmezden gelip serpme külleri üstüne/üstüne, daha kokun üzerimden silinmemişken, beklenmedik asi bir rüzgarın huysuzluğuna kanıp da kanat çırpma ısız çöllere, biliyor musun imkansızlığın kadehinde nefesiz kalan 'pervane' misali çırpınan bir abdal idim, 'MESKEN-İ BOHEMDE' esrik bir akşamüstü sen buldun beni, ölüleri dirilten bir sevgili, nasıl böyle çarçabuk uzaklaşır aşığın meskeninden...(M.Zahir Kayan)
Ömre vefası yok yine de seni düşleyen ömre eyvallah, sen kendini normal zannedersin de, seni arayan ömür için bulunmaz cevhersin; derlerki sana müptelalığımdan dolayı gündüzlerden küsüp geceleri seyruseferdesin, senin ışığınla aydınlanmayan gündüzü neylerim ben, meleklerden izini fısıldayan tüm geceleri satın aldım, ardınsıra peşindeyim...(M.Zahir Kayan)
Seni aradığım yerde ''gölgeni' bırak bari, 'gözlerinin' rengine boya dünyamı, öksüz bir çocuğa ninni söyler gibi avut ömrümü yaşattıklarınla; kandır, sana benzeyen bir 'seraba' inandır beni gitmeden; gittiğin yerde kaldım, kelepçesiz bir mahkumum seninle vuslata erdiğim bu mekanda, bu mekanda DERVİŞ MİSALI SERABINA YÜRÜMEK, GÖLGENLE DANS ETMEK NE ACI, ACILAR SOLUDUĞUM BU MEKANA NAZAR-I MERHAMET EYLE BARİ...(M.Zahir Kayan)
İş işten geçtikten sonra başlar AŞK; kıyamet koptuktan, kavgalar sürgittikten sonra filizlenir AŞK; en doğru kararı verdikten, en kötüsünden azad olduğunu sandıktan sonra depreşir AŞK; nesnesine düşmanken, öznesine hasret kaldıktan sonradır AŞK; çaresizlikten kaçmak değil, çaresizce çareler ararken kurtuluşu yakaladığın yerde, bambaşka acılara seni inandırandır AŞK, bazen bulduğundan kaçarken dönüp de geriye bulduğunda bulamadıklarını keşfetmendir AŞK...(M.Zahir Kayan)
Gayesi sadece görüşmek olan aşığın talepleri susturlmuştur derler, 'arzudan' ibaret gördüğüm sevgiliye duyduğum bu 'beklentisiz', 'kimliksiz' tutku da ne...(M.Zahir Kayan)
Kavuşmaya yeminli bir aşık gibi sevgilinin ışığına 'pervaneaklı' ile 'ram' olmam, aşkla yıkanmış hazın nüks ettiği zehr-i kadehin verdiği sarhoşluğa bir sözüm yok amma, ilgisini elmasuçlu ok gibi sine-i şehrime salan yarin 'çilehanesinde' af dileyen bir 'dilenci' olmam...(M.Zahir Kayan)
Ahhh içim/dışım kan revan; yapraklarını sobnbaharlara kaptırmış çırılçıplak ağaçları hatırlatıyor yalnızlığa sürgün edilmiş her insan, çekme kendine beni, çekme hayal-ı sürgününe beni, yalnızlık cehennemim olsun razıyım, vuslata çağırma beni...
Resim: (M.Zahir Kayan)
Ahhh, bana adını dahi sormaya çekindiğim ülkeden 'dostluk' bahşeden esir; vahhh, sinemdeki zindana meydan okuyan kahır yüklü feryattan illallah etmiş çiçekleri devşiren dost, bakıyorum da kertenkele suratlı insan maskesindeki mahlukların sultsında, katrankarası tebesümlerde ak ak tutkular devşirmedesin; bu gün cirit atmada prangaları genzimize bağlayan malum şahıslar, oysa sen külünde imgesi tükenmeyen şarkılar terennüm etmedesin...(M.Zahir Kayan)
19.06.2012 - 18:57
Senin tenin sıcak,
Benim içimde bir kedi
Yumdu gözlerini -işte aşk- dedi.
Parmak uçlarım tanımak istiyor seni,
Dokunmak istiyor çocuklar gibi.
Önümde uzayıp aksın bir su gibi,
Merak ettiğim gövden.
Ateşte çaydanlık, camda yağmur,
Bahçemde ıhlamur,
Masamda incir rakısı, yatağımda ten kokusu.
Teninle tanışmanın zamanı,
Teninle konuşmanın zamanı.
Senin tenin sıcak,
Benim içimde bir kedi
Yumdu gözlerini -işte aşk- dedi.
Teninle tanışmanın zamanı,
Teninle konuşmanın zamanı.
13.06.2012 - 13:57
SUSKUN
Sus, kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.
Aymışam yarı gece,
Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerinde elma kokusu
Bir daha hangi ana doğurur bizi?
Ruhum... Mısra çekiyorum haberin olsun.
Çarşıların en küçük meyhanesi bu,
Saçları yüzümde kardeş, çocuksu.
Derimizin altında o ölüm namussuzu...
Ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor.
İlktir dost elinin hançersizliği...
Ağlıyor yeşil.
Rüya, bütün çektiğimiz.
Rüya kahrım, rüya zindan.
Nasıl da yılları buldu,
Bir mısra boyu maceram...
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Bilmezler nasıl sevdik,
İki yitik hasret,
İki parça can.
Çatladı yüreği çakmaktaşının,
Ağıyor gökkuşaklarının serinliğinde
Çağlardır boğulmuş bir su...
Ağıyor yeşil.
AHMED ARİF
10.06.2012 - 13:21
Ölümler çıplak gelir
Geceyi indirir yavaşça gözlerine
Benden geçmek kolay değil
Feryat eder ateş sözlerime
Yayılır nefesin çiçeklere
Ay ışıldar soğuk soğuk bedeninde
Günah bana hiç el değil
Feryat eder dilim hüzünlere
Vedalar doğru değil
Sevgiler yalan değil
Koşarım ben sensizliğe
Bu son bakışsa
Gitmek hiç mümkün değil
Görünür bana senden kalan
Bilirim ki vardır şarkımı duyan
Boşunadır yakarış çizilene
Geçer zaman aşk sevilince
Ölümler çıplak gelir
Gecyi indirir yavaşça gözlerine
Senden çıkmak kolay değil
Beterdir hayat acılar çekenlere
Vedalar doğru değil
Sevgiler yalan değil
Koşarım ben sensizliğe
Ağlarım yağmur düşürür seni
Kapı açık gir içeri
04.06.2012 - 23:24
Nice ayrılıklardan sonra 'kâlbe' sordular; 'Yare 'Kâbe' olmaktan vazgeçtin mi', dediki kalp: 'Kâbem yardan gayrı 'haccı' tanımaz, gecem 'yardan' gayrı 'ay' tanımaz; kavuşmak fani bir şey, lakin sadece o yare ahdım var, başka yar ahd-ı 'yar' a denk olmaz; unutmak rıyarkarlıktır, göçüp terkeylemişse dahi gökkubbeni, hiç bir alemde yarin dengi bulunmaz...(M.Zahir Kayan)
'Özlemeyi' geçici bir duygu sanıyorlar, sevgiliden, evrenin tümünden sürülen aşığa 'özlemeyi' kusur sayıyorlar; canını cananda keşefeden aşığa sitemlerinizin, sövgülerinizin hükmü geçer mi; yarin hayalini meşale kılmazsa özüne donar kalırdı özlemekten aşık, aşık yarın sitemiyle dağlanan yarasını yardan gayrı neyle deva eder diye
söylenmeyin, yaradır yar, yaranın acısıdır yar, fani ömrün bütünüdür yar;
YARDAN GAYRI BİR HAYAT AKLA ZİYAN/ZARAR...(M.Zahir Kayan)
Al benden acılarımı, göğsüme değen narkızılı gam dikenlerini kır, ölü değilimki üstüme avuç/avuç küller serpiyorsun, terkediyorsun beni unutulmuşların hiçlik çöllerine; boşa okunmuş bir tutku şiiri sayıyorsan geçen her anımızı, verdiklerini al, yaşattıklarını da, lakin alma sarhoş eden bakışlarını evrenimden; ışıl/ışıl yakıyor zifiri karanlıklarımı gözlerinde gizlenen en mahrem tebesümlerin, gri bir akşamüstünün göçebe tenahlığında, hüngür/hüngür yağarken yağmurlar, seni celladınla eleleyken gördüm, buğulu bir camın gerisinde hazlarını yitirmiş kimsesiz bir gülümsemeydi varlığın, gitarın tellerinde John Baez'ın esrarengiz hayaleti sallanıyordu, sen bana haz dolu ışıltılı kedigözleriyle dokundun o dem, çöl fırtınalarından zorla topladığım varlığımı, o an yine sana kaptırdım ebediyen; sen beni tane/tane kuma çevirdin, sen beni mürşidini bulmuş dervişe çevirdin...(M.Zahir Kayan)
Dahası da var, iki ömür birbirine eklenemz, kalbi bir olanların ömrü ayrı ayrı iklimlere düşebilir; sevişirken yek olan bedenler, an gelir vuslatın baharına yenik düşer; aşkla bir olan iki ruh çare olmaz birbirine, birlik mecazidir, asıl hükmünü süren ayrılıktır; her şey ayrıldıktan sonradır, kıyamet de, cehennem de, sefalet de; ayrılıktan önce hiç bir şey yoktur, aşk ta yoktur, adına AŞK dediğimiz 'muamma', ayrılığın sinesinde filizlenen benzersiz bir dür-ü düştür...(M.Zahir Kayan)
Biliyorum sevdin lakin en sevdiğin yerden vuruldun, anlıyorum, şiir tadında sevdin ışıltılı gökyüzüne hüzünler yağdı; çok da aşık değildin biliyorum, ama yine de böyle kırılıp dağılmayı beklemiyordun; anlıyorum seni ey afet-i devran, ben senin çöl ıssızlığına dahil olmadım, kendi ıssızlığımı taşıdım evrenine, sen değil ben seni işgal ettim, tüm sövgüler bana, adresiz lanetler bana; tasalanma beni mevsiminde değil, bir garip bahara yağan kar tenelerine, denizine ulaşmayan ağlak bir nehire çevirdin...(M.Zahir Kayan)
24.04.2012 - 13:08
Seni Sana bırakıyorum...
Varsın sensizliğin eski yarası hergün yenilensin mahzenimde,mabedim zifiri karanlığa bogulsun,pervanesini arayan şem olsun bedenim,senden sonrası kör olsun gönül gözüm sel olupta aksın giryanım,sargısı olmasın merhemi tutmasın yürek yangınımın.
Suskunkuğun sevgili senin suskunluğun usumun en büyük haykırışı oldu, bunu anlayan gören duyan bilensin bilensin ama bir yanımı eksik bırakıp hala bir yanımı acıtansın susmayı çare edinensen, Suss ve boyle kal bende böyle barın yüreğimde.
Varsın sükut olsun aramayışın varsın kilitlensin dilinde tüm sözcüklerin, sevdayı anlatmaksa herşeye rağmen seviyorum deyişin,gün gelir bunuda unutursun ve bende ölümcül sıcaklıgın koynunda avunurum.
N.A
21.04.2012 - 20:06
Gecenın ayazı üşütmez beni üşüten yokluğundur.Sesim titresede buz kesen zemheride sen geldiğinde hatırıma yüreğimdeki sevdan ısıtır bu canı,varsın yarın sensiz geçsin varsın tüm günler sensiz olsun,boynu bükük kalsın yalnızlığım,çıplak hayallerım yaşatır beni.Biliyorum bıgun geleceksin ne sensizlik nede çıplak hayallerım kalacak giydireceksin tüm sevginle çırılçıplak hayallerimi,bekliyorum yaramın sagalacagı gunu beklıyorum sevgili gecikme.N.A
17.03.2012 - 15:28
~ * ~
'Uzun bir sükût... / Dakikalar geçiyor...
Her an birbirmizden biraz daha uzaklaşıyoruz.
Konuşursak, birbirmize bunu hissettirmekten başka bir şeye yaramayacak... // Bunun için susuyoruz...
Ne onda bu büyük mesafeyi atlamak ve ötekinin yanına varmak isteği, ne bende kuvveti var...
...
Bu sessizlik içinde zaman, aramızda düşman gibi geçiyor...' / -9.HK-
-
05.03.2012 - 14:37
ÖZGÜRLÜĞÜN GÖZLERİ
Bazen insanları hafife almak için 'Çocuk gibisin, Çocuk gibi davranıyorsun' denir ya. Bu hikayeden sonra çocuk gözüyle bakmanın basit olmadığını anlıyor insan...
Babası İspanya'nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkumdu küçük kızın. Fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi. Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkumlara verilmesi yasaktı. Bu sebeple kağıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı...
Çok üzülmüştü küçük kız... Babasına söyledi bunu,o da 'üzülme kızım, yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu? ' dedi. Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü. Bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti. Babası keyifle resme baktı ve sordu:
- 'Hmmm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı?
Küçük kız babasına eğilerek,sessizce:
- 'Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri! ..'
27.02.2012 - 20:18
Suskun
Sus, kimseler duymasın.
Duymasın ölürüm ha.
Aydım yarı gecede
Yeşil bir yağmur sonra...
Yağıyor yeşil.
En uzak, o adsız ve kimselersiz,
O yitik yıldızda duyuyor musun?
Bir stradivarius inler kendi kendine,
Yayı, reçinesi, köprüsü yeşil.
Önce bendim diyor ve sonra benim...
Ölümsüz, güzel ve çetin.
Ezgisidir dolaşan bütün evreni,
Bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları.
Canımı, tüylerimi sarmada şimdi
Kendi rüzgarıyla vurgun...
Sarıyor yeşil.
Rüya, bütün çektiğimiz.
Rüya kahrım, rüya zindan.
Nasıl da yılları buldu,
Bir mısra boyu maceram...
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Bilmezler nasıl sevdik,
İki yitik hasret,
İki parça can.
Çatladı yüreği çakmaktaşının,
Ağıyor gök kuşaklarının serinliğinde
Çağlardır boğulmuş bir su...
Ağıyor yeşil.
Yivlerinde yeşil güller fışkırmış,
Susmuş bütün namlular...
Susmuş dağ,
Susmuş deniz.
Dünya mışıl-mışıl,
Uykular derin,
Yılan su getirir yavru serçeye,
Kısır kadın, maviş bir kız doğurmuş,
Memeleri bereketli ve serin...
Sağıyor yeşil.
Aydım yarı gecede,
Neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat,
Ve Sezarsa, bir ad, yıkıntılarda.
Ama hançer taşı sanki
Koca Kartaca!
Hani, kibrit suyu vermişlerdi üstüne
Bak nasıl alıyor, yiğit,
Binlerce yıl da sonra
Alıyor yeşil.
Vurur dağın doruğundan
Atmacamın çalkara,
Yalın gölgesi.
Kuş vurmaz, tavşan almaz,
Ama aç, azgın
Köpek balıklarıydı parçaladığı
Bak, Tiber saygılı, suskun.
Bak nilüfer dizisi zinciri.
Bunlar bukağısı, kolbağlarıdır,
Cihanın ilk umudu, ilk sevgilisi,
Ve ilk gerillası Spartaküs'ün.
Susuyor yeşil.
Sus, kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.
Aymışam yarı gece,
Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerinde elma kokusu.
Bir daha hangi ana doğurur bizi?
Ruhum...
Mısra çekiyorum, haberin olsun.
Çarşıların en küçük meyhanesi bu,
Saçları yüzümde kardeş, çocuksu.
Derimizin altında o ölüm namussuzu...
Ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor.
İlktir dost elinin hançersizliği...
Ağlıyor yeşil.
Ahmed Arif
18.02.2012 - 11:03
- Karalama
.
Resmetmek için yâdımda kalan duruşunu
değdiriyorum kâğıda
gezdiriyorum kurşunu;
sanki madeni bir para var sayfanın altında
antik bir drahmi,
dokunuyor kalemin ucuna rölyef,
taradıkça hatları belirginleşiyor kabartmanın,
netleşiyor önce çerçevede Grekçe birkaç harf,
kuyumcu titizliğiyle, nerdeyse, Girit
veya başka bir suya gömülmüş deniz krallığına ait
olabileceği izlenimi veren garip bir armanın
ince simgeleri kendiliğinden kağıda oyalanıyor,
yeniden açılıyor ölü bir çiçeğin rahmi
mazi yüzeye kopyalanıyor;
sonra dalgalanıyor karalama kopkoyu
kat kat yayılıyor bin yıllar boyu
birikiyor gözlerinin sarnıcında
ve acının meçhul tarihçesi oluyor;
ve sonra bir limanın mendirek mermerleriyle
şehrin dağlardan su taşıyan örme kemerleriyle
Helenistik bir burun uzuyor enli, düz
uzuyor düşünceli bir yüz
uzuyor başak kesimli saç
yarış atları biçimli taç,
sonra kıvrılıyor çizgi kendi içinde
ve tereddütler kraliçesi oluyor;
taradıkça genişliyor alın,
canlanıyor o güneş saati durmuş agora
alanda hülyalı dolaşıyorum
ilerliyorum sora sora
kimi bulunuyor, kimiyle rastlaşıyorum
harmaniyeleriyle salınıyor nice sandaletli kadın,
çizim, birden bire yıllar öncesi oluyor.
.
Osman Tuğlu
28.01.2012 - 18:42
Hüzün
kanadı kırık kuş uçarmış gibi
kırık kanadını saklarmış gibi
endamı yüzünde çiçeğe durmuş
kışın ortasında baharmış gibi
Gülcemal Durdu
21.01.2012 - 09:02
Söyle sevgili...
Ne kadar özlersin beni; / hatırladığın kadar mı? ..
Söyle sevgili ne kadar? ..
Ezberindeyim /
düşler içerisinde gördüğün düşlerinde mi? ..
Ya da hem gece, hem gündüzünde mi? ..
Söyle sevgli;
Ne kadar aklındayım,
Ne kadar yüreğinde? ..
Kurcala istersen sol yanını, yokla hafızanı? ..
Bak bakalım ne kadar sendeyim ve ne kadar gerçeğinim? ..
-Nazlı Akın-
20.01.2012 - 12:23
9 Bilseydim Sever miydim?
Bilseydim Sever miydim?
Bilseydim;
hep böyle sessiz kalır bu şehir sensiz?
hep böyle hüzün kokar geceler?
hiç hayal kurar mıydım
bilseydim ayazda öksüz kalır düşlerim
kar yağar hep gönül şehrime
semtine uğrar mıydım?
bilseydim yaralı bir tren ömür
her durakta seni arayacağım
bulutlandığında gözlerim
içimde umutlar besleyip
her bahar rüzgarlara soracağım
bilseydim kırılır kanadım kolum sen giderken
bilseydim göz göz olur yaralarım seni beklerken
bilseydim üşür ömrümün goncası seni özlerken
hiç sana gönül verir miydim?
sevgilim der miydim?
Bilseydim;
üşürüm hep sensiz geceler de
nemli kirpiklerle sarılıp yastığa
her gece ah çeker miydim?
Leyla’sını yitirmiş mecnun misali
aşk çölünü bekler miydim?
her yandığında yüreğim
sevgiye, şiire, aşka sığınır mıydım?
dolanır mıydım kördüğümlere?
yarasalar uçurur muydum kör karanlığa
kahrolur muydum aşk için?
Bilseydim; biraz sancı, biraz acı
özlemin adıdır yazılan her şiir
Bilseydim; her seven biraz Mecnun
her sevdanın sonu ayrılık
ve nankördür aşk
sana kalbimi verir miydim?
senin için erir miydim
Bilseydim;
bir ömür hep bekleyeceğim
üşüyen yaralarımla seni özleyeceğim
koynumda yaralı kalır kır çiçeğim
hiç kahrını çeker miydim?
yollarına yüreğimi eker miydim
Bilseydim; özler miydim seni
uzakları gözler miydim
kurar mıydım onca hayal
kıyı köşe boynumu büker miydim
senin için gözyaşı döker miydim
ve bilseydim;
kafama vurmana
kalbimi kırmana
mutluluğumu almana izin verir miydim
Bilseydim;
kırık bir dal yalnızlığı ömür
karalar bağlar mıydım aşk için?
bulut olup ağar mıydım
yağmur olup yağar mıydım
öksüz çocuklar gibi mahzun ve biçare
oturup bir köşede gizli gizli ağlar mıydım...
Nuri CAN 1978 Nijmegen
Nuri Can
30.12.2011 - 20:13
Kaldırım Taşları
eğer düşlerim, düşlerinde erimezse her gece
seviler inler, umutsuz hüzün gömülerinde
ne güneş doğar, ne gün ısınır
ay titrer, sensiz avuçlarımda
ve yıldızlar düşer bir bir, kuzey kutbuna…
eğer dudakların, dudaklarıma mühürlenmezse
mum ışıklarını karartır gölgelerin…
bilir misin ki, işte tam da o vakitlerde
ne şaraba benzer, serserinin şarap şişesindeki
ne de sıcak bir eve, parkta sabahlayanın düşleri…
kör olur sokak lambaları!
ve tükürür kaldırım taşları,
üstlerinde umarsızca yürüyenlerin yüzüne...
Kemal Eyüboğlu(27.12.2011)
Toplam 96 mesaj bulundu