Egoist Antoloji.com

Tanıtım yazısı henüz yok...

  • yaşar nuri öztürk

    22.11.2003 - 12:17

    (Allah'ım sen aklımızı alma! ! ! , Kalp gözümüzü açık eyle, Bizi dosdoğru yola kılavuzla...)

    Konuşan insan üstüne

    'İnsan, konuşan hayvandır' tanımı Eski Yunan'dan beri var. Bu tanıma göre, bir canlının, örneğin, 'Bana yal verin, su verin' diye doğal ihtiyaçlarını sahiplerine bildirmesi 'insan' olabilmesi için yeterlidir.
    Ama, Aristo mantığının cenderesinden çıkar, gözlerinizi berrak gökyüzüne çevirirseniz, hele hele ufuklara doğru biraz yükselirseniz içinizden bir ses sizi yeni bir tanım aramaya iter. Konuşan hayvanın ne olduğunu bulmuş olmak sizi asla doyurmaz; konuşan insanın tanımını aramaya başlarsınız.

    Konuşan insanı tanımlamak için felsefe tarihinin tüm kulvarlarına dalabilir, binlerce tanım çıkarabilirsiniz.

    DÜŞÜNMEK EN İYİ İBADET

    Bendeniz sizi, benim benimsediğim tanımla kucaklaştırmak istiyorum. Ben, konuşan insanın tanımını Kur'an'a sordum; bana, çok sıcak ve erdirici gelen şu tanımı ilham etti:

    Konuşan insan, en yüce ibadeti düşünmek olan insandır.

    Buradan hareketle, düşünen insan tanımı yapabilir miyim diye sordum. Kur'an o konuda da bana şunu ilham etti:

    Düşünen insan, düşündüğünü hiçbir sansüre tábi kılmadan, vakit geçirmeden ve gevelemeden söyleyen insandır.

    Esasında bu tanım, 'namuslu insan'ın da tanımıdır. Özellikle 'namuslu aydın'ın bundan daha iyi bir tanımı yoktur.

    Kur'an'ın, düşünmeyi en yüce ibadet saydığını herkes söyler. Ne var ki İslam tarihinin bin yıla yakın bir süresi, düşünüp de söylemeyen veya söyleyemeyen (en azından tam söyleyemeyen) insanlarla doludur.

    Düşünmek, raiyye (güdümde sürü) olmaya engel değildir.

    Ama konuşmak farklı...

    Konuşabilmek için raiyyelikten kayıtsız-şartsız kurtulmak gerekir. Ve Kur'an, işin belkemiğini çok güzel tutmuştur:

    ZALİM DAYATMALAR

    'Ey inananlar! Hiç kimseye, 'Bizi davar sürüsünü güder gibi güt' demeyin! ' (Bakara, 104)

    Yani sakın raiye olmayın; özgür, kaderinde söz sahibi, iradesi prangalanmamış benlikler olun.

    Kısacası, hem en büyük varoluş eylemi olarak düşüneceksiniz, hem de raiyye olmayacaksınız.

    Ne demek bu?

    Düşünebildiğiniz kadar düşünecek, konuşabildiğiniz kadar konuşacaksınız.

    Konuşturulmayan insanı düşünmeye çağırmak ona ateş yedirmektir.

    Bu, Kur'an'ın dininde, Kur'andaki İslam'da böyle.

    Ama son bin yılın İslam dünyasında, din mantığı ve din hayatı bu değil. O sonraki mantık şöyle işliyor:

    Düşünmek en büyük ibadettir, ama düşündüğünüzde yakaladığınız ışığı, gerçeği veya fark ettiğiniz çarpıklık ve yamukluğu asla dile getirmeyeceksiniz. Bunu yaparsanız, günah işlemiş olursunuz.

    Bu zalim dayatmaya karşı, kitleler şunu haykıramamıştır:

    PEYGAMBER'İN BUYRUĞU

    En büyük ibadet düşünmektir diyorsunuz ve hiç durmadan, bizi cennete götüreceğinizi söylüyorsunuz. Peki, bu en yüce ibadetin ürünlerini dışa vurmamıza neden engel oluyorsunuz? Siz bizi cennete mi çağırıyorsunuz, hayvan ahırına mı?

    En büyük ibadeti 'raiyyeleşmek' haline getiren mantığın nasıl işlediğini, ne zamandan itibaren işlemeye başladığını ve işletilmesi için hangi oyunların oynandığını anlatan bir pasajı, İslam düşüncesinin devlerinden biri olan Cáhız'ın ünlü eserinden verelim.

    Cáhız (ölm. 255/869) , anıtlaşmış eseri 'el-Beyán ve't-Tebyîn'de, az önce değindiğim hayvansal mantığı işletmeye açan zihniyeti eleştirirken diyor ki:

    'Peygamberimiz şöyle buyurmuştur diye iddia ettiniz: 'Şu iki şey, münafıklık cümlesindendir: Eleştiren söz, etki eden söz. Şu iki şey de imandandır: Meramını ifadeden áciz kalacak kadar utangaçlık, bilgi azlığı.' Kur'an, konuşmaya, söz değerleri üretmeye teşvik ederken Peygamber'in susmaya, gevelemeye teşvik etmiş olabileceğini kabulden de Allah'a sığınırız. Allah Elçisi'nin, gevelemek ile etkili söz söylemeyi aynı kefeye koymuş olabileceğini kabulden de Allah'a sığınırız.' (el-Beyán, 1/202)

    KENDİMİZE GELELİM

    Evet, bin yılı aşkın bir süredir düşünüp de konuşamayan kitlelerin içlerine yığılan yasak düşünceler, zehirli bir ıstıraba vücut verdi.

    İslam dünyası, kutsal maskeli táğutlar elinde ádeta canlı cesede dönüştürüldü.

    Canlı cesetler üzerindeki hegemonya, din aracılığıyla menfaat, saltanat ve şehvet devşiren táğutlar panteonunun oyunlarıyla iyice dokunulmaz kılındı. Sonuçta, Kur'an'ın dini, insanı boğma aracı haline getirildi. Hem de Kur'an'ın tebliğ eden Peygamber'e isnat edilmiş yalanların desteğiyle.

    Bugün bu kahırlı sürecin en karanlık kulvarındayız. Asfiksi halindeyiz.

    Bir bereketli tecdît (dinde yeniden yapılanma) şafağıyla uyanıp kendimize gelemezsek yarınlarımız olmayacaktır.

    MÜMİNÛN SURESİ

    74/23. Sure

    Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla...

    103. Tartıları hafif gelenler ise kendilerini kayba uğratanlar, sürekli cehennemde kalanlar olacaklardır.

    104. Ateş, yüzlerini yalar. Ve onlar da içinde sırıtıp kalacaklar.

    105. 'Ayetlerim size okunmadı mı? Ve siz onları yalanlamıyor muydunuz? '

    106. Derler ki: 'Rabbimiz, bahtsızlığımız bize baskın çıktı. Sapıp gitmiş bir topluluk olduk biz.'

    107. 'Rabbimiz, çıkar bizi oradan. Eğer bir daha aynısını yaparsak, gerçekten zalimler olacağız.'

    108. Buyurur: 'Yıkılıp gidin oraya, konuşmayın benimle! '

    109. Kullarımdan bir zümre, 'Rabbimiz, inandık; affet bizi, acı bize, sen merhametlilerin en hayırlısısın' diyorken,

    110. Siz onları alaya aldınız. Öyle ki, benim zikrimi/Kur'anımı size unutturdular. Siz onlara hep gülüyordunuz.

    111. Bugün onlara ben, sabretmiş olmalarının karşılığını verdim. Başarıya erip kurtulanlar, onlardır.

    112. Buyurur: 'Yeryüzünde, yıllar sayısıyla ne kadar kaldınız? '

    113. Derler: 'Bir gün yahut günün bir kısmı kadar; sayanlara sor.'

    114. Buyurdu: 'Sadece birazcık kaldınız. Keşke biliyor olsaydınız.'

    115. 'Sizi boş yere yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? '

    116. Yücelerden yücedir, o hak padişah olan Allah! İlah yok O'ndan başka! O şanlı arşın Rabbidir O!

    117. Kim Allah'ın yanında, hakkında hiçbir kanıt olmayan bir başka ilaha yakarır/davet ederse, onun hesabı Rabbi katındadır. Hiç kuşkusuz, küfre sapanlar iflah etmezler.

    118. Şöyle yakar: 'Rabbim! Affet, merhamet et! Sen merhametlilerin en hayırlısısın! '

  • yaşar nuri öztürk

    31.10.2003 - 08:55

    'Kur'ansız İslam' arayışları
    Başlığı, 'Kur'an'dan rahatsız mı oluyorsunuz? ' veya 'Kur'an'a rağmen din mi? ' şeklinde atmayı da düşündüm. Çünkü Kur'ansız İslam arayışı içine girenlerin en çok rahatsız oldukları ve dini sürekli karşısına diktikleri şey, Kur'an-ı Kerim'dir.

    Kur'ansız İslam anlayışlarının, Muhammed ümmetinin perişanlığında temel sebebi oluşturacağı, bizim veya birilerinin yorumu, sezgisi değildir. Kur'an, kendisini tebliğ eden peygamberin, Allah huzurunda ümmetinden şikâyetini verirken şunu söylüyor: Resul diyecektir ki: Ey Rabbim! Şu benim ümmetim, bu Kur'an'ı, hayatın dışına itilmiş, terk edilmiş bir halde tuttu.' (Furkan,30) .

    KUŞKUDAN ARINMIŞ

    Kur'andaki İslam kitabımızdan rahatsızlıklarını yazı dizileriyle dile getirenler, farkında olarak veya olmayarak, 'Kur'an'ı dışlayanlar zümresi'nin elemanları arasına girmişlerdir. Kur'an, dinin biricik dayanağı olan vahyi 'Kitap' diye de andığına göre, Kur'an'ı dışlayanlara 'kitapsız din arayanlar' veya 'kitapsız dinciler' de diyebiliriz. Allah'ın zaman ve mekan üstü dinini, belli bir devrin ve coğrafyanın örf talanına mâruz bırakarak insanlığı 'fıtrat dini'nden soğutanlar ve bu zulme katılmayanları 'reform' yapmakla suçlayanlar Furkan Suresi 30. ayetin gündeme getirdiği şikâyetten nasıl bir savunma yaparak kurtulacaklardır?

    Kur'an, daha ikinci sayfasında kendisini, 'çelişme, tutarsızlık ve kuşkudan arınmış kitap' olarak anmaktadır. (Bakara,2) Kur'an'ı dışlayanların dayandıkları rivayetler ise bir çelişme ve tutarsızlık yığınıdır. Bunların birinin 'ak' dediğine bir başkası 'kara' diyebilmektedir. Kur'an'ı dışlayanlar bu malzemeden naklettikleri bir demetin hemen arkasından şunu söylemek ihtiyacını duyarlar: 'Bu rivayetler, falancaya göre sahihtir.' Ama işin esasını bilenler bilirler ki, o rivayetler filancaya göre de sakattır. Yani, bu 'rivayetler malzemesi'nin eline düşen bir kavramın, yerine oturması ebediyyen mümkün değildir. Bu malzemenin ortaya koyduğu bilgi, 'zannî' (sanıya dayalı) bilgidir. Zannî bilgi ile helal-haram hükmü verilemeyeceği ise tartışmasızdır. 'La raybe fîh: Çelişme ve tutarsızlıktan uzak' bir kitabın dini zanna teslim edilemez.

    SİKA VE GAYRU SİKA

    Bu ihtilaflar arenasında birilerinin sika (güvenilir kişi) dediğine başka birileri gayru sika (güvenilmez kişi) diyebilmektedir. Düşünülsün ki, İslam'ın inanç prensiplerini, el-Fıkhûl-Ekber'iyle kitaplaştıran ilk kişi olan İmamı Âzam, (ölm.150/767) kendisinden yüz altı yıl sonra ölmüş Buharî (ölm.256/869) tarafından gayru sika (güvenilmez kişi) olarak tescil edilebilmektedir. (Konunun detayları ve kaynakları için, Kur'andaki İslam kitabına bakınız) . Rivayetler konusunda İmamı Âzam da 'gayru sika' ise vay halimize!

    İşi kişilere, kişilerden birini tercihe bağladığınızda sonuç budur. İşi ilkelere, akla, vahye bağlarsanız ufuk açılır, kader değişir.

    DÖRT ASIRLIK HEZİMET

    İslam dünyası yüzyıllardır kaderini kişilere bağlamıştır. Bu bağlılık giderek fosillere, türbelere bağlılık halini alıyor. Müslüman kitlelerin Kur'an'a saygıları onu abdestsiz tutmamaktan, cin-peri şerrinden, kazadan-beladan emin olmak için evlerinde, işyerlerinde, arabalarında birer 'mushaf' bulundurmaktan öteye geçmemektedir. Kur'an'ın, hayata yansıması gereken esas değerleri, Müslüman patenti taşımayan toplumlardadır.

    Müslümanlar'ın bu akıl ve tevhit dışı tavırları onlar hakkında şu Kur'an ayetinin işlemesine yol açmıştır. 'Allah, sizin üzerinize üstünüzden, yahut ayaklarınızın altından bir azap gönderme ya da sizi hizipler halinde birbirinize düşürüp bir kısmınızın kahır ve acısını diğer bir kısmınıza tattırma gücüne sahiptir.' (En'am,65)

    Anlaşılıyor ki dinin adını Kur'an'dan alıp içeriğini başkalarına teslim ettiğimiz sürece herhangi bir diriliş gerçekleşmeyecektir. İslam dünyasındaki dört asırlık hezimet bunun en açık tanığıdır.

    ÇAĞI YAKALAMALIYIZ

    Biz Müslümanlar, tevhit toprağına musallat olmuş yaban otlarını, uğursuz bir gübre gibi besleyen örf hezeyanlarını hayatımızdan kovmamanın birkaç asırlık vebalini taşıyoruz. Bu vebalden kurtulmanın biricik yolu, şüreka (Allah'a ortak yapılanlar) edebiyatını bırakıp vahyin gerçek mesajına teslim olmaktır. Bu zorunluluk bizi, önce basîret, bilgi ve bilinçle donanmaya, ardından da gayret kuşağını kuşanmaya mecbur ve mahkûm etmektedir.

    Bu tespitin zorunlu sonucu şudur: İslam dünyası, önce çağı yakalamak borcundadır. Kur'an'ın idealindeki dünyanın öncülüğüne ancak ondan sonra soyunabilir. Müslüman dünyanın 'Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele' sözüyle dikkatlere sunulması gereken muhasebesinin özü budur. Zorlu bir muhasebedir bu! Ne yazık ki İslam dünyası bu muhasebenin önemini hâlâ fark edebilmiş görünmüyor.

    PATENT İLTİMASI YOK

    İslam dünyası bu muhasebenin söz, düşünce, gözyaşı, uykusuzluk ve eylem halindeki çileler berzahından geçmeden Kur'an'ın temsil ettiği oluş emanetini taşıyamaz.

    Allah hiç kimseyi taşıdığı patent yüzünden 'iltimaslı' kılmıyor. Onun iltimas ettiği tek gerçek liyakat, kolladığı tek gösterge 'amel'dir. Yani şuurlu ve yaratıcı eylem. Gel gör ki, İslam dünyası liyakat yerine eski hatıralara, eylem yerine de nüfus kâğıdına dedesinden miras olarak vurulmuş damgaya sığınmaktadır.

  • yaşar nuri öztürk

    22.10.2003 - 09:09

    İslamda meshep yoktur, Kuranı Kerim vardır. İzlenecek yol budur...

Toplam 10 mesaj bulundu

TÜM YAZILANLAR