? Mutlu? Huzurlu? Bir? Yılın? Olsun? ? L = = = = = = = = = =? ? ? ? ? = = = = = = = = = =? ? Güne iyi başla, Üzgün olma, Nefret etme, Aşkı yaşa, Yaşamı sev, Dünü unut, Işığını yansıt, Ne olursa olsun gülmeyi unutma... diyerek Yeni yaşının sana sağIık, mutIuIuk ve huzur vermesi diIeğiyIe. Doğum günün kutIu oIsun. güzel bir yıl olması dileğimle ist dan mrb AHMET
Bir yıl daha bitti, ama sakın üzülme zaman çabuk geçiyor diye... Unutma ki herkes aynı şeyi yaşıyor. Bu yılın sonunda geriye baktığında umarım 'harika bir yıldı' dersin.. Tüm dileklerinin gerçekleşmesi dileğimle.. Nice yıllara...
geçenlerde Sayın Bayan gül Witt hakkın da yazmış olduğunuz, aşağıdaki metni okumuş bulundum ve çok üzüldüm. Ortada anlaşılmayan bir mesle var ise, direkt birbirinize yazsanız daha iyi olurdu diye düşünüyorum.
Çünkü bir TV kanalında izlediğim kadarıyla, Bayan Gül Witt dünya çapında tek bir Türk kadını olarak, din, ırk, ülke ayrıt etmeksizin, yıllarca tek başına savaş ve afet bölgerinde hizmet vermiştir ki, ALLAH'ta daima onun yanında olmuştur. Ve eserlerinde anlatılan esragengiz olaylar yaşamış ve intizarlarıda oldukça güçlüdür.
Ne yazık ki, Çeçenistan'da Rus savaşında gönüllü hizmet veriken, yaralanmış ve bir süredir sandalya mahkumu olmuştur. Bu konuda niyetim sadece sizi uyarmaktır. Zira onun intizarını alan hiç kimsenin yüzü gülmemiştir. Ne demek istediğimi anladığınızı umarım.
Son zamanlarda bilgim olmadan adımın sürekli lanse edilmesi, şiirlerimin taklit ve çalıntıya maruz kalması akabinde bugün hiç karşılaşmadığım yeni ve mesnetsiz bir iftira ile karşı karşıya olmam sebebiyle bu yazıyı sayfama asma gereği duydum.
Anlayamadığım bir şey var ki, başta sorma gereği duyuyorum; popülerlik gibi bir amacı olmayan, kendisine hiçbir zaman tam anlamıyla şair ya da yazar demeyen, sloganı ‘ kalemim olgunluk tahsilinde’ olan (bu da sagopa kajmerin sözüdür, alıntı yapmak etik bir olay) , yeni şiir astığında artık duyuru bile geçmeyen, yorum talebinde bulunmayan, kimseye yorum yazacak vakti bulunmayan beni mi buldunuz merak ediyorum? Taklitçilik ve hırsızlık kişilik bozukluğu olan, kendini değersiz bulup başkalarının pohpohlamasına ihtiyaç duyan zayıf insanların işidir. Benim ise hayatımın hiçbir döneminde pohpohlanmaya ihtiyacım olmadı. İlk şiirimi 5. sınıfta dedemin vefatı sebebiyle yazmıştım. Daha sonra okul yıllarımda çeşitli dereceler aldım. Lise yıllarında okuluma kupa dahi kazanmışlığım vardır.Araştırmak isteyene okul ismimi verebilirim.Nurcan Avcı kimdir diye sormanız yeterlidir! Çocukken başlayan yazma tutkum, zamanla gelişmiş bir amaç halini almıştır.
Şimdi… Bahsi geçen Nuveyba adlı şiirime dikkatle bakanlar göreceklerdir ki; Derece notu altında “NUVEYBA:Şuan da Mısır sınırları içerisinde kalan Filistin toprağına yakın bir yerleşim merkezi ve bir liman kenti. Selahaddin Eyyubinin Kudüsü fetih hazırlıklarında ana merkez üssü olarak kullandığı yerlerden biri. Oradan bakıldığında mazlum ve mahkum Filistin toprakları gözüküyor. *Bu şiir Mustafa İslamoğlu Hocamızın Nuveyba adlı şiirini kendi sesinden dinlerken ağlayarak yazılmıştır. Bu duyguyu anlamanız için dinlemenizi tavsiye ediyorum.” Böyle bir not düşülmüş.Dikkat çeksin diye de üç yıldız koymuşum. Gözleri görmeyen bir insana gözlük tavsiye edilir, zan ve ön yargıyla çarpık bakan bir akla ne önerilir siz takdir edin!
Olayın trajikomik boyutu ise, eğitim seviyemi sorgulayan bu zihniyetin, 24 yaşında hiç tanımadığı, eğitimini, kültürünü, hayata bakışını, kişiliğini, karakterini tanımadığı bir insana ‘nurcancık’ diye hitap ederek üslubunda ki saygısızlıkla kendi eğitim seviyesini aşikar etmesidir. Tanımadığı bir insana peşin hükümlerde bulunan bir insanın kuyruk acısı olduğu, bana değil inancıma saldırdığı açık ve nettir. Kimsenin inancı görüşü beni ilgilendirmediği halde, kişinin profiline baktığımda sorunun ne olduğunu çözmüş bulunmaktayım.
Bir başka hususta; Mustafa İslamoğlu benim çok uzun yıllardır okuduğum bir alimdir. Şiir yazdığını öğrenmem ise lise son sınıfta değerli hocamın bana Divan adlı şiir kitabını hediye etmesiyle öğrendiğim bir durumdur. Çok fazla şiir okumamakla birlikte ilgi alanım fikri kitaplardır. Bahsi geçen isimlerin bazılarını bile ilk defa duyuyorum. Nuveyba adlı şiirimi yazdığımda Mustafa İslamoğlu’na göndermiş ve eğer şiirime aynı ismi koymamı takdir etmediği halde değiştirip hatta komple kaldıracağımı da yazmıştım. Aldığım inanç, terbiye, eğitim, başkalarının hakkına girmememi, duruşumu, kişiliğimi belirlemiştir. Bu nedenle asla yapmayacağım şey kul hakkıdır. İnancım en büyük güvencemdir.
Son söz; Kendini edebiyat şövalyeliğine adadığını söyleyen, bir profesör edasıyla kendini birşey sanarak ahkam kesen, esasen sürekli vurguladığı cahillik kelimesine cuk oturan bu zihniyeti kınıyor, attığı mesnetsiz iftira ve kullandığı küçültücü üslubu sebebiyle özür dilemediği takdirde gerekli yasal işlemleri yapacağımı belirtiyorum.
Düğünüme sayılı günler kala böyle boş işlerle beni meşgul ettiği için ise asla hakkımı helal etmeyeceğimi beyan ediyor ve gereğini sizlerin takdirine bırakıyorum.
Yusuf Bey; Benim kimseyle kişisel problemim olmadı, olmazda. Burada Allah rızası için bulunuyorum. Varsa hakkım helal olsun. Sizde helal edin inşaallah.
Görünen dünyamızda güya işler tıkırında sanırsın Hesap sorulamaz doğan günün üstündeki yelpazeye Yalpalamaz seken kurşunun hedefe uzanan menzili Görkemli mabetleri andırır kâşanelerdeki hayatın renkleri Sensiz kımıldamaz yaprağın damarlarında dolaşan iksir Çok kere anlamlı kıldığımız hayat bize merhaba demez Gülümsemez ölümün taze çiçeğinde solan son nefesimiz Bahtiyar bir fantezi sanırsın aklında yer eden ömrünün ihtiraslarını Hâlbuki bir yalnızlık şarkısıdır gerçeğe boyun eğen hayatın son dansı.
Güneş göz kırpmazdı yüzüme çok zamandır kamışlar arasından Unutulmuş bir merhametti gırtlağımda düğümlenen son sözüm Buradan bakınca dünya alabildiğine karanlık ve yabandı aşka Yabandı hoyrat akşamlarda ruhunun fiyakasının olmadığını bilmek Hüküm verilmişti çok önceleri Londra da ruhum yoktu zaten Bir lokma ekmeğin teridir ensemde hor bakan sesin sahibi Milat olmadı hayatımda hiçbir zaman kamışın tadından başka Tüm fanteziler zaten yasaktı bana ömrümde bayram olsa da olmasa da.
Rengimin kızgın ateşle dağlanmış mührü ele veriyor yaftamın anlamını Ben emanet bir hayatın renklerini taşımışım alabildiğine yarınlara Sessizce saklardım ezberimde tutamadığım insanlığımın mağlup kahrını Eğer üzerine bastığım toprak bir ses vermeyecekse bir gün bana Kahrıma ram olamam inandığım adaletin tecellisi gülmeyecekse bahtıma.
Karanlığın gölgesinde hüküm süren efendiler hiç görmediler beni Zapt edilmiş topraklarda adanmış mutlak ruhlar sanırlardı kendilerini Bir nebze sebze tohumu taşımak göreceli bir kalkışmaydı efendilerine Yıldızların uzaklığı mıdır yoksa yakınlığı mıdır beni cezbeden geçek Kayıp cennetin anahtarıydı çocukluğumun hayallerini süsleyen hasret Vaat edilen cennetin cehennemiydi alnıma kazınan hayatın acıları Sanki güneş sadece onları ısıtırdı onlarındı yeryüzünün şah damarları.
Köleler taşır saçlarımıza güneşin perçeminden düşen bir günün yükünü Nice zaman oldu aşk yasaktı zaten ve envanterlerinde yoktu çilenin hüznü Biteviye kahır üreten plantasyonlarda harmanlandım zulmün kasıklarında Hiç kimse duymadı sesimi haykırdım yılların içinden insanlığın asaletine Bir taşra bakışıydı bende asalet yufka yüreklerde ha bire günden güne palazlanan Boğulmadım kara sayfalarında kalan tarihin üstü örtülü gerçeklerde hükümsüz olsam da Geri vermedi kanatlarımı saygın kapitalin dev iştihasıyla dünyayı öğüten azameti Benim kanımın doruğuydu görünen dünyanın nefesini ayyuka çıkaran hayatın merdivenleri.
AKÇAY- AĞUSTOS - 2008
İbrahim Yılmaz
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
--- Bu şiirin hikayesi:
SAYGIDEĞER ARKADAŞLARIM;
görünen bir dünya vardır bir de göremediğimiz bir dünya vardır..görünen dünyayı hepimiz görürüz ve tüm renkleriyle algılarız, ama önemli olan bir de göremediğimiz dünyayı görmeye ve algılamaya çalışmamız lazım geldiğine inanarak o zamanki göremediğimiz dünyadaki acıları yaşamış bir zenci kölenin gözünden dünyaya bakarak bu şiiri yazmaya çalıştım..
Geçen akşam yine bir tv kanalında Dominik’le ilgili bir belgesel izledim..Dominik ve Haiti Avrupalıların orta Amerika da 15.y.y da kurdukları ilk sömürge üssü olmuş..
Dominik’e önce İspanyollar gelmiş,sonra Fransızlar,derken İngilizler ve İngilizlerin misyoner teşkilatı müjdeyi yayma cemiyeti gelmiş bu yoksul fakat mutlu insanların vatanlarına,güya günahkar yerli halkın işledikleri günahlardan dolayı ruhlarını arındırmak için gelmişler.
Sömürgeciler Dominik de devasa şeker kamışı plantasyonları kurmuşlar.bu şeker kamışı tarlalarında öz vatanlarında köleleştirilen Dominikli ve Haiti’den getirdikleri bu zavallı insanlar bir dilim ekmek karşılığında köle olarak en zor koşullarda yıllarca çalıştırılmışlardır..öyle zor şartlarda çalıştırılmışlardır ki; Tarlada çalışan zenci bir kölenin yine tarlada gücünden yaralanılan bir öküzden daha değersiz olduğu sonucuna varılmıştır..öküzün hastalanmasında veteriner getirilirken hasta olan bir zenci için dr getirilmesine gerek görülmüyormuş..ingiliz müjdeyi yayma misyoner cemiyeti öz vatanlarında köleleştirilen bu zencilerin insan olamayacağına ve ruhlarının olmadığı sonucuna vararak bir rapor hazırlayıp..Londra daki yüksek Anglikan kilisesine yolluyor..ve bu yüksek kilisede tüm dünyaya bu raporu aynen kabul ederek zencilerin ruhlarının olmadığını resmen kabul ederek tüm dünyaya ilan etmişlerdir..işte bugün özgürlük ve demokrasi havarisi kesilen vahşi batının insana yaklaşımı ve bakışı...ıraktaki vahşetten de anlamıyor muyuz..?
Bu Dominikli zenciler eğreti barakalarda yaşamaya mahkum edilmişler..karınlarının iyice doymayacağı kadar ekmek verilirmiş bu insanlara…hatta barakalarının önlerindeki bahçelerinde sebze ve meyve gibi ürünlerin yetiştirmeleri bile yasaklanmış ve bu yasağa uymamak efendilerine başkaldırı olarak kabul edilirmiş ve en ağır cezalara çarptırılırlarmış..amaçları bu köleleştirdikleri insanların kendilerine tam anlamıyla mahkum ve muhtaç bırakmak..
saygıdeğer arkadaşlarım üstadım M. Akifin şiiri aklıma geldi.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
-
*** KÖLE TİCARETİ ***
Haçlı Seferleri’nden itibaren Haç işareti Avrupalılar için altın ve servet getirirken, Avrupalı olmayan halklara kan, gözyaşı, vahşet, işkence ve ölüm yağdırmıştır. Bizlere kahraman olarak yutturulan Kolomb, macelland ve Vasko dö Gama gibi insanlık düşmanları keşfettikleri yeni topraklara ilk iş olarak devasa Haç dikerlerdi. Bu işaret o bölgede yaşayan zavallı yerliler için işkence ve zulmün başlatılacağını ve kısa süre sonra yağmur gibi ölüm yağacağını göstermekteydi. Zavallı yerli halk bunu nereden bilebilirdi? Alt tarafı birbirine çakılmış iki parça ağaç değil miydi? Yakın tarihlerde, Amerika’da, bir devasa tahta haç dikilmiş ve ateş de yakılmış ise, o civardaki zavallı Zenciler tirtir titremeye başlarlardı. Beyaz cübbeli ve kukuletalı Hıristiyan beyazlar, bu işaretten sonra Zenci katliamına başlarlardı. Tecavüzler, işkenceler, üzerine gaz dökülerek diri diri yakılmalar, asılmalar ve envai zulüm sabaha kadar devam ederdi. O yerleşim biriminde o gece devlet ve devlet güvenlik görevlileri adeta buharlaşarak yok olurlardı. Ta ki, sabah olup da, Ku Kulx Klan’cı eli kanlı katiller işkence zevkini tatmin etmiş ve çekilmiş olsunlar. Ya Kilise, evet Kilise’den de çıt çıkmazdı. Çünkü öldürülenler insan değildi. İsa beyazdı. Zenciler ise siyah köpeklerdi (!) Zaten çok çirkindiler. İncil de hayvanlara değil, insanlara gönderilmemiş miydi? Böyle zamanlarda Kilise yok olur, her halde bizim memleket Kilis’e giderdi! Ku Kulx Klan, Amerika’daki Zencilere karşı Hıristiyan beyazların 1865’te kurdukları bir zulüm örgütüdür. 1867’de başına General Forrest getirildi. Eh ne de olsa işkence ve katliamı bir Amerikalı general kadar başka birisi bilemezdi. Kısa sürede üye sayısı 550 bin kişiyi buldu. Güya, Amerikan hükümeti bir müddet sonra bu örgütü yasakladı. 1915 yılında Atlanta’da Methodist Papaz William Joseph Simmons tekrar canlandırdı. Bu defa Papazlar seyirci değillerdi. Katliam emirlerini bizzat bir Papaz veriyordu.(1) Zavallı Zencileri, Ku Kulx Klancıların ataları, 1500’li yılların başlarından itibaren kendi topraklarından ve milletlerinden zorla kopararak ta buralara kadar getirmişlerdi. Halâ ismine Köle Kıyısı denilen Gine Körfezi’nde 1482’de durulan Sao Jorge Kalesi köle ticaretinin başlıca üssü haline gelmişti. Afrika kıyılarında demirleyen, Hıristiyan beyazların gemileri yeterince Zenci avlanabilmesi için bir aydan bir yıla kadar beklerlerdi. Köle taciri gemilerinin yükleri 150 ile 600 kişi arasında değişiyordu. 21 ile 90 gün arasında değişen sürede Amerika’ya ulaşılıyordu. Erkek köleler isyan korkusuyla ya birbirlerine ya da güverteye zincirleniyordu. Geminin hacmini son haddine kadar değerlendirmek için gemilerde 183 cm uzunluğunda 41 cm eninde bölmeler bulunuyor, Zenci köleler balık istifi gibi bu bölmelerde yan yana diziliyorlardı. Ayağa kalkamayan ve sağa sola dönemeyen kölelerin bir çoğu ölüyordu. Normal şartlarda günde iki defa su ve haşlanmış pirinç, darı, irmik veya patates veriliyordu. Rüzgarların durduğu zaman yolculuğun uzayacağından verilen bu yiyeceklerden de kısılıyordu. Havalar iyi gittiği zaman Zenciler güverteye çıkarılıp havalandırılıyor ve hareket ettiriliyorlardı. Havaların bozuk olduğu zamanlarda havasız ve sağlıksız ambarlarda ateşli hastalıklar ve dizanteriden zencilerin % 13’ü hayatını kaybediyordu. Köle ticaretine “Üçken Ticaret” veya “Üç Köşeli Ticaret” deniliyordu. Köle tacirleri incik, boncuk, içki veya silah karşılığı kabile şeflerinden köle satın alır, bu köleler Amerika’da satılarak gemiler tropikal ürünlerle dolu olarak Avrupa’ya dönerlerdi. Köle tacirlerinin memleketleri olan Nantes, Bordeaux, La Rochelle, Bristol, Lizbon, Amsterdam ve Anvers bugünkü zenginliklerini köle ticaretine borçludur.(2) Amerika, Virjinya’da 1681 yılında 2 bin Zenci köle varken 1850’lerde Amerika’daki Zenci köle sayısı 4 milyonu aşmıştı.(3) 16. yüzyılla 19. yüzyılın ortalarına kadar sadece Brezilya’ya getirilen Zenci köle sayısı 3,5 milyonu aşmıştı.(4) Toplam 15 milyon Zenci köleleştirilerek Amerika Kıtası’na götürülmüştü. Kölelerin can kayıpları da düşünüldüğünde Afrika’dan koparılan Zenci sayısı 25 milyonu buluyordu. Bu rakam o tarihteki dünya nüfusu göz önüne alındığında korkunç bir rakamdır. Milyonlarca can ailelerinden koparılarak alınmış demektir. Afrika Kıtası’nın nüfus dağılımı alt üst olmuş, Kongo gibi bir çok krallıklar yıkılmış, Benin Körfezi’ne kıyısı olan bölgeler terkedilmişti. Evet batılı rakamlar böyleydi. Ya Afrikalı rakamlar? Cezayirli Ahmet Bin Bela şunları söylüyor: 1492 ile 1800 yılları arasında 100 milyon Afrikalı öldürülmüştür.(5) Bu tarihlerde İngiltere’nin nüfusu 3 milyon, İspanya’nın nüfusu ise 11 milyondur. Fransız sosyolog Prof. Dr. Roger Garaudy ise şunları söylüyor: 10 ile 20 milyon arasındaki Zenciyi köle yapıp Amerika’ya götürmek için Avrupalılar, Afrika’da 100 ile 200 milyon Zenciyi öldürdüler.(6) Gerçekte birer insan kasabı olan kaşiflerin, keşiflerinden kısa bir süre sonra yaptıkları katliamlar ve Avrupalıların taşıdıkları hastalıklar (Yerlilerin vücutlarında kıtada daha önce bu hastalıklar olmadığı için antikor sistemleri gelişmemişti) neticesinde Amerika Kıtası’ndaki yerli nüfusu yok denilecek seviyeye düşmüştü. İspanyol ve Portekizlilerin maden ocakları ve tarım alanlarında çalışacak insanlara ihtiyaç vardı. Kara yazgılı kara insanların Amerika Kıtası’na getirilişlerinin sebebi bu idi. Zenciler doğrudan doğruya Afrika’dan Amerika’ya getirilmediler. Önce Antil Adaları’nda eğitimden geçiriliyor, Amerika’daki yaşam biçimine uyacaklarına kanaat getirildikten sonra Amerika’ya getiriliyorlardı. Bu dönemde İngiliz’lerin 13 değişik sömürgesinde beyaz köleler de vardı. Beyaz köle kısa bir süre için, Zenci ise ömür boyu köleydi. Hatta çocuklarına da geçiyordu kölelik. Bir kölenin vaftiz edilmesiyle yani Hıristiyan olmasıyla o çocuğun kölelik durumunun değişmeyeceği Virginia’da çıkarılan bir kanunda 1667’de karara bağlanır. Hıristiyan olmaları dahi durumlarını değiştirmeyecekti. Zenciler Amerika toprağına ayak basar basmaz pazarda satılan hayvanlar gibi işleme tabi tutuluyor, önce kime ait oldukları belli olsun diye kızgın demirle dağlanıyorlardı. Yük hayvanı gibi çalıştırılıyor, gemilerde kürek çektiriliyor, bir işe yaramayacak olanlarsa öldürülüyorlardı.(7) 1619’da ilk siyahlar, köleliğin, ticaretinin ve tarım plantasyonlarının ayrılmaz parçası ve de Kızılderililerin saf dışı bırakılmalarının başlangıcı olarak, bir Hollanda gemisinden Jamestown’a boşaltıldı.(8) Yaşam koşullarının bozukluğu, beslenme yetersizliği nedeniyle karılarından ve çocuklarından ayrı yaşayan Zencilerin tarım alanlarında ömürleri ortalama 7 yılı geçmiyordu. Her türlü eziyete tabi tutulan, kamçılanan kölelerden kaçmaya teşebbüs edenlerin cezası bir bacaklarının kesilmesiydi. Bazı köleler mineral ihtiyaçlarını karşılamak için toprak yiyorlardı. Beyaz adam bunun da çaresini bulmuştu. Zenciler artık demir maske takmak zorundaydı. 1860-1865 iç savaşında her dört aileden birisinin kölesi vardı. Bunlardan en az yarısının da köle sayısı 10’un üzerindeydi. Güçlü beyaz efendi istediği kadar köle çalıştırabilmekteydi. Bu dönemde nüfusun % 7’si, Zencilerin % 75’inin kaderini elinde tutmaktaydı. Lousiana Anayasası’nda şöyle bir madde vardı: Richmond şehrinin bir kararnamesi ise: demekteydi. Charston şehri ise Zencilerin sigara içmelerini ve baston kullanmalarını yasaklıyordu. Çünkü bu fiiler ancak şerefli insanların yapabileceği işlerdendi. Bu dönemde kanunlar nezdinde kölelerin ruh ve bedenleri efendisinin malı gibi sayılmaktadır. Bir köle beyaz efendisine şapka çıkarmayı unutursa hemen kırbaçlanıyordu. Okuyup yazmaları yasaktı. Zenci kadınlar efendilerinin ve misafirlerinin her türlü isteğine demek zorundaydılar. Bunlardan bir de köle sayısını artırmak için faydalanılıyordu. Dolayısıyla doğurgan bir köle kısır bir köleden daha pahalıydı. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde yarı özgür köleler vardı. Fakat bunlar da tam yurttaş sayılmıyordu. Kanaat şuydu: Özgür bir Zenci, özgür bir insan değil yarı hayvandır. Amerika adalet bakanlarından Roger Tany, 1857 yılında Yüksek Mahkeme Başkanı önüne gelen bir dava için şu kararı verecektir: Gerekçesi ise hayli ilginçtir: (9) İpten kazıktan kurtulma Avrupalıların oluşturduğu Amerika’daki beyaz topluluğu genellikle bekârdı. Bu ise melezler sorununu doğurmuştu. İnka, Maya, Kızılderili, Aztek veya Zencilerle beyazlar arasında melez nesiller türemeye başlayınca insanlıktan nasibini almamış ırkçı Avrupalı bundan bayağı rahatsızlık duymuştu. Amerika Kıtası’nın bugüne kadar gördüğü en zalim insan(Eğer insansa) Cortes ve adamları, kendilerine sunulan Kızılderili kadınları kabul ediyorlardı. Doğal olarak melez çocuklar dünyaya geliyordu. Batılılara göre yenilgiye uğramış yerliler Avrupalıya göre aşağılık insanlardı. Aşağılık insanlardan türeyen melezler beyazlarla tabii ki bir olamazlardı. 18. yüzyılda, İspanyollar melezleşmeyle ilgili bir dizi terim oluşturdular. En tepe noktada üstün insan beyazlar vardı. Bir İspanyolla bir Zencinin oğluna “Melez”, Bir İspanyolla bir melez kadının oğluna “Marisco”, bir İspanyol erkek ile bir Marisconun oğluna “Albino”, bir İspanyol erkekle bir Albinonun oğluna “Tornatras” adı veriliyordu. İspanyolların ayrıcılığı bununla da bitmiyordu. Yeni Dünya’da doğanlara “Criollo” fakat İspanya’dan gelen İspanyollar hor görülen isimlerle çağırılıyordu. Meksika2da olanlara, beyaz gaga, yamak, acemi ve çaylak anlamına gelen “Gachupin” denirdi. Peru’da ise pancar suratlı anlamına gelen “Chapeton” diye çağırılıyorlardı.(10) Şipşirin Afrika’sından asırlar boyu hor ve hakir bir şekilde, hayvanlardan daha kötü bir muameleye tabi tutularak Avrupa ve Amerika pazarlarında satılıp, ucuz işçi veya karın tokluğuna çalıştırılması bile çok görülüp İngiltere’nin yollarında, Fransa’nın maden ocaklarında, Amerika’nın uçsuz bucaksız tarım alanlarında ölünceye kadar köle olarak çalıştırılan bu siyah derili insanlar, sözde beyaz ırkla karışıp melezleşerek kozmopolit bir toplum meydana getirirler korkusuyla gerçekte ise, beyaz adamların Batı Afrika’da yapamayacaklarını, Amerika’da Amerkan dil, din ve kültürünü tamamen benimsemiş Zenci Amerikalıların eski vatanlarına kendi ırktaşları olan Liberylıları kısa yoldan medenileştirme(!) ve Amerika’nın hizmetine takdim etme ameliyesini ifa ettirme gayesiyle eski topraklarına geri getiriliyorlardı. İşte bu düşünceyle hayvanlar gibi gemilere doldurularak öz yurtlarından alınıp Yeni Dünya’nın insan pazarlarında satılan bu insanlar azad edilmiş Amerikalı Zenciler(!) olarak, efendileri tarafından (Latince Liber:Hür) hür ülke adı verilen Liberya’ya yine gemilerle, yine zorla getiriliyorlardı. 1862-1867 yıllarında yaklaşık 10 bin Amerikalı Zenci Liberya’ya getirildi. İşte bütün bu hususiyetlerinden dolayı Amerika’nın Afrika’daki bir vilayeti durumundaki Liberya, Batı Afrika’da Atlas Okyanusu kıyısında, Sierra Leone, Gine ve Fildişi Kıyısı ülkeleriyle çevrili bir cumhuriyettir. 1822 yılında Amerikan Kolonizasyon Derneği’nin(American Colonization Society) teşebbüsüyle Amerika’dan gönderilen azaldı Zenciler tarafından kurulan Liberya’nın başkenti Monrovia ise ismi Amerika’nın beşinci Cumhurbaşkanı James Monroe döneminde kurulduğu için cumhurbaşkanının isminden almıştır. Afrika Kıtası’nda kolonileştirilmemiş tek devlet(!) üğnvanına sahip olduğu gibi, 1957 yılına kadar Afrika’nın tek bağımsız devletiydi(!) (11) Beyaz Hıristiyanlar dünyanın kanını emerken, bunun korkunç faturası mazlum milletlere çıkar. Afrika’da bulunan ve Dürüst İnsanların Ülkesi manasına gelen Burkine Faso(Yukarı Volta) yeryüzünde insan ömrünün en kısa olduğu ülkedir. Nüfusunun % 70’i 30 yaşın altında olan bu zavallı ülkede kadınların ortalama ömrü 44, erkeklerin ise 40’tır. Neredeyse Avrupalıların yarısı kadar. Haç, Dürüst İnsanların Ülkesi’ne genç yaşta ve yakışıklı ölmeyi getirmiştir! İnsansever Avrupalı köle isyanı korkusuyla köleliği kaldırmak zorunda kaldı. Kaldırdı da ne oldu? Hala Amerika’da Zencilerin adı “Kara Köpek”tir ve Zencilerin kiliseleri dahi ayrıdır. Günümüzde Amerika ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, halka açık tuvalaetlerin kapısınsda “Beyazlara mahsustur siyahlar giremez” yazısına sıkça rastlamak mümkündür.(12) Halen Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl 2,2 milyon Zenci tutuklanır. Halen 390 bin Zenci, hapishanelerde ya da başka ceza kurumlarında hapsedilmiş durumdadır. Zenci mahpusların yarısı, 30 yaşının altındadır. Bugün idam edilmeyi bekleyen 1500 mahkumun % 45’i Zencidir. “Siyah Avukatlar Ulusal Konferansı”nın eski Ulusal Direktörü Lennx S. Hinds’in belirlediği gibi birkaç yüz dolar çalmaya kalkışan yoksul bir Zencinin hırsızlık suçundan ortalama 94 ile 138 ay arasında hüküm giyme ihtimali % 90’dır. Oysa zimmetine yüz binlerce dolar geçiren bir beyaz yöneticinin ortalama 20 ile 48 ay arasında hüküm giyme ihtimali sadece % 20’dir. Yani, suçlanan kişi kara derili olunca, adaletin gözü kör değildir ve kılıcı keskindir.(13) Türkiye’de Ortaçağ Sendromu’na yakalanmış kuş beyinliler Fransız Devrimi’ni yere göğe sığdırmazlar. Oysa Fransız Devrimi, İnsan Ve Vatandaş Hakları Bildirisi, köleliği olduğu gibi kabulleniyor ve onun sözünü bile etmiyordu.(14) Avrupalılar sömürüyü medenileştirmek olarak lanse ediyor ve şöyle diyorlardı: Sonuçta Keşişle kapitalist iki suç ortağı el ele verip dünya ülkelerini sömürmeye ve ülkeleri sömürgeleştirmeye başladılar. Şairler aydınlar sömürüyü bu manada anlıyor, böyle açıklıyorlardı. Yerli bir lehçenin yerine Fransızcayı, İngilizceyi, Hollanda dilini, Portekizceyi öğretmeye gidiyoruz diyorlardı.(15) Afrikalı Aşanti Kabilesi’nin Şefi kendi medeniyetinin nimetlerini öven İngiliz yetkiliye şöyle diyordu: (16) Afrika’da faaliyet gösteren bir İngiliz misyonerine, ihtiyar bir Afrikalının söylediği şu söz ne kadar manidardır! .. (17) Evet Avrupa zihniyeti köle olayına böyle bakıyordu. Peki İslam ve İslam topluluklarında köleliğe bakış ne idi. Bilalı Habeşi İslam olarak kölelikten kurtuldu ve Peygamber Müezzini şerefine nail oldu. Hem de Ş harfini S olarak söyleyebilmesine rağmen. Yani eshedü enne şeklinde okumasına rağmen. İslam Dini köleliği kaldırmak için özendirici tedbirler getirmişti. Kölelere yapılan insanca muameleler neticesinde azad edilen bazı kölelerin ailelerinin yanına gitmektense önceki sahibinin yanında kalmayı tercih ettiklerine şahit olunuyordu. Kur’an’ın El-İnsan Suresi’nde Müslümanlar için “Allah sevgiyle kendilerinin arzuladıkları yiyecekleri dahi fakir esire, yetime yedirirler” denmektedir. Aşağıdaki üç Hadisi Şerif İslam’ın köle ve esirlere bakışını net olarak ortaya koymaktadır. “Onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah onları sizin elinize bırakmıştır. Allah kimin elinin altında böyle bir kardeşini bırakmışsa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin ve ona gücünü dışında olan zor işleri yüklemesin. Şayet zor bir işin yapılması gerekiyorsa kendisi de ona yardımcı olsun” Bir rivayete gör Ebu Mes’ud El-Ensari der ki: “Benim olan bir köleyi dövüyor idim. Arkamdan: Ey Ebu Mes’ud, bil ki senin ona yeten gücünden, Allah’ın gücü sana daha yeterlidir.” Diyen bir ses işittim. Döndüm baktım ki, söyleyen Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed’dir. Hemen: “Ey Allah’ın Resûlü, onu Allah rızası için derhal hür bırakıyorum.” Dedim. “Eğer hür bırakmamış olsaydın, Cehennem sana muhakkak uğrayacaktı.” Diye cevap verdiler. “Kölesini öldüren kimseyi öldürürüz. Kölesini hapis eden kimseyi hapis ederiz. Kölesini hadımlaştıran kimseyi hadımlaştırırız.”(18) Bizim bu bakışımızı hayranlıkla ifade eden Avrupalılarsa şöyle diyorlar: Fransız yazar D’Ohsson, 1791’de Paris’te yayınladığı Tableau General De L’Empire Othoman isimli eserinin 4. cildinin 381. sayfasında şöyle diyor: “Dünyada esirlere, kölelere, cariyelere ve hatta kürek mahkumlarına Müslüman Türklerden daha iyi muamele den bir millet daha yoktur.” Türk ve İslam düşmanlığıyla tanınan Baron De Tot 1785 yılında yayınlanan Memorye Surles Turcs isimli eserinin 2. cildinin 251. sayfasında şöyle demektedir: “İtiraf etmeliyiz ki, köleleriyle cariyelerine fena muamele edenler yalnız Avrupalılardır.”(19)
(1) Büyük Larousse Sözlük Ve Ansiklopedisi 14. Cilt (2) Thema Larousse Tematik Ansiklopedi 1. Cilt (3) Anabritannica Ansiklopedisi 13. cilt (4) Junior Larousse Temel Bilgi Ansiklopedisi 3. Cilt (5) Batının Darağacında İsyan (Recep Şükrü Apuhan) (6) İslam’ın Va’dettikleri (Prof. Dr. Roger Garaudy) (7) Mesaj Dergisi Sayı 61 (8) Kızılderililer (Claude Fohlen) (9) Mesaj Dergisi Sayı 61 (10) Junior Larousse Temel Bilgi Ansiklopedisi 3. Cilt (11) Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi 13. Cilt (12) Tarih Şuuru (Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma) (13) Vahşi Batı (Dr. Sedat Dereci) (14) Yaşayanlara Çağrı (Prof. Dr. Roger Garaudy) (15) Medeniyet Tarihi 1. Cilt (Dr. Ali Şeriati) (16) Thema Larousse Tematik Ansiklopedi 2. Cilt (17) Yalan Söyleyen Tarih Utansın 1. Cilt (Mustafa Müftüoğlu) (18) İslam Ve emperyalizm (Prof. Dr. Seyyid Kutub) (19) Sosyalizm Bitti Laiklik Alır Mıydınız (Yavuz Bahadıroğlu)
-
Dominik Cumhuriyeti (Dominican Republic)
Başkent Santa Domingo Nüfus 7.826.000 Yüzölçümü 48.443 km2 Komşuları Batıda Haiti Önemli Şehirleri Santo Domingo, Santiago de Los Caballeros Din %95 Katolik Dil İspanyolca Yönetim Biçimi Temsili Demokrasi
ACILARLA DOLU KISA TARİHİ
Tarih: 1492'de Kolomb oraya ulaştığında Hispanida adasında Carib ve Arawak Hintlileri yerleşmişti. 1496'da kurulan Santa Domingo kenti yarıkürede Avrupalılarca yerleşilmiş en eski insan ticaretinin ve köleciliğin ve vahşi kapitalizmin sömürge alanıdır.
1697'de adanın batısındaki 1/3'lük kısmı Fransa'ya devredildi. Santa Domingo 1795'te Fransa'ya katıldı. daha sonra ingiliz misyonerleri geldi. Haitili lider Toussant L'Ouverture 1801'de burayı ele geçirdi. 1803-1821 arasında pek çok yerli cumhuriyet belli aralıklarla kurulup kalktı. 1822-1844 arasında Haiti bölgeye tekrar egemen oldu ve 1861-63'te İspanyol işgali gerçekleşti.
1916'dan anayasal çerçeveden seçilen hükümetin başa geçtiği 1924'e kadar ülke Amerikan donanmaları tarafından işgal altında tutuldu. 1930'da Gen. Rafael Leonidas Trujiollo Malina devlet başkanı seçildi. Trujillo 1961'de uğradığı suikaste kadar ülkeyi zorbalıklar yönetti. 1960'ta Trujillo tarafından atanmış olan başkan Joaguin Balaguer 1962'de baskılara dayanamadı. 33 yıl içinde yapılan ilk özgür seçimlerde seçilen Juan Bosch; 1963'te devredildi. 24 Nisan 1964'te Bosch taraftarları ve komünistleri de dahil olduğu diğer bazı gruplar ayaklandı. Dört gün sonra Amerikan donanması Bosch yanlısı güçlere müdahale etti. Daha sonra beş Güney Amerika devleti tarafından oluşturulan barış koruma güçleri gönderildi. Haziran 1966'da Balaguer'in Bosch'u yendiği seçimleri geçici bir hükümet denetledi. Balaguer sonraki 28 yıl boyunca görevde kaldı, ancak Mayıs 1994'te yeniden seçilmesinde hile yapıldığı ortaya çıkınca 1995'te yeni seçim yapma sözü verdi. bugün hala alaca karanlıktır dominik'in çehresi...
Adını bilemediğim bir yalnızlık Adını koyamadığım bir hasretlik Dudaklarımdan dökülürken titreyen kelimelersin Sen adı övülmüş efendimsin Sen güllerin efendisi Ahmetsin, Sen sevgililer sevgilisi Muhammedsin Sen yerin titrediği bir yürüyüş Sen göğün öpmek için eğildiği gülüşsün. Gözlerimden dudağıma yaşlar düşerken Sen dudağımda kokan gizli cennetsin. Bir çocuk eli uzanıyorken damlalarıma Filistinli bir ananın avuçlarında dua oluyorsun Bir bebek ağlıyorken Grozni sokaklarında Sırtını sıvazlayan bir el oluyorsun Bugün doğum günün Ey Nebi! Bir ışık gibi ufkumuzda doğuyorsun. Rengarenk mumlarla süslü pastalar Rengarenk çiçeklerle süslü masalar Cennet kokusu çökmüş buhurdanlar Ve çocuklar... Sudanlı,Bosnalı,İstanbullu çocuklar Kulak ver rüzgara,dinle sesleri Ey Nebi! Filistinli çocukları duyuyor musun Iraklı,Çeçenyalı,Türkistanlı çocukları Melekler el çırpıyor çocuk seslerine Salavatlar getiriyorlar hep bir ağızdan Selam olsun sana Ey Nebi nidalarıyla Küçücük avuçlarında küçücük yürekleriyle. Üfle mumlara soğusun dudaklar Üfle küçük yüreklere sönsün ateşler Gözlerinden gözlerimizi Ellerinden ellerimizi Dudaklarımızdan kokunu silme Efendim Ellerimiz bağrımızda dürülü Yüreğimizde tağuti kilitler varken Bizi bizimle bırakma Efendim Bizi sensiz bırakma Efendim. Bugün doğum günün safalar getirdin Efendim Bugün kutlu gelişin, kutlu olsun Efendim...
Ümmedi MUHAMMED ' in doğum günü kutlu olsun...
Her sabah; güne RESUL'ü anarak başlamak,
O'na olan aşkınızı, diri tuttarak,
O'na olan sevgimizi bir nur misali büyüterek,
Şairinde dediği gibi; kılıcında bir dirhemde taş olabilmek için...
Allahumme Salli Ala Muhammedin ve Ala ali Muhammed Allahumme Salli Ala Muhammedin ve Ala ali Muhammed Allahumme Salli Ala Muhammedin ve Ala ali Muhammed
Ey filistin benim ne ordularım var seninle birlikte senden yana çarpışacak! Ne bir yardım paketiyim önüne serilip sana faydalı olacak! Ben gözlerden akıp da gönüllere ulaşan yaşlarla ıslanmış bir DUAYIM... Mü'minin gerçek silahıyım! Bütün müslüman kardeşlerimin kısık sesli feryadıyım... Çok güçlüyüm, hem de çok... Ben mü'minin gerçek silahı DUAYIM! Her saniye Filistindeyim ve benim Filistinde atar kalbim...
Biz gaybe, ahiret gününe iman ettik... Dün olduğu gibi, bugün de, yarın da Allah (cc) bizi, mallarımızla, canlarımızla ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir... O, her şeyi görmekle, duymakta ve bilmektedir. O, kadir-i mutlaktır! Yalnız Ondan yardım diler ve yalnız O'na sığınırız. O, bizim ilahımız ve Rabbimizdir... Biz, Müslümanlardanız elhamdülillah; malım, canım, sevdiklerim Allah (cc) yoluna feda olsun! ... O ' da böyle söyleyen müslümanlardandır inşaAllah...
Keşke hepimiz sizin kadar duyarlı ve bilinçli olabilseydik...
Allah'tan korktuğumuzu iddia ettiğimiz halde Allah'tan başka herşeyden korktuk. Fakirlikten, kavgadan, mücadeleden, hastalıktan,polisten,hapisten, ABD'den,Rus'tan, fedakarlıktan, cihattan.... Herşeyden.... Bir gün gerçekten Allah'tan korktuğumuzda her şey çok farklı olacak!
Yahudi bu zulmü yapabilmezdi; Her yeri Filistin yapabilseydik! Müslümanlar böyle bakabilmezdi; Sadece Allah’a tapabilseydik! _H.Osman SARAÇ
20.11.2017 - 22:01
Site arkadaşımız Bayan Nurcan Avcı
** DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN..**
20.11.2014 - 13:18
❤ Mutlu ❤ Huzurlu ❤ Bir❤ Yıl ❤ Olsun❤ ღ
ღ ❤ ╚ ═ ═ ═ ═ ═ ═ ═ ═ ೋ ღ ❤ ღ ೋ ═ ═ ═ ═ ═ ═ ═ ═ ❤ ღ
Güne iyi başla,
Üzgün olma,
Nefret etme,
Aşkı yaşa,
Yaşamı sev,
Dünü unut,
Işığını yansıt,
Ne olursa olsun gülmeyi unutma... diyerek güzel bir gün ve yeni yaşın sana sağlıklı mutlu vede sevdiklerinle birlikte neşe içinde olması dileğimle
20.11.2014 - 11:27
Merhaba... Doğum gününüz kutlu olsun... Nice Mutlu Yıllara... Şiir tadında mutluluklar size... Saygı ve sevgilerimle...
KIRIK KALP
Kırıktı…
Gölgelerin üzerine kapanan
Pencerenin bir kanadı,
Aradan geçen rüzgâr
Islık çalıyordu derinden…
Gökkuşağının;
Yedi rengine bölünen
Hüznüm saklıydı kalbimde,
Hızlıca nefes alışımın
Çırpınışı vardı göğsümde…
Uzun bir gecenin;
Kısa notlarını tutuyordum
Titreyen ellerimde,
Sanki karanlık geceye
Sözümü geçirebilircesine…
Kırık bir düş idim;
Gecenin gülleri solan
Hüzün saklı bahçesinde,
Anne yüreği pırıltısına
Saplanıp kalırdı gözlerim…
İbrahim SOYALAR
20.11.2013 - 19:36
Sevgili antoloji arkadaşım;
Doğum gününüzü en içten dileklerimle kutlar, yaşam boyu başarı ve mutluluklar dilerim.
Hayat sevgi kadar güzel aşk gibi güçlü olsun..
Doğum gününüzün anısına ** RÜYA ** gibi şiirimin şarkısını aşağıdaki linkten dinlemek ister misiniz?
http://www.ibrahimyilmaz-siirleri.com/bestelenen-1.html
** RÜYA GİBİ **
Rüya gibi uçup bitti
O güzelim mutlu anlar
Bir hayaldi geçip gitti
O sevecen tatlı yıllar.
Mazideki o yıllara
Şöyle dönüp bir baksana
Sarhoş eden duygu gibi
Alır bizi kollarına.
Solmaz denen güzellikler
Hep yalanmış yalan meğer
Hayat denen tüm gerçekler
Bir anlık rüyaymış meğer.
Nerde şimdi nerde kaldı
Yalan olan çocukluğum
Bir yıldızdı kaydı gitti
Aşka kanan o gençliğim.
Kutlu olsun doğum günün
Mutlu olsun melek yüzün
Aşkla gülsün bütün ömrün
Sevip sarsın petek gönlün.
İbrahim Yılmaz
Güfte: İbrahim Yılmaz
Beste:Ersin Kayışlı - Mustafa Açıkgöz
Okuyan: Mustafa Açıkgöz
Not:bu şarkının yasal telif hakları mevcuttur.
Bestekar saygıdeğer Ersin Kayışlı hocama ve şarkıyı okuyan saygıdeğer Mustafa Açıkgöz kardeşime sonsuz teşekkürlerimi sunarım...
Ayrıca ANTOLOJİ sayfamdaki şiirlerimi okuyup yorum yaparsanız çok mutlu olurum.
Tekrar nice mutlu yıllar diler. Akçaydan selam ve sevgilerimi iletiyorum.
İbrahim Yılmaz
20.11.2013 - 11:19
? Mutlu? Huzurlu? Bir? Yılın? Olsun? ? L = = = = = = = = = =? ? ? ? ? = = = = = = = = = =? ? Güne iyi başla, Üzgün olma, Nefret etme, Aşkı yaşa, Yaşamı sev, Dünü unut, Işığını yansıt, Ne olursa olsun gülmeyi unutma... diyerek Yeni yaşının sana sağIık, mutIuIuk ve huzur vermesi diIeğiyIe. Doğum günün kutIu oIsun.
güzel bir yıl olması dileğimle ist dan mrb AHMET
20.11.2012 - 22:10
Bir yıl daha bitti, ama sakın üzülme zaman çabuk geçiyor diye... Unutma ki herkes aynı şeyi yaşıyor. Bu yılın sonunda geriye baktığında umarım 'harika bir yıldı' dersin.. Tüm dileklerinin gerçekleşmesi dileğimle.. Nice yıllara...
28.03.2012 - 00:20
Merhaba Nurcan hanım
geçenlerde Sayın Bayan gül Witt hakkın da yazmış olduğunuz, aşağıdaki metni okumuş bulundum ve çok üzüldüm.
Ortada anlaşılmayan bir mesle var ise, direkt birbirinize yazsanız daha iyi olurdu diye düşünüyorum.
Çünkü bir TV kanalında izlediğim kadarıyla,
Bayan Gül Witt dünya çapında tek bir Türk kadını olarak, din, ırk, ülke ayrıt etmeksizin, yıllarca tek başına savaş ve afet bölgerinde hizmet vermiştir ki, ALLAH'ta daima onun yanında olmuştur.
Ve eserlerinde anlatılan esragengiz olaylar yaşamış ve intizarlarıda oldukça güçlüdür.
Ne yazık ki, Çeçenistan'da Rus savaşında gönüllü hizmet veriken, yaralanmış ve bir süredir sandalya mahkumu olmuştur.
Bu konuda niyetim sadece sizi uyarmaktır.
Zira onun intizarını alan hiç kimsenin yüzü gülmemiştir.
Ne demek istediğimi anladığınızı umarım.
Saygılar
.....................................................................................
Kınama... Gül Witt ve benzerlerine...
Son zamanlarda bilgim olmadan adımın sürekli lanse edilmesi, şiirlerimin taklit ve çalıntıya maruz kalması akabinde bugün hiç karşılaşmadığım yeni ve mesnetsiz bir iftira ile karşı karşıya olmam sebebiyle bu yazıyı sayfama asma gereği duydum.
Anlayamadığım bir şey var ki, başta sorma gereği duyuyorum; popülerlik gibi bir amacı olmayan, kendisine hiçbir zaman tam anlamıyla şair ya da yazar demeyen, sloganı ‘ kalemim olgunluk tahsilinde’ olan (bu da sagopa kajmerin sözüdür, alıntı yapmak etik bir olay) , yeni şiir astığında artık duyuru bile geçmeyen, yorum talebinde bulunmayan, kimseye yorum yazacak vakti bulunmayan beni mi buldunuz merak ediyorum? Taklitçilik ve hırsızlık kişilik bozukluğu olan, kendini değersiz bulup başkalarının pohpohlamasına ihtiyaç duyan zayıf insanların işidir. Benim ise hayatımın hiçbir döneminde pohpohlanmaya ihtiyacım olmadı. İlk şiirimi 5. sınıfta dedemin vefatı sebebiyle yazmıştım. Daha sonra okul yıllarımda çeşitli dereceler aldım. Lise yıllarında okuluma kupa dahi kazanmışlığım vardır.Araştırmak isteyene okul ismimi verebilirim.Nurcan Avcı kimdir diye sormanız yeterlidir! Çocukken başlayan yazma tutkum, zamanla gelişmiş bir amaç halini almıştır.
Şimdi…
Bahsi geçen Nuveyba adlı şiirime dikkatle bakanlar göreceklerdir ki; Derece notu altında “NUVEYBA:Şuan da Mısır sınırları içerisinde kalan Filistin toprağına yakın bir yerleşim merkezi ve bir liman kenti. Selahaddin Eyyubinin Kudüsü fetih hazırlıklarında ana merkez üssü olarak kullandığı yerlerden biri. Oradan bakıldığında mazlum ve mahkum Filistin toprakları gözüküyor. *Bu şiir Mustafa İslamoğlu Hocamızın Nuveyba adlı şiirini kendi sesinden dinlerken ağlayarak yazılmıştır. Bu duyguyu anlamanız için dinlemenizi tavsiye ediyorum.” Böyle bir not düşülmüş.Dikkat çeksin diye de üç yıldız koymuşum. Gözleri görmeyen bir insana gözlük tavsiye edilir, zan ve ön yargıyla çarpık bakan bir akla ne önerilir siz takdir edin!
Olayın trajikomik boyutu ise, eğitim seviyemi sorgulayan bu zihniyetin, 24 yaşında hiç tanımadığı, eğitimini, kültürünü, hayata bakışını, kişiliğini, karakterini tanımadığı bir insana ‘nurcancık’ diye hitap ederek üslubunda ki saygısızlıkla kendi eğitim seviyesini aşikar etmesidir. Tanımadığı bir insana peşin hükümlerde bulunan bir insanın kuyruk acısı olduğu, bana değil inancıma saldırdığı açık ve nettir. Kimsenin inancı görüşü beni ilgilendirmediği halde, kişinin profiline baktığımda sorunun ne olduğunu çözmüş bulunmaktayım.
Bir başka hususta; Mustafa İslamoğlu benim çok uzun yıllardır okuduğum bir alimdir. Şiir yazdığını öğrenmem ise lise son sınıfta değerli hocamın bana Divan adlı şiir kitabını hediye etmesiyle öğrendiğim bir durumdur. Çok fazla şiir okumamakla birlikte ilgi alanım fikri kitaplardır. Bahsi geçen isimlerin bazılarını bile ilk defa duyuyorum. Nuveyba adlı şiirimi yazdığımda Mustafa İslamoğlu’na göndermiş ve eğer şiirime aynı ismi koymamı takdir etmediği halde değiştirip hatta komple kaldıracağımı da yazmıştım. Aldığım inanç, terbiye, eğitim, başkalarının hakkına girmememi, duruşumu, kişiliğimi belirlemiştir. Bu nedenle asla yapmayacağım şey kul hakkıdır. İnancım en büyük güvencemdir.
Son söz;
Kendini edebiyat şövalyeliğine adadığını söyleyen, bir profesör edasıyla kendini birşey sanarak ahkam kesen, esasen sürekli vurguladığı cahillik kelimesine cuk oturan bu zihniyeti kınıyor, attığı mesnetsiz iftira ve kullandığı küçültücü üslubu sebebiyle özür dilemediği takdirde gerekli yasal işlemleri yapacağımı belirtiyorum.
Düğünüme sayılı günler kala böyle boş işlerle beni meşgul ettiği için ise asla hakkımı helal etmeyeceğimi beyan ediyor ve gereğini sizlerin takdirine bırakıyorum.
Saygı ile..
Nurcan Avcı
20.11.2010 - 00:17
_(¯`v´¯)
♥ _K____(¯``✿ ´´¯) __(¯`v´¯)
♥ _U____(_.^._) __(¯``✿ ´´¯)
♥ _T_______(¯`v´¯) ´_(_.^._)
♥ _L______(¯``✿ ´´¯) (¯`v´¯)
♥ _U_______(_.^._) (¯``✿ ´´¯) ..
♥ ____(¯`v´¯) _____ (_.^._) _(¯`v´¯)
♥ _O_(¯``✿ ´´¯) __(¯`v´¯) __(¯``✿ ´´¯)
♥ _L__ (_.^._) __(¯``✿ ´´¯) ___(_.^._)
♥ _S____ (¯`v´¯) ´(_.^._) __(¯`v´¯)
♥ _U___(¯``✿ ´´¯) _ ___(¯``✿ ´´¯)
♥ _N___(_.^._) _ ______ (_.^._) `•.¸
★ `•.¸)
¸.•) ´
.•´ ★
★ `*.*´¨)
¸.•´¸.•*´¨) ¸.•*¨)
(¸.•´ (¸.•` * *» ☆ .•°•.•.★ :: *¸.•´¸*.•*´¨) *¸.•*¨) ¸*.•´*¸.•*´¨) *.*¸.•´¸*.•*´¨)
Doğum gününüz Kutlu olsun *¸.•´¸*.•*´¨)
..*¸.•´¸*.•*´¨) *¸.•*¨) ¸*.•´*¸.•*´¨) *
.Sevgiyle
...Umutla
...Saygıyla
...Huzurla
...İnançla
...Dünyanın tüm güzellikleriyle yaşanacak nice doğum günlerine,,,
KUTLU OLSUN
SAĞLIKLI HAYIRLI UZUN ÖMÜRLER DİLERİM
İHVANİ PAYLAŞIM PLATFORMU
15.02.2010 - 13:45
♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ ..♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ ..♥ .♥ .♥ .♥
Değer verdiğimiz kardeşimiz saygıdeğer bir şahsiyettir
Etkili ve seviyeli paylaşım atmosferi
İHVANİ PAYLAŞIM PLATFORMU –Değerli bir üyesidir
Kendisiyle paylaşım yapmaktan onur duyarız …….
♥ ♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ ..♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ .♥ ..♥
05.01.2010 - 16:50
Merhaba,
Gazze konulu şiir yarışmasında 3. olan Şehr-i Matem isimli şiirinizi okudum, tebrik ederim, yüreğinize sağlık...
20.11.2009 - 22:08
Doğum günümü kutlayan herkese çok teşekkür ederim.
APPAN ARHAKARSS 1 rumuzlu beyefendi hangi amaçla bu yazıyı yazdınız anlayamadım... Lütfen bu tür şeylerle profilimi işgal etmeyiniz...
20.11.2009 - 08:34
Doğum** **Gününüzü** **Kutlarım! .***
Doğum Gününüzü Kutlarım! ...
En güzel günler sizin olsun..
nice senelere...
bu vesile ile sizi kurucusu olduğum Osmanlı Torunları adlı grubu/N/muza bekliyorum....
grup adresi: http://gruplar.antoloji.com/osmanli-torunlari/
selam ve dua ile..
Doğum Günü Hediyesi Olarak Şiirimi Kabul Buyurun.
selam ve dua ile..
Ölümsüz Değilim…(Doğum Günüm Anısına...)
ölümsüz değilim, bir faniyim, ben,
benliğin en ücra köşesindeyim...
faili meçhuldüm bilmem ki neden...
fukara telaşı, endişesiyim...
leş yiyen kargalar, kondu başıma,
ve bana anlattı, leş olduğumu...
isterseniz yazın mezar taşıma,
benim nasıl bir kalleş olduğumu...
hayır, hayır kalleş değilim hayır...
suçumu anlatan dili kestiler
gövdemden kellemi istersen ayır,
kalleş değilim ben, kalleş dediler...
insan olmak hüznü, kucaklamaktır…
ellerin kor alev gibi yansa da…
küllerini umarsız savurmaktır…
geride bulanık düşler kalsa da…
sonra sokak yanar, evler tutuşur,.
kara bulut dolar göğüme benim…
beyazlar içinde giden kavuşur.
kimse inanmaz öldüğüme benim…
Kenan YÖRDAN.
**Doğum Günüm Anısına(21 Temmuz1982)
16.07.2008; Çarşamba.
20.11.2009 - 06:31
DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN. MUTLULUK VE BAŞARILAR DİLERİM. SAĞLIKLI VE AFİYETLİ GÜNLERİNİZ OLSUN. BAHTINIZ VE YOLUNUZ AÇIK OLSUN. CUMANIZ MUBAREK OLSUN
20.11.2009 - 00:09
♥ (¯`´•.¸(¯`´•.¸ _______ღ ♥ ღ _______ ¸.•´´¯) ¸.•´´¯) ♥
♥ -==-♥ °°DOGUM GÜNÜNÜZ°°♥ HAYIRLI OLSUN-==-♥
♥ (_¸.•´´(_¸.•´´_¯¯¯¯¯¯¯ღ ♥ ღ ¯¯¯¯¯¯¯ `´•.¸_) `´•.¸_) ♥
DEĞERLİ KARDEŞİM DOĞUM GÜNÜNÜZ HAYIRLARA VESİLE OLSUN
RABBİM SAĞLIKLI HAYIRLI UZUN ÖMÜRLER VERSİN İNŞ
14.11.2009 - 21:52
Yusuf Bey;
Benim kimseyle kişisel problemim olmadı, olmazda. Burada Allah rızası için bulunuyorum. Varsa hakkım helal olsun. Sizde helal edin inşaallah.
14.11.2009 - 13:01
nurcan avcı kardeşimle geçmişte bazı sıkıntılarımız oldu bu sebepten ötürü kendisinden özürdilerim ve hakkını helal etsin
09.08.2009 - 16:23
SAYGIDEĞER ARKADAŞIM;
**** GÖRÜNMEYEN DÜNYA *** ŞİİRİMİ OKUYUP YORUM YAZMAK İSTERSENİZ 1. SAYFAMDA GÖRÜŞLERİNİZE SUNMUŞ BULUNMAKTAYIM....AKÇAYDAN SELAM VE SAYGILARIMLA MUTLU TATİLLER DİLERİM...İBRAHİM YILMAZ..
** GÖRÜNMEYEN DÜNYA **
Görünen dünyamızda güya işler tıkırında sanırsın
Hesap sorulamaz doğan günün üstündeki yelpazeye
Yalpalamaz seken kurşunun hedefe uzanan menzili
Görkemli mabetleri andırır kâşanelerdeki hayatın renkleri
Sensiz kımıldamaz yaprağın damarlarında dolaşan iksir
Çok kere anlamlı kıldığımız hayat bize merhaba demez
Gülümsemez ölümün taze çiçeğinde solan son nefesimiz
Bahtiyar bir fantezi sanırsın aklında yer eden ömrünün ihtiraslarını
Hâlbuki bir yalnızlık şarkısıdır gerçeğe boyun eğen hayatın son dansı.
Güneş göz kırpmazdı yüzüme çok zamandır kamışlar arasından
Unutulmuş bir merhametti gırtlağımda düğümlenen son sözüm
Buradan bakınca dünya alabildiğine karanlık ve yabandı aşka
Yabandı hoyrat akşamlarda ruhunun fiyakasının olmadığını bilmek
Hüküm verilmişti çok önceleri Londra da ruhum yoktu zaten
Bir lokma ekmeğin teridir ensemde hor bakan sesin sahibi
Milat olmadı hayatımda hiçbir zaman kamışın tadından başka
Tüm fanteziler zaten yasaktı bana ömrümde bayram olsa da olmasa da.
Rengimin kızgın ateşle dağlanmış mührü ele veriyor yaftamın anlamını
Ben emanet bir hayatın renklerini taşımışım alabildiğine yarınlara
Sessizce saklardım ezberimde tutamadığım insanlığımın mağlup kahrını
Eğer üzerine bastığım toprak bir ses vermeyecekse bir gün bana
Kahrıma ram olamam inandığım adaletin tecellisi gülmeyecekse bahtıma.
Karanlığın gölgesinde hüküm süren efendiler hiç görmediler beni
Zapt edilmiş topraklarda adanmış mutlak ruhlar sanırlardı kendilerini
Bir nebze sebze tohumu taşımak göreceli bir kalkışmaydı efendilerine
Yıldızların uzaklığı mıdır yoksa yakınlığı mıdır beni cezbeden geçek
Kayıp cennetin anahtarıydı çocukluğumun hayallerini süsleyen hasret
Vaat edilen cennetin cehennemiydi alnıma kazınan hayatın acıları
Sanki güneş sadece onları ısıtırdı onlarındı yeryüzünün şah damarları.
Köleler taşır saçlarımıza güneşin perçeminden düşen bir günün yükünü
Nice zaman oldu aşk yasaktı zaten ve envanterlerinde yoktu çilenin hüznü
Biteviye kahır üreten plantasyonlarda harmanlandım zulmün kasıklarında
Hiç kimse duymadı sesimi haykırdım yılların içinden insanlığın asaletine
Bir taşra bakışıydı bende asalet yufka yüreklerde ha bire günden güne palazlanan
Boğulmadım kara sayfalarında kalan tarihin üstü örtülü gerçeklerde hükümsüz olsam da
Geri vermedi kanatlarımı saygın kapitalin dev iştihasıyla dünyayı öğüten azameti
Benim kanımın doruğuydu görünen dünyanın nefesini ayyuka çıkaran hayatın merdivenleri.
AKÇAY- AĞUSTOS - 2008
İbrahim Yılmaz
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
---
Bu şiirin hikayesi:
SAYGIDEĞER ARKADAŞLARIM;
görünen bir dünya vardır bir de göremediğimiz bir dünya vardır..görünen dünyayı hepimiz görürüz ve tüm renkleriyle algılarız, ama önemli olan bir de göremediğimiz dünyayı görmeye ve algılamaya çalışmamız lazım geldiğine inanarak o zamanki göremediğimiz dünyadaki acıları yaşamış bir zenci kölenin gözünden dünyaya bakarak bu şiiri yazmaya çalıştım..
Geçen akşam yine bir tv kanalında Dominik’le ilgili bir belgesel izledim..Dominik ve Haiti Avrupalıların orta Amerika da 15.y.y da kurdukları ilk sömürge üssü olmuş..
Dominik’e önce İspanyollar gelmiş,sonra Fransızlar,derken İngilizler ve İngilizlerin misyoner teşkilatı müjdeyi yayma cemiyeti gelmiş bu yoksul fakat mutlu insanların vatanlarına,güya günahkar yerli halkın işledikleri günahlardan dolayı ruhlarını arındırmak için gelmişler.
Sömürgeciler Dominik de devasa şeker kamışı plantasyonları kurmuşlar.bu şeker kamışı tarlalarında öz vatanlarında köleleştirilen Dominikli ve Haiti’den getirdikleri bu zavallı insanlar bir dilim ekmek karşılığında köle olarak en zor koşullarda yıllarca çalıştırılmışlardır..öyle zor şartlarda çalıştırılmışlardır ki; Tarlada çalışan zenci bir kölenin yine tarlada gücünden yaralanılan bir öküzden daha değersiz olduğu sonucuna varılmıştır..öküzün hastalanmasında veteriner getirilirken hasta olan bir zenci için dr getirilmesine gerek görülmüyormuş..ingiliz müjdeyi yayma misyoner cemiyeti öz vatanlarında köleleştirilen bu zencilerin insan olamayacağına ve ruhlarının olmadığı sonucuna vararak bir rapor hazırlayıp..Londra daki yüksek Anglikan kilisesine yolluyor..ve bu yüksek kilisede tüm dünyaya bu raporu aynen kabul ederek zencilerin ruhlarının olmadığını resmen kabul ederek tüm dünyaya ilan etmişlerdir..işte bugün özgürlük ve demokrasi havarisi kesilen vahşi batının insana yaklaşımı ve bakışı...ıraktaki vahşetten de anlamıyor muyuz..?
Bu Dominikli zenciler eğreti barakalarda yaşamaya mahkum edilmişler..karınlarının iyice doymayacağı kadar ekmek verilirmiş bu insanlara…hatta barakalarının önlerindeki bahçelerinde sebze ve meyve gibi ürünlerin yetiştirmeleri bile yasaklanmış ve bu yasağa uymamak efendilerine başkaldırı olarak kabul edilirmiş ve en ağır cezalara çarptırılırlarmış..amaçları bu köleleştirdikleri insanların kendilerine tam anlamıyla mahkum ve muhtaç bırakmak..
saygıdeğer arkadaşlarım üstadım M. Akifin şiiri aklıma geldi.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
-
*** KÖLE TİCARETİ ***
Haçlı Seferleri’nden itibaren Haç işareti Avrupalılar için altın ve servet getirirken, Avrupalı olmayan halklara kan, gözyaşı, vahşet, işkence ve ölüm yağdırmıştır. Bizlere kahraman olarak yutturulan Kolomb, macelland ve Vasko dö Gama gibi insanlık düşmanları keşfettikleri yeni topraklara ilk iş olarak devasa Haç dikerlerdi. Bu işaret o bölgede yaşayan zavallı yerliler için işkence ve zulmün başlatılacağını ve kısa süre sonra yağmur gibi ölüm yağacağını göstermekteydi. Zavallı yerli halk bunu nereden bilebilirdi? Alt tarafı birbirine çakılmış iki parça ağaç değil miydi?
Yakın tarihlerde, Amerika’da, bir devasa tahta haç dikilmiş ve ateş de yakılmış ise, o civardaki zavallı Zenciler tirtir titremeye başlarlardı. Beyaz cübbeli ve kukuletalı Hıristiyan beyazlar, bu işaretten sonra Zenci katliamına başlarlardı. Tecavüzler, işkenceler, üzerine gaz dökülerek diri diri yakılmalar, asılmalar ve envai zulüm sabaha kadar devam ederdi. O yerleşim biriminde o gece devlet ve devlet güvenlik görevlileri adeta buharlaşarak yok olurlardı. Ta ki, sabah olup da, Ku Kulx Klan’cı eli kanlı katiller işkence zevkini tatmin etmiş ve çekilmiş olsunlar. Ya Kilise, evet Kilise’den de çıt çıkmazdı. Çünkü öldürülenler insan değildi. İsa beyazdı. Zenciler ise siyah köpeklerdi (!) Zaten çok çirkindiler. İncil de hayvanlara değil, insanlara gönderilmemiş miydi? Böyle zamanlarda Kilise yok olur, her halde bizim memleket Kilis’e giderdi!
Ku Kulx Klan, Amerika’daki Zencilere karşı Hıristiyan beyazların 1865’te kurdukları bir zulüm örgütüdür. 1867’de başına General Forrest getirildi. Eh ne de olsa işkence ve katliamı bir Amerikalı general kadar başka birisi bilemezdi. Kısa sürede üye sayısı 550 bin kişiyi buldu. Güya, Amerikan hükümeti bir müddet sonra bu örgütü yasakladı. 1915 yılında Atlanta’da Methodist Papaz William Joseph Simmons tekrar canlandırdı. Bu defa Papazlar seyirci değillerdi. Katliam emirlerini bizzat bir Papaz veriyordu.(1)
Zavallı Zencileri, Ku Kulx Klancıların ataları, 1500’li yılların başlarından itibaren kendi topraklarından ve milletlerinden zorla kopararak ta buralara kadar getirmişlerdi. Halâ ismine Köle Kıyısı denilen Gine Körfezi’nde 1482’de durulan Sao Jorge Kalesi köle ticaretinin başlıca üssü haline gelmişti. Afrika kıyılarında demirleyen, Hıristiyan beyazların gemileri yeterince Zenci avlanabilmesi için bir aydan bir yıla kadar beklerlerdi. Köle taciri gemilerinin yükleri 150 ile 600 kişi arasında değişiyordu. 21 ile 90 gün arasında değişen sürede Amerika’ya ulaşılıyordu. Erkek köleler isyan korkusuyla ya birbirlerine ya da güverteye zincirleniyordu. Geminin hacmini son haddine kadar değerlendirmek için gemilerde 183 cm uzunluğunda 41 cm eninde bölmeler bulunuyor, Zenci köleler balık istifi gibi bu bölmelerde yan yana diziliyorlardı. Ayağa kalkamayan ve sağa sola dönemeyen kölelerin bir çoğu ölüyordu. Normal şartlarda günde iki defa su ve haşlanmış pirinç, darı, irmik veya patates veriliyordu. Rüzgarların durduğu zaman yolculuğun uzayacağından verilen bu yiyeceklerden de kısılıyordu. Havalar iyi gittiği zaman Zenciler güverteye çıkarılıp havalandırılıyor ve hareket ettiriliyorlardı. Havaların bozuk olduğu zamanlarda havasız ve sağlıksız ambarlarda ateşli hastalıklar ve dizanteriden zencilerin % 13’ü hayatını kaybediyordu. Köle ticaretine “Üçken Ticaret” veya “Üç Köşeli Ticaret” deniliyordu. Köle tacirleri incik, boncuk, içki veya silah karşılığı kabile şeflerinden köle satın alır, bu köleler Amerika’da satılarak gemiler tropikal ürünlerle dolu olarak Avrupa’ya dönerlerdi. Köle tacirlerinin memleketleri olan Nantes, Bordeaux, La Rochelle, Bristol, Lizbon, Amsterdam ve Anvers bugünkü zenginliklerini köle ticaretine borçludur.(2)
Amerika, Virjinya’da 1681 yılında 2 bin Zenci köle varken 1850’lerde Amerika’daki Zenci köle sayısı 4 milyonu aşmıştı.(3) 16. yüzyılla 19. yüzyılın ortalarına kadar sadece Brezilya’ya getirilen Zenci köle sayısı 3,5 milyonu aşmıştı.(4) Toplam 15 milyon Zenci köleleştirilerek Amerika Kıtası’na götürülmüştü. Kölelerin can kayıpları da düşünüldüğünde Afrika’dan koparılan Zenci sayısı 25 milyonu buluyordu. Bu rakam o tarihteki dünya nüfusu göz önüne alındığında korkunç bir rakamdır. Milyonlarca can ailelerinden koparılarak alınmış demektir. Afrika Kıtası’nın nüfus dağılımı alt üst olmuş, Kongo gibi bir çok krallıklar yıkılmış, Benin Körfezi’ne kıyısı olan bölgeler terkedilmişti. Evet batılı rakamlar böyleydi. Ya Afrikalı rakamlar? Cezayirli Ahmet Bin Bela şunları söylüyor:
1492 ile 1800 yılları arasında 100 milyon Afrikalı öldürülmüştür.(5)
Bu tarihlerde İngiltere’nin nüfusu 3 milyon, İspanya’nın nüfusu ise 11 milyondur.
Fransız sosyolog Prof. Dr. Roger Garaudy ise şunları söylüyor:
10 ile 20 milyon arasındaki Zenciyi köle yapıp Amerika’ya götürmek için Avrupalılar, Afrika’da 100 ile 200 milyon Zenciyi öldürdüler.(6)
Gerçekte birer insan kasabı olan kaşiflerin, keşiflerinden kısa bir süre sonra yaptıkları katliamlar ve Avrupalıların taşıdıkları hastalıklar (Yerlilerin vücutlarında kıtada daha önce bu hastalıklar olmadığı için antikor sistemleri gelişmemişti) neticesinde Amerika Kıtası’ndaki yerli nüfusu yok denilecek seviyeye düşmüştü. İspanyol ve Portekizlilerin maden ocakları ve tarım alanlarında çalışacak insanlara ihtiyaç vardı. Kara yazgılı kara insanların Amerika Kıtası’na getirilişlerinin sebebi bu idi.
Zenciler doğrudan doğruya Afrika’dan Amerika’ya getirilmediler. Önce Antil Adaları’nda eğitimden geçiriliyor, Amerika’daki yaşam biçimine uyacaklarına kanaat getirildikten sonra Amerika’ya getiriliyorlardı. Bu dönemde İngiliz’lerin 13 değişik sömürgesinde beyaz köleler de vardı. Beyaz köle kısa bir süre için, Zenci ise ömür boyu köleydi. Hatta çocuklarına da geçiyordu kölelik. Bir kölenin vaftiz edilmesiyle yani Hıristiyan olmasıyla o çocuğun kölelik durumunun değişmeyeceği Virginia’da çıkarılan bir kanunda 1667’de karara bağlanır. Hıristiyan olmaları dahi durumlarını değiştirmeyecekti. Zenciler Amerika toprağına ayak basar basmaz pazarda satılan hayvanlar gibi işleme tabi tutuluyor, önce kime ait oldukları belli olsun diye kızgın demirle dağlanıyorlardı. Yük hayvanı gibi çalıştırılıyor, gemilerde kürek çektiriliyor, bir işe yaramayacak olanlarsa öldürülüyorlardı.(7)
1619’da ilk siyahlar, köleliğin, ticaretinin ve tarım plantasyonlarının ayrılmaz parçası ve de Kızılderililerin saf dışı bırakılmalarının başlangıcı olarak, bir Hollanda gemisinden Jamestown’a boşaltıldı.(8)
Yaşam koşullarının bozukluğu, beslenme yetersizliği nedeniyle karılarından ve çocuklarından ayrı yaşayan Zencilerin tarım alanlarında ömürleri ortalama 7 yılı geçmiyordu. Her türlü eziyete tabi tutulan, kamçılanan kölelerden kaçmaya teşebbüs edenlerin cezası bir bacaklarının kesilmesiydi. Bazı köleler mineral ihtiyaçlarını karşılamak için toprak yiyorlardı. Beyaz adam bunun da çaresini bulmuştu. Zenciler artık demir maske takmak zorundaydı.
1860-1865 iç savaşında her dört aileden birisinin kölesi vardı. Bunlardan en az yarısının da köle sayısı 10’un üzerindeydi. Güçlü beyaz efendi istediği kadar köle çalıştırabilmekteydi. Bu dönemde nüfusun % 7’si, Zencilerin % 75’inin kaderini elinde tutmaktaydı. Lousiana Anayasası’nda şöyle bir madde vardı: Richmond şehrinin bir kararnamesi ise: demekteydi.
Charston şehri ise Zencilerin sigara içmelerini ve baston kullanmalarını yasaklıyordu. Çünkü bu fiiler ancak şerefli insanların yapabileceği işlerdendi. Bu dönemde kanunlar nezdinde kölelerin ruh ve bedenleri efendisinin malı gibi sayılmaktadır. Bir köle beyaz efendisine şapka çıkarmayı unutursa hemen kırbaçlanıyordu. Okuyup yazmaları yasaktı. Zenci kadınlar efendilerinin ve misafirlerinin her türlü isteğine demek zorundaydılar. Bunlardan bir de köle sayısını artırmak için faydalanılıyordu. Dolayısıyla doğurgan bir köle kısır bir köleden daha pahalıydı.
19. yüzyılın sonuna gelindiğinde yarı özgür köleler vardı. Fakat bunlar da tam yurttaş sayılmıyordu. Kanaat şuydu: Özgür bir Zenci, özgür bir insan değil yarı hayvandır. Amerika adalet bakanlarından Roger Tany, 1857 yılında Yüksek Mahkeme Başkanı önüne gelen bir dava için şu kararı verecektir: Gerekçesi ise hayli ilginçtir: (9)
İpten kazıktan kurtulma Avrupalıların oluşturduğu Amerika’daki beyaz topluluğu genellikle bekârdı. Bu ise melezler sorununu doğurmuştu. İnka, Maya, Kızılderili, Aztek veya Zencilerle beyazlar arasında melez nesiller türemeye başlayınca insanlıktan nasibini almamış ırkçı Avrupalı bundan bayağı rahatsızlık duymuştu. Amerika Kıtası’nın bugüne kadar gördüğü en zalim insan(Eğer insansa) Cortes ve adamları, kendilerine sunulan Kızılderili kadınları kabul ediyorlardı. Doğal olarak melez çocuklar dünyaya geliyordu. Batılılara göre yenilgiye uğramış yerliler Avrupalıya göre aşağılık insanlardı. Aşağılık insanlardan türeyen melezler beyazlarla tabii ki bir olamazlardı. 18. yüzyılda, İspanyollar melezleşmeyle ilgili bir dizi terim oluşturdular. En tepe noktada üstün insan beyazlar vardı. Bir İspanyolla bir Zencinin oğluna “Melez”, Bir İspanyolla bir melez kadının oğluna “Marisco”, bir İspanyol erkek ile bir Marisconun oğluna “Albino”, bir İspanyol erkekle bir Albinonun oğluna “Tornatras” adı veriliyordu. İspanyolların ayrıcılığı bununla da bitmiyordu. Yeni Dünya’da doğanlara “Criollo” fakat İspanya’dan gelen İspanyollar hor görülen isimlerle çağırılıyordu. Meksika2da olanlara, beyaz gaga, yamak, acemi ve çaylak anlamına gelen “Gachupin” denirdi. Peru’da ise pancar suratlı anlamına gelen “Chapeton” diye çağırılıyorlardı.(10)
Şipşirin Afrika’sından asırlar boyu hor ve hakir bir şekilde, hayvanlardan daha kötü bir muameleye tabi tutularak Avrupa ve Amerika pazarlarında satılıp, ucuz işçi veya karın tokluğuna çalıştırılması bile çok görülüp İngiltere’nin yollarında, Fransa’nın maden ocaklarında, Amerika’nın uçsuz bucaksız tarım alanlarında ölünceye kadar köle olarak çalıştırılan bu siyah derili insanlar, sözde beyaz ırkla karışıp melezleşerek kozmopolit bir toplum meydana getirirler korkusuyla gerçekte ise, beyaz adamların Batı Afrika’da yapamayacaklarını, Amerika’da Amerkan dil, din ve kültürünü tamamen benimsemiş Zenci Amerikalıların eski vatanlarına kendi ırktaşları olan Liberylıları kısa yoldan medenileştirme(!) ve Amerika’nın hizmetine takdim etme ameliyesini ifa ettirme gayesiyle eski topraklarına geri getiriliyorlardı. İşte bu düşünceyle hayvanlar gibi gemilere doldurularak öz yurtlarından alınıp Yeni Dünya’nın insan pazarlarında satılan bu insanlar azad edilmiş Amerikalı Zenciler(!) olarak, efendileri tarafından (Latince Liber:Hür) hür ülke adı verilen Liberya’ya yine gemilerle, yine zorla getiriliyorlardı. 1862-1867 yıllarında yaklaşık 10 bin Amerikalı Zenci Liberya’ya getirildi. İşte bütün bu hususiyetlerinden dolayı Amerika’nın Afrika’daki bir vilayeti durumundaki Liberya, Batı Afrika’da Atlas Okyanusu kıyısında, Sierra Leone, Gine ve Fildişi Kıyısı ülkeleriyle çevrili bir cumhuriyettir. 1822 yılında Amerikan Kolonizasyon Derneği’nin(American Colonization Society) teşebbüsüyle Amerika’dan gönderilen azaldı Zenciler tarafından kurulan Liberya’nın başkenti Monrovia ise ismi Amerika’nın beşinci Cumhurbaşkanı James Monroe döneminde kurulduğu için cumhurbaşkanının isminden almıştır. Afrika Kıtası’nda kolonileştirilmemiş tek devlet(!) üğnvanına sahip olduğu gibi, 1957 yılına kadar Afrika’nın tek bağımsız devletiydi(!) (11)
Beyaz Hıristiyanlar dünyanın kanını emerken, bunun korkunç faturası mazlum milletlere çıkar. Afrika’da bulunan ve Dürüst İnsanların Ülkesi manasına gelen Burkine Faso(Yukarı Volta) yeryüzünde insan ömrünün en kısa olduğu ülkedir. Nüfusunun % 70’i 30 yaşın altında olan bu zavallı ülkede kadınların ortalama ömrü 44, erkeklerin ise 40’tır. Neredeyse Avrupalıların yarısı kadar. Haç, Dürüst İnsanların Ülkesi’ne genç yaşta ve yakışıklı ölmeyi getirmiştir! İnsansever Avrupalı köle isyanı korkusuyla köleliği kaldırmak zorunda kaldı. Kaldırdı da ne oldu? Hala Amerika’da Zencilerin adı “Kara Köpek”tir ve Zencilerin kiliseleri dahi ayrıdır. Günümüzde Amerika ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, halka açık tuvalaetlerin kapısınsda “Beyazlara mahsustur siyahlar giremez” yazısına sıkça rastlamak mümkündür.(12)
Halen Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl 2,2 milyon Zenci tutuklanır. Halen 390 bin Zenci, hapishanelerde ya da başka ceza kurumlarında hapsedilmiş durumdadır. Zenci mahpusların yarısı, 30 yaşının altındadır. Bugün idam edilmeyi bekleyen 1500 mahkumun % 45’i Zencidir. “Siyah Avukatlar Ulusal Konferansı”nın eski Ulusal Direktörü Lennx S. Hinds’in belirlediği gibi birkaç yüz dolar çalmaya kalkışan yoksul bir Zencinin hırsızlık suçundan ortalama 94 ile 138 ay arasında hüküm giyme ihtimali % 90’dır. Oysa zimmetine yüz binlerce dolar geçiren bir beyaz yöneticinin ortalama 20 ile 48 ay arasında hüküm giyme ihtimali sadece % 20’dir. Yani, suçlanan kişi kara derili olunca, adaletin gözü kör değildir ve kılıcı keskindir.(13)
Türkiye’de Ortaçağ Sendromu’na yakalanmış kuş beyinliler Fransız Devrimi’ni yere göğe sığdırmazlar. Oysa Fransız Devrimi, İnsan Ve Vatandaş Hakları Bildirisi, köleliği olduğu gibi kabulleniyor ve onun sözünü bile etmiyordu.(14)
Avrupalılar sömürüyü medenileştirmek olarak lanse ediyor ve şöyle diyorlardı: Sonuçta Keşişle kapitalist iki suç ortağı el ele verip dünya ülkelerini sömürmeye ve ülkeleri sömürgeleştirmeye başladılar. Şairler aydınlar sömürüyü bu manada anlıyor, böyle açıklıyorlardı. Yerli bir lehçenin yerine Fransızcayı, İngilizceyi, Hollanda dilini, Portekizceyi öğretmeye gidiyoruz diyorlardı.(15)
Afrikalı Aşanti Kabilesi’nin Şefi kendi medeniyetinin nimetlerini öven İngiliz yetkiliye şöyle diyordu: (16)
Afrika’da faaliyet gösteren bir İngiliz misyonerine, ihtiyar bir Afrikalının söylediği şu söz ne kadar manidardır! ..
(17)
Evet Avrupa zihniyeti köle olayına böyle bakıyordu. Peki İslam ve İslam topluluklarında köleliğe bakış ne idi.
Bilalı Habeşi İslam olarak kölelikten kurtuldu ve Peygamber Müezzini şerefine nail oldu. Hem de Ş harfini S olarak söyleyebilmesine rağmen. Yani eshedü enne şeklinde okumasına rağmen.
İslam Dini köleliği kaldırmak için özendirici tedbirler getirmişti. Kölelere yapılan insanca muameleler neticesinde azad edilen bazı kölelerin ailelerinin yanına gitmektense önceki sahibinin yanında kalmayı tercih ettiklerine şahit olunuyordu. Kur’an’ın El-İnsan Suresi’nde Müslümanlar için “Allah sevgiyle kendilerinin arzuladıkları yiyecekleri dahi fakir esire, yetime yedirirler” denmektedir.
Aşağıdaki üç Hadisi Şerif İslam’ın köle ve esirlere bakışını net olarak ortaya koymaktadır.
“Onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah onları sizin elinize bırakmıştır. Allah kimin elinin altında böyle bir kardeşini bırakmışsa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin ve ona gücünü dışında olan zor işleri yüklemesin. Şayet zor bir işin yapılması gerekiyorsa kendisi de ona yardımcı olsun”
Bir rivayete gör Ebu Mes’ud El-Ensari der ki:
“Benim olan bir köleyi dövüyor idim. Arkamdan: Ey Ebu Mes’ud, bil ki senin ona yeten gücünden, Allah’ın gücü sana daha yeterlidir.” Diyen bir ses işittim. Döndüm baktım ki, söyleyen Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed’dir. Hemen: “Ey Allah’ın Resûlü, onu Allah rızası için derhal hür bırakıyorum.” Dedim.
“Eğer hür bırakmamış olsaydın, Cehennem sana muhakkak uğrayacaktı.” Diye cevap verdiler.
“Kölesini öldüren kimseyi öldürürüz. Kölesini hapis eden kimseyi hapis ederiz. Kölesini hadımlaştıran kimseyi hadımlaştırırız.”(18)
Bizim bu bakışımızı hayranlıkla ifade eden Avrupalılarsa şöyle diyorlar:
Fransız yazar D’Ohsson, 1791’de Paris’te yayınladığı Tableau General De L’Empire Othoman isimli eserinin 4. cildinin 381. sayfasında şöyle diyor:
“Dünyada esirlere, kölelere, cariyelere ve hatta kürek mahkumlarına Müslüman Türklerden daha iyi muamele den bir millet daha yoktur.”
Türk ve İslam düşmanlığıyla tanınan Baron De Tot 1785 yılında yayınlanan Memorye Surles Turcs isimli eserinin 2. cildinin 251. sayfasında şöyle demektedir:
“İtiraf etmeliyiz ki, köleleriyle cariyelerine fena muamele edenler yalnız Avrupalılardır.”(19)
(1) Büyük Larousse Sözlük Ve Ansiklopedisi 14. Cilt
(2) Thema Larousse Tematik Ansiklopedi 1. Cilt
(3) Anabritannica Ansiklopedisi 13. cilt
(4) Junior Larousse Temel Bilgi Ansiklopedisi 3. Cilt
(5) Batının Darağacında İsyan (Recep Şükrü Apuhan)
(6) İslam’ın Va’dettikleri (Prof. Dr. Roger Garaudy)
(7) Mesaj Dergisi Sayı 61
(8) Kızılderililer (Claude Fohlen)
(9) Mesaj Dergisi Sayı 61
(10) Junior Larousse Temel Bilgi Ansiklopedisi 3. Cilt
(11) Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi 13. Cilt
(12) Tarih Şuuru (Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma)
(13) Vahşi Batı (Dr. Sedat Dereci)
(14) Yaşayanlara Çağrı (Prof. Dr. Roger Garaudy)
(15) Medeniyet Tarihi 1. Cilt (Dr. Ali Şeriati)
(16) Thema Larousse Tematik Ansiklopedi 2. Cilt
(17) Yalan Söyleyen Tarih Utansın 1. Cilt (Mustafa Müftüoğlu)
(18) İslam Ve emperyalizm (Prof. Dr. Seyyid Kutub)
(19) Sosyalizm Bitti Laiklik Alır Mıydınız (Yavuz Bahadıroğlu)
-
Dominik Cumhuriyeti (Dominican Republic)
Başkent
Santa Domingo
Nüfus
7.826.000
Yüzölçümü
48.443 km2
Komşuları
Batıda Haiti
Önemli Şehirleri
Santo Domingo, Santiago de Los Caballeros
Din
%95 Katolik
Dil
İspanyolca
Yönetim Biçimi
Temsili Demokrasi
ACILARLA DOLU KISA TARİHİ
Tarih: 1492'de Kolomb oraya ulaştığında Hispanida adasında Carib ve Arawak Hintlileri yerleşmişti. 1496'da kurulan Santa Domingo kenti yarıkürede Avrupalılarca yerleşilmiş en eski insan ticaretinin ve köleciliğin ve vahşi kapitalizmin sömürge alanıdır.
1697'de adanın batısındaki 1/3'lük kısmı Fransa'ya devredildi. Santa Domingo 1795'te Fransa'ya katıldı. daha sonra ingiliz misyonerleri geldi. Haitili lider Toussant L'Ouverture 1801'de burayı ele geçirdi. 1803-1821 arasında pek çok yerli cumhuriyet belli aralıklarla kurulup kalktı. 1822-1844 arasında Haiti bölgeye tekrar egemen oldu ve 1861-63'te İspanyol işgali gerçekleşti.
1916'dan anayasal çerçeveden seçilen hükümetin başa geçtiği 1924'e kadar ülke Amerikan donanmaları tarafından işgal altında tutuldu. 1930'da Gen. Rafael Leonidas Trujiollo Malina devlet başkanı seçildi. Trujillo 1961'de uğradığı suikaste kadar ülkeyi zorbalıklar yönetti. 1960'ta Trujillo tarafından atanmış olan başkan Joaguin Balaguer 1962'de baskılara dayanamadı. 33 yıl içinde yapılan ilk özgür seçimlerde seçilen Juan Bosch; 1963'te devredildi. 24 Nisan 1964'te Bosch taraftarları ve komünistleri de dahil olduğu diğer bazı gruplar ayaklandı. Dört gün sonra Amerikan donanması Bosch yanlısı güçlere müdahale etti. Daha sonra beş Güney Amerika devleti tarafından oluşturulan barış koruma güçleri gönderildi.
Haziran 1966'da Balaguer'in Bosch'u yendiği seçimleri geçici bir hükümet denetledi. Balaguer sonraki 28 yıl boyunca görevde kaldı, ancak Mayıs 1994'te yeniden seçilmesinde hile yapıldığı ortaya çıkınca 1995'te yeni seçim yapma sözü verdi. bugün hala alaca karanlıktır dominik'in çehresi...
11.04.2009 - 13:18
Değer verdiğimiz kardeşimiz saygıdeğer bir şahsiyettir
Etkili ve seviyeli paylaşım atmosferi
İHVANİ PAYLAŞIM PLATFORMU - Üyesidir
Kendisiyle paylaşım yapmaktan onur duyarız
08.03.2009 - 19:06
Adını bilemediğim bir yalnızlık
Adını koyamadığım bir hasretlik
Dudaklarımdan dökülürken titreyen kelimelersin
Sen adı övülmüş efendimsin
Sen güllerin efendisi Ahmetsin,
Sen sevgililer sevgilisi Muhammedsin
Sen yerin titrediği bir yürüyüş
Sen göğün öpmek için eğildiği gülüşsün.
Gözlerimden dudağıma yaşlar düşerken
Sen dudağımda kokan gizli cennetsin.
Bir çocuk eli uzanıyorken damlalarıma
Filistinli bir ananın avuçlarında dua oluyorsun
Bir bebek ağlıyorken Grozni sokaklarında
Sırtını sıvazlayan bir el oluyorsun
Bugün doğum günün Ey Nebi!
Bir ışık gibi ufkumuzda doğuyorsun.
Rengarenk mumlarla süslü pastalar
Rengarenk çiçeklerle süslü masalar
Cennet kokusu çökmüş buhurdanlar
Ve çocuklar...
Sudanlı,Bosnalı,İstanbullu çocuklar
Kulak ver rüzgara,dinle sesleri Ey Nebi!
Filistinli çocukları duyuyor musun
Iraklı,Çeçenyalı,Türkistanlı çocukları
Melekler el çırpıyor çocuk seslerine
Salavatlar getiriyorlar hep bir ağızdan
Selam olsun sana Ey Nebi nidalarıyla
Küçücük avuçlarında küçücük yürekleriyle.
Üfle mumlara soğusun dudaklar
Üfle küçük yüreklere sönsün ateşler
Gözlerinden gözlerimizi
Ellerinden ellerimizi
Dudaklarımızdan kokunu silme Efendim
Ellerimiz bağrımızda dürülü
Yüreğimizde tağuti kilitler varken
Bizi bizimle bırakma Efendim
Bizi sensiz bırakma Efendim.
Bugün doğum günün safalar getirdin Efendim
Bugün kutlu gelişin, kutlu olsun Efendim...
Ümmedi MUHAMMED ' in doğum günü kutlu olsun...
Her sabah; güne RESUL'ü anarak başlamak,
O'na olan aşkınızı, diri tuttarak,
O'na olan sevgimizi bir nur misali büyüterek,
Şairinde dediği gibi; kılıcında bir dirhemde taş olabilmek için...
Allahumme Salli Ala Muhammedin ve Ala ali Muhammed
Allahumme Salli Ala Muhammedin ve Ala ali Muhammed
Allahumme Salli Ala Muhammedin ve Ala ali Muhammed
10.02.2009 - 11:11
Ey filistin benim ne ordularım var seninle birlikte senden yana çarpışacak!
Ne bir yardım paketiyim önüne serilip sana faydalı olacak!
Ben gözlerden akıp da gönüllere ulaşan yaşlarla ıslanmış bir DUAYIM...
Mü'minin gerçek silahıyım! Bütün müslüman kardeşlerimin kısık sesli feryadıyım...
Çok güçlüyüm, hem de çok...
Ben mü'minin gerçek silahı DUAYIM!
Her saniye Filistindeyim ve benim Filistinde atar kalbim...
04.02.2009 - 12:52
Selam olsun Aksa'ya...
Selam olsun eli taş tutan çocuklara...
Selam olsun Kudüs davasını kendi davası edinenlere...
12.01.2009 - 14:12
Biz gaybe, ahiret gününe iman ettik... Dün olduğu gibi, bugün de, yarın da Allah (cc) bizi, mallarımızla, canlarımızla ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir... O, her şeyi görmekle, duymakta ve bilmektedir. O, kadir-i mutlaktır! Yalnız Ondan yardım diler ve yalnız O'na sığınırız. O, bizim ilahımız ve Rabbimizdir...
Biz, Müslümanlardanız elhamdülillah; malım, canım, sevdiklerim Allah (cc) yoluna feda olsun! ... O ' da böyle söyleyen müslümanlardandır inşaAllah...
03.01.2009 - 20:43
Keşke hepimiz sizin kadar duyarlı ve bilinçli olabilseydik...
Allah'tan korktuğumuzu iddia ettiğimiz halde Allah'tan başka herşeyden korktuk. Fakirlikten, kavgadan, mücadeleden,
hastalıktan,polisten,hapisten, ABD'den,Rus'tan, fedakarlıktan, cihattan.... Herşeyden....
Bir gün gerçekten Allah'tan korktuğumuzda her şey çok farklı olacak!
Yahudi bu zulmü yapabilmezdi;
Her yeri Filistin yapabilseydik!
Müslümanlar böyle bakabilmezdi;
Sadece Allah’a tapabilseydik! _H.Osman SARAÇ
29.11.2008 - 22:30
Kalem her geçen gün dah güzel şeyler üretiyor bunu seyretmekten büyük lezzet alıyorum
hayır işlerin çok munzur manileri olur
bazan çok yorulacaksın bazan kızacak bazan sevineceksin
hayatta böyle degilmi
asli memleketlerde daimi dostlara kavuşman dilegiyle
yolun açık olsun beyaz kalem
Toplam 41 mesaj bulundu