Kendi halinde, bazen huysuz, duygusal...
Emekli Türkçe öğretmeni.
Hastalıklıyım ama çaresi var. Tek ilacım Şiir.
-
aşk
27.04.2009 - 12:25Aşk denince her insanın aklına bir şeyler gelir. “İnsanın karşı cinse duyduğu ilgi, ondan aldığı elektrik, etkileşim, sevgi, tutkunluk, etkilenmek vs...”Peki bu mudur aşk? Onu tanımlamak, belli kalıplara sokmak, galiba zamanı duvara perçinlemek gibi bir şey olsa gerek.
Düşünürler, şairler, yazarlar her dönemde aşkı tanımlamaya çalışmışlar ama başaramamışlar. Hatta kara sevdalı âşıklar bile nasıl bir şey olduğunu anlayamamışlar. Sadece hoş olmuşlar derdiyle. Mecnun olmuş düşmüşler çöllere, delmişler dağları Ferhat olmuş.
“Aşk derdiyle hoşem, el çek tabip yaremden.” Diyen âşık, aşkın huzur veren ateşi ve çaresizliğini ne kadar güzel dile getirmiştir. Böyle bir dize tanımlamaya değil ama anlamaya yeter de artar bile aşkı.Şayet aşk tanımlanabilseydi edebiyat, matematik, fizik gibi çerçeve içerisine alınırdı ki maalesef bugün böyle bir tanım yok. Yapanlar olmuş bu tanımı ama bu tanımların hiç biri birbirine uymamış. Zaten uyması da beklenemez. Ortak bir tanımda birleşmek demek iki şehir arasında yolculuk etmeye benzerdi. Bu sebeple Ben de burada aşkı tanımlamaya kalkışmayacağım. Sadece ve özellikle son zamanlarda güzel dilimiz Türkçe’de yaşanan kavram kargaşalarına dikkatlerinizi çekerek AŞK sözcüğünün kutsallığını ve temizliğini analiz etmeye çalışacağım.
Milletçe dikkatimizi çeken kültür ve ahlak kunduzu magazin programlarında sıkça geçen bir cümle vardır.”Falanca, filancayla bilmem nerede aşk yaşıyor.”Yaşasınlar. Kimsenin yaşam biçimine karışacak değiliz. Fakat körpecik yavrularımıza kötü örnek olmasınlar, o dupduru sözcüğü kirletmesinler, bir de kendilerine biraz olsun saygı duyarak namahremlerini herkese mahrem kılmasınlar. Yoksa kimsenin yaşam biçiminde ne gözümüz var ne de yaşam biçimine müdahale hakkımız. Şayet onların yaptığı gibi erkek ve kadının cinsel dürtülerini gidermek için bir araya gelmek aşk ise;
Cennet cennet dedikleri
Birkaç melek, birkaç huri,
İsteyene ver onları
Bana seni gerek seni. Diyen Yunus’un;Uçmah kirem min ne kılam (cennete girip ne yapayım)
Ne hurlarga nazar kılam (ne de hurilere bakayım)
Anı munı min ne kılam (onu bunu ben ne yapayım)
Minge sin ok kireksin sin. (bana sen gereksin sen)
diyerek bütün müslümanların gece gündüz ibadet ederek kazanmaya çalıştıkları cenneti ellerinin tersiyle bir kenara itenYesevi’ye ne demeli? Neden uykusuz geçer geceler? Dokuz yüz yıl boyunca Türk dünyasına manevi liderlik yapan Yesevi Hazretleri’nin on yıl boyunca yeraltında küçücük bir çilehanede yaşamasının, göğüslerinin dizlerine sürtünerek şerha şerha açılmasının sebebi nasıl açıklanabilir?İnsanoğlunun yaratılış sebebi olmasına rağmen sırrını çözemediği, tanımlayamadığı, ancak varlığıyla yandığı, yokluğuyla perişan olduğu üç sesten ibaret bu sözcük, kişiye insan kimliğini kavratan ve onu yaradılış gayesine uygun bir şekilde yaşamaya yönelten bir kavram olmuş, girmiş hayatımıza. Hem de asla bırakmamacasına.
Aşkta üç mutlakıyet zorunludur. Âşık, maşuk ve his. Bu üç değeri, beraber olmak isteyen ve aynı şehveti arzuları gidermek isteyen erkek, dişi ve arzu diye yorumlamak veya algılamak büyük bir hata olur. Şayet böyle olsaydı hayvanların cinsel ilişkilerini de aşk diye tanımlamak gerekirdi. Öyle ise cinsellikle aşkı kalın çizgilerle birbirinden ayırmak gerek.
İnsanın ve emrine amade kılınan diğer tüm varlıkların yaradılış sebebi aşktır. Yani Allah evreni ve özellikle insanı aşkla yaratmıştır. Evrenin zerresinden kürresine kadar neye bakarsanız bakınız, onda seyyare âşıkların hallerini görürsünüz. Tabii ki; bakış amacı ve bakış açısı doğru ise.
Aşkı tanımlamak veya açıklamak olmasa da, düşünüp algılamaya katkı sağlamaktır asıl gayem. İnsanın bazen kendisiyle bir perde girer arasına. Akıl tutulması yaşar bazı dönemlerinde. İşte bu perde, bu duvar aşktır.
Sevgi sözcüğünü aşkın anlamdaşı olarak algılamak sanırım büyük bir yanılgı olsa gerek.
Bu sözcüğün eş anlamlısı olarak -belki- sevdalanmak düşünülebilir. Çünkü sevdalanmak sözü fiziksel dürtüler ön plana çıkarılmadan sıkı sıkıya bağlanmaktır, kendinden vazgeçmektir.
Aşk sözcüğü küresel değerler dikkate alınarak irdelendiğinde karşımıza farklı veriler ve gerçekler çıkmaktadır. Her nedense aşklar, kişisel(maddi) anlamda kapalı toplumlarda, mistik anlamda ise İslam topluluklarında karşımıza çıkmakta. Burada aklımıza “acaba neden? ” sorusu takılmakta. Bu acabaların cevabını iki aşamada aramak gerek. Birincisi maddi aşkın neden kapalı toplumlarda yaşandığı: Kapalı toplumlarda kadın-erkek ilişkileri katı kurallara ve birçok yasağa dayalıdır. Oysa açık toplum diye nitelendirilen, bekâretin hiçe sayıldığı, gayri ahlaki ilişkilerin gayet doğal karşılandığı (medeni!) toplumlarda bu tür yasaklar yoktur. Görüşmeyi, hatta bir arada bulunmayı dahi engelleyen töresel ve yasal kısıtlamalar sadece kapalı toplum diye bilinen ananevi ve ahlaki değerleri tarih içerisinde koruyan toplumlarda vardır. Öyle ki, Anadolu’da bugün bile nişanlı kızlarla delikanlıların düğünden önce görüşmeleri-her ne kadar yanlış ve bağnaz olsa dahi- yasaktır. (Nişanlı görme geleneği bu yüzden ortaya çıkmıştır.) İşte bundan olmalıdır ki kapalı toplumlarda yaşayan ve o toplumun sosyal kurallarına uyan insanların aşık olma olasılıkları yüksektir. Birbirinden hoşlanan insanlar istediklerinde kafeteryada, barda veya başka bir mekânda beraber olabiliyorlarsa aşkı nasıl tadabilirler?Bu düşünceleri, suyun yangını söndürdüğü gerçeğiyle ispatlamak mümkündür. Çünkü vuslat aşkın ecelidir. Kavuşma, aşkı bitirir. İnsan, sahip olduğu şeye kavuşmaya uğraşır mı hiç? O, zaten kendisinindir. Öyle ise aşk,- bekli de- şiddetle kavuşma arzusudur denilebilir. Demek ki, maddi aşkta aşık ve maşuk kavuşunca his ya biter, ya da başkalaşır. Vuslat olmayınca da o maddi aşk yerini zamanla manevi veya ilahi aşk dediğimiz sonsuz aşka bırakır. Yani denilebilir ki, maddi aşk, manevi aşka bir merdivendir.
Manevi aşkın neden İslam toplumlarında yaşandığını açıklamak biraz daha kolay olsa gerek. Zira İslâm’da insan, Allah’ın tüm güzellikleriyle bezeyerek yarattığı bir varlıktır. İnsan asıl mekân olan Yaratan Yurdu’na vasıl olmak ister. Yani, öz mekânına kavuşmak için yaşar. Ulaşmak için nice çilelere gönüllü talip olur. Bu çileler onu pişirir, olgunlaştırır, kâmil insan yapar. Nefs-i emmareden kurtararak Hakk’el-Yakin mertebesine ulaştırmaya vesile olur. Kişi ne kadar çile çekerse nefsanî arzulardan o kadar uzaklaşır ve bu uzaklaşma içindeki aşk ateşini o kadar şiddetlendirir. Aşk ateşi şiddetlendikçe insan daha da, daha da ister bu ateşi. Çünkü vuslatın yolu yanmaktan geçer. Ünlü divan şairimiz Fuzuli:
Ya Rab Aşk derdiyle kıl aşina beni
Bir dem bela- yı aşktan etme cüda beni.Diyerek aşk derdinin insanı kendine getirdiğini ve insanın vazgeçilmezlerinden olduğunu gayet net bir dille beyan etmiştir.
Çiğdik, yandık, piştik el hamd-u Lillah dediği gibi Yunus’un.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; insan, o çok sevdiği, çok istediği, uğruna ölümü bile göze aldığı biricik sevdalısını görmediğinde uykuları kaçıyor; gördüğünde dili dolanıyor kekelemeye başlıyorsa, dizlerinin bağı çözülüyor ayakları zangır zangır titriyorsa âşıktır. İşte aşkın tanımı…
Bahattin Kızılkaya
Toplam 2 mesaj bulundu
Kaldım Ağlarım
Orhan Acar
21.05.2009 - 13:23Güzel bir gurbet şiiri.Kutluyorum şairi. Kaleminiz ve kelamınız daim olsun. Rabbim hasret yangınınıza bu su yetiştirir inşallah.
Üstadım;
'Kurda kuşa dahi hasret çeker ' dizeniz ölçüyü bozmuş. Yeniden gözden geçiriseniz güzel olur.
Selam ve muhabbetlerimle.
Aşkın Gaz Halindeyim
Filiz Kayan
08.05.2009 - 10:19Vuslat aşkın son noktası değil midir zaten? Vuslat olmayacak ki aşk kutsallaşsın. Tıpkı bu mükemmel dizelerin feryadında duyulduğu gib.
Sizi ve eserinizi kutluyorum.
Selam ve saygılarımla...
Yeter Be!
İsmail Sağır
29.04.2009 - 17:55Yüreğine sağlık kardeşim.
Bu yangının dinmesi gerek hem de hemen. Yoksa daha çok yetim, çok dul bırakacak yüreği yaralı.
Selam ve muhabbetlerimle.
Toplam 6 mesaj bulundu