güzel ve iyi insanlar tanıyorum; soğuk ve ürkütücü kışların ertesinde. hep aynı durağanlığında ve aynı çelişkilerle cümleler beliriyor. bunca yıldır hala kararsız, hala yabancıyım bir şehre. insan nelere alışmıyor, neleri yenemiyor fakat her seferinde aynı düş kırıklıklarını görmek, zorluğun bir başka resmi gibi...
kapitalizmin tükettiği aşklar, kavgalar, özlemler ve daha bir çok duygu hallerinin rezilleştiği günümüzde ister istemez kendimide hayatın göz boyayan kanatlarında görüyorum. 'bir gün özlemini kurduğum, o tertemiz ve el değmemiş hayatı bulurmuyum? ' kaygısında, yitirilmiş düşlerin kaçışlarına dur demek istiyorum. kimbilir; yozlaşmamış, basitleşmemiş, özgür bir yaşam kurulur kendi içimde ve yaşadığım coğrafya da... kimbilir; bahçeli bir ev, ağaçlar, ve kuşların egemen olduğu kadim dostlarla kurulu kentlerim olur. kentlerimin; devrimci sokakları, toprak kokuları, barış ve sosyalizm dolu asfaltları ile aşındırırım her yanını...
binlece eşitsizlik var her vilayette. yıllardır süregelen kavgalar hangi çözümsüzlüğe çözüm olabilmiş? silah sesleriyle, mayınlarla, pusu ve işkencelerle bir barışın gelmesini ancak aptallar ve faşistler bekleyebilir. ana diliyle Balzac'ı, Dostoyevski'yi, Puşkin'i okuyaman bir insan; Goriot Baba'yı, Raskolnikov'u, Pyotr Andreyiç'in ruh dünyasını, düşüncelerini bir roman tadında nasıl anlayabilir. her yapıt, ancak kendi dilinin çevirisinde, kendi dilinin mozaiğinde anlaşılmaz mı zaten? Nazım Hikmet'in Türkçesinde ve Mehmed Uzun'un Kürtçesinde biriken sözcükler değilmiydi kendi dillerinde dahi yasaklanan. ve bunun örneklerini farklı kültürle de sıralayabilirim. hepsi de kendi içerisinde apayrı bir çelişki, apayrı bir zulüm. hayatın tüm bu emperyalist sömürüsüne, militarist şovenistliğine karşı ufak kıvılcımlar saçan nice aydın, genç yahut öğrenciler ise terörist, anarşist, bölücü gibi çağ dışı, insanlığa sığmayan iftira ve suçlamalara maruz kaldılar. kimisi cezaevlerinde, işkence odalarında, kurulan hain tuzaklarla bedeller verdi. kimisi de hala dağların doruklarında, şehirlerin yamaçlarında isyanını coşkuyla bağırıyor...
bir kaç sözde sevdaya dair söylemek istiyorum; doğacak güzel günlerin arifesini bekleyen, umut ışıklarını yakan sevdayı... ama şimdi hangi biri var anlatılmaya değer ya da hangi biridir dillere destan olan. tüketim çağında; delice esen boran fırtınalarıyla beslenen aşklarında sonunun geldiğini görüyoruz. üç günlük beraberlikler, yapmacık sözler, canım cicimler, pahalı hediyelerdir şimdi her bir sevdanın ölçütü. şiirin anlamını yitirdiği, türkülerin tutsak edildiği, düşüncelere zincir vuran zamanlar, koynunda acılarıyla dilenci edasıyla dolaşıyor ne yazık ki...
sırt çantalı bir duman gibibir melekle çarpışan kelebeğin kanadından dökülen toz
bir çağlayanda sürüklenen bir dal parçası gibi
istemediğimiz yerlere giderse aşkımız sevgilim yalnızca kanatlarına güven
kendi yarattığımız boşluğun ucunda sıkı sıkı tuttuğumuz bir kapı koludur yaşam
ve aşk, en derin kuyumuza düşen keman yürüdüğümüz yollar daralırken