Gözlerinden sicim gibi yaş döküyordu,
Bahçenin bir köşesine çekilmiş olan ihtiyar adam.
Sanki korkar gibiydi, duyulsun istemiyordu sesi,
Utanıyordu çevresindekilerden.
Elleri titreyerek ucu yırtık solgun bir resme bakarken,
Bir yandan resmi öpüp, bir yandan da söylenerek
Belli ki kaderine bin kere lanet ediyordu.
Gözlerinin önündeki şimdi, resimdeki küçük çocuk değil,
Oğlunun çocukluk haliydi.
O doğduğu gün ne kadar da sevinmişlerdi ailecek,
Tüm dünyalar onların olmuştu,
Hayat daha bir güzeldi onlar için, daha bir masmaviydi gökyüzü.
Sonra okula gittiği gün, okulları birer birer bitirişi ve askerlik,
Ardından evlendirdikleri gün, sonra torununun dünyaya gelişi,
Daha neler neler geçmedi ki gözlerinden.
Hayatında onlar yüzünden yaşadığı ilk acı elbetteki bu değildi
Ama hiçbirisi bu kadar zor gelmemişti.
Alışamıyordu Yaşlılar Evine bir türlü.
Hepsinden çok da torununu görememek koyuyordu ona,
Ne kadar da çok özlüyordu onu,
Dede, dedeciğim diye” boynuna sarılıp, öpücüklere boğması,
Hiç gitmiyordu gözlerinin önünden, sesi hep kulaklarındaydı.
Biraz büyüsün, mutlaka gelip burada da beni bulur,
O küçücük çocuk haliyle bile, merhametli bir insan
Tabii ömür vefa ederse diyordu.
Eşini kaybedene dek, yine de idare edebilmişlerdi yanlarında,
O öldükten sonrası malum, her gün kıyamet,
Ne vardı ki sanki, neyin nesiydi erkenden kopup da gitmek,
Yer mi tükeniyordu ki oralarda,
Hani tüm güzel günleri, her güzelliği birlikte yaşayacaklardı
Hani birlikte çekip gitmekti kavilleri bu dünyadan?
Verilen sözlerde tutulmuyormuş demek ki.
Daha annelerinin, kırkını bile beklemeden
Çıkarıverdiler ağızlarındaki baklayı gelini de, oğlu da,
Bir gün bile, yanlarında istemiyorlardı artık onu.
Halbuki kendisi ne kadar da çok severdi annesiyle babasını,
Nasıl da titrerdi üzerlerine adeta,
Mümkün müydü ki bir tekinin incinmesi, başlarının ağrıması?
Yanında ölmüştü ikisi de, yeterdi ona onların ikisinin de duası.
Bir gece yarısı ala uykulu gözlerle kaldırdılar onu yatağından,
Canları su kesmiş gibi,
Sabahı beklemeye tahammülleri bile kalmamıştı,
Fikrini sormadılar bile ona,
Eskimiş bir eşya gibi atıp gittiler buraya.
Beş parasız, bir torununun, birde rahmetlinin resmi koynunda.
Bir daha hak getire ne arama, nede sorma.
Hafızasını ne kadar zorlasa da şimdi, unutuvermiş hesabını,
Burada geçen günleri, ayları, mevsimleri,
Ve yılların dayanılmaz acımasızlığını…
Yakınlardan geçen trenin sesinden,
Denizi yalayarak geçen martı bile ürkmüş gibiydi,
Akşamları geçen beş treni olmalıydı,
Uzun uzun düdüğünü çalıyordu, ışıl ışıl parıldıyordu ışıkları.
Doğruldu birden yaşlı adam, gözlerini kuruladı,
Kalkıp etrafına bakındı bir süre, batan güneşe
Şimdi bu solgun sonbahar akşamında,
Ne kadar muhtaç olsa da sıcacık içten bir dosta,
Sabahları uyandığında güler bir yüze, bir günaydın sözcüğüne
Kendisini birazcık da olsa dinleyebilecek bir insana…
Ne yapıyordu böyle, niye ağlıyordu ki devamlı?
Bir tek o muydu ki, dünyada böyle yapayalnız derbeder,
Ya bu sıcacık yuvada olmasaydı, başını sokabildiği,
Buradaki insanlar?
Şu saat olmuş, bir martı bile yaşam mücadelesi verirken,
Bırakmamalıydı ucunu hayatın, tutunmalıydı sıkı sıkıya,
Yaşama ne denli küsmüş olsa da, yaşamalıydı
Hiç değilse torunu için yaşamalıydı
Belki de, belki de onun kendisini bulmasına fırsat vermeliydi.
Bir fırsat vermeliydi…
Yaşamalıydı torunu için, gelininin de, oğlunun da inadına.
Kayıt Tarihi : 22.9.2010 23:58:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!