Senin inanmadığın şeylere dönmüyor benim dilim…
En zayıf halinde bile ararım milyarlarca istinad.
Ne yaptıysam olduramadım, düzelmedi nazarında sicilim…
Hep sana dönüktü oysa, benliğime muntazzır fikriyat.
Sükûtumun lisanında yandı nice asır, nice melâl,
Ferâgatle bezendim, irfanla yundum her ibtilâda.
Mihnette gül ararken, soldu her mevsim-i hayâl…
Kader mi bu, yoksa sana yazılmış bir penç şikeste sada?
Ne gam ki perîşânem, hercâyîdeyim benliğimle,
Nigeh-bân-ı hicrâna döndü her bakışın câm-ı siyâh.
Gönül seyrine kandım, her figânım bir aheng-i dilemma,
Velî sükûtumda gizlidir bir âyîne, bir günah.
Ben ki zıll-i vefâyım, fânîde bir sûrî seyyâl,
Tecellâ-yı ademdir içimde her şeyin yakazâsı.
Âkıbet bir fenâya seğirtir bu düşkün istiklâl,
Ki her heves bir kefen, her nefes bir îcâz-ı asî.
Zamanın ferşi çökerken üstüme, ey ma’şûk-ı ezel,
N’olur bir levha bırak da yazayım ism-i visâlini…
Çünki benlik yandı kül oldu, kalmadı bende gazel,
Bir sen varsın, bir de vuslatsızlığın ey sâni!
Sebeb-i vücûdumda sen, hikmet-i inkirâzımda sen,
Ne yana dönsem, âyinede tecellân var, ey sır-ı hûdâ.
İlm-i ezelde yazılmış mıydı bendeki bu keder-zenden?
Yoksa ben kendimi sana yazarken sildim mi asl-ı hevâ?
Geceler üstüme çökerken bir nevmîd perdesiyle,
Yalnızlıkla söyler oldum ma’nâsı yok zannolunan söz.
Lâkin her lâfzın içinde saklı bir cevher var gizliyle,
Âşinâsı olan bilir: bu sükût, bu inkisâr bir naz.
Bilmeyen sanır ki âhım, rüzgârdır da geçer serin,
Oysa her hece bir sahrâ, her bakış bir arif çığlığı.
Ben ki vuslatsızlıktan ördüm içime bin perde-i derin,
Sen ki varlığınla yokluk arasına çizdin figânlı bıçağı.
Nihâyet, söz tükendi, ben tükendim, lakin sen bâkî,
Ey aşk-ı sermedî, ey ezelî nûr, ey hidâyet.
Bu risâle sükûta mühür, bu kalem bir âh-ı âsî,
Okuyan anlasın ki: aşk, en çok da bir ibâdet.
Çeviri / Meâl
Ben senin inanmadığın şeyleri konuşamam, dilim varmaz.
En ufak şüphede bile dayanaklar ararım.
Ne yaptıysam olmadı, senin gözünde geçmişim temizlenmedi.
Oysa hep sana yönelmişti düşüncelerim, benliğim bile seni bekliyordu.
Sessizliğimin içinde yüzyıllar, acılar yandı.
Fedakârlıkla süslendim, her sıkıntıda bilgelikle arındım.
Zorlukta gül bulmak isterken, tüm hayallerim soldu.
Bu yazgı mıydı, yoksa senin için yazılmış kırık bir yakarış mı?
Ne çıkar, darmadağın olmuşum, benliğim de her yere savrulmuş.
Her bakışın, ayrılığın nöbetçisi gibi siyah bir cam oldu.
Gönlümün hayaline aldandım, her feryadım kalbime bir ezgi oldu.
Ama suskunluğumda saklı bir ayna var — ve belki bir günah.
Ben vefanın bir gölgesiyim, geçici hayatta bir akışım.
İçimde beliren her farkındalık, yokluğun yansımasıdır.
Sonunda bu düşkün özgürlük, hiçliğe sürükleyecek beni.
Çünkü her arzu bir kefen, her nefes bir isyanın özüdür.
Zamanın göğü üzerime çöküyorken, ey ezelî sevgili,
Ne olur bir levha bırak da, üzerine kavuşmanın ismini yazayım…
Çünkü benliğim yandı, kül oldu, bende şiir bile kalmadı.
Şimdi sadece sen varsın, bir de sana kavuşamamak, ey yaratıcı!
Benim var oluşumun sebebi sensin, yok oluşumun hikmeti de sen.
Nereye baksam aynada senin yansıman var, ey Tanrısal sır.
Acaba bu içimdeki acı ezelde mi yazılmıştı?
Yoksa ben kendimi sana adarken, benliğimi silip yok mu ettim?
Geceler, umutsuzluk örtüsüyle üstüme çöküyor.
Yalnızlık içinde anlamsız sanılan sözler söylüyorum.
Ama her kelimede saklı bir cevher var aslında.
Bu suskunluğu anlayanlar bilir: Bu bir kırgınlık değil, derin bir bakış.
Bilmeyen, benim iç çekişimi serin bir rüzgâr sanır.
Oysa her sözüm bir çöl, her bakışım bir bilge çığlığıdır.
Ben kavuşamamanın acısından içime derin perdeler ördüm.
Sen ise varlıkla yokluk arasına acı dolu bir bıçak çektin.
Sonunda sözler bitti, ben de tükendim — ama sen sonsuzsun.
Ey sonsuz aşk, ey ezelî ışık, ey yol gösteren…
Bu risale (yazı), sessizliğe mühürlü, bu kalem bir isyanın feryadı…
Okuyan bilsin ki: aşk, en çok da bir ibadet biçimidir.
Kayıt Tarihi : 11.7.2025 16:52:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!