Sonbahar Sonu Gecesi Romanında Başlangıç
Yolcu teknesi petrol kokuyor ve bir takıntı gibi bir şey sürekli olarak sallanıyor. Projektör yakılıyor. Köprüye yaklaşıyoruz. Burada inecek olan sadece benim. “Borda iskelesine ihtiyacınız var mı?” Hayır. Geceye doğru kararsız uzun bir adım atıyorum ve rıhtımda duruyorum, adadayım. Islak ve sakar hissediyorum kendimi, kozasından emekleyerek yeni çıkmış bir kelebek, her iki eldeki plastik poşetler sakat kanatlar gibi asılı. Arkama dönüyorum ve parlayan pencereleriyle teknenin kayarak gittiğini görüyorum, sonra çok uzun süre boş olan eve doğru el yordamıyla ilerliyorum. Bu mahalledeki tüm evler boş duruyor… Burada uykuya dalmak güzel şey. Sırtı üstü uzanıyorum ve bilmiyorum uykuda mıyım yoksa uyanık mıyım. Okuduğum bazı kitaplar eski gemiler misali, iz bırakmadan Bermuda Şeytan Üçgeni’nde kaybolmak için geçip gidiyorlar… Derin bir ses duyuluyor, aklı başka yerde bir davul. Rüzgâr gibi bir nesne tekrar tekrar çarpıp duruyor bir şeye kımıltısız dururken dünya. Eğer gece sadece ışığın yokluğu değilse, eğer gerçekten bir şeyse gece, o halde bu sestir gece. Stetoskop sesleri yavaş bir yürekten, çarpıyor, bir süreliğine sessizleşiyor, geri geliyor. Sanki zikzak çizerek Sınır üstünde hareket etti o yaratık. Veya biri duvara vuruyor sanki, o başka dünyaya ait olan biri, fakat burada kalmış, duvara vuruyor, geri dönmek istiyor. Çok geç! Yetişemedi oraya inmeye, yetişemedi oraya çıkmaya, yetişmedi gemiye binmeye… O başka dünya da bu dünyadır. Ertesi sabah görüyorum tıslayan altın kahverengi bir dalı. Sürünen bir kök gövde. Yüzü olan taşlar. Geri geri giden tekne gibi o sevdiğim canavarlar; onlarla doludur işte orman.
[“GERÇEĞİN BARİYERİ”nden (1978)]
Tomas Tranströmer (1931-2015, İsveç)
Böyle mi görünür gökyüzü her zaman?
Her zaman güzel mi bu kadar,
Bu eşya, bu pencere?
Değil,
Vallahi değil;
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta