Yenmiş tırnaklar ve öğrenmeye zorlanmış; uyuşmuş bir beyinden başkasına sahip olmamak üzere yaşıyoruz. Babamızın en son başımızı okşadığı anı hatırlıyor ve nefretle kendimize saplıyoruz ses tellerimizden gelen o yoksul, yoksun çığlığı. Bir daha asla o kadar sevilmeyecek olmamızın nefreti midir bu yoksa hiç sevilmemiş olmamızın mı bilmiyoruz. Sadece nefret ediyoruz var olmuş olan duygulardan. Pişmanlık duyulamayacak ancak memnun olamadığımız duygular. Bir tür hasret hissediyoruz sadece. Masaya oturuyoruz ve tekrar başımızın okşanmasını bekliyoruz. Gittikçe daralıyor zamanımız. Elleri saçımıza değmeyen herkesten nefret ediyoruz sevmeye mecbur olmadıkları için. Nefretimizi kendimizden çıkarıyoruz tırnaklarımızı avuç içlerimize bastırarak. Başımız okşanmayacak ve avuçlarımız yara olacak.
Öyle bir boşlukla dolmuş ki ruhum ezelden
Hiç fark etmemişim
Kimse gözyaşlarıyla yakmayınca bu acısını kusan kesiği
Hiç fark etmemişim kesildiğini
Aynaya baktığımda sadece yüzümdeki yaralar mı beni kaplayan?
Başka bir şeyler var mı oralarda?
Bir zamanlar göklere çıkardığın insanın
kokusunun her bir ipliğine sığındığı mavi
ceketi kaybedersen, ceket gidince insana
yüklediğin tüm meleksel ifadeler de
kaybolur. Bir hurdalığa çevirirsin hayatını,
insanlar girer ve çıkarlar. Bazen bazı
Dağları ve ovaları ben yarattım bunu unutma
Kolyemden parçalar kopardım
Ve yıkadım bir annenin sütüyle
Parmaklarımızdaki ve bileklerimizdeki kesikleri sardım
Gözyaşlarıyla duruladım her birini
Ceviz beşiklerde birikmiş gözyaşlarıyla
Gerçek bir ruhun gözlerden aktığı saniyelerde dünya dönmeyi bırakır. Gamsız sevgili eğilir sevdalıya: 'Ben geceyi sevmem Dilhun.' Nikbin sevdalı gözyaşlarını içine çeker. Çoktan mutabık varlığından kalan son parçasını da yitirmiştir böylece. Dünya'nın hep döneceği ve ruhların hep akacağı zahirdir.
Artık eskisi gibi değiliz. Bazı şeyleri kaybettik; duyguları kaybettik, insanları kaybettik; varlıkları kaybettik; yaşadığımız olayların bize yaşattığı fiziksel ve ruhsal ağırlıkları kaybettik. Bütün bunlar için kimse suçlu değil. Çünkü bütün bunlar çalınmadı, yalnızca kaybedildi.
Dün tanıdığımız insanlar bu gün bizim ağırlıklarımızdan kurtulmuş bambaşka insanlar olabilirler. Artık biz o insanları tanımıyor olabiliriz. Ama bunun suçlusu kimse değil. Dolayısıyla bunu kabullenmek biraz zor. Çünkü tanımadığın bu yeni kişi karşına geldiğinde tanıdığın kişiyi arıyorsun. Bulamayınca yaşadığın o çaresiz öfkeyi "birilerini" ya da "bir şeyleri" suçlayarak çıkartıyorsun. Ama artık biz de insanların tanıdığı kişiler değiliz. Artık her şey geçti ve bizim ağırlıklarımız bizden gitmek üzere. Bu yüzden yapabileceğimiz en kolay şey durumları kabullenmek. Yapabileceğimiz en kolay şey aynaya bakmak ve kendi değişimimizi güzelleştirmek.
Gerçekten çok zor şeyler yaşıyoruz ama bu yaşadığımız şeylerin bize kattıkları hiçbir zaman hafife alınacak gibi değil. Biliyorum yaşıyoruz ve bu gittikçe zorlaşıyor, ama en azından yaşıyoruz.
Acımasızca geçip giden zamandan geriye kalan sadece yalnızlıklarımız. -Sagopa Kajmer / 24
Gelgit yapan makine sesleri vurur inceden sızlayan başıma
Oysa mecburi bir takım işler vardır
Mecburidir tüm bu sesler
Sesleri çıkaran adamlar da mecburidir
Ufak adamların ufak isyanları da
Bu ufak adamların yalanlarını dinlerim renkli bir makineden
Sessiz ve kurak bir avuç topraktı tenin
Yakıcı fakat serin
Bir kavak ağacının gölgesinde sana uzattım bedenimi
Derinlerinden gelen tıkırtılarını dinledim
Ya da kafamdaydı tüm bu sesler, tüm bu hisler
Bilemiyorum
Kısa, yeni boyanmış saçlar, çabucak romantize edilebilecek, sadece gizemli olunca sevilebilecek bir karaktere sahip, realist düşünmesi gereken konularda her zaman dramatik davrandığı düşünülen bir insan. Çabuk sever, yavaş unutur, unutan olmak istemez; unutma ihtiyacı duymaz ve unutulur. Yarım bardak kahve; insanın göğsüne oturan, haftalardır masada duran ama kimsenin kaldırmaya yeltenmediği. Kırılmış bir köşesi... İzmaritleri masaya saçılmış, adeta bir kaosun içinde yoğrulmuş ve beni temizleyin diye ağlayan sigara küllüğü. Masanın kenarında dizlerini göğsüne kadar çekmiş bir insan. Hayatı romantize etmeye çalışırken yanlışlıkla kendini bir filmin ana karakterine çevirmiş.
Olmayacak şeylerin onun başına gelmesini beklerken kafasının içinde kaybolmuş bir karakter. Köşede bir eskiz defteri, her seferinde teknik çizimler olması istenirken, beyninin en kuytularından kağıda çizimler aktaran onyedilerinde bir kız. Daha bir gram sevgi görmemiş bir evi sıcak göstermek için alınmış koltuk takımı. Her seferinde tamamlanmamış nesnelerin küçük çaplı üzüntüsünü kendine dert edinen sanatçılar. Temmuz'un sonlarında sıcağın etkisiyle çoktan erimiş beyinler. Sevmeyi bilenler, bilmeyenler ve sevginin o kadar önemli olmadığını düşünenler. Hepsi garip bir yaz üzüntüsüyle küçük esnaf lokantalarında unutulmak için gün sayarlar. O kadar yalnızdırlar ki, yarım kalan her insan gibi hatırlanmadan unutulmak isterler. Yaşadıkları olaylar teyzeler tarafından "Aman sen daha kötüsünü görmemişsin." diye değersizleştirilir. Hayatlarına o kadar değersiz görürler ki, sadece daha kötü şeyler yaşadıkları hayatlarla doludur zihinleri. Çünkü bu insanlar gerçek hayatta asla ciddiye alınmazlar. Saçını boyayan insan gibi her ay yeni bir saç rengi denerler ama asla aynaya bakınca tatmin olmazlar. Aynalar baş düşmanlarıdır bu insanların. Çünkü aynalar "Ne yaşadım?" diye sorulduğunda hiçbir şey cevabını vermezler onlara. Bu insanlar yalnızdır. Kendi kendilerine konuşurlar, hatta yaşarlar hayallerini. Ama her sohbetin sonunda bomboş hissederler. Bir köşede kimse beni hatırlamaz umarım diyerek susarlar. Ama hep hatırlanırlar. Ve hiçbir zaman unutulmayanlar olmazlar. Unuturlar.
Bir zamanlar bir kedi
Güllerin arasında varırken sefaya
Tanrı kızmış ona;
Yaratmışken ben seni, ne yaparsın burada?
Ruhu kurumuş kedinin
Gözleri bakmış fezaya
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!