Artık boğuluyorum; ağustosun sıcağıdan mı yoksa bu çaresizlik silsilesinin boğazımda takılı kalmasından mı bilmiyorum. Artık dayanılmaz bir hal aldı. Ben gözlerinin içine bakıp sana yalvarırken artık halimden anlaman için sen gülümsüyorsun. Gül, senin gülüşün benim ömrüme verilen en naif değerdir. Ama anla. Anla artık nasıl bir hiçliğin ortasında sağa sola koşuşturarak çıkış yolu bulmaya çalışmamı, koştukça daha fazla hiçliğe gömüldüğümü. Ben sana yalvarıyorum artık bir karar vermen için, ya al beni diyorum ya bırak; ya sev beni diyorum ya canımı yak. Sen uzak gönüllerden de uzaksın, kolların açık ama sarılmama izin yok. Ruhumun kollarında yükselebileceğini sanarken sadece nefeslenebiliyorum; daha sonra tekrar koşuşturmam lazım. Zaten yorulmuş bu gönül yığılmak üzere yere. Büyük boşluklar içersinde kendinden geçip boşlukla bir olması an meselesi artık. Kelamlar bu gönülden büyük umutlarla çıkarken senin gönlünün kapısı kitlenmiş görmezden gelinmelerle. Ne yapacağımı bilemiyorum artık. Var mıyım sende yoksa yok muyum? Biz ne zaman varız ve yok olacak mıyız?
Şimdi gitmeliyiz sevda çiçeğim
Gitmeliyiz yoksa vuracaklar boynumuza intihar ipleri
Alacaklar aşkımızın en tatlı tebessümünü elimizden
Alamasınlar diye kalemime prangalar vurdum ben
Vurdum ki hafifletsin acımı
Kaçamasın duygular benim bu kasvetli göğsümden
Seni sevdikten sonra hep böyle oldu
Sen beni sevdikten sonra güzelleşti her şey
Seni sevmek güzelleştirdi her şeyi
Her zerrene öldüm aşkından
Her zerrene bir canımı vereyim
9 canlı kedi olsam
Akan bir yudum ırmaktı ömrümden
Bir bakış sevdaydı gönüllere muhabbetim
Ve ben hatırlarım
Bir avuç bozuk paraydı tüm varlığımız
Gazeteye sarılı sıcak yumurtalardı belki
Üstüne şekerli sakız aldığım
Bir şubat ortası sessizliğinde; üst üste yığdığı eski, belki de asla sevilmeyecek kelimlerle yazılmış kitaplarının yanına bir kız oturmuş. Kelimelerin sevilmeyeceğine kendini inandırmış ve sırtını buz gibi duvara dayamış. Kendi kendini tezahür etmeye çalışırken tırnak etlerini yemiş; kendini tüketmiş. Dizlerini karnına çekmiş, boynuna vuran tertemiz bir ayazı kirli duygularına sarmaya çalışmış. Birilerinin kuru ellerle saçını okşamasını beklerken neredeyse sokakta oynadığı bilyeleri nemli gözlerinden kusacak hale gelmiş. Sorulan yersiz iyi misin sorularına yersiz bakışlar yormuş, yorulan hep özbenliği olmuş. Bencillikten ben olmayı unutanların arasına hapsolmuş. Damağındaki kanlı bıçakları korkmadan yutmayı öğrenmiş. Tüm bunların arasında hafife alınmayı kabullenen tüm varlıklar için tüm varlıklara çığlık atmış. Hep doğruyu ararken hep yanlışı bulmuş.
Bir kuşun uçmayı öğrenmesi gibiydi sana sevgim
Hep oradaydı
Sadece beklememiz gerekiyordu
Zamanla zamanla
Kuşlar öldü
Biz uçuşu hatırladık
Tanrının bize bir lütfudur yok oluşlarımız. Kimse fark etmese bile yok olur anlarımız yavaşça ve sessizce. Bütün bu anlar fincanımızdaki çaya düşen soğuk bir yağmur damlası gibi bize ufak heyecanlar yaşatır ve biz ufak kaçışlarımızı yaşarız. Zaten hep ufak yaşamışızdır bu kaçışlarımız yüzünden. Anların yükü altında ezmemişizdir gönlümüzü ve yağmurla ıslatmamışızdır. Yaşamayı sadece sıcak çaya ve ufak üşütmelere bağlamışızdır. Yok oluşumuzun bize ağır gelmemesinin sebebi de budur. Ağır gelmekten öte bu felsefeyle yaşadığımızı hatırladığımız anlarda yakarırız kendi tanrılarımıza. 'Bize bağışladıklarını bizden al, yok oluşu yarat; kalbimizi ısıt ve hissetmeyi bize bağışla.' O zaman tanrı en büyük lütfunu verir bize: Tanrının bize bir lütfudur yok oluşlarımız.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!