Tek amacı kar olan kapitalizm, ne kadar çok güçlense de ‘’Yeter! ’’ diyemiyor. Zenginliğin sonu yok. Doyumsuz bir sistemden de insanların kendi yararına hiçbir beklentisi olamaz.
Emek hırsızlığıyla başlayan bu yozlaşma, zamanla bütün olumsuzlukları kendi gelişmesi,
karlarını daha fazla artırabilme ve kendi aralarındaki rekabette ilk sıralara çıkabilme uğruna
insanlığa ve insanlığın gelişmesi için var olan doğaya verdikleri zarar, inanılmaz boyutlara ulaşmıştır.
1. İnsanların yoksullaşması…
2. Çalışanların çalışma şartlarındaki gerileme
3. Sosyal hakların tırpanlanması, mutsuzlukların artması…
4. Savaşların insanlığı yok edecek derecede ileri boyutlara ulaşması.
5. Doğanın kendini yenileyemeyecek derecede tahrip edilmesi
6. Diğer canlıların yaşama haklarının hiçe sayılması…
Dünyamız, amansız bir hırsın kurbanı edilmekte, daha çok kazanma hırsı ile bütün tüketim maddeleri, suni ve sağlıksız ürünlerle bize sunulmakta…
Biz kimiz? İnsanız. İnsanlık tek başına var olamaz. Üretim araçlarına sahip olan ve bu amansız hırsın emrinde oradan oraya koşan sistemin piyonları, üretim güçleri, yani bizler olmadan var olabilirler mi? Kendilerini, zehre çevirdikleri gıda maddelerinden soyutlayabilirler mi? Demek ki hırsları, diğer tüm insanları olduğu kadar, kendilerinin de yok oluşlarını hazırlamakta. Bizim görevimiz intihar edeni kurtarmak için mücadele değil…
Biz onlarla beraber diğer insanların, kendimizin zarar görmemesi için gerekeni yapmak zorundayız. Onlar kendi zenginlikleri ile kendi sağlıklarını koruma şansına sahip olabilirler. Bizim kadar bu durumdan zarar görmeyebilirler. Biz emekçiler kendi geleceğimizi ve çocuklarımızın geleceğini düşünmek zorundayız.
Sistemin kurumları kendi çıkarlarını garantiye almak için ilk olarak eğitimden başlıyorlar işe…
Çocukların kendi potansiyellerinin farkına varması için, onlara yardımcı olması gereken eğitim, yani var olanı ortaya çıkarmak için gerekli olan eğitim, bu güçler tarafından tam tersi olarak, potansiyelin gelişmesine dair olan inancın eksikliği ve bundan dolayı ‘’büyükler ne derse o doğrudur’’ mantığının dayatılması ile yetiştirilmektedir.
‘’hayatın gelişme, yaşanma eğilimleri engellenirse, engellenen bu enerji, bir değişimden geçer ve hayatı yok edici bir enerjiye dönüşür… Yıkıcılık yaşanmamış bir hayatın sonucudur. Bir potansiyelin gerçekleşmesi belli bazı koşulların var olmasına bağlıdır.’’*
Bir tohumu toprağa attığımızda nasıl, güneşe, suya, çapaya, gübreye ihtiyacı varsa, bir çocuğun da potansiyellerini ortaya çıkarmak için bakıma (eğitime) ihtiyacı vardır. İyi bakılırsa iyi olur kötü bakılırsa kötü olur. Yani çocuk isteğe göre eğitilebilir.
‘’Görüldüğü gibi insan mutlak olarak kötü değildir. Ama gelişmesi ve büyümesi için gereken koşullar eksik olduğunda kötüleşir. Kötülük, iyiliğin yokluğundan ortaya çıkar ve hayatı gerçekleştirmede uğranılan başarısızlığın bir sonucudur.
Yıkıcılık, insanda birincil potansiyelini gerçekleştirmede başarısız olduğunda ortaya çıkan ikincil bir potansiyeldir.’’*
Başkalarına yapılan her şey, aslında kendimize de yapılmıştır.
Bu gün kendi çocuklarımızı bile tanıyamayacak kadar kendimizden uzak görüyorsak, iyi düşünmeliyiz…
Toplumumuzda 10 kişiye bir güvenlik görevlisi düşüyorsa bunun sebebi var olan potansiyel enerjiyi üretici bir alanda kullanamamaktan kaynaklanmaktadır. Yapmayı sevdiğin bir şeyi yapıyorsan, aradığın mutluluğa mutlaka ulaşırsın.
Çoğumuz sistemi kolayca suçlayıp, sistemi değiştirmek için kolları sıvarız. Evet kolları sıvarız, ama, nereden başlayacağız, ne yapacağız, nasıl yapacağız? Bütün bunların cevapları yoktur. ‘’Hedefi belli olmayan gemiye hiçbir rüzgarın faydası yoktur’’ demişler.
Genellikle duyduğumuz, ‘’karınca hacca gitmek istemiş, sen bu halinle nasıl hacca gideceksin demişler, o da yolunda ölürüm ya…’’ demiş.
Evet, bu kararlılığın önemini anlatmak için gösterilen bir örnek, ama tek başına kararlılık da yetmez…
Sistemi değiştirmek için bakıyoruz ki sistem dünya çapında bir ağ… Gözümüzde büyüyor. Sistemin parçası olarak ülkemize bakıyoruz. Kolay örgütlenemeyecek bir güç istiyor. Birçok
zaaflardan dolayı o güce kavuşamıyoruz. Daha aşağılara iniyoruz il düzeyinde, yine insanlar bir araya gelemiyor. Neden? Neden? Neden?
Görülüyor ki dünya çapındaki o ulaşılmaz dediğimiz sistemin ham maddesi İNSAN!
Yani her şey o insanla başlayıp, insanla bitiyor.
Yani kendimizle!
O halde işe kendimizden başlayacağız. Hiçbir zaman, en moderninden bile olsa otomobil gibi olmayalım. Bütün toplantılarda, konuşmacılar hep diğer insanların kusurlarına odaklanıyor da kendinde hiç kusur aramıyor. Otomobilin farları da karşıyı aydınlatır ama kendini aydınlatmaz. Kendi iç ışıklarını yakmazsa…
Biz de kendi iç ışıklarımızı yakalım.
Bu nedenle biz, koşulların, yardıma muhtaç kurbanları olmayalım. İçimizde ve dışımızda bulunan güçleri etkileme ve kontrol etme yeteneğine sahibiz. İyiye dair olan çabalarımızı geliştirip onların gerçekleşmesine neden olan koşulları belirleyerek çoğaltabiliriz.
‘’Büyük hayalperestlerin düşleri asla gerçekleşmez, onlar her zaman daha fazlasını ister.’’
Biz karınca değiliz. Biz bu dünyayı bu günlere taşıyan insanlarız. Bu gün sistemin başında bulunanlar bizden çok üstün vasıflara sahip değildir. Onlar da bu toplumun birer parçasıdırlar.
Ama var olan akıllarını ve zamanlarını bizden daha iyi kullanmayı başarmışlardır. (Yönetimde olmanın avantajları bir tarafa…)
İşe kendimizden başlayacağız. O halde kendimize bir bakalım. Bu güne kadar nasıl doldurulmuşuz. Neyiz?
Ta beşikten beri, çocuk olduğumuz için, hiçbir şey bilmediğimiz için, geleceğimizi belirleyecek, ahlak kurallarını, anamızdan, babamızdan başlayarak, köyün imamından, okulda öğretmenden, askerden… sözlü ve görsel basından… bize dayatılmış. Dayatılan, sistemin ahlak kuralları…
En büyük ahlaksızlık çocukluktan beri büyükleri dinlememek, itaat etmemek, karşı gelmek.
Öğretilenler doğru mu? Biz çocuk, onlar büyük olduğuna göre, biz onlardan daha iyi bilecek değiliz ya… mantık bu.
Bir kere öğretilenler, ezberletilenler, alışkanlık haline gelenler mi, artık balığın deryadan habersiz olduğu gibi, yanlışlığının farkında olamıyoruz.
En önemli ahlak kuralları haline gelenleri sıralayalım. Irkçılık, Metafizik düşünceler, Milliyetçilik, militarizm, şovenizm ve geçmişimize damgasını vuran liderlerin mutlak doğru olduğuna olan inançlarımız.
Bu güne kadar başkaları tarafından doldurulan şu zihnimizi, artık kendimiz bakıma alalım.
Bir bahçıvan bahçesini nasıl zararlı otlardan temizleyip, kendi işine yarayanları ekip, onları sulayıp çabalıyorsa biz de kendi zihnimizi kendimize yaralı olacak bilgilerle dolduralım.
Egemen sistem, din, milliyetçilik, ırkçılık vs… gibi ayırımlarla yüzyıllarca insanları birbirine düşürüp, emekçilerin metalaşmış ürünlerini eline geçirmiş ve geçirmeye de devam ediyor. Bizim bunlardan ne çıkarımız oldu? Bir azınlık, milyonlarca yoksulun tüketebileceğini tek başına tüketiyor. Ama milyonlar kendi emeğine sahip çıkacak yerde, o zenginlerin oyunlarına aldanıp, birbirleriyle savaşıyor, birbirini yok ediyor.
Neden? Çünkü zihnimiz onların çıkarına uygun şekilde doldurulmuş, onlardan vazgeçemiyoruz.
Kısa vadeli, küçük çıkarlarla aldatılıp, uzun vadeli ve büyük çıkarlarımız ellerimizden alınıyor. Bu oyunlar uzun vadeli çıkarlarımız gizlenip, kısa vadeli çıkarlar öne çıkarılarak,
bize ezberletilen temel bilgi tuzakları ile gerçekleşmekte.
Aklınıza güvenmiyor musunuz? Toplumda aklına güvenmeyen yok!
O halde yapılacak bir şey var. Bize ezberletilenleri zihnimizden boşaltmak ve kendi aklımızla davranmak.
Kendinin efendisi olamayan hiç kimse özgür değildir. Epiktetos…
Bu arada liderlik için mücadele edenlerin kulağına da fıslayalım. Kendine liderlik edemeyen, bir başkasına nasıl liderlik edebilir? Deneylerimizle de bu sabittir. Bu güne kadar bir adım ileri gidememişsek, durup düşünmeniz gerekir. Liderliği öbür tarafa taşımak için direnmekten vazgeçin. Sizlerin başarısızlığı geriden gelenlerin cesaretini kırmıştır.
Başarısızlık deneme cesaretinden yoksun olmaktır. Bu gün cesareti kırılan ve geri planda atıl kalan insanları suçlamak yerine, aynada biraz da kendinize bakın. Belki o zaman
‘’herkes layığını bulur’’ demekten vazgeçersiniz.
Biliyorsunuz ki, önünüzde bir bardak varsa ve o bardak su ile dolu ise, siz de süt içmek istiyorsanız, ne yaparsınız? Elbette bardağı boşaltıp, sütle doldurmanız gerekir. Suyun üstüne ne kadar süt doldursanız da olmaz süt suyun üstünden dışarı dökülür.
O nedenle, zihninize geçmişte iradeniz dışında yüklenen bilgileri unutun, çünkü ikinci bir kafanız yok, o eski bilgilerle dolu zihin yenileri sürekli reddediyor. Bu sizin elinizde.
Bunlar bizi yanıltıyor, her şeyi çok iyi bildiğimizi sanıyoruz ve kendimizden başkasını da dinlemiyoruz. Hal bu ki dünya hiç durmadan dönüyor ve dünya döndükçe de çok şey değişiyor.
İnsanlık da bu değişime uymak zorunda, bu değişime uyamayan ortaçağ yasalarını da ileriye doğru taşıyan gericiliğin hamalı olmaktan kurtulamıyor.
Zihnimizi boşaltırsak, aç insan nasıl karın doyurmaya koşarsa biz de o zaman, zihnimizi doyurmaya koşar ve yeni bilgilere açık oluruz. Hep kafamızda olanı aktarma kaygısıyla, şimdiye kadar dinlemediğimiz diğer insanları, dinleme gibi iyi bir alışkanlık ediniriz.
‘’Başkalarının kalplerine yalnızca kendi kalbini açtığın zaman ulaşabilirsin.’’**
İşte kendimizi anlama, en yakınlarımızı anlama ve bunun sonucu olarak da ortak noktalarda
anlaşabilme fırsatımız böyle doğar.
Tabi bütün bunları gerçekleştirebilmek için de irade gerekli. Bir düşünür ‘’İrademiz zekamızdan üstündür! ’’ demiş. Önemli olan, bu üstünlüğü, fark etmek ve kullanabilmek…
İşe kendimizden başlamak bunun için önemli. Kendine güvenemeyen insanlar başkasına güvenmek zorundadır. Kölelik yasaları da böyle başlar işlemeye…
Düşünme şeklimiz alışkanlıklardan kaynaklanıyorsa, alışkanlıklarımız sahiplerimizin bize öğrettikleri doğrultusunda…
Zihinsel ustalık ezberle değil, çalışmayla gelir. Kendi çabamızla elde etmediğimiz zaman kendimize güvenimiz de olmaz. O zaman ezberlerimiz bizi teslim alır.
‘’Gittiği yönü değiştirdiği anda herkes yaşamında devrim yaratabilir. Fakat nereye gittiğini bilmezsen, oraya ulaştığını nasıl anlayabilirsin? ’’**
Yaşamdaki en anlamlı şeyler, asla en az anlamlı olanlara feda edilmemeli. Bizim için insan önemli ise, insandan daha az anlamlı olan şeylerden taviz vermek zorundayız…
Toprak, vatan, bayrak, silah bunların hepsi insanın özgürlüğü ve mutluluğu içinse,
O halde ben, neden bunlar için insanı feda edeyim?
Her şey kendimizde başlayıp kendimizde bitiyor. Özgürlüğü tepetaklak kavrayıp, özgürlük adına bütün zamanımızı boşuna harcadığımızda, bir başkasının kölesi olarak pahalı bir fatura ödemek de var. Sistemin uyguladığı baskılara boyun eğip zamanı sıkıştırıp kullandığımız halde kendi mutluluğumuz için zaman ayırmadığımızda, bakımsızlıktan yarı yolda kalan arabadan farkımız kalmaz. Son otuz yılda yarıdan fazla düşen ücretler bunun en güzel örneği değil mi? O zamandan bu yana mücadele için özveride bulunmamanın bir sonucu değil mi bunlar?
İnsan kendini zorlamadan yaratıcı güçleri ortaya kendiliğinden çıkmaz. Bir hastamız olduğunda, sırtlayıp on kilometreyi düşünmeden yürürüz, doktora yetiştirmek için…
Bir toplantıya gitmemiz gerektiğinde, özgürlükle, mücadele arasında bocalamaya başladık mı? Yani gizli potansiyelimize sırtımızı döndük mü, sonunda köle olmaya mahkum oluruz.
Yaşamını iyileştirmek ve hak ettiğin biçimde yaşamak istiyorsan, kendinle yarışman gerekir.
‘’Yaşam bize daha çok ondan istediklerimizi verir.’’ Demiş ustalardan biri, mücadele etmeden hiçbir şey elde edilmiyor.
Her kaliteli yapı, kullanılan malzemenin kalitesiyle ölçülür. Toplumsal yapının da malzemesi insandır. İnsan kendi kalitesini ne kadar yükseltirse, örülen toplumsal yapı da o kadar kaliteli olur. Onun için esas olan insandır. Kendini yenileyemeyen insan, başkalarını hiç yenileyemez.
İşe kendimizden başlayalım. Kendimizi değiştirirsek, dünyanın değişmesine da katkıda bulunmuş oluruz.
* Erich Fromm
** Robin Sharma’ dan alıntılandı.
Kayıt Tarihi : 9.11.2009 00:51:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!