NEF'Î VE TAHİR EFENDİ
Nef’î 16. ve 17. Yüzyılda yaşamış (1572 – 1735) bir Divan şairidir. Erzurum Hasankale’de doğan Nef’î bir süre devlet hizmetinde memur olarak çalıştı. Arapça ve Farsça öğrendi, küçük yaşlarda şiir yazmaya (özellikle hiciv tarzında) başladı. İlk mahlasını Zarrî (Zararlı) olarak kullanırken Erzurum Defterdarı’nın şiirlerini okuyup beğenmesi üzerine mahlasını Nafî (Yararlı) olarak değiştirmiştir. Edebiyat tarihimizde ise Nef’î olarak tanınmış, en büyük hiciv ve kaside yazarlarımızdandır.
Bir gün Tahir Efendi adında biri kendisine kızarak “Kelp” diye hitap eder. Kelp köpek anlamına gelir ve Nef’î bu hakarete cevap olarak Türk hiciv eserlerinin ve “Tevriye" sanatının en güzel örneklerinden olan şu dörtlüğü yazar:
…
“Tâhir Efendi bana kelp demiş
İltifâdı bu sözde zâhirdir
Mâlikî mezhebim benim zira
îtikadımca kelp tâhirdir.”
…
Kelp: Köpek
Zâhir: Belli, görünen
Tâhir: Taharetli, temiz.
Köpek Osmanlı’nın başkentinde en yaygın mezhep olan Hanefi mezhebinde pek hoş bakılmayan, eve sokulmasının melekleri rahatsız edeceği hurafesiyle halkta da aşağılanan bir hayvandır. Şafiî mezhebinde en pis hayvanlardandır, hatta necistir. Mâlikî mezhebinde ise temiz bir hayvan olduğu bilinir.
Tahir Efendi bu şiirle aşağılandığını, şiirin yayılıp beğenilmesiyle de rezil olduğunu düşünerek Nef’îyi Kadıya şikayet eder. Kadı huzurunda Nef’î son mısrada Tahir Efendi’ye hakaret etmediğini, aksine kendisine kelp diye hakaret eden Tahir Efendi’yi kastetmediğini, köpeğin temiz olduğunu belirtmek istediğini, Maliki mezhebinde temiz bir hayvan olarak bilinen köpeklerin hakaret anlamında kullanılmadığını söyleyerek ceza almaktan kurtulur.
Nef’î Padişah IV. Murat tarafından korundu, saray çevresinde iltifatlar gördü. Padişah hiciv yazmamasını istemesine rağmen Vezir Bayram Paşa hakkında yazdığı bir hiciv üzerine 1635 yılında IV. Murat’ın emriyle boğularak öldürüldü.
(Çeşitli kaynaklardan alıntıdır.)
Paylaşım tarihi: 30.05.2016
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
ARİF PAŞA VE HALET EFENDİ
Sultan II. Mahmut zamanında pek kurnaz, pek zalim ve hırslı bir Halet Efendi vardı. Saray efradı arasında tanıdığı, seveni çoktu. Sözü dinlenir, dileği yerine getirilirdi. Koskoca Sadrazam bile onun kadar hükümet işlerinde onun kadar etkili olamazdı. Nice, devlet adamının canına okumuş, sürdürmüş, katlettirmiş, görevinden aldırtmıştı. Aynı zamanda şairliği de olan ve hatta kendisinden geriye bir divan da kalmış bulunan Halet Efendi pek çok şairi, sanat ve ilim adamını korumasına da almış idi.
Bir gün, konağının bahçesindeki incir fidanlarını söktüğünü gören hazırcevap bir dostu kendisine şöyle demiş: 'Aman muhterem! Atmayınız o incir ağaçlarını, lazım olur size, birinin ocağına dikersiniz.'
İşte bu Halet Efendi de göçüp gitti. Ardından iyi söyleyenler olduysa da, kötülüğünü görenlerin söyledikleri daha ağır bastı. Onlardan biri de Arif Paşa'dır. Halet'in ölümü ardından şu meşhur dizeleri söylemiştir:
'Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur;
Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehl-i kubur.'
Kubur sözcüğü Arapça kökenlidir. Birçok anlamı vardır, en çok kullanılanı kabirler, mezarlık anlamındadır ancak tuvalet çukurlarına, tuvaletten lağıma inen boruya da kubur adı verilir. Halk arasında tuvaletten geç çıkan birine “Kubura mı düştü? ” denir.
Kubur sözcüğünün beyitte “Tevriye” sanatı ile her iki anlamda da kullanıldığı açıktır.
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
ÖZDEMİR ÂSAF
R’leri söyleyemeyen Özdemir Âsaf bir gün Karaköy’e gitmek için taksiye biner, taksici “Buyyun neyeye? ” der.
Taksici de R’leri söyleyemeyen birisidir. Özdemir Âsaf “Kayaköy” dese taksicinin kendisiyle alay ettiğini sanacağını düşünür ve “Eminönü” der. Karaköy’e gitmek için de Galata Köprüsü’nü yürüyerek geçmek zorunda kalır.
Dünya böyle ince ve naif düşünceli, iyi kalpli insanlar için hala dönerken bizler kendi dünyamızda boğuluyoruz. Işıklar içinde uyusun. (1923 – 1981)
ANAHTAR
Konuşmak susmanın kokusudur.
Ya sus-git, ya konuş-gel, ortalarda kalma.
Yalan korkaklığın tortusudur.
Dürüst kaba ol, eğreti saygılı olma.
Özdemir Âsaf
(Paylaşım: 19.04.2016, 23:44)
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
ÇATLAYAN DAĞI'NIN ODUNCUSU
Efendim, eski zamanlardan birinde katırı ile mahalle mahalle gezerek odun satan bir adama pencereden bir hanım seslenerek odun ister. Oduncu hemen odunları tartarak verir ve parasını alır. Ertesi gün iki zabit oduncuyu kollarından tuttuğu gibi Kadı Efendi'nin huzuruna çıkarırlar. Adamcağız önce ne olduğunu anlayamaz, ama odun sattığı kadını da orada görünce durumu anlar. Kadı:
-'Oduncu, seni bu hanım bize şikayet etti.' der.
-'Ama ben şikayet edilecek birşey yapmadım. Normal fiyattan ve fazla fazla tartarak sattım odunumu.'
Bu kez kadın:
-'Kadı Efendi şikayetimin sebebi bu oduncunun sattığı odunlarının çatlak olmasıdır. Hamamdan yeni gelmiş idim. Hararet bastı, evde üşümeyeyim diye sobayı yakmak istedim, ama evde odun kalmamıştı. Tam o sırada bu oduncu oradan geçiyordu, ondan aldığım odunları sobada yakarken ben de sobanın yanına minder koyup oturdum. Odunlar yanarken çatladı, çıkardığı kıvılcımlar yüzünden entarim tutuştu ve yandı, canımı zor kurtardım.'
Kadı bu kez oduncuya döner ve savunmasını ister. Oduncu şu dörtlükle kendini savunur:
.........
Çatlayan Dağı'ndan kestim odunu,
Hamamdan çıkmış deyyusun kadını,
Yaymış mindere etini, budunu,
Sen çatlamaz mısın Kadı Efendi?
.........
Dava sonucu mu? Tabii ki beraat.
Saygılar sunarım efendim.
(Dörtlük ve öykü alıntıdır.)
Ankara, 04.12.2015
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
NAZİRE, ATIŞMA VE ŞAİRİN RUH HALİ
NAZİRE; bir şairin şiirine başka bir şair tarafından aynı şekil, vezin, kafiye ve redifle yazılan şiir. Divan edebiyatı nazım türüdür. Kelime Arapça 'eş, değer' anlamlarındaki nazir'den gelir. Nazire yazma, tanzir, tanzir etme diye anılır. (Tarif Alıntıdır.)
Bunu birçok sayfada sıkça yapıyoruz. Şiirde buna 'NAZİRE' adı veriliyor. Bu nazirelerden benim sayfamda da çokça var, hepsine de teşekkür ediyorum. Ben de birkaç şiire nazire yaptım, yayınladılar şiirlerine eklenti olarak (tabii ismimi de belirterek) sağolsunlar. Bu hem şaire, hem nazire yapana zevk ve keyif verir, aynı duyguları paylaştığının işaretidir çünki.
ATIŞMA ise Nazire'nin benzeri ama tam tersidir. Aynı şekil, vezin, uyak ve redifle yazılır; ancak zıt görüş bildirir.
Halk Edebiyatımızda Atışma; Nazire'den daha çok yer bulmuştur. Halk ozanlarımızın atışmaları onları daha çok dinleme ve izlememize, beğenmemize yol açar. Her atışma arasında izleyenler bir sonraki ozan için zaman kazandırmak ve aynı zamanda önceki ozanı takdir etmek için alkış ve gülüşmelerle destek verirler.
ŞAİRİN RUH HALİ
Şairlerin ruh halleri bütün diğer sanatçılardan daha hassas, daha kırılgandır. Bütün sanatçılar duygularını yoğunlaştırarak eserler üretir, şiir veya roman yazar, resim veya beste yaparlar. Duygusuz eser ya hiç yoktur, ya da başarısız olup unutulmuş olanlardır, unutmayalım.
Saygılar sunuyorum efendim.
Ankara, 30.11.2015
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
DİVAN EDEBİYATINDA RÜCÛ' SANATI VE BİR ÖRNEK
Rücû’: Söylenen sözden bir nükteye dayalı olarak geri dönme anlamında bir edebî terimdir.
Rücû’ daha önce söylenen söze dönüş olabileceği gibi söylenen sözü iptal edip farklı bir düşünceye yöneliş de olabilir.
Yerinde yapıldığı takdirde şaire heyecanını dışa yansıtma imkânı verir ve ifade edilmek istenen düşünceyi güçlendirir.
Divan Edebiyatı şairlerinden olan Sümbülzade Vehbi, 'rücu' şiirleriyle de ayrı bir ün yapmıştı.
Bir gün padişah Sümbülzâde Vehbi Efendi'yi yanına çağırır ve 'Bana öyle bir şiir yaz ki ilk mısrayı okuyunca içimden seni öldürmek, ikinciyi okuyunca ödüllendirmek gelsin' der ve ortaya şöyle bir şiir çıkar:
Azm-ü hamâm edelim, sürtüştürem ben sana,
Kese ile sabunu, rahat etsin cism-ü can..
***
Lal-ı şarab içirem ve ıslatıp geçirem,
Parmağına yüzüğü, hatem-i zer drahşan..
***
Eğil eğil sokayım,iki tutam az mıdır?
Lale ile sümbülü kâhkülüne nevcivan..
***
Diz çökerek önüne ılık ılık akıtam,
Bir gümüş ibrik ile destine âb-ı revan..
***
Salınarak giderken arkandan ben sokayım,
Ard eteğin beline, olmasın çamur aman..
***
Kulaklarından tutam, dibine kadar sokam,
Sahtiyandan çizmeyi, olasın yola revan..
***
Öyle bir sokayım ki, kalmasın dışarda hiç,
Düşmanın bağrına, hançerimi nâgehan..
***
Eğer arzu edersen ben ağzına vereyim,
Yeter ki sen kulundan lokum iste her zaman..
***
Herkese vermektesin, bir de bana versene
Avuç avuç altını, olsun kulun şâduman..
***
Sen her zaman gelesin, ben Vehbi'ye veresin,
Esselamun aleyküm ve aleykümesselam...
(Sümbülzâde Vehbi Efendi)
MİNİK SÖZLÜK
Azm: Toplantı
Zer: Altın
Drahsan: Süslü
Nevcivan: Genç kişi
Dest: Ayak
Sahtiyan: Kuzu derisi
Nagihan: Aniden
Saduman: Mutlu, sevinçli
Mutlu ve keyifli günler dilerim efendim.
Ankara, 29.11.2015
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
KAHVE YEMEN'DEN GELİR
Efendim, eskiden kahve ucuzmuş ve kireçsiz sudan yapılan gerçek çekme, bol köpüklü kahve beş paraya satılır imiş. Ancak kahveye gelen zam esnafı zorda bırakmış.
İşte o dönemde Amasya'da bir kahveci kahveye zam yapar ve bu zammı müşterisini incitmemek için ocağa yazdığı şu beyit ile duyurur:
'Kahve Yemen'den gelir yolu ırak
Beş para yetmiyor on para bırak.'
Eee, kahve güzel ama müşterilerin hepsi de zengin değil ki. Bir müşteri de kahveciye cevabı geciktirmez ve bir kağıda şu beyti yazıverir:
'Kahve Yemen'den gelir yolu sapa
Beş para yetmezse dükkânı kapa.'
Sadece şiir okumak sıkıcı olabiliyor, arada sırada şiirle ilgili, güncel veya tarihsel, genel kültür ve biraz da güldürü içerikli paylaşımlarda bulunuyorum.
İlgi görürse şiirden ve sanattan uzaklaşmadan bu paylaşımlara devam etmek istiyorum.
Saygılar sunuyorum efendim.
Ankara, 28.11.2015
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
BİR KADIN VE ÜÇ ŞAİR
Tomris Tamer’e aşık Cemal Süreya ve Cemal Süreya’ya aşık Tomris Tamer.. İkisi de evli, birbirleri için eşlerinden ayrılırlar “Türk edebiyat tarihinin en verimli aşkı” olarak anılacak bir ilişkiye adım atarlar.. Bu ilişki hem enteresan, hem dillere destan.. Yakınları ikisi de bu dünyadan ayrıldıktan sonra şu hikayeyi anlatırlar:
“Her akşam işten çıkıp şıp diye eve damlıyordu Cemal Süreya.. Bir gün Tomris, ‘Biraz gez dolaş, arkadaşlarınla falan buluş’ dedi.. Ertesi gün geç geldi Cemal Süreya, daha ertesi gün de, hep geç geldi.. Bu akşamlardan birinde, örtü silkelemek için pencereyi açan Tomris, apartmanın girişinde oturan Cemal’i gördü ve gerçek ortaya çıktı.. Her akşam iş çıkışı eve geliyor ama aşağıda oturup ‘gecikiyordu’ Cemal Süreya.. Tomris tarafından durumun adı derhal kondu: Şahsiyet Rötarı…”
Tomris, Cemal Süreya’nın aşk ve cinsellik dolu şiirlerine konu olur.. 3 yılın sonunda aşkları biter.. Bu dönemde Tomris, eşinden yeni ayrılmış olan Turgut Uyar’la tanışır.. Şiir üzerine başlayan mektupları, aşk mektuplarına dönüşür.. Evlenirler.. Tomris, Tomris Uyar olur.. Turgut Uyar’ın ölümünden sonra,Tomris ilişkileriyle ilgili olarak şunları söyler: “Turgut, beni her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir kaygıyla yıpranacak; ben de hiçbir rekabetin söz konusu olmadığı bir alanda, boyuna birinci seçilmekten yorulacaktım..”
3. şairse Tomris’e hep uzaktan, platonik bir aşkla bağlı olan Edip Cansever'dir.. Boğaz kenarındaki meyhanelerden birinde başbaşa oturdukları rakı masasında Cansever’in bir peçeteye yazdığı dize ise dilden dile dolaşır: “Tomris rakıyı çok severdi, bense onu…”
'Cemal Süreya’ya içki içmesini ben öğrettim.'
-Edip Cansever
“Edip’e şiir yazmayı ben öğrettim.”
-Cemal Süreya
“Bu ikisi bunu tartışırken ben de gittim Tomris’le evlendim..
-Turgut Uyar
“Sevgililik ya da aşk duygusu zamanla yara alabiliyor, örselenebiliyor, bitebiliyor.. Bitmeyen tek aşkın gerçek ve lirik bir dostluk olduğunu Edip Cansever öğretti bana.”
-Tomris Uyar
Ankara, 27.11.2015
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
BÂKİ İLE FUZÛLİ'DEN BİR ANI
Bâki ile Fuzûli devrin iki büyük şairidir. Bâki saray eşrafına yakın ve biraz da çıkarcı ve yalaka, Fuzûli ise halka yakındır. Her ikisi de devrin padişahı tarafından saraya yemeğe davet edilirler. Yolda beraberce giderlerken gördükleri bir sokak köpeği için Bâki:
'Şu köpek ne kadar Fuzûli' der.
Fuzûli altta kalır mı? İşte bu şiiri yazar:
*******************************************
'Mey biter sâki kalır,
Her renk solar, hâki kalır.
Diploma insanın cehlini alsa da;
Hamurunda varsa eşeklik Bâki kalır.'
********************************************
MİNİ SÖZLÜK
Bâkî: Bekâsı olan, sonsuz.
Fuzûlî: Gereksiz, boş.
Cehl: Cehalet, cahillik.
Sâki: İçki sunan kişi
Hâki: Yeşil rengin bir tonu
-
Bazı öbek sayfalarında ünlü ve büyük şairlerden anılar paylaşmaya devam edeceğim, hepsi de birbirinden ilginç ve birbirinden güzel. Tabii beğenirseniz.
Saygılar sunarım efendim.
Ankara, 26.11.2015
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ANI
Neyzen Tevfik bir gün meyhaneden çıkar, kör kütük sarhoştur. Biraz yürür ve karşısına güzel bir kız çıkar. Neyzen kızı takip etmeye karar verir. Kızı Beşiktaş'a kadar takip eder. Kız Beşiktaş'tan Üsküdar kayığına binmek için sıraya girer. Neyzen de kızın hemen arkasında sıraya girer. Kayık gelir, binerler. Üsküdar'da kayıktan inen kızı Neyzen takibe başlar.
Bugünkü Acıbadem semtindeki bir sokağa kadar kızı takip eder. Kızı takip ettiğini anlayan mahallenin gençleri Neyzen'e; 'Sen kimsin lan, mahallemizin kızının arkasından takip edersin? ' diye bir araba sopa çekerler. Ağzı burnu kan içinde kalan Neyzen'i Üsküdar iskelesine bırakırlar.
Üsküdar iskelesinde kendine gelen Neyzen cebinden kalem kağıdını çıkarır ve şu satırları yazar:
************************************
'Hiç insaf kalmamış ben-i âdemde,
Anamı s*ktiler Acıbadem'de'
************************************
Siz siz olun, yanınızdan kalem ve kâğıdı eksik etmeyin. En güzel şiirler akla ilk geldiğinde yazılanlardır, unutmayın.
Saygılar sunarım efendim.
Ankara, 25.11.2015
HAMDOLDU
Adamın biri yeni evlenmiş ve bir çocuğu olmuş. Hastanede doğum odasının kapısında hemşire kucağında bebekle kapıyı açıp adama müjdeyi vermiş:
“Hamdoldu, hamdoldu, bir kızınız oldu.”
Adam çok sevinmiş, kucağına alıp sevmiş ilk kızını. Birkaç yıl sonra ikincisi de olmuş. Yine hemşire müjdeyi vermiş:
“Hamdoldu, hamdoldu, bir kızınız daha oldu.”
Adam yine çok sevinmiş, birkaç yıl sonra yine eşi hamile kalmış ve yine aynı hemşire kucağında bebekle müjdeyi vermiş:
“Hamdoldu, hamdoldu, bir kızınız daha oldu.”
Adam yine sevinmiş tabii. Yine birkaç yıl sonra hamile eşini hastaneye götürmüş ve dördüncü kez hemşire kapıda yine bir kızla görünüp müjdeyi vermiş:
“Hamdoldu, hamdoldu, bir kızınız daha oldu.”
Adam yine sevinmiş ama hemşireye bu sefer demiş ki:
************************************
Kız üç idi, dörd oldu
Verene de hamdoldu.
Bir oğlan istediydim
Evin içi *m doldu.
************************************
Ankara, 19.05.2018
Yılmaz ÖrmeciKayıt Tarihi : 5.12.2015 01:32:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Nef'î ve Tahir Efendi Arif Paşa ve Halet Efendi, Çatlayan Dağı'nın Oduncusu, Nazire, Atışma ve Şairin Ruh Hali, Divan Edebiyatında Rücû' Sanatı ve Bir Örnek, Kahve Yemen'den Gelir, Bir Kadın ve Üç Şair, Bâki ile Fuzûli'den Bir Anı, Neyzen Tevfik'ten Bir Anı
TÜM YORUMLAR (1)