Kana, göğsümdeki hırçın, alık, ılık sıcaklık…
hadi çık,
meydan senin koca arenada…
kana… kana kana…
yan,
can içinden canın çıktığını sana sana…
Ehl-i keyif kafatasım,
Tasmalanmaktan tasalandı,
Aslında, neslim, yıllarca azarlandı,
Şaşırdı;
‘’Ya uymuyorsa ona ölçülerim…
Ya bedenim standardı bozarsa…
içime düşen bu ateş de neyin nesi…!
yaktı ciğerimi…
sırtımdan vuran,
ateşin kendisi değil,
öfkesi…
hamdı ateş,
Yürüyorum tarihî sokakta, etrafıma bakarak,
dudağımda özgürlük ve aşk şarkıları mırıldanarak,
bakıyorum sağa, sola,
tarihten bugüne tuhaf izler bularak...
Bir yanda rengârenk, çiçek tarlası,
Acıyormuş bazıları halime!
Bakıp da, çırpınmaktaki çaresizliğime!
Acırım onların haline...
Betonla sıvanmış kapalı gözlerine...
Ben görürüm onların görmediğini,
Benim varlığımın içinde çare,
Sıla, yâr ve ölen için gözyaşı döken,
Özlemi, taşmış gibi bağrına basan insan,
Üzülme, ayrılamazsın istesen de doğandan.
Ayrılık yok, adı olsa da can acıtan,
Adı daha da ünlü, kendi varlığından,
‘’bir ay doğar ilk akşamdan geceden
şavkı vurur pencereden bacadan’’
dokundu türküler yüreğime inceden
ışık sızar yüreğime parlayan aydan
ne korkular, ne hüzünler geldi geçti
kalbime döşediğim çelik raydan…
doğum gününüz nedeniyle girdiğim sayfanızda serbest ölçüyle yazılmış eskiyen adlı şiirinizi okudum haddim olmıyarak şiirinizin
yanardı renkli farlarım karanlığında
/bir seni ışıtamazdı ışıltılarım/
savaş narası atardı sebepsiz sorularında
/al boyalar sürdüğüm dudaklarım
diy ...