Yol kıyılarını topluyor;
tedirgin uzanan ağaçlar siliyor belleğini.
Kış güneşi gecikmiş ürününe düşüyor tarlaların.
Terli alnın bildiğini unutan mendil rüzgar kolluyor
kaybolmak için. Her yer toz.
Yol sensin; ele avuca gelmez dönüşlerinde serüveninin.
Nehir sensin; köprülerin gölgeli öpüşlerinde.
Toprak sensin; ömrün bin yıldızlı örtüsüyle çiçeklenen.
Varlık sensin, kalp sensin; yokluğun gökkuşağında.
Gül; yurdum!
Dağ yıkılır gelir ayaklarına
-belki görmezsin- karanlığın yanılgısında..
Dağ yıkılır gelir ayaklarına
avuçlarında yaprak kokusu,
tut sıkıca, bırakma...
O dildeki azar
bugün ya da yarın,
o birikmiş uysal hınç
bilirim, gelir beni bulur
eskisin diye yenilginin tacı,
ardında karalanmış tarih.
Resmini gazetelerde görmüştüm.
Kayaların üstünde cansız bedeni, öylece uzanmış yatıyordu.
Kirli kahverengi gömleğinden ve çopur yüzünden tanıdım onu. Kaza ile, ayağı kayıp mı düşmüştü? İçkili miydi? İntihar mıydı? Henüz nedeni bilinmiyormuş gazeteye göre.
Onun adını bile bilmiyordum.
Üzerinde kimlik bulunamamış. Sanırım hiç öğrenemeyeceğim.
ellerim iyiliğin kanatlarında
kendime uçurumdum
sesimde kaldım..
herkesin adam olduğu çağda
masalını isteyen çocuktum
Yangındır, dağılır beden rüzgârıyla;
Kalbin isteği, yankısıdır geleceğin..
Yeniden başlar gün: kokusuyla
Uç dallarında arsız bir çiçeğin..
-Bir Düşülkenin Yurt Edinme Öyküsü-
l.
Ben tek başımaydım. Çocukluğumun kıyısında yüzdürüyordum
Sis çanlarına vuruyor sağır tepeler:
kayıp inci yer değiştirir yosunun altında-
Geç kalmış hasat telaşında yağmurun:
sesim olgun başak; yankılanıyor soluğunda-
Bütün gece yağdı yağmur,
yağdıkça coşuyor
sanırsın kiremitlerde
Çinli bir ordu koşuyor.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!