Alaşağı olmuş tüm tanrıları tek tek ayağa kaldırıyorum. Ve “yaşam” denen şeyin anlamını soruyorum… Çok uzağımdaki bir kelebeğin rengini tahmin etmekle eşti şimdiye kadar bu beş harf.. ben kaçtıkça kovalayan patiler gibi yüksek seslerle bağırıyordu arkamdan.. korkuyordum.. ya da adını “korku” saydığım yanılgımda kayboluyordum.. O kadar zaman geçirmiştim ki, hayattan kaçarak ve ölüm’e sırılsıklam aşık olarak.. peki neydi ölüm? Biliyor muydum? Hayır! Bilgelik değildi bu.. küçük intihar tabletlerine sığınarak uyunan uykular öncesi düetten ibaretti benim için ölüm.. Ölesiye yabancı..
Herkes benim kadar istiyor muydu bilmiyorum.. sorgulamadım hiç.. abes sorular sınıfına giriyordu.. Ama biliyordum ki.. petrol rengi ırkçı vazolar içerisinde “çocuk”ların küllerine elmas mermiler sıkılıyordu bir yerlerde.. ve emindim temiz çarşaflar üzerinde ellerini semaya yerleştirip veya göğüs hizalarında parmaklarını kenetleyip ettikleri dualarda böyle bir dileğin yer almadığına.. üstelik para dedikleri, sertlikten uzak bitkilerden üretiliyordu.. beyaz mı beyaz.. aydınlık mı aydınlık.. Ne yazık ki benim içim içimdeki dualar tam tersiydi..
Ama ben istiyordum işte.. Ve sırf giderken kardeşlerimin veya annemin paçasını da aşağı çekerim korkusuyla, kendimi tutuyordum intihar eşiklerinde..
Sonra bir gün biri.. “Hayatı çok seviyorum ben! ” dedi..
Şiirdir.. dokunur yüreğe.. öyle demeyin.. sırf yüreğe dokunmakla kalsa.. Teninize, sesinize, sessizliğinize, bedeninizdeki tüm kıl köklerine.. geçmişinize.. şimdinize ve geleceğinize.. “her an”ınıza.. yazdığım şiirlerden biri böyle dokunmuştu ona..
Karşılık beklentisi olmadan edilmiş birkaç söz.. Sonra noktalar, virgüller, kelimeler kelimeler kelimeler.. “Kendimle düetim”de misafir oyuncu vardı.. çok değil an kadar kısa zamanda, düetim iki kişilik oldu..
Uç şiirler.. uç yazılar.. uçlardaki insanlarca “hissedilebilir” anca.. öyle oldu.. öyle olmuş.. hayatımda ilk defa.. biri.. ruhuma tokat attı.. Ama ne tokattı.. 19 yaşımda, evimizin en alt kattaki salonunda, sinir krizi geçirirken annemden yediğimle eşdeğerdi.. Anneminki krizden beni çıkarıp kendime getirmişti.. O’nunki ise.. O.. Başka.. bambaşka.. denizsiz şehrin feneri gibi..
O.. hiç görmediğim gözleriyle bana, yaşamın tam ortasındayken ölüm çığlıkları atmanın nasıl büyük bir korkaklık olduğunu gösterdi.. Hiçbir şey söylemedi.. söylemesi gerekmezdi.. ben o olmuştum onu okurken çünkü.. ölümün bunca yakınındayken “yaşamak” isteyen, asla “vaz caymayan”!
Nasıl bir dipsizliğe düşmüştüm ben.. nasıl bir karanlık içinde boğmuştum kendimi.. O.. O, hasta bir gürgen ağacına bile kendi yaşam savaşını aşılayan.. için için kanarken, bulantılarında kardelenler besleyen.. zamansızlığına “ahhhh”tan öte sitem etmeyen.. “VAZ CAYMAYAN”.. O.. Dedim ya öyle bir tokattı ki.. Baştan aşağı sırılsıklam etti beni..
Islak kirpiklerimin ardından kendime baktım.. Zamanın yok olduğu düzlemde, sorgulayışlarım.. “Ahhh”lar benimdi şimdi.. ne aptalca yaşamışım.. ne savruk davranmışım yaşamıma.. Ölüm diye şiirler yazmışım.. serzenişlerim olmuş.. ifil ifil dalgalanmışım.. aba’yı kendimce ipek yapmışım.. ne çok yanılmışım..
O, vaz caymazken ben savaşmaya bile yanaşmamışım.. anladığımı sandığım çok şeye kilometrelerce uzak kalmışım.. bir şeyler akıp giderken içinde oynaşan balıkmış “hayat”.. ben yanına rakı aramışım.. yazgı diye mermilere sarılmışım..
Sonra etrafımdakilere sinirlenmeye başladım.. tek tek.. birbirlerini anlamak yerine, sado-mazoşist ruhlar halinde birbirlerini ezip geçen.. Yaşamak ve yaşatmak yerine kendilerini ve çevrelerindekileri incitmek için direnen.. Hayat’ı yanılgı ölüm’ü yoldaş bilen.. Yaralayan, acıtan, önemsemeyen.. Öldüren.. Hatta kendilerini öldürmeye yeltenen..
Etrafımdakilere sinirlenirken u dönüşü ile yine kendime döndüm.. Yaşama karşı nasıl bu kadar savruk davranmışım..
O.. Akşamüstü serinliğinde alabildiği her nefes için “şükrederken” ben, nefes alabildiğim için Tanrı’ya sızlanmışım..
Ne aptalmışım..
Ruh sözlüğümde yeni kelimelerim var.. O’nun kanatları hepsi.. “Vaz Caymamak”, “Şükretmek”.. Artık tanrılarım, yaşam sofrasmda bağdaş kurarak, hayat dolu sohbetler ediyorlar.. ve baş köşedeki Kibele'nin saçlarını hayranlıkla seyrediyorlar..
Şimdi, o ne zaman tüpün mavi ışığında üşüse, kulağının ardında saklandığım yerden çıkıyorum.. ceplerime doldurduğum, mis kokulu “kadın” saçlarını çıplak göğsüne seriyorum.. çünkü üşüyor biliyorum.. sonra yerime dönüp, tüm sesimle bağırıyorum..
“Nefes Al! ’
” Nefes Al! ”
“Nefes Al! ”
Ve biliyorum ki alacak.. çünkü sözü var “ben vermeden.. vermemeye..”
30.05.2008
Aslı ŞahinKayıt Tarihi : 30.5.2008 20:28:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bazı belirsizlikler olmasına rağmen,karanlıktan aydınlığa iyi bir geçiş duğrusu.Hikaye tema olarak mükemmel.Güzel bir konu işlemişsiniz sizi kutlarım.
Kıyam yaşamaktır!!! Sevgiler...
TÜM YORUMLAR (8)