her sabah
bir mermi saplanıyor uykusuzluğuma
yatağımdan ölü bir asker uyandırıyorum
bir top kanlı sakal rüzgara dolanmış
kalkıp tıraş aynamı siliyorum
nereden bulaşmışsa bir gece lekesi
sabahın otlarına basan, rüzgâr değilse, kim?
tutkunun ateşiyle kıvranan ve erkenden uyanan
sessizliğin henüz olmamış meyvesine dokunan?
yabancı bir rüyadan, uzak bir dağdan ya da yalnızlıktan
oluşmuş yabanıl zamanın içinde
kim, karanlık taşta pişirilmiş ekmeğin sıcaklığıyla avunan?
ışığından yaptın beni
yaz çalılıklarındaki
güneş gibi.
senin çığlığını atıyorum.
Sen gelmesen de bu yangın çıkacaktı
bir kırlangıç bizi ikiye bölecekti
yeni adlar koyacaktık bitkilere
son yaz güneşi de
çekip gidecekti asmalardan
senin kokun da gidecekti unutacaktık.
o orada dursun
gecenin belirlediği şey
başlangıcın bilgisi
sakın vazgeçme
ateşin omzuna yaslan
suya tutun
bir akrep bırakıyorsun gecenin yatağına
boşluğun basamaklarında oyuklar açıyorsun
yaşadıklarımız adına ne varsa yakıyorsun cehenneminde
biz değil miydik çıplak ayaklarla basan
yoksulluğun sıcak küllerine
pazarda, meyvelerin içinde bir uçurum arayan
diyelim ilkbaharı ikiye böldük
nasılsa yarısı kullanılmadan atılıyor
rüyalarımızı uyguladık yarısına diyelim
yüzümüzde geleneksel bir gülümseme
diyelim zor yetiştik, sirkeci iskelesinden
sessizce batıp giden bir bir gemiye.
beni sokakların masalında unutun
karanlık yarımadanın suç ortağı yapın
seranın doluyla kırılan camlarına benzetin
yanıltın, asit yağmuruna yakalanan kuşlarla
bahse girin sayfayı karıştıranın ben olduğuma
denizin suratında patlayan gökle avutun beni
en eski yüzlerimizle duruyoruz ayakta
alacakaranlığın kapısında
kollarımızda yıkılmış tapınakların büstleri
yalın ve anlaşılır şeyler konuşuyoruz
gelecek günler hakkında
diyoruz ki, artık kararmayacak sözün gümüşü
yazla yıkanmış bir çan çalsa
dağılsa son servilerdeki sis
bu taşın ve ekmeğin zamanı, desem
henüz erken, dersiniz
kan sussun, kapı açılsın
o zaman söyle
Sevgili Salih Bolat Hocam, iyi insandınız, huzur içinde uyuyun, ruhunuz şad olsun.