Bir çağ vardı…
Rüyaların unutturulduğu,
çocukların gökyüzüne değil,
ekranlara baktığı bir çağ.
Ve bu çağda, insanlar
gözleri açık uyuyordu.
Çünkü rüyasızlık artık
bir uyku bozukluğu değil,
bir insanlık durumuydu.
***
Cemil bir sabah uyandığında,
rüyasını hatırlayamadı.
Sonra fark etti:
Geceden değil, hayattan uyanmıştı.
O an anladı:
> “Bir rüyayı unutmak,
insanın kendini unutması gibidir.”
Çocuk sordu:
— Hiç rüya görmeyen bir insan… eksik midir?
Cemil cevapladı:
— Eksik değil; yarımdır.
Çünkü düş kurmayan biri,
yaşamın tamamını göremez.
Gökyüzünü sadece mavi sanır.
***
O sırada ortaya çıktı Leyla:
Saçları rüzgâr gibi,
gözleri geçmiş gibi derin…
Konuşmadan konuşuyordu
. — “Ben bu çağda rüya görmeye
yeminliydim,” dedi.
“Ve bunun bedelini her gün susturularak ödedim.
” Cemil sordu:
— Rüya nasıl savunulur?
Leyla cevap verdi: — Şiirle.
Çünkü şiir, uyumayanların bile
rüya görebildiği tek yerdir.
> “Rüyasızlık, sadece uyku değil, bir
kalbin kendine kapanmasıdır.”
***
Şehir uzaktan griydi.
Ama içindeki insanlar daha da renksiz.
Çünkü hiçbiri artık rüya anlatmıyordu.
Ne çocuklar…
Ne yaşlılar…
Ne aşıklar…
Çocuk göğe bakarak mırıldandı:
— Ben bir rüya çizmek istiyorum.
Ama ellerim yokmuş gibi hissediyorum.
Cemil diz çöküp ellerini tuttu:
— Bu çağda eller değil, kalpler çizim yapar.
Ve senin kalbin hâlâ
gökyüzüyle bağlantıda.
Son sayfada bir dize belirdi:
> “Bir çağ rüyasını kaybedince,
geriye yalnızca
uyanamayan yığınlar kalır.”
Kayıt Tarihi : 24.10.2025 23:40:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!