Perşembenin romanı Şiiri - Perihan Pehlivan

Perihan Pehlivan
811

ŞİİR


59

TAKİPÇİ

Perşembenin romanı

------ Roman denemem Perşembenin romanı ------

PERŞEMBENİN ROMANI

Kadın pencereden dışarı bakıyordu, karşı tarafta bir ev vardı. Hafif sisli havaya rağmen güneş ışıldıyordu ve bir huzme gibi evin kırmızı çatısını bir taç gibi sarıyordu. Derin bir iç çekti. Pencereden uzaklaşmak istedi, hafifçe döndü. Sonra geri döndü sandalyeyi çekip oturdu, üşüdüğünü hissetti ve hırkasının düğmelerini ilikledi. Ne kadar yumuşak diye düşümdü, oldubitti bordo rengi severdi. Kızı almıştı kışın giyersin diye. Garip bir yalnızlık içindeydi ama gözü karşı evin kapısındaydı. O evin onun hayatında yeri ve önemi ne kadar da çoktu.12,2,2010

Bir çocuk bahçe kapısından hızla çıktı. Kapı açık kaldı hafifçe sallandı. Sonra çocuk elinde iki ekmekle döndü. Yemek saati yakın olmalıydı diye düşündü kadın. O yalnızdı yemekle de pek arası yoktu. Saçlarını iki eliyle sıvazladı ve içinin ısındığını hissetti. Hep onu görünce öyle yapardı, gürdü kestane renkli saçları sanki gözünün önüne dökülür de yüzünü göremez sanırdı. İlk zamanlar hep uzaktan bakışırlardı. O erkek sanat mektebine giderdi, çanta taşıdığını hiç görmemişti. Kıyafeti düzgündü, kırmızı kravatı ışıldardı saçları koyu siyahtı. Briyantinli ve taranmış. Kendisi kız sanat mektebine gidiyordu. Yüreği sıcacık sevgi doluydu. Onu ilk gördüğünde nasıl da çarpmıştı, O da gülümseyerek karşılık vermişti ve hikâyeleri böyle başlamıştı. Gülümsedi kendin saklarcasına. Şimdi o anneanne olmuştu. Kendine benzer bir kız torunu vardı. Daha sonra birkaç kez karşılaşmış sadece bakışıp yollarına devam etmişlerdi. Bir gün yolda yürürken arkasından gelmiş merhaba demişti ve onunla arkadaş olup olamayacağını sormuştu. Sadece başını sallamış ama yanaklarının kıpkırmızı olduğunu hissetmişti. Her sabah birlikte okula gidiyorlar akşam çıkışı küçük parkta oturup sohbet ediyorlardı. Zamanla bir günleri, uğurlu sayıları ve ortak şarkıları bile oldu. O zaman bu kadar sık görüşmeleri mümkün değildi. Evde annesine yardım eder, ufak tefek dikişleri dikerdi. Ahmet’te babasının bakkal dükkânına gidip orda müşterilere bakardı bazen babası camiye gidince yalnız kalırdı. Sevim her gece onu düşünür hayal kurardı. Ahmet çok kibar konuşur, durumları iyi olmasına rağmen hiç böbürlenmez ya da hissettirmezdi. Hafta sonlarını sevmezlerdi çünkü dışarı çıkmaları zorlaşırdı. En sevdikleri mevsim sonbahardı. Aslında bütün âşıklar çok sever ya. Hele de liseli âşıklar. Nihayet liseyi bitirmişlerdi ve arkadaşlıkları üçüncü yıla giriyordu. Ayrılmaz ikili olmuşlardı, tüm arkadaşları biliyordu ve buluşmalarında yardımcı oluyorlardı. Ahmet’in ablası da biliyordu. Onunla sinemaya ilk gittikleri zaman tanışmıştı, Ahmet çeke, çeke ablasının yanına götürmüş
_ Bak! Sevim bu demişti.
Sevim yavaşça nasılsınız diye sormuş, sonrada içeri girip ondan uzak bir yere oturmuşlardı. 21.2 2010

Günler doludizgin geçiyordu, sevgileri güller açıyordu. Artık annesi de biliyordu, ama pek tasnif etmiyordu bu ilişkiyi. Fakat Sevim ona hiç toz kondurmuyor, geceler boyu hayaller kuruyordu. Ahmet üniversiteye başlamış bu yüzden kasabadan uzaklaşmıştı ama yüreğini orada bırakmıştı. Sık, sık Sevime mektup yazıyor ondan gelecek mektupları hasretle bekliyordu. Sevim dikiş dikiyor, mahallede birkaç kıza dikiş öğretiyordu. Suluova küçük bir kasabaydı. 1954 Şeker Fabrikası yapılınca küçük bir köyden büyük bir kasaba oluşmuş, çarşı-Pazar gelişmişti. Burada herkes bir birini bilir tanırdı. Ahmet tatillerde kasabaya gelir ve fırsat buldukça bir araya gelirlerdi. Bir defasında ayrılırken Ahmet onu alnından öperek veda etmişti, kalbi adeta çıkacak gibi çarpmıştı. Yüzünü sanki ateş basmıştı. El ele tutuşur gezerler, birbirlerine sarılırlardı ama bu bir başkaydı. Mektuplar, ufak tefek hediyeler ve giderek artan bir bağlılık oluşmuştu aralarında ama henüz evlilikten söz etmemişlerdi. Sevim, annesinin deyimi ile evlenecek yaşa gelmişti. Hatta uzak yakın birilerinden isteme olayları oluyor ama ciddileşemiyordu, çünkü o Ahmet’i seviyordu. Annesi de bildiği için hiç kimseye konuyu açtırmıyor daha erken diye savuşturuyordu.1978 Yılın Haziran ortalarında Ahmet inşaat mühendisi olmuş ve diplomasını aldığı günün akşamında yola koyulmuş adeta uçarak kasabaya dönmüştü. O akşam komşu bahçenin arkasında buluşup saatlerce muhabbet etmişlerdi. Hasret gidermişlerdi. Ne çok konuşacak şeyleri vardı. Ahmet ona en kısa zamanda bir iş bulacağını ve onu isteteceğini söylemişti. O gün Sevim sanki kelebekler gibi uçarak eve gelmiş annesine sarılıp müjdeyi vermişti. Annesi de inşallah yavrum yoksa bak boşuna beklemiş olursun diyordu. Haksızda değildi bütün yaşıtları evlenmiş, çoluk, çocuğa karışmıştı. Sonbaharda nişan koşturmaktan, yaz aylarında da düğüne gitmekten bir hal olmuşlardı. On beş gün sonra Ahmet iş görüşmesine gitmişti, Sevim bütün gün dua edip pencerede onu beklemişti. Nihayet akşam karanlığında eve gelmiş ve gecede buluşup konuşmuşlardı. On gün sonra haber geldi, o doğuda bir yere gidecekti ve askerliğe kadar orada çalışacak sonrada Samsun’a gelecekti. İşte o zaman evleniriz ama önce bir nişan yaparız bir yıl nişanlı kalırız demişti. Aslında Sevim üzülmüştü ama yapacak bir şey yoktu. Çünkü onu çok seviyordu ve bin yıl olsa da bekleyebilirdi. Ve bir gün Ahmet vedalaşıp gitti, gidip yerleştikten sonra ona adresini bildirecekti. Aradan bir ay geçti ama ses çıkmadı. Her gün, her gece acaba ne oldu diye düşünmekten yemek yiyemez olmuştu, Annesi bazen kızıyor, bazen de teselli ediyordu. Nihayet ilk mektup geldi. Perşembe sabahıydı postacı zarfı uzatmıştı kapıdan Sevim uzanıp almıştı. Büyük bir heyecanla elleri titreyerek zarfı açtı, okudu, öptü, kokladı. Tekrar okudu tekrar bağrına bastı. Çok mutluydu. Ne kadar da özlemişti, sevinçten oturup ağladı. Çok iyiydi, mutluydu ve rahattı Ahmet. O gece rahat bir uyku çekti.23.2.2010
Zaman bazen öyle hızlı geçer ki, bazen de dakikalar yıl olur. Her mektup, her haber ayrı bir heyecandı Sevim için. Bazen karamsarlığa düşüyor, bazen ağlıyor. Çoğu zaman hayal kuruyordu. Hep güzel günleri düşünüp kendini avutuyor, aşk şarkıları mırıldanıyordu. Geceleri foto roman okuyor şiirler yazıyordu. Her dizede hasret vardı. Bazen Ahmet’e yazdığı mektuba şiirlerini de ekliyor, o da beğeni sözleri ile yanıt veriyordu. Bu arada kardeşi Semih liseyi bitirmiş üniversiteye hazırlanıyordu. Arada bir Sevim eski okul arkadaşları ile karşılaşıyor, onlarla sohbet ediyordu, birçoğu evli, çocukları bile olmuştu. Bir taraftan da siyasi ortam iyice karışmış, sağ sol çatışmaları çıkmıştı. Allahtan burası küçük bir kasabaydı ve içleri rahattı. Hem hiçbir şey onu ilgilendirmiyordu. Bir yıl sonra Ahmet bir yaz günü izine geldi. Dünyalar onun oldu, heyecandan buluşacakları ana kadar evin içinde deliler gibi dolaştı durdu. Ne çok anlatacakları vardı ona. Ve akşamüstü parkta buluştular. Hasretle sarıldılar bir birlerine. Ahmet biraz kilo almıştı, ama yakışmıştı.
__ Dur bakıyım sana bir deyince. Ahmet gülerek,
__ Korkma değişmedim bak! Aynıyım. Diyerek takılmıştı.
Bir hafta ne çabuk geçmişti. Bir akşamüstü gitti Ahmet. Olsun, yine gelir, mektuplar yazar, kart atar nasıl olsa o bir yılda geçerdi. Hem söz vermişti. Askerden önce nişan yapacak, gelince de düğün ve birlikte Samsun’a evlerine gideceklerdi. Evin haylini bile kurmuş eşyaları yerine koymuşlardı, hayali bile güzeldi. Sonra dikişlerini dikmeye devam etti. Ve annesinin sesine irkildi.
__ Hadi kızım sofraya
__ Geliyorum anne! Yavaşça kalktı elindekini makinenin üstüne bırakıp, mutfağa geçti. Masaya oturdu dalgın dalgın yemeğini yedi.
__ Sen git otur anne ben bulaşıkları yıkar, çayı da koyup gelirim.
Radyoda “ sen benim her şeyimsin, mehtabım, güneşimsin.” Şarkısı çalıyordu. 25.2 2010 İST
Oda da, sessizlik sürmekteydi. Annesi dönüp, “Hayırdır niye suskunsun bir şeye mi üzüldün? ” Yok dedi. Sevim, Ahmet gitti gideli içim bir tuhaf, oda pek aramıyor. Şarkıda hüzün verdi bana. Annesi eline hafifçe vurdu
Hadi, hadi geçer bu günler, çayımızı getir de içelim.
Sabah güneşi perdeden süzülüyordu, bugün Perşembe diye düşündü Sevim elbiseyi bitirmeliyim. Cumartesi düğün var. Kalktı, perdeyi açtı. Sonra gidip, yüzünü yıkadı, çay suyunu koydu, gelip üstünü giydi. Tarağını alıp, aynada saçını taradı. Elleri ile kaşlarını düzetti. Sonra, mutfağa geçip çayı demledi sofrayı hazırladı annesine seslendi. Acele kahvaltıyı bitirdi. Annesine bi zahmet sen toparla ben şu işlerimi toparlayayım diyerek makinenin başına oturdu. Annesi uzun, uzun çay içti, sonra sofrayı topladı. Kızına döndü ben biraz Ayşe teyzene geçeyim iki laflar sonrada kahvemi içer gelirim, sen işine bak anahtarı da aldım, gelince yemeği yaparım. Bugün Perşembeydi. Her Perşembe seyyar satıcı gelirdi mahalleye. Kadınlarda ufak tefek ihtiyaçlarını alırlardı. Zaten adamın adını bilen yoktu. Perşembeci geldi Perşembeci gitti. Aslen Havzalıydı. Sarışın orta boylu etine dolgun biriydi. Maşallah çenesi de kuvvetli. Hanımlar ona o hanımlara laf yetiştiriyordu. Bazen Sevim de çıkar bakar ufak tefek bir şeyler alırdı.
Sevim elbisenin kollarını taktı, sonra teyelleri söktü ve elbiseyi ütüledi. Minicik çiçekleri vardı kumaşın. Ütüleyince çiçek bahçesi gibi ne hoş göründü gözüne. Kapı çaldı, kalkıp umarsızca baktı. Gözlerine inanamadı gelen postacıydı ve elinde mektup vardı. Müjde! Dedi.
Oh, nihayet Ahmet mektup yazmıştı, acele ile zarfı açtı, okudu, öptü, kokladı. Ne çok özlemişti gerçekten. Ahmet yakında askere gidecekti, sonrada gelip nişan yapacaktı. Biraz içi rahatladı. Sanki talih onlardan yana dönüyordu, şunun şurası ne kalmıştı 0n beş ay. Toparlandı, elbiseyi paketledi. Döküntüleri topladı, annesi mutfakta yemek yapmaya koyulmuştu. Yeni iki elbisenin kesim için masayı açtı sabun, makas ve toplu iğneyi yanına aldı ve kesime başladı. Sonra annesinin yanına gitti.
Kolay gelsin. Dedi
- Hayırdır, yine yüzün gülüyor.
- Ahmet mektupta yakında askere gideceğini yazıyor, sana da selamı var. Ne güzel! Düğün yaklaşıyor, düğün yaklaşıyor.
- Deli kız! Hadi git işine bak. Odadan çıkıp dikişine yeniden başladı Sevim.
Akşam yemeğinde sofrada buluştular. Annesinin canı sıkkındı. Yazık dedi, yazık bu ülkeye, gençlere, her gün birkaç kişi ölür oldu, ne olacak bu ülkenin hali? Bilmiyorum dedi. Sevim, zaten zor geçiniyoruz birde terör belası çıktı başımıza.
--- Ha! Sevim bak ne olmuş?
--- Ne olmuş ne olmuş?
--- Sorma. Hani Perşembeci var ya
---Eee
--- Onun bir kızı vardı. Öğretmen olmuştu. Bir yere atanmıştı ya unuttum. Neyse işte orada çalışırken yanında çalışan adama âşık olmuş. Sonra da iş ilerlemiş. Senin anlayacağın işi pişirmişler
---Eee
--- Esi iş sarpa sarmış. Meğer adam evliymiş
--- Kör olası. Dedi. Sevim
--- Ya! Birde çocuk olmuş
---- Vah, vah
---- Vah ki, vah. Nikâh yapamamışlar. Adam bir ev tutmuş. Kadın çocuğu doğurmuş. Adam arada gidip geliyormuş. Bir gün gitmiş ki kapı açık. İçeri bir giriyor ki, kadın intihar etmiş. Birde çocuğun başucuna not bırakmış. Oğluma iyi bak. Ölümümden kimse sorumlu değildir.
--- Yazık
---- Hem de çok yazık kızım. Evlat acısı çok zor.
---- Kim anlattı bunları?
---- Kendisi. Birkaç haftadır gelmiyormuş meğer sem. Ben pek çıkmıyorum ya. Bilenler sordu. O da anlattı. Çökmüş adamcağız.
--- Yazık anne, çok yazık olmuş adama. Onca emek birde rezil rüsva olmuş.
---- Sorma kızım sorma çok yazık olmuş. Neyse hadi kalkalım, işine bak sen. Hakkında hayırlısı.
Sonra, Sevim kalktı, sofrayı topladı. Sonra da annecide, abdest alıp namaza durdu. Sevim makinenin başına oturdu. Tıkır, tıkır makine sesi ile dikmeye devam etti. O gece hayalden, hayale koşarak bir hayli dikiş dikti. Saat on ikiyi gösterirken kalktı. Yatağını açtı, geceliğini giydi ışığı söndürüp yattı. Ama uzun süre döndü durdu uyuyamadı.
Eylül bütün sarılığı ile gelip oturmuştu. Annesi yardım etmiş sobayı çoktan kurmuştu. Ve Ahmet askere gideli tam bir ay olmuştu. Yedek subay olarak Ankara da askerliğini yapıyordu. Sık, sık telefon ediyor, kart atıyor, mektup yazıyordu. Askeri elbisede pek bi yakışmıştı ona. Radyoyu açtı. İstek şarkılarını dinledi hepsi bir birinden güzeldi. Keşke oda isteye bilseydi. Sabah çalışmak daha zevkliydi. Yerlerde sarı yapraklar, sokakta insanlar yürüdükçe hışır, hışır ses çıkarıyordu. Çocuklar okula gidiyor, okuldan geliyor hayat hızla akıp gidiyordu.
13.3. 2010 İST
Bir gürültü koptu. Ayşe cama koştu. Bir kalabalık bir şey ler söyleyip duruyordu, sokağın başında. Camı aştı, eğildi, baktı anlayamadı. Bir şey olmuş diye düşünmeye kalmadı ki; Komşunun oğlu Kenan koşarak geliyordu. Ona seslendi.
--- Ne olmuş?
--- Vurmuşlar
--- Kimi?
---- Postacının oğlu ilen Cuma’nın oğlunu!
---- Nerde?
----- Caddede
Çocuk koşarak eve girdi. Ayşe hem üzülmüş, hem korkmuştu. Belli ki, kim vurdu ya gitmişlerdi. İkisini de tanıyordu. Öyle çok fanatik de değillerdi ama yine gençlerin arasında dolaşıyorlardı. Sık sık sağcılar ve solcular kavga eder olmuştu. Ne kötü zamandı gece-gündüz huzur kalmamıştı. Âdete sokaklar bölünmüştü. Her gün haberlerde kan gölü görmekten bıkıp usanmışlardı.
Son birkaç yıldır koalisyon hükümetleri adeta olayları körüklemiş, gençler kamplara bölünmüş, nerdeyse mahalleler bile ayrılır olmuştu. Çoluk, çocuk, kadın, erkek siyasetle yatıp kalkıyor, kavga gürültü ediyorlardı. Ama bu ölümler çok fazlaydı. Yazık ülkemize! Gençlerimize. İyi ki Ahmet askerde kim bilir belki oda bulaşırdı, başı belaya girerdi diye düşündü.
Sonra, işinin başına döndü. Annesi kapıyı araladı azıcık çıkıyım bir mahallede ne olup bitmiş bakıyım diyerek namaz örtüsünü alıp gitti. Kapı çat diye kapandı. Ayşe, dikiş dikmeye devam etti.
Akşam yemekte biraz uzun oturdular. Annesi sokakta duyduklarını uzun uzun anlattı. Çok kötü, çok kötü deyip durdu. Ayşe üzüm tabağına uzandı; bir, iki tane aldı. İçi yandı sanki vaz geçti. Kalkıp su içti ben oturayım dedi. Sen kaldırıver bir zahmet şu elimdekini yarın yetiştirme lazım. Sonra dikiş odasına geçti. Annesi biraz daha oturdu, kardeşi geldi onunla muhabbet etti, birazda nasihat etti. Sofrayı kaldırdı. Abdest aldı, namaza durdu. Sonra seccadesine oturup tesbihini çekti. Uzun, uzun biraz da yüksek sesle dua etti. Vatana, millete, oğluna, kızına, Ahmet’e. Ayşe arada bir ellerini, kollarını dinlendirdi. Annesi saat on kiki ben yatıyorum, hayırlı geceler sana, sende yoruldun, bırak artık diyerek odasına geçti. Kardeşi, zaten akşamdan uyurdu. Biraz daha işini derledi, topladı oda kalktı, yatağın açtı, lavaboya gitti. Aynada kendine baktı. Gözlerinin altı çökmüştü. Yatağına uzandı, Ahmet bir gelse diyordu içinden, evlenince bu kadar çok çalışmam hayalleri ile dalıp gitti.
Annesi, seslendi hadi kalk artık acıktım, güneş doğalı çok oldu. Kalktı, annesine günaydın dedi. Y yüzünü yıkadı, havlusunu aldı elini sildi. Sonra dönüp, radyoyu açtı ve donup kaldı. Annesi yeniden hadi diye bağırınca, irkildi. İhtilal olmuştu. Annesine doğru koştu, yüzü sararmıştı.
Ne oldu diye annesi hayretle ona baktı.
İhtilal olmuş! İhtilal olmuş!
--- Ya!
İkisi birden radyonun başına çöktüler. Kenan Evren konuşma yapıyordu. Olacağı buydu, kan gövdeyi götürdü kaç zamandır, herkes azıp kudurdu, bacı, kardeşe düşman kesilmişti. Dedi annesi. Ama o hiç duymadı. Sadece, Ahmet dedi.
Annesi bir bardak su verdi, al iç. Kızım, Ahmet asker ona bir şey olmaz hadi kalk kahvaltı yapalım, çay kaynaya, kaynaya öldü. Hakkımızda hayırlısı olsun.
---- İnşallah
11.4.2010 İST
Uzun bir süre Ahmet’ten haber alamadı Sevim. Nereye bastı, ne yedi, ne içti, ne düşündü bilemedi. Uykular haram oldu, gözyaşları sel. Ne kadar bahtsızım dedi durdu günlerce. Hiçbir şey onu teselli etmedi. Annesin sözleri, bir kulağından girdi, öbüründen çıktı. Burası küçük bir kasabaydı. Herkes herkesin her şeyini bilirdi. Evleneceklerdi, ya ona bir şey olduysa, ya dönmezse. Afakanlar basıyordu. Hiçbir haber onu teselli etmiyordu.
Ekim geldi, soğuklar düşmeye başladı. Herkes soba kurma, odun, kömür alma telaşında. Suluova kışın soğuk olurdu, kuru bir havası vardı. Bazen kar yağar uzun zaman kalırdı. Kar yağışını çok severdi Sevim. Okulda kartopu oynadıkları günler geldi aklına. Kasım da ancak kar düşerdi. Ah! Ahmet bir gelse hemen soğumadan havalar düğünü yaparlardı. Ama hiç ses, seda yoktu. Gene akşam oldu. Kalktı, sofrayı kurdu, kardeşi kapıdan içeri girdi. Yüzüne baktı. Yok, yok yeni bir haber bakma diyerek lavaboya geçti ellerini yıkadı, sonra oturup yemeğini yedi. Annesi ile uzun, uzun oturdular. Ve kalkıp bulaşıkları yıkadı. Daha sonra dikişe oturdu.
28.5.2010 İST
Ve bir gün pencereden bakarken bir kalabalık gördü karşıda, eğildi, baktı. Yüreği heyecanla çarptı. Sanki yerinden çıkacaktı. Durdu, oturdu kalktı gitti bir yudum su içti. Ahmet gelmiş dedi kendi kendine. Arandı kardeşini annesine bakındı bir haber almalıydı. Ve o haber az sonra geldi. Yıkıldı kaldı. Kim bilir kaç saat. Başucunda anacığı acı ile bakıyordu. Bayrağa sarılı tabutu görmüştü ve o anda her şey bitmişti. Acı tüm damarlarını koparmıştı. Simsiyah bir dünyadan gitmek istemişti. Ama ölmemiş sadece bayılmıştı. Zor ayıltmışlardı. Pelte gibiydi öylece bakıyordu sadece bakıyordu. Kimseyi duymuyor, kimse de ona ulaşamıyordu. Aylarca sayıkladı adını yavaşça. Ahmet aşkım neredesin?
Gözleri yine o günkü gibi doldu derin bir iç çekti. Rüzgâr sararan yaprakları savuruyordu sağa, sola. Evlenmişti yıllar sonra. Kocası iyi adamdı ama hep hüzünlü günler peşinde dolaştı. Onu da kaybetmişti. Şimdi oğlu Ahmet le oturuyordu. Gelin çalıştığı için torunu Ayça’ya bakıyordu. O da birazdan okuldan gelirdi. Kalkıp yüzünü yıkadı. Yemekleri ısıtmak için mutfağa gitti.
15.6.2010 P.Pehlivan İST
Dört yıl önce peyderpey yazmaya çalıştığım romanım gençlik yıllarıma ait bir dönemi yansıtır.
Perihan Pehlivan 22.12.2013 İst

Perihan Pehlivan
Kayıt Tarihi : 24.5.2025 12:38:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!