Öykü (İki cambaz bir ipte oynamaz)

Dede Efendi
70

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Öykü (İki cambaz bir ipte oynamaz)

Emercesine derin derin, son bir nefes çektikten sonra, izmariti kaldırımda ayağıyla kayboluncaya kadar ezdi. Gökyüzünde insanı rahatsız eden temmuz güneşi; yaptığı işten zevk alıp, sırıtıyor gibi geliyordu adama. Sağ elinin tersiyle alnında tomurcuklanan terini sildi. Soğuk bir bira olsa; nasıl da içilir diye geçirdi içinden. Dış görünüşü traşlı yüzü, hafif kırlaşmış, gür kara saçları ile yaşının kırktan fazla olmadığını gösteriyordu. Elbiseleri yıpran-mış ama temiz ve ütülüydü. Masa işi yaptığını tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yoktu. Elleri pantolonunun cebinde vitrinlere bakarak; salına salına yürümeye başladı. İçinden bazı hesaplar yapan, dalgın insanlar gibi sağa-sola çarpmaya başlayınca, kendini toparladı. Bir kahveden içeri girip, köşelerde sakin bir yerde bir masaya çöktü ve garsona bir çay getirmesini söylerken (nalet) sigarasından,ölüme bir adım daha yaklaştıran birini yaktı. Gelen çayı karıştırırken dumanı da burnundan üflüyor diğer yandan düşünüyordu.
.Biyopsi sonuçları hiç iç açıcı değil aksine karartıcıydı. Ciğerinden alınan parça, urun habis olduğunu söylüyordu. Raporu ceketin iç cebinden çıkartıp; zarfı itinayla açıp; raporu belki yüzüncü defa dikkatle okudu. Her seferinde içinden daha önce yanlış okumuş olmak için dua ediyordu. Ama maalesef yüz birinci de; diğer yüz okumanın aynısıydı. Temmuz ayında; kapalı bir mekan da; soğuk soğuk terlediğini fark etti. Artık yol ayrımına geldiğini hissediyordu. Ya kendini, bu pis hastalığın pençelerine teslim edip; ölümü bekleyecek ya da hayata daha sıkı tutunup, içinde pozitif duygular büyütecekti. “Allahtan geride yalnız bırakacak kimsem yok” diye geçirdi aklından. Onların mesuliyeti daha ağır basardı, benim sonumdan. Doktorun dediğini yaptı, önce sigara paketini çöpe atarken bir daha içmeyeceğine kesin emindi. Şimdiye kadar, kendi egosunu tatmin etmek için yaşamıştı; artık her kese faydalı olmak için yaşamaya kesin kararlıydı. Bunun da kendini sevmek, kendinle barışık olmaktan geçtiğinin bilincine varmış olarak; yaşama yeniden başlayacaktı sıfırdan.
Ölüm hiçte korkulacak bir olgu değildi. Zaten doğarken ölümle beraber gelmiyor muyduk Dünyaya? Bir yerlerde okumuştu; eski yunanda bir filozof şöyle demişti: “ Ölümden korkmaya hiç neden yok çünkü; biz yaşarken o yok. O geldiğinde de biz yokuz.”
Sivil toplum kuruluşlarından çalışması uygun olanları düşündü. Sağlık kuruluşlarında görev alması daha uygun olurdu; hem de onlara örnek bile olurdu. Mesaiden artan zamanlarını topluma, faydalı olmaya adamayı düşündü. İyi şeyler düşündükçe içi içine sığmaz olmuş, bir tür sevinç dalgasına yakalanmıştı. Çayın parasını garsona öderken; bir eliyle de raporu iç cebine yerleştirip kahveden caddeye çıktı. Eve yürüyerek gitmeye karar verdi; yorulursa bir dolmuşa binerdi. Belki on beş yıldır bu kadar yol yürümeyi düşünmemişti. İnsanların arasında olmak, yaşam duygusunu ateşliyordu Daire de Muhasebe memuru Hasibe hanım geldi, aniden gözlerinin önüne; dar eteği ve dolgun göğüsleriyle. İri ve kara gözleriyle manalı manalı bakışı ve maaş alırken ki imalı sırıtışı ile karşısındaydı. Iskaladığı bir konu, şimdi bu hasta zamanın da; niye kendini ısrarla hatırlatmaya çalışıyordu? Bilinçaltının derinliklerine atılmış, bastırılmış bir konu kendi egosu tarafından mı hortlatılıyordu. Yoksa benim evliliği düşünme zamanım geldi mi? Hastalığımı saklamam dürüslük olmaz diye düşünmeye devam etti. Hem yürüyor hem düşünüyordu ki; kolunda bir çiçek sepetiyle bir Çingene, yolunu kesti ve çiçek satmak için laf kalabalığına başladı. Adam elini cebine attı ve bir demet karanfil aldı. Hasibe hanımı düşünürken; çiçek hayalindeki manzaranın tamamla-
yıcısı olmuştu. İçgüdüsel olarak aldığı karanfilleri derin derin koklarken; aklından Hasibe hanımı geçiriyordu. Evin, bir sürü eşyası yenilenmek isterdi; evlilik düşünülürse. Kız isteyecek kimsem de yok, bana kız vermezler. Acaba daire müdürüne söylesem kabul eder mi? Beni takdir etmişti; işe erken geldiğim için. Ama bir kere de kızmıştı; sarhoş geldiğim için. Ben niye kendi kendime gelin güvey oluyorum ki; daha ortada fol yok, yumurta yok.
Diye mırıldandı. Hayata iyi bir başlangıç yaptığını düşündü.
Aslında; her şeyi o lanet sigaraya borçluydu. Ölümcül bir hastalığa yakalanmasa sigarayı bırakmayacak, sağlık derneklerinde çalışmayacak, Hasibe hanımı hatırlamayacaktı bile. Hayatını karartan sigaranın, böyle faydaları da olmuştu Elinde çiçek, kafasında mutluluk hayalleri, farkında olmadan bir taksi çevirdi ve bekar evinin adresini verdi. Taksi hızla, hayallerini soğutmadan evine taşıdı.
Daha kapıyı açarken rutubetli ve sigara alkol karışımı ağırca bir koku karşıladı adamı. Mutfak lavabosunda kim bilir kaç günün yemek bulaşıkları üst üste yığılmıştı. Ayakkabılarını çıkartıp terliklerini giydi. Ceketini askıya astıktan sonra oturma odasına geçip, rahatça bir divana oturup, bacaklarını da bir puf’un üzerine koydu. Odaya girerken masanın üzerinden aldığı, uzaktan kumandayı televizyona doğrulttu ve bir düğmeye bastı. Spiker kızın tatlı sesi odanın içinde çınladı. Sesi biraz kıstı ve haberleri dinlemeye başladı. Değişen bir şey yoktu; enflasyon hükümetin dediğinin aksine üç yıldır, iki haneli rakamdan aşağı inmiyordu. Avrupa birliği yine bizi çaktırmadan dışlıyordu. Dünya demokrasilerinde olmayan seçim barajları ve siyasi partiler yasasına dokunulamıyor. Başkanı kendilerinden olduğu için, yök kaldırılmıyor, Ülkenin yarısı yoksulluk içindeyken; bir gecede milli gelir iki katına çıkabiliyordu. Bu ülkede her şey olabiliyorsa diye düşündü adam. Ben niye yaşamayayım niye evlenmeyeyim. Temmuz sıcağı oda pencereleri açık olmasına rağmen adamı gevşetti. Biraz sonra kalkıp mutfağa geçti.
Yemek pişirmeye başlamadan önce yüzünü buruşturarak; şu cenazeyi kaldırmak lazım diye düşündü. Bulaşıklara bakarak. Ocakta ısınan suyu bulaşık leğenine döktükten sonra, biraz da bulaşık ilacı katıp suyu köpürttü. Tabakları bir bir içine daldırıp, süngerle bir iyice temizledi. Kaşık, çatal ve bardakları da daldırıp; akan suda duruladıktan sonra, sularının süzülmesi için, sepete sırayla dizdi. Yaptığı işi beğendi ve kendine aferin dedi. “Aferin oğlum iyi iş gördün, temiz adamsın vesselam. Şimdi soğan soy da yemek yapmaya başlayalım.“ Soğandan sonra patatesleri soydu yıkadı. Tavada soğanları yağda hafif öldürdükten sonra; kıymayı da atıp kavurdu. Doğradığı domatesleri katıp iki, üç dakika kavurduktan sonra; patatesleri atıp seviyesine kadar ılık su koydu. Tuzunu ve biberini de atıp kapağını kapadı.
Tencereyi ocağın üstüne koyup ateşini kıstı. Kendisiyle gurur duyuyordu. Böylesine pis bir hastalığa teslim olmamış; aksine eskisinden daha büyük bir şevkle tutunmuştu yaşama. Kendine yeni baştan bir hayat kuruyordu. Yeni hayatında toplum sevgisi, çiçek sevgisi, düzenli yaşama sevgisi, yardım sevgisi hatta kadın sevgisine bile yer vardı. Yemeği ocaktan alırken; zilin çaldığını duydu. Yemeği bırakıp kapıya seğirtti. Zil çalarken kapıyı açtı. Karşısında hiç beklemediği birisini buldu.
Hasibe hanım meraklı gözlerle konuşmaya başladı. İki gündür daireye uğramayınca merak etmiş, iş çıkışı merakını gidermek için uğramıştı. Bekar ve kimsesiz olduğunu bildiği için; kötü bir şey olmasından korkmuştu. İş arkadaşı değiller miydi? Zaten dostluk, böyle zamanlarda gerekli değil miydi? Sohbetin içerde devam etmesini uygun gördü.
Hem apartmana giren-çıkanlara merak vesilesi olmaz derken; bir yandan da belki açılma fırsatı yakalarım belki, diye düşünüyordu. İçeri girerlerken birden aklı başına geldi. Demek iki gündür daireye gitmemişti. Müdür aklına gelince korkudan birazcık ta olsa; derdini mazeret göstermesi gerektiğini anladı. Kendini acındırmaktan hiç hoşlanmıyordu. Salonda karşılıklı tekli koltuklara oturdular. Kahve faslını Hasibanım yüklendi ve mutfağa geçti. Adam Hasibanıma nasıl açılacağını bulmuştu. Kahveyi tepsiden alırken Hasibanımın gözlerinin içine manalı manalı bakarak teşekkür etti. Sesinin titremesine mani olamıyordu bir türlü.
Bir şeyler hisseden hasibanım kıpkırmızı olmuştu. Adam işi daha ileri götürerek Hasibanıma çıktığı ya da söz verdiği birisi olup, olmadığını sordu. Olmadığı cevabının kendisini mutlu edeceğini de sorusunun arkasına ekledi. Hasibanım hayır diye cevap verdi; pembeleşen yanakları sorunun hoşuna gittiğinin bir işaretiydi, ”Hayır ama niçin sordunuz? Size bu sorular için bilmeden cesaret verdiysem özür dilerim” dedi. Adam ummadığı cevabı alınca birden bocaladı. Kahvesinden bir yudum daha alırken; kadının naz yaptığını düşünmeye başlamıştı.
İçinden gülerek son hamleyi yapmalıyım, bakalım o zaman ne diyecek diyerek hasibanıma döndü ve benimle evlenir misiniz dedi. Hasibanımın yüzünde; vurduğu bitirici darbenin etkilerini sessizce beklemeye başladı. Hasibanım elindeki fincanı masaya koyarken gözlerlini adamdan ayırmıyordu.“Teklifinize çok teşekkür ederim, ama söyleyemeyeceğim bir sebepten dolayı evlenemem. Sizin gibi Beğendiğim birisi olsa bile” dedi. Adam içinden asıl kendi durumunun çıkmazda olduğunu düşününce; kazayı ufak sıyrıklarla atlattığına sevindi. Başta kendi içinde bulunduğu durumu açık, açık söylemediği için kendine kızıyordu. Hasibanım dedi cesurca, gözlerinden iyi bir iş yapmak üzere olan insanların pervasız cesareti okunuyordu. Asıl ben size durumumu açıklamamakla; büyük bir haksızlık ve yanlışlık yapıyordum. Ben beklide bir ruh çöküntüsü içinde; boğulmak üzereyken bir cankurtaran
simidi gibi, size sarılmam psikolojik bozukluğumun bir belirtisiydi. Beni affedin ben habis bir hastalığın pençesine düştüm; siz isteseniz de bu işten vazgeçerdim. Benimki ego’mu tatmin gibi bir şeydi sanırım, ama bunu sürdüremezdim. Hadi kalkın çıkalım bir yerlerde bir iki kadeh atıp kendimize gelelim. Kadın kalkarken bıyık altından gülümseyerek kalp kalbe karşı A.I.D.S. olduğumu nasıl söyleyebilirdim ki diye düşünüyordu. Kol kola evden çıktılar.

Dede Efendi
Kayıt Tarihi : 31.5.2009 18:58:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Reyhan Apil
    Reyhan Apil

    Konu ilginç. Akıcı, sıkılmadan okudum. Tebrik ediyorum. Selamlarımla...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Dede Efendi