Ne olur bilmiyorum…ya da nereye çıkar bu yol…bir ağacın ortasından mı geçer yoksa bir dağın zirvesinde donamı kalır onu hiç kestiremiyorum…bildiklerim aslında sende unuttuklarımdı…onlar öyle zambaksıydılarki bahardan bahara göç ederdi kökleri göğsüne…lacivertten tut da turkuaz mavisine varıncaya kadar sendiler…sendiler bir akdeniz papatyası kadar…sensizdiler bir dağ geyiği kadar…yalnız,dört tarafı avcılarla çevrili,nesli kesilmiş bir nesildin işte akdenizde…yaz yağmurunun toprağa şakası gibi ürkekleştirdin beni…gelip geçer oldum hep senden…akdeniz kızı olsan belki anlardın…belki anlardın akdenizin sensizliğini…
Belki düşmezdin bir körfeze boydan boya yalnızlıkla…içine sarı hüzünler saçmazdı hayat…yolun bana çıkardı bir ağacı değil beni bölerdin ikiye acımadan…bildiklerim sende değil gözünü açtığın perdeye kazınırdı desen desen…ne Akdeniz gelirdi aklıma o zaman ne de terkedilmiş aspendos…evet aspendos dedim çünkü,öyle bir hayalim var ki yunan tanrılarının gözü önünde öpmek var seni şimdi…onları çağırmak çağlar öncesinden…pegasusa bir yumruk athenaya bir çalım ve erosa demirden bir çukur…bilmem verirmiydin dudaklarını gözlerini kapayarak…Akdenizli olmak istermiydin bir'' İNSANLIĞA TERFİ ETMİŞ TANRIYLA''…
Çarmıhtan yapılma zamanlara kurulmuş bir yaşamda seni Akdeniz yaptım…belki de suç bu…mahkemesi kurulmadan cezası ayrılık, ölüm olan bir suç…neylersin ki harabeler hep düşlerde ayağa kalkar…destanlar yazılır cılız bir cesaretten…işte ben harabeyim,cesaretim en ahkam satanından…kiremitim,taşım,harcım bu Akdeniz yalnızlığımda…duymasan da gör,söylenmese de hisset…gittiğin yol, yol değil deseler bile sen oralardan palmiyeler dik kaldırımlara…bir hışırtın olsun, o yol gitmeye değer sonunda fırtınan olsa da…
yitirilen bir gerdanlık,bulunmuş yüzük kadar değerlimidir ki...bulmak ve yitirmek...kaybedilen bulunur bulunansa kaybedilen...sanısız zamanın boynuna asılmış gümüş bir para misali kaybedilmek istiyorum...
yaşamın devirleri geçmişin çağları ve geleceğin kahinleri...yaşadığımı tahmin etmek nasıl ki...bir olgunun farkında olmak...refleksler kentinde nefes almak...böylesi kafa kurcalayıcı şeyleri düşünürken yaşamın devirleriyle geçmişin çağlarını barıştırmak...ve yaşamın kahinleriyle sokakta barda evde tartışmak...yani yönvericilerinle yön vericini yüzyüze getirip yolunu çizmeye çalışmak...ama neyinin...
hırs,kazanma ve aşk...sorunlu bir hayata sorun seçmek istersem aşkı seçerdim sanırım...aşk dile getirmemek,içte ölüp içte dirilmek değil mi...hırs ve kazanma ise toplumla yarışmak...birde karın tokluğu var tabi...yetinmeyi bilirsen kavuşmayı da istemezsin dimi...aşkın hollamasından evlilik cikciklerse işte o zaman sorumluluk denilen şey hırsa gargeder aklı...devirler kurar çağlar açar kahinlerin piri olursun gecelerce...bununda güzel yönleri var ama...bir melek elinde çiçekle çıkagelirse doğum odasından hıçkırıkları kahkaha gibi gelir kulaklarına...ve akşamı edemezsin ondan uzakta...sevgini vermek istersin durmadan...durmadan alıcısıda olur üstelik...maşuk kısaknır sonra sizi..unutlmuş sayar kendini...dengelemek ustalık ister...
içimde adımladım durdum bugün
duvarlar koydum teninden karnıma
kan kadar kızarmadım yokluğundan
Kalp afacanım...
Durmadan yaramazlık yapan kırmızı kurdeleli sevgili...
Afacanlar kırdıkları şeyler kadar kendilerini de sevdirirler...
Bana aşkın mevsimlerinden bahsetme bir daha...
Mevsimler değişkendir ama ben değil...
eskiden çok ama çok eskiden seninle benim atalarım orta asyada iken 12 hayvanlı takvim kullanırlarmış....koyun,sıçan tavşan vs vs...sanırım ayların değil de yılların adı idi bunlar...hani birleşmiş milletler her yılı bir ünlü isme adıyor ya işte öyle birşeymiş bizimkilerin yılları da....
şimdi ben diyorumki acaba bu yıl ceylan yılı olsa...bir öğrek atın arkasında keçe çadırlarda yaşayan atalarımıza nisbet, karavan sıcaklığında sana kervanlar çıkarsam bulunduğum sarp geçitteki dinlenme yerinden....ceylanlar sürsem yüzüne,sağımlar yapsam dağlarımda kürnemiş düşlerinden.... ve bir sekili tayı terbiyelesem sen bana bakarken karşı tepeden...derken kar suyu getirsen bana....pekmezleyip bana yedirsen... içimdeki yangınları pekmezle; yüreğimdeki ataşı gözlerinle söndürsem...bozgunlar yaşatsan bana, koşuklar söylesem oymağına dönerken...kirmanlar eğirsem senin kıtlığında,onlarca tuluk hasret üğütsem...pazarına insem sonra obanın, ben sana kilim ben sana ayna alsak en afillisinden...
gün sakin bir sarılıkta yüzerken,
aklımın semalarından geçen pusulasız bir gemi batmaya yüz tuttu özlemin azgın sularına...
ve yanlış bilinen bir kurtarma başladı sevgilerde...
utanmasız çığlıklarla irkiliyordu kalbim...
utanmaz yalvarışlar çarpıyordu kulağıma...
o sen miydin...
her gidişinde elim üşüyor
her susunca dilim kuruyor
her gelişinde canıma can ekleniyor..
neden böyleyimki...
her sözüne kırmızılar serpiyorsun
ben gençken avcısıydım güzel kızların...
ama güzellikte sevgi arayandım...
sevgili değil sevdiğim olmasını isteyendim...
sen benim sevgilim değilsin işte...
sanki bir ardıllık sevgili...
gelir geçerlik...
bugün başladı yokluğunla yarışmam...finiş nerde biliyorum aslında; ama koşmak istemiyoırum her nedense...ödülsüz ya gelişin...bitiririmsiz ya merhaba deyişin...
biliyormusun sevgili; cami avlusunda, namaz kılmayı istemeyen çocuk gibiyim şimdi...babası elinden tutarya zorla çocuğun...içeri gir der ya...ama çocuk cami avlusunda oynamayı ister...ben de öyleyim...cami avlusunda kalmak isteyen ama ordan başka yerde de oynamayı istemeyen,içeri girmeyen...
sensizlikteki yareninim lakin sana gelmeyi istemeyenim...istesen de gelemeyenim...senden kopamayan başkasına da gidemeyen,hep sende kalmayı isteyenim...
Kazanma dürtüsünün insana kazandırdığı en büyük şiddet çeşidi sanırım savaş olsa gerekKazanmak bir ‘’arzu’’ ve ‘’ hırs’’ işi olsa da, bunu devletler bazına indirgediğimizde bir insanı değil ‘’iki devletin milyonlarını’’ ilgilendiren cadı kazanını andırdığını söylemek gerekecektir. Kolların,bacakların,gözlerin havada uçuştuğu bu dünyada, kazanda kaynayan tek şey ‘’kan’’ köpüren ise ‘’öfke ve nefretten’’ başka bir şey olmayacaktır.
Silahların merhameti, onu elleriyle tutanın korkusuna bağlıdır bir yerde…Korkuyla kovanından fırlayan bir mermi, yere yıkması gereken canın: ebadına, biçimine,ırkına,milletine bakmadan ‘’kazanılması gereken’’ için onu yere yıkacaktır.Bunu yaparken yani savaşırken merhameti unutacaktır.
Merhamet, insan kalbinde kendine acımayı arkadaş edinmiştir ama bir üçüncü arkadaş daha vardır ki o da ‘’bencillik’’tir.Bencilliğin kazanma hırsıyla birleştiğini ve yıllarca kaybedenleri oynayıp sonra da ihtirasla el ele verdiğini düşünürsek aklımıza savaşlar gelecektir.Ki işte o savaş, merhameti, sadece yıkık duvarların,annesiz çocukların,aç karınların,bacağı kopuk bedenlerin vicdanından alıp; zalimlerin olmayan duygularına bırakacaktır.Barış ve intikam ateşi de ortalarda gezinip sahipsiz kalacak, yıllar sonra birileri onun elinden tutup misket bombaları ile diğerlerine hatırlatılacaktır!
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!