Denizlerden
Esen bu ince havâ saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-i şâma bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
Ne sen,
Ne ben,
Boğazda gemiler vardı, beyazlı yeşilli
Gülcemal,adalar,her iki kavak
Bir sen bakardın.........
Bakardın............................
Gözlerin kadar derin ve ıslak
İstanbul a yağmur yağardı.
Devamını Oku
Gülcemal,adalar,her iki kavak
Bir sen bakardın.........
Bakardın............................
Gözlerin kadar derin ve ıslak
İstanbul a yağmur yağardı.
O Belde’yi yazarken Hâşim, Charles Boudelaire’in L’ınutation du voyage şiirinden etkilendiğini görüyoruz. Fleurs du mal Şâiri de içinde yaşadığı muhitten bıkmış olan kadına, uzak ve mesut bir ülkede yaşamanın güzelliğini anlatır.
Ahmet Haşim bu düşünceyi işlerken ayrıntı ve üslûp bakımından Fransız şairinden ayrılır. Şair sadece yanında bulunan kadınla karşılarında bulunan hüzünle manzarayı seyreder. Baudelaire’de uzaklara gitmek” temi vardır. Ama yaptığı tasvire göre, gidilecek olan bu yer, Akdenizde belirli bir yerdir. Mekân reeldir. Baudelaire burada oturacakları odanın mobilyalarını ve penceresinden görecekleri manzarayı gözleriyle görüyormuş gibi tasvir eder. Hâşim de ise 'O Belde' yeryüzünde değil, tamamiyle hayalîdir.
İkinci Bölümde toplumla uyuşmazlık belirtiliyor. Sevgisine “yalnız bir ince taze kadın”, kendisine “yalnızca eski bir budala” diyen “bugünkü beşerden bahsediyor.
“Bugünkü Beşer”in kalabalığını anlatıyor. Şairin, kadının, tabiatın ve sanatın “bugünkü beşer” tarafından anlaşılmaması ve mânâsız görülmesi, romantikler ve sembolistler tarafından da çok işlenmiş bir konudur. XIX’uncu yüzyıl iktisadi hayatının yarattığı adî hırslarla dolu, paraya düşkün ve güzelliğe karşı hassas olmayan burjuvaziye, bizim edebiyatımızda da birçok hücumlar görülmüştür. Tevfik Fikret’in “Sis” şiiri buna bir örnektir. Haşim’de bu bölümde Fikret’in nefret edici tavrından etkilenmiştir. Haşim topluma yabancılaşıyor. Kendini anlayan sefil çevreden tiksiniyor. Fakat çevreyi de değiştirmeye çalışmıyor, devrimci bir eğilim taşımıyor. Ülküsüz, umutsuz ve yalnızdır. Bundan dolayı kötümserliğe kapılıyor. Küserek kabuğuna çekiliyor. (Zaten Haşim 1908 – 1923 arasındaki toplumsal çalkantıların da hep dışında kalmıştır). Bir çeşit sürgün hayatı yaşıyor ve bu hayatın değişemeyeceğine inanıyor.
Yine bu bölümde esas teme girip yaşadığı dünyada bir sürgün olduğunu anlatıyor. Güzel bir ülkeden ayrılmış olarak bu dünyada mahkum oluş fikri eski bir hikâyedir. Eflâtun’un ide’ler ölemi kurdamı, Hristiyanlık ve İslâmlık’taki Âdem’in cennetten kovulması düşüncesi hep aynı şeyi anlatır. Batı’da bu fikir romantikler ve sembolistler tarafından geniş olarak işlenmiştir. Bizde, bilhassa tasavvuf edebiyatında, Mevlana’nın deyimi ile kamışlıktan kopmuş olmak ve ney gibi daima ezeli vatana dönmek için inleme temi, yüz yıllardan beri anlatılmaktadır. Bu kaynaklarla birlikte Hâşim’i “bu dünyada mahkumiyet” duygusuna götüren Şiir-i Kamer’lerde esas konu olarak aldığı mesut çocukluk günlerine bir daha dönemeyiş hissidir. Hâşim bu şiirlerinde çocukken annesiyle beraber çıktığı aylı ve yıldızlı çöl gecelerini ısrarla anlatır ve onlara karşı hasretini söyler.
Üçüncü bölümde şair artık “ayrı kaldığı o belde”yi tasvir eder. Şiirin ağırlık merkezini başlıca 2 tasvir unsuru oluşturur.
1- O beldenin manzarasını anlatan mısralar
2- O bedenin sakinlerini anlatan mısralar
Manzara açısından o belde de hep mavi bir akşam hüküm sürer. Öyle ki Haşim için akşam acı gerçeğin gölgelerle örtüldüğü, tatlı hayallerin başladığı zamandır. Halit Ziya’nın Mavi ve Siyah’ında olduğu gibi buradaki mavi sıfatı mutluluğu, yani hayali, Siyah ise gerçekliği temsil eder. Mavi dünyadan kaçıp hayale sığınışın simgesidir.
O Belde’de gökyüzü dalgın, deniz hasta, ay üzgündür. Görüldüğü gibi Haşim doğaya yine üzüntü bildiren insancıl özellikler veriyor. Onları öznel sıfatlarla ruhsallaştırıyor. Ayın üzgün olması, ucları şairin çocukluğuna değin uzanan belli bir yaşantıdan gelmektedir.
O Belde’nin sakinleri olan kadınlara ayrılan mısralar, manzara tasvirine göre daha geniş yer kaplar. Buradan psikolojik sonuçlar çıkartabiliriz. Şöyle ki, Haşim için önemli olan manzara değil, ruhtur. Kadınlar, O Belde’nin ruhunu teşkil ederler. O Belde, şiirde anlatılan niteliklerdeki kadınların varlığı ile değer kazanan bir yerdir. Bu nokta parnasyen olan Servet-i Fünunculardan Haşim’i ayırıyor. Çünkü gerek Fikret’te gerekse Cenap'ta manzara tasvirine büyük yer verilir. Fikret “Ne isterim” adlı şiirinde de bu çeşit bir manzaranın hasretini duyar. Fikret'in 'O Belde’si' olan “Ömr-i Muhayyel”inde hayalî ülkenin de gayr-i meskûn olduğunu görürüz. Şair, orayı sadece sevgilisine gösterecektir. Haşim ise O Belde’yi kadınlarla dolduruyor. Şiirinin en güzel mısralarını bu kadınların tasvirine ayırıyor. Bunun sebebini Şi’r-i Kamerlerde görebiliriz. Bunlarda anlatılan kadınlar ve onların yaşadıkları atmosfer ile O Belde kadınları ve içinde yaşadıkları muhit benzerdir. Sonuç olarak; Haşim’in ideal ülkesi, çocukluğunda yaşadığı anların idealize edilmiş bir şeklidir.
O Belde kadınları güzel, ince, saf ve leylidirler. Hepsinin gözlerinde hüzün ve sükûn vardır. Hepsi de kızkardeş yahut sevgilidirler. Sembolist şairlerden Verlaine ve Semain gibi Haşim de kızkardeşle sevgiliyi birbirine karıştırmaktadır. Üstelik, kadınlara verdiği sıfatlar annesinin sıfatlarıdır. Özellikle leyli sıfatı ilgi çekicidir. Demek ki Haşim’in bilinçaltında anne, kadın ve sevgili sözcükleri eş ya da yakın anlamlıdır, birbiriyle bağlantılıdır.
Dördüncü bölümde O Belde’nin nerede olduğu soruluyor. Kesin bir cevap verilmiyor. Verilemez de; çünkü Haşım güvensizlik içindedir, kurduğu düşsel ülkenin gerçekleşemeyeceğini bilmektedir. Aslında bu soruyla hayalden gerçeğe, hakiki dünyaya yani şiirin başladığı noktaya dönülüyor. Öğreniyoruz ki, o kötü çevrenin ve acı hayatın dışına çıkmak olanaksızdır. Haşim’in bu mahkumiyet duygusu mesut çocukluk anlarına bir daha dönmenin imkânsızlığını belirtmekle birlikte, buna sosyal şartların etkisi de eklenir. Bilindiği gibi Haşim, babası ve annesi tarafından Arap idi. On, on bir yaşında İstanbul’a geldiği zaman Türkçe bilmiyordu. Türk muhiti içinde kendini yabancı hissediyordu. Meşrutiyet’ten sonra birden gelişen milliyetçilik akımı karşısında Haşim’deki bu yabancılık duygusu daha çok arttı. Hemen herkesin siyasi ve sosyal meselelerle meşgul olduğu bir devirde onun kendi içine kapanmasında ve realite ile alakası olmayan bir şiir dünyası kurmasında bu faktörlerin etkisi vardır.
Son parça, alınyazısına benzeyen bu olanaksızlığı yansıtır:
“Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz…”
Bu çözümlemeden de anlaşılacağı gibi “O Belde” dinsel olmayan bir çeşit “ötedünya” özlemini dile getiriyor. Buna, “düşsel bir mutlu evren” de denebilir. Çünkü, Haşim’e bakılırsa hakikate bağlı olan şeyler hiçbir zaman bediî manada güzel olamaz. Ancak hayal, uluvî yalan güzel olabilir.”
III. Uslüp
O Belde, serbest müstezad şeklinde yazılmıştır. Haşim’i bu şekli kullanmaya sevk eden sebep sembolistler ve şiirini musikinin serbest hareketli ahengine yaklaştırmak fikridir .Bu düşünce şiirin umum yapısına ve ayrıntısına da hakimdir. Birbirinin aynı ve birbirine benzer unsurların muntazam olmayan bölümlere tekrarından ibaret olan müzikal karakter ,şiirin bütününde kendisini kuvvetle hissettirir. Bazı mısralar da birbirine yakın kelimelerle başlatılır. Fonetik bakımdan birbirine benzer kelimelerin tekrarı da O Belde’yi müzikal kılar. Ses grupları mısraların içinde ve mısradan mısraya devam eden bir ahenk oluşturur.
Mısraların uzunluk ve kısalıkları da musiki vasıtası olarak kullanılmıştır. Şiir serbest müstezad şeklinde yazılmıştır. Ama bu serbestlik mutlak bir serbestlik değildir. Şair, değişiklik içinde teşkil eden vezin tekrarına da uymuştur.
Kelime ve Tamlamalar
Bir şairin en çok sevdiği ve tekrar ettiği isimler, sıfatlar ve benzetmeler onun hassasiyetini ortaya koyar. Şiiri bir dil mimarisine benzetirsek, bunlar onun yapı taşlarıdır. Bu yapı taşlarını her şair farklı tarzla bir araya getirir. Bu da şairin üslup şahsiyetini oluşturur.
Haşim de bu şiiri 4 unsur üzerine inşa etmiştir.
Bunlar; 1. Akşam, 2. Melâl, muğber, âlâm, gâm, ıstırap, giryende, hasret, gurbet, hiç, hasta gibi hüznü ifade eden kelimeler. 3. Deniz, 4. Saç, göz, dudak, buse, et, dilber, güzel, ince, saf, leyli gibi kadın ve güzelliğe ait kelimeler.
Şiirde ince ve mai sıfatları tekrarlanıyor. Şair; denizi, akşamı, O Belde’yi mai bir renge boyuyor. Maî renk, realitenin sertliğini eriten, hûlya verici bir renktir. Gölgeli sıfatı da realiteyi silme arzusunu ifade eder. Kadınlar için kullanılan leyli sıfatı da bu özelliği gösterir. Hava ve kadınlar için kullanılan ince sıfatı da realitenin kabalığına zıt bir özellik ortaya koyar. Haşim’in sevdiği sıfatlardan biri de uzaktır. Bu sıfat yakında bulunan reaileteden kaçmayı hissettiriyor. Durgun sıfatı, hareketsizliğin göstergesidir. Şule-i bî-ziyâ tamlaması çok dikkat çekicidir. Işıksız bir ışık! Haşim’in ışıkları da mümkün olduğunca söndürme arzusunu anlatır.
Bütün bu sıfat tamlamaları gösteriyor ki, Haşim O Belde’de objektif varlıkları durmadan silmeye, kaybetmeye, inceltmeye, uzaklaştırmaya çalışıyor. Bunu da objektif isimlere objektif sıfatlar vererek yapıyor. Parnasyen objektif varlığı kavramaya çalıştığı halde, sembolist onu inkâr etmeye, yıkmaya, kırmaya gayret eder. Haşim de onlardan etkilenmişti.
Servet-i Fünun şairleri gibi Haşim için de hüzün ve üzüntü estetik bir değer taşır. Deniz için kullanılan hasta sıfatı da üzüntü halinin en şiddetli anını gösterir. O Belde’deki kadınların bûseleri mutsuzluk verir. Haşim maneviyi manevi olarak karakterize ediyor. Servet-i Fünun şiirinde sübjektif isimlere objektif sıfatlar verildiği halde O Belde de sıfat tamlamasına rastlamıyoruz.
İsim tamlamaları da şairin kuvvetli üslüp vasıtalarından birini oluşturur. Burada şâir iki ismi birleştirir. Bu birleştirmeyi “evin penceresi” gibi alelâde bir isim tamlaması yahut orijinal olur. Bunlar Haşim’in hassasiyetini ortaya koyan tamlamalardır.
Haşim O Belde’de açık hiçbir benzetme yapmıyor. Kullandığı en kuvvetli vasıta isim ve sıfat tamlamalarıdır. Birçoğu gizli benzetme oluşturuyor. Fakat bunlar teşbih değil, istiaredir. Örneğin; “hasta deniz” tamlamasında deniz insan gibi tasavvur olunur. Yine, “dalgın masa” tamlamasında gizli bir teşbih vardır. Haşim sadece isim ve sıfatlarla değil fiiller vasıtasıyla da imaj vücuda getiriyor. “Denizlerden esen ince hava “şâirin yanındaki kadının saçlarıyla eğleniyor. Beşeri bir hali anlatan “eğlenmek” fiiili rüzgara beşeri bir vasıf veriyor. Şiirde küçük küçük imajlar durmadan değişiyor. Bu değişme şiiri zenginleştiriyor. Kadınları ruhları tasvir olunurken Haşim’in en ince noktalara gitmesi Haşim’in kelime kimyacılığından ileri gelir.
Cümle yapısı
Haşim O Belde’de cümle yapılarından da estetik etkiler elde etmeye çalışmıştır. Bazı mısralar uzun, bazıları kısadır. Bunu yaparken musikiyi düşünmüştür. Başlangıçtaki uzun ve unsurları dağınık cümleler heyecan tonuna karşılıktır. O Belde’yi ve O Belde kadınlarını tasvir eden kısa cümlelerde hayâlî saadet yansıtan şairin ruhu gibi ifadesi de sakindir.
Bundan sonra arka arkaya sıralanan 4 soru cümlesiyle tekrar bir hissi karışma başlıyor. Bu heyecan sonucu uzun cümlede tekrar en yüksek noktasına erişiyor. Hemen bütün cümlelerin tam o oluşları şairin fikir, duygu ve hayallerini gayet açık ve kati olarak anlatmak istediğini gösterir. Fiillerinin umumiyetle geniş zaman şeklinde oluşu da kararlığı ortaya koyar.
Kısaca bütün Türk şiirinin kilometre taşlarından biri olan 'O Belde'şiiri bir çok kutsal kitabın,dinin,felsefi öğretilerin vaaddettiği cennettir aslında.Şair kendi cennetini kendisi kurgulamış,bunu yaparken de bizlere bir güzel dil ziyafeti sunmuştur.Allah'tan gani gani rahmet diliyoruz.
O Belde
Denizlerden
Esen bu ince hava saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melal-i hasret ü gurbetle ufk-ı şama bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
Ne sen,
Ne ben,
Ne de hüsnünde toplanan bu mesa,
Ne de alam-ı fikre bir mersa:
Olan bu mai deniz,
Melali anlamayan nesle aşina: değiliz.
Sana yalnIz bir ince taze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefil iştiha, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir ma'na,
Ne bu akşamda bir gam-ı nermin
Ne de durgun denizde bir muğber
Lerze-i istitar ü istiğna
Sen ve ben
Ve deniz
Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz
Topluyor bu-yi ruhunu guya:.
Uzak
Ve mai gölgeli bir beldeden cüda kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkumuz...
O belde?
Durur menatık-ı duşize-yi tahayyülde;
Mai bir akşam
Eder üstünde daima aram;
Eteklerinde deniz
Döker ervaha bir sükün-ı menam.
Kadınlar orda güzel, ince, saf, leylidir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var
Hepsi hemşiredir veya hud yar;
Dilde tenvim-i ıstırabı bilir
DudaklarIndaki giryende buseler, yahud,
O gözlerindeki nili süku:t-ı istifham
Onların ruhu, şam-ı muğberden
Mütekasif menekşelerdir ki
Mütemadi sükun u samtı arar.
Şu'le-i bi-ziya-yı hüzn-i kamer
Mülteci sanki sade ellerine
O kadar natüvan ki, ah, onlar,
Onların hüzn-i lal ü müştereki,
Sonra dalgın mesa, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine...
O belde
Hangi bir kıt'a-i muhayyelde?
Hangi bir nehr-i dur ile mahdud?
Bir yalan yer midir veya mevcud
Fakat bulunmayacak bir melaz-ı hulya mı?
Bilmem... Yalnız
Bildiğim, sen ve ben ve mai deniz
Ve bu akşam ki eyliyor tehziz
Bende evtar-ı hüzn ü ilhamı
Uzak
Ve mai gölgeli bir beldeden cüda kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkumuz...
Ahmet Haşim
'O gözlerindeki nili süku:t-ı istifham
Onların ruhu, şam-ı muğberden
Mütekasif menekşelerdir ki
Mütemadi sükun u samtı arar. '
NOKTA...
Ahmet Haşim,karanlığın,melankolinin şairi...yalnızlık,havanın kızıllığı,iyi gözlemciliği şiirlerinde ki müzikal ahenk; onu dilindeki ağırlığa rahmen eşsiz kılıyor.Anlam derinliğini anlıyor insan içindeki kelimeleri bilmese de...Zaten şiir sözlüğe bakılarakyorumlanmaz...dağa doğrusu şiirin yorumu olmaz.herkesin anladığı kendine güzeldir...Ahmet Haşim melali anlamayan nesle aşina değiliz diyor...Biz melali anlıyoruz; ama gün gelecek hüznü anlamayan bir nesil olacak,işte ozaman her şey kötü olacak...
çok güzel olmuş...
şairin en güzel eserim ama yegane güzel eserim dediği
hayal perdesini daraltmak korkusuyla yaşayan şairler için işte bir köşe taşı daha
Atilla Özkırımlı'nın incelemelerini okumak Ahmet Haşim ve şiirinden istifade etmek için önemli
Ahmet Haşim içi amatör dışı profesyonel özgül kütlesi civadan da ağır bir şair
haddi aşmış olmaktan kaçınmak kaygısıyla daha fazla yazılamaz zaten
Uzun söze gerek yok
Ruhum ıslak ben ıslak
Olmuşum sırıl sıklam
Deniz önümde kayarak
Bakıyorum maziye ağlayarak
Gül Bahçeleri
evet evet
ESRA SU'ya
ve onun hayranlarına ayıp olmaya başladı artık
HAYDİ YAYINLAYIN ONU DA
O DA GÜNÜN ŞAİRİ OLSUN
O DA MEŞHUR OLSUN !!
haksızlıkolmuyor mu ama
esra su gibi yetenekler orda keşfedilmeyi beklerken
birileri peşpeşe
senelerce aynı şiirleri yayınlayıp duruyor habire. !!
bunları yazan birine insan demekne derece
mümkün tartışılır !!
ESRA SU'nun İBRAHİM TAKINTILARINDAN
İBRAHİM HAKKI: Dünyanın yuvarlak olduğunu tekrar belirtme gereği duymuş ve Kristof Kolomp hakkında bilgilerimizi tazelemiştir.
OĞLANLAR ŞEYHİ İBRAHİM EFENDİ:’ varımı ben dosta verdim gayrı varım kalmadı’ dizesini söylemesi üzerine babasının ‘’bu oğlan, şeyh’’ dediği, lakabının da buradan kaynaklandığını söyleyen Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi Tasavvuf etkisinde öğretici şiirler yazmıştır.
Zübük ve Pardon filmlerini izlediyseniz eğer iki karakterin de nasıl aynılık gösterdiğini ve ne tesadüftür ki iki karakterinde isimlerinin aynı olması bir rastlantı olmasa gerek.
Bu Arada İbrahim Tatlıses’i unutmadım ve Küçük İbo ‘ da aynı karakteri sergileme sürecini yaşayacak.
ADI İBRAHİM adlı şiir sayfasında yayınladığı
yazısısından
Bu şiir ile ilgili 87 tane yorum bulunmakta