Mastroianni Ve Proust’la Yeniden Hatırla ...

A. Esra Yalazan
198

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Mastroianni Ve Proust’la Yeniden Hatırlamak...

Yastık tüyleri gibi havada dağılan karların, yere boylu boyunca uzanan tembel, iri, beyaz bir kediye benzeyen uysal şehrin üstüne yumuşak daireler çizerek dökülmesini seyrederken, rüyasında rüya gördüğünü fark eden bir insanın bilinciyle dolaptan çıkardığım hatıralara yeni kıyafetler giydiriyordum. ‘Hatırlama oyununun’ en eğlenceli yanı bu bence. Geçmişi çıplak ve keskin ayrıntılarla hatırlama çabasından yorulan zihin, bir süre sonra kendisini kandırmayı öğrenip hakikati mutluluğun kırılgan dokusuna uygun hale getiriyor. Gölgelerin uzamaya başladığı bir yaz ikindisinde ‘onun’ nasıl baktığını hatırlamaya çalıştığınızda mesela, özel bir bakışı arzularınıza, hayallerinize göre tekrar yaratıyorsunuz. Ya da vaktiyle epey hırpalayan bir konuşmanın hiç üstünde durmadığınız kısacık sessiz bir anını itinayla düşününce, ansızın koynunuzda kanat çırpan serçelerin tedirgin heyecanını işitiveriyorsunuz. Yüzünüz geçmişi gelecekten daha çok önemsediğinizi belli eden güvenli bir tebessümle aydınlanıyor. Birkaç dakika sonra umut vadeden bir geleceği geçmişte eritmenin suçluluk duygusuyla biraz kararıyor tabii...

Altın sırları hafifçe dökülmüş ihtiyar çay fincanımla rahat bir koltuğa uzanıp, koca bir hayatın günahlarını temizleyen meleklerin kar fırtınasını izlerken, yeniden yaratılabilen anıların solgun ipliklerinden kendime yeni bir mazi örmenin hazzını yaşadım ben o gün. Sonra zorunlu dinlenme günleri için dostların hediye ettiği filmlere baktım biraz.

‘Hayatımın en yoğun anı...’

Mastroianni’nin Hatırlıyorum başlığıyla yayımlanan kitabını yıllar evvel okumuştum ama onun sinemaya, kadınlara, çocukluğuna dair anlattıkları nedense silinmiş hafızamdan. Sadece tuhaf bir tren hikâyesi dolaşıyordu içimde bir yerlerde...

Büyük bir aktörün ölümü kucakladığı son yıllarında anlattıklarını filmlerinden parçaları da içeren muhteşem görüntülerle hatırlamak biraz üzdü beni. Gövdesi sağlam, heybetli bir meşe ağacının altında, hasır bir sandalyede oturmuş içinden geldiği gibi konuşan o şeffaf adam, kıvrımlı beyaz fötr şapkasının altına gizlediği şehvetli dudaklarıyla Proust’un ‘kayıp cennetlerinden’ bahsediyor, onun meşhur metaforuna küçük eklemeler yapıyordu: “Belki kayıp cennetlerden daha çekici cennetler de vardır. O hiç yaşamadığımız, serüvenlerini tam olarak bilmediğimiz yerler, kayıp cennetler gibi özlemini yüreğimizde taşıdığımız değil, gözümüzün önünde olan, bir gün dokunabileceğimizi, ulaşabileceğimizi hayal ettiğimiz düşlerdir... Bir yolculuk yapmak, kendini yabancı bir durakta bulmak, orada bir şeylerin yaşamımızı değiştirebileceğine inanmak, bu bize hayal kurduran gücün ta kendisidir.” Sonra yaşadığı sürece hiç unutamadığı benzersiz tek bir anı tarif ediyordu: “Hatırlıyorum tren tıklım tıklımdı. Bir an yakınımda bir kadının varlığını hissettim, galiba arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Ben sıkı bir sigara tiryakisiyimdir, bir an geldi, yerler çok sıkışık olmasına rağmen sigaramı yakacak bir pozisyon yakaladım. Doğal olarak sigaramı yakarken yüzüm aydınlandı; ama bu ışık beni bir an için körleştirdi ve önümdeki kişiyi seçemedim. Bir kadındı, bana iyice yaklaştı, burun buruna geldik ve sonra öpüştük. Hiçbir şekilde kim olduğunu göremedim. Genç miydi, yoksa yaşlı mı... Ve kimi öptüğümü hiçbir zaman anlayamadım. Tek emin olduğum kadın olduğuydu. Kim bilir üzerinden kaç yıl geçti? Bu hayatımın en yoğun anlarından biridir. İnsan belleği ne tuhaf oluyor değil mi? ” Anılarının içinden süzülüp onu son anına kadar yalnız bırakmayan bu zarif hikâyeyi başka birisinden dinlesem şüphe eder miydim bilmiyorum. Galiba hikâyenin sırrı, kendisine yetmiş iki yaşında hâlâ Latin âşık diyebilen fütursuz gazetecilere, “çadır tiyatrosu maskarası mıyım ben” diye kızan bir erkeğin çocuksu öfkesinde saklı. O anlattığı vakit sezgilerinin gücüne içtenlikle teslim olduğunuzda o kısacık anı genişletebildiğiniz için mucizesine de inanıyorsunuz haliyle...

Geçmişi şahesere dönüşecekti...

Kar tozlarıyla süslediğim anılarla Mastroianni’ninkileri birleştirip tefekküre dalmışken tesadüfen Proust’un romancılığı hakkında şahane bir makale okumak ‘hatırlama oyunlarının’ gücünü de hatırlattı bana. Belleğin edebiyattaki işlevini araştıran Lehrer, “Proust, ne zaman bir anıya dalıp kendini kaybetse zamanın izini de kaybettiğini, saatin tiktaklarının zihnindeki yankılı mırıltıların altında boğulduğunu biliyordu. Proust, sonsuza dek orada, kendi belleğinde anılarıyla iç içe yaşayacaktı. Onun geçmişi bir şahesere dönüşecekti” diyordu. Anıların incelikle uydurulmuş yalanlardan ibaret olduğuna inanan Proust gibi gerçeği ekip büken yazarlar adına şu ilginç soruyu soruyordu: “Neden hatırlama gayreti nafiledir? ”

Öyle midir, zihnin o çırpınışları boşuna mıdır? Söylendiği gibi, geçmiş şeylerin anısı eksik ve hatalı olabilir ya da bir şeyi ne kadar hatırlarsak o kadar kusurlu hale gelebilir ama bu o anın gerçekliğine zarar verir mi, hatıraların kıymetini azaltır mı? Gerçeği dayanılır kılmak için onu biraz tahrif ederek hatırlamak da hayatta kalma oyunun bir parçasıysa, neden biraz da hikayelerin dikenli ayrıntılarıyla avunmayalım ki?

Proust, “bellekte biriken resimleri gerçekte aramak ne kadar çelişkili. Belirli bir görüntünün anısı, belirli bir anın özleminden ibarettir; ve evler, yollar, caddeler de, heyhat seneler gibi uçup giderler” demiş. Edebiyat damarını ‘kayıp zamanları’ yeniden keşfederek besleyen çok özel bir yazarın özlem, hayal ve anılar arasında bu türden kırılgan bir köprü kurması anlaşılabilir. Onun için hatırlamak, o çok sevdiği uzun tasvirlerle yeniden yaratma sürecini geniş zamanlara yaymaktı bir anlamda. Romanların hissederek hatırlamanın doğallığından çıktığına inanan yazara göre, anıların da cümleler gibi sürekli değiştirilebilir olması sıkıntılı olduğu kadar eğlenceli bir süreçti muhtemelen. Bir yazar için eksikleri tamamlayarak, yanlışları düzelterek hatırlamak, ‘mükemmele’ ulaşmak için önemli bir meziyet olabilir, peki biz zavallı faniler ne yapacağız bu durumda? Biraz mutlu olmak için değiştirdiğimiz anılardan yeni hikâyeler yaratmak, hayatın tabii akışına değen sihri bozar mı acaba?

Birbirimize hiç söz vermedik...

Yorgun hafızam epeydir başkalarının kurgulanmış hikâyeleriyle meşgul. O ‘beyaz günün’ sonrasında kendiminkileri çoktandır unutmuş gibi yaşadığımı fark ettim. Hâlâ bana ait olmayan acayip sesler dolaşıyor zihnimde. Proust’un tavsiyesini dinleyip, hayal kurmanın kalıcı hasarlarını gidermek için daha çok hayal kuruyorum. Bir kadın, sevgilisine “bazen daldaki buz kristallerini kırıp yalardın” diyor. Bu cümleyi bir hikâyede mi okudum, yoksa rüyalarımdan hayata sızmayı başarmış büyülü bir resim mi, emin değilim. “Birbirimize hiç söz vermedik ama beni bağışla, bensiz yaşayacağın bütün kışları kıskanıyorum” gibi bir şeyler de söylüyor galiba...

Sadece bana ait puslu konuşmalar, resimler de hatırlıyorum: Yılbaşlarının sıcak iklimlerde kutlandığı tropik bir liman şehirdeyim. Çürümüş meyve, puro ve sandal ağacı kokan tenha bir barın alçak sandalyelerinde kıpırdak caz melodileri eşliğinde yeni yılı beklerken, gökkuşağının bütün sihirli renklerine sahip neşeli bir kokteyl bardağıyla oyalanıyorum. O anı hatırlarken kendimi gördüm, çok gençmişim... Biraz mahcup bir ifadeyle bakan ince yüzlü genç bir adam, kırık İtalyan aksanını gizlemeye çalışarak yılbaşı gecelerinde yalnız olmaktan nefret ettiğini söyledikten sonra bana eşlik edip edemeyeceğimi soruyor. Onu ve kendimi utandırmamak için, bir arkadaşımı beklediğimi ve zaten hemen kalkacağımızı söylüyorum. Kibarca teşekkür edip yerine dönüyor. Zaman o kadar yavaş akıyor ki uzun süre yerimden kıpırdayamıyorum. Merhametini esirgemeyen meraklı bakışları üstüme başıma sinince hızla oradan uzaklaşıp sokakta ateş yakan siyah kalabalığın baş döndürücü eğlencesine katılıyorum...

Bu anı elbette hayatımın en yoğun anılarından birisi olmadı hiç ama bu yazı vesilesiyle anıların değişik yansımalarında dolaşırken Mastroianni’nin ve Proust’un ‘kayıp cennetini’ de uzaktan görür gibi oldum sanki...

A. Esra Yalazan
Kayıt Tarihi : 5.3.2016 11:43:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

A. Esra Yalazan