Rüzgâr önce isimlerimizi aldı,
avludan içeri serpti kuru yaprak gibi.
Ev, taş değil; nefesle duran bir perdeymiş meğer,
çekilince ardında çıplak bir gökyüzü kaldı.
Pamuk tarlaları—beyazın en ağır hâli.
Beyaz, masum değilmiş;
yıkanmamış bir günün suçunu saklıyormuş liflerinde.
Toprak, bir kaşık açlıkla sınadı hepimizi;
ekmek, kibrin gölgesinde büyümedi hiçbir zaman.
Bir kadın yürüdü içimden:
etek ucu fırtına, bileğiçelik kadar kararlı.
Düşmekten yorulmadı;
çünkü düşmek, ayağa kalkmanın ilk adımıydı
Ateşin arkasından konuştu bazen,
bazen de yangını süsleyip ev diye çağırdı.
Kalbinin içinde hiç bitmeyen bir sabah vardı;
o sabah, geç kalma hakkını her gün kendine bağışlıyordu.
Bir adam geçti yanından
yakasında ihtiyat, gözünde alaylı bir yarım gece.
Sözleri keskin, yüreği eski bir pusula.
Sevmeyi bildi,
ama gururun asma kilidi paslanınca
anahtar olmak yerine kapı oldu
ve kapılar, bazen içeridekini dışarıdan daha çok üşütür.
Savaş, evlerin çatısından önce
cümlelerin çatılarını yıktı.
“Ben” ile “biz” birbirine çarptı koridorda,
kırılan her zamirden yeni bir yetim doğdu.
Kül, saçlarımızın içine yerleşti usulca;
meğer kül, unutmanın değil, hatırlamanın rengiymiş.
Bir elbise diktik perdeden
onurla yoksulluğun aynı bedende nasıl durduğunu
ancak o zaman anladım.
Dikiş yerlerinden sızan sabır,
gözyaşının en çalışkan akrabasıymış.
Güzelliğin kırılganlığı değil,
ayakta kalmanın pratiğiymiş aynadaki bakış.
Bahçeye çıktım:
kökler, gövdeden daha kararlı.
“Ev,” dedim, “döndüğün yer değildir yalnız;
sen dönmezsen de içinde dönebilen yerdir.”
Toprağı avucuma aldım,
açlığın ağırlığıyla tarttım cesareti.
Cesaret, doymak değil;
yarını pişirecek ateşi bulmaktır karanlıkta.
Bir aşk büyüdü; büyürken küçüldük.
Sevginin sağır duvarlarına vurduk durduk,
çünkü birbirimizi değil,
kendimize benzeyen hayalleri seviyorduk.
Aşk, bir gün “kal” dedi;
ama rüzgâr, kalbi olmayan her kelimeyi
aynı yerden uçurdu.
Gece bir hesap görüldü:
terazinin bir kefesinde gurur,
ötekinde doğruluk.
Gurur ağır geldi önce;
sonra anladım
doğruluk, tartıda değil;
yürüyüşte ağırlaşır.
Sabahın ucunda bir cümle bekliyordu:
“Bugün, dünün borcunu ödeyebilir misin?”
Evet, dedim,
ekmekle, emekle, kabulle.
Biliyordum:
Rüzgâr her şeyi almaz;
direnen kökleri çoğu zaman daha derine iter.
Şimdi küller çekildi,
gökyüzünün dizlerine oturdu ışık.
Geride,
bir kadının inadından doğmuş
küçük bir iklim kaldı.
Orada fırtınalar bile
yolunu kaybetmeden esiyor.
Ve öğrendim:
Zaman, rüzgârın gölgesi kadar hızlı,
kalp, toprağın sabrı kadar derindir.
Bir gün herkes gider,
ama kimse “tamam” demeden bitmez hikâye;
biten tek şey, aynı yanlışı sürdürme hevesi.
Ben de şu notu bıraktım eşiğe:
“Yarın yeni bir un, yeni bir su, yeni bir yürek
ekmek aynı ekmek olsun diye.”
Rüzgâr, sayfayı çevirdi;
külün hafızasıyla yazıldı son satır:
Sevmek, kalmakla gitmek arasında
evin yolunu unutmamaktır.
Kayıt Tarihi : 13.9.2025 22:44:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!