Yanlışın ve doğrunun çağı ve zemini olur mu? Yanlış her devirde yanlıştır, doğru her devirde doğrudur.
İnsanlar çağlar boyunca doğruyu aramış, kiminin doğru dediğine kimi yanlış demiştir.
Ancak herkesin, her kesimin hemfikir olduğu bazı yanlış ve doğrularda var, yani bu doğu içinde, batı içinde, sağcı içinde, solcu içinde ya yanlıştır, ya hepsi için doğrudur. Tabi tarafsız düşünebilenlere göre öyledir.
Bu doğru yanlış seçimi halklara, ne kazandırmış, ne kaybettirmiş. Misal; herkes kendi penceresinden baksa
İnsanların özgürlüğünü yaşam tarzını kısıtlamanın herkese ve her görüşe göre, yanlış olduğunu görürüz.
Bunun anlamak için toplum bilimci olmanıza da lüzum yok. Kim yaşam tarzına kılık kıyafetine karışılsın ister.
Bir düşünün aileleri tarafından onaylanmasa bile insanlar dillerine, göbeklerine pirsink (küpe) takıyor, farklı akımlara göre şekilden şekile giriyor.
Şimdi bu insanlara, kanun zoruyla bir şekil dayatılsa ve buna uymayanlar ağır şekilde cezalandırılsa bırakın farklı görünmeyi tercih eden kimseleri, onları onaylamayan aileleri ve daha, pek çok kesimden itirazlar yükselir, hatta yer yerinden oynar.
Bu kanunu çıkaran devlete de, lâik ve cumhuriyetçi denmez, zorba ve diktatör denir.
Kaldı ki günümüzde aileler bile çocuklarına bu konuda baskı yapamazken, devlet eliyle kanun zoruyla
size bir giyim tarzı dayatılsa bunun cumhuriyet çerçevesinde mantıklı bir açıklaması olabilir mi?
Bir karar aile içinde alınsa ve evlatlar bu karara zorla uydurulsa, o evlatlar yetmiş yaşına dahi gelse bu anıyı unutmazlar.
Eğer aile büyüklerinin bu zorla uygulattığı karar çocuğa, hayatı boyunca hep mutluluk getirse, isâbetli bir karar olsa, bu, o baskıyı gören çocukların belleğinde belki tatlı mutlu bir anı olarak kalır.
O zaman üzülerek katlandığı bu dayatmanın gerçekte kendi için en doğru karar olduğunu anlar.
Böylece o kararı kendi için alan büyüklerine minnettar olur.
Ya hayatı boyunca mutsuz olursa? İnsan evladına bile baskı yapmaktan kaçınır. Mesela meslek seçiminde bile yol gösterir, zemin hazırlar ama zorlamaktan kaçınır.
Aile içinde alınan kararlar aileyi, ülke genelinde alınan kararlar bütün halkı etkiler, aldığınız karar yanlışsa, bir ülke dolusu evladın hayatını karartırsınız.
Çocuklar aile büyüklerinin onlara sağladığı imkan ve çevreyle büyür, şekillenir.
Halklarda iktidar sahiplerinin sağladığı imkan ve çevreyle büyür, şekillenir.
Peki biz nasıl şekillendik, büyüdük, hangi alanlarda kendimizi aştık, hangi dağları yıkıp, hangi enginlere sığmayıp ta, taştık?
Yer üstüne sığmadık, yeraltında mafya olduk kendimizi aştık.
Arap zihniyetine engin deyip kaçtık, arabesk şarkılarda jilet attık.
Alkolün küpüne sığmadık, trafikte bariyerleri aştık.
Başımızı açmakla kalmadık, taş devrini aştık.
Dokuz çocuklu devri kapadık, bebekleri çöpe attık.
Bu kadar dağları yıkıp, bendimizi aştık da ne değişti, hâlâ konuştuğumuz
Baş örtüsü yasaklı mı kalmalı? İslamiyet bizi geriye mi götürür?
Kim şık, kim rüküş?
Daha bu işin düşünecek yanımı kaldı kardeşim, bırakın artık onun saçı bunun gözü demeyi?
Kızıl derililerle ilgili bir belgeselde yaşlı bir kızıl derili şöyle diyordu; Beyaz Adam, (Amerikalı) bizi beğenmiyor ve birde utanmadan bizim neden geri kalmış ve fakir bir millet olduğumuzu soruyorlar. Bütün zenginliğimizi çalıp topraklarımızı elimizden alıp ta, hâlâ bize bu soruyu sormaları hayret verici doğrusu.'
Kızıl derilinin bu cevabı sanırım Müslüman ülkeler içinde geçerli. Fakat, farklı bir yönümüz var ki, biz bu sorunun cevabını bilmek şöyle dursun hâlâ kusuru kendimizde arıyoruz, oysa kızıl derililer; ' Biz fakir ve geri kalmış bir milletiz öyleyse yuh! bize. Biz neden kızıl derili olduk sanki' demiyorlar.
Bir düşünsenize, bu Kızılderililer, birde dört kıtaya yayılmış olsalar, bu zekayla, bu bilinçle karşılarında ne Rusya durabilir ne İngiltere ne Amerika...
Ne diyelim böylesi Kızılderili hafızası, hepimizin başına olsun.
Saygılarımla...
Leyla GülsürenKayıt Tarihi : 28.11.2013 20:53:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Tatanka İyotanka - Oturan Boğa’nın İzinde...
Burası özgür topraklar...
Tertemiz!
Binlerce yıldır silinmedi izimiz!
Atlar...
Şimdi nerede koşarlar?
Lakotalar...
Niye geçmişi unutmak?
Unutturulmak!
İlimize döneceğiz...
Hatırlamak;
Davullar...
Danslar...
Şarkılar...
Herkes için!
Özgür bakışlarında şimşekler çakıyor...
Anası uçsuz bucaksız topraklar...
Her sabah yeni doğan güneşine koşar...
Bufaloların sesleri yaklaşır...
Ok gibi yerinden fırlar...
Bir an rüzgârı koklar...
Sırtının yaslandığı, beslendiği topraklar,
Git gide dalgalanıp karışır...
Şimdi güneşe ilk yolculuk...
Sevinçli çoluk çocuk; öyle ki bolluk!
Önüne düşer bulutlar...
Kıvrılarak uzar ırmaklar!
Çılgın At, aniden sıçrar? !
Onlar, önce bunları hayal ettiler,
Yollara düştüler...
Oturan Boğa, seni unutmadık!
Teslim olmadık!
Açlık!
Acılar...
Öldürdüler;
Öldürüldüler...
Çılgın At!
Son ağlayan,
Yarası kanayan,
Çılgın Bulut!
“Anlamadığım öyle çok şey var ki,
Buradaki yalnızlığa dayanamıyorum;
Burada geçti çocukluğum!
Şarkı bitti...
Yol, uçuruma gitti...
Seni özlüyorum Lakota...
Güneş, hiç girmezdi buluta!
Ve çok acı çekiyorum...
İçimi kaplıyor...”
***
“Para değil, toprağımızı istiyoruz...
Adım adım geliyor beyazlar;
Toprağımızı kirletmek için!
Güneş doğardı toprağımızda...
Özgür topraklar!
Koşuşan atlar!
Beyazlar geldiler...
Gülmek istiyoruz;
Gülemiyoruz! ”
Oturan Boğa, yaşıyor!
Şimdi ayda...
“Davullar...
Şarkılar...
Eski topraklarımız için!
Haydi, savaşa!
Ölümcül savaşa!
Çadırlar;
Her zaman sıcak,
Kurulur köşe bucak,
Taşıması kolay,
Ya, içine düşen ay! ”
“Bu toprakları ödünç aldık...
Hayvanlar dostumuz...
Burası yaşam yeri,
Güneş, doğsun!
Atlar, dörtnala koşsun...
Bufaloyu unutmayız!
Hayvanlarımız,
Dışarı çık ve bak!
Karanlığa ışığı yak!
Halkımın yaşaması için;
Kendimi vereceğim!
Ruhani bir bedel...
Uzanır gizli bir el...
Geleceği düşünün!
Çocuklarımız, ne der?
Çekinen kaybeder! ”
***
Son danslar...
Şarkılar...
Davullar...
Şükür için!
Biter mi güneş dansı?
Bunda çok uzun sürer,
Hayalet dansı!
Büyük katliam!
Kim alacak intikam!
Acı son!
Hepsi burada gömülü...
Ağladılar!
Bin sekiz yüz doksan...
Bir ocakta...
Hava çok soğuk!
Çoluk çocuk,
Hepsi bir mezara kondu!
Oturan Boğa, seninle yaşayacağız!
“Sanırım oraya geri döneceğim...
Özgürce koşsun bufalolar...
Ay kadar kesin!
Oturan Boğa...”
Bulmak için Oturan Boğa’yı
Bilemediler günü ayı;
Sadece sessizce gittiler...
Ataları İşte bu topraklar için öldüler;
Başları dik ve cesurca!
Onlar, önce buraları hayal ettiler,
“Oturan Boğa, senin izindeyiz! ”
Yollara düştüler...
Günlerce yürüdüler...
Hele aç ve susuz kalınca,
Her taşa abanıp ağladılar...
Ölüm sessizliği başladı...
Artık, Oturan Boğa yoktu...
Her hâlde bir an sustu!
Ama sesi dört bir yanda vardı...
Şimdi onu pek yakından duyuyorum...
Bir şair olarak çok iyi anlıyorum...
Keşke yok edişlerin yerini hür düşünce alsaydı!
Neden bir millet, bir milleti ‘yok! ’ saydı?
(26.03.2011 21:00-Adana)
Arif Tatar
TÜM YORUMLAR (3)